İlkel çağlara geri mi dönülüyor? Korkusuz bir dönemden insanların korku ile yönlendirildiği bir döneme…

41
Reklam

Televizyon haberlerini izliyorum. Bir kentimiz her zamankinden daha yoğun yağmur almış, yağmur sele dönüşmüş. Aynı zamanda rüzgar da deli esmeye başlamış ve çatılar uçuşmuş, insanların tepesine tuğlalar/kiremitler düşmüş. 

Muhabirler bu doğal afete tanık olan kişilerle görüşüyor.

Her görüşülen kişi kendi başına geleni anlatırken hep aynı benzetmeyi yapıyor: “Bomba patladı sandım…”

Bir-iki değil, her konuşulan sayısız kişinin ortak benzetme maddesi ‘bomba’

İrkildim.

Sadece irkilmekle kalmadım, haberleri devleti yönetenlerin izleyip izlemediğini de düşündüm.

Türkiye sınırları içerisinde bir savaş yaşamıyor. Terör bile eskisi kadar başını göstermiyor. Bir yerlerde bombaların patladığı falan da yok.

Öyleyse doğal olaylar biraz doğallıktan uzaklaştığında neden akıllara hep ‘bomba’ benzetmesi geliyor?

Reklam

Bu soruyu önemsiyorum. 

Zannederim, son zamanlarda birden fazla ülkede askerlerimizin varlığı ve bu arada uzaklardaki bir ülkenin -ABD’nin- zorlamasıyla bize komşu bazı ülkelerde yaşananlar insanlarımızı ‘savaş içinde imiş gibi’ bir his içerisine sokuyor.

Aynı durumun Türkiye’ye komşu ülkelerin bazılarında -mesela İran’da, Irak’ta, Suriye’de- yaşayan insanların gündelik hayatlarının epeydir bir parçası olduğunu sanıyorum. Oralarda zaten her gün bombalar patlıyor veya İran’da olduğu gibi dışarıdan bombalanma tehdidi insanları öyle bir hisse sevkediyor.

Kendi talimatıyla öldürülen Gen. Kasım Süleymani suikastına İran’ın intikam amaçlı eylemlerle cevap vermesi ihtimaline karşılık, “Öyle yaparlarsa, biz de ülkelerinde tespit ettiğimiz 52 tarihi ve kültürel hedefi bombalarımızla yok edeceğiz” tehdidini savuran Donald Trump’ın çıkışı ister istemez öyle bir his doğurur.

Benzer bir his bundan böyle Amerikalıları da etkisi altında alacaktır.

Yurtları dışında yaşayan veya asker olarak değişik ülkelerde bulunan Amerikalılar her an başlarına bir şeyler gelebileceğini düşünüyor hale doğal olarak gelmişlerdir. 

Nitekim, benim yukarıdaki cümleyi yazmamdan beş dakika bile geçmeden uluslararası ajanslar, Pentagon’a dayanarak, İran’ın Irak’taki Amerikan üslerine çok sayıda balistik füze saldırısı gerçekleştirdiğini duyurdu.

Sadece askerler ve yurtdışında yaşayanlar olsa neyse, ABD’de düne kadar rahat ve huzur içerisinde yaşayan sıradan insanlar da bu kargaşalı ortamda ülkelerinin terörün hedefi haline dönüşeceği endişesine kapılmışlarsa bunu garip karşılayabilir miyiz?

Reklam

Cenaze töreninde yaşanan izdihamdan 50’den fazla insanın hayatını kaybetmesi, Kasım Süleymani’ye İran halkının verdiği değeri göstermiş oldu. Suikast haberinin duyulmasıyla birlikte Tahran yönetiminden yapılan açıklamalarda en çok kullanılan sözcüğün ‘intikam’ olması da herhalde şaşırtıcı değildir.

Nasıl ‘intikam’ alacak İran?

En ufak kıpırtı bundan böyle ‘bomba’ hissini daha önce hiç duymamış geniş yığınlara dünyanın pek çok ülkesinde yaşatacaktır.

Trump’ın, selefi olan başkanların kendi dönemlerinde başvurmadıklarını bizzat açıkladığı “Süleymani’yi yok etme” girişimiyle dünyanın başına açtığı dert, en fazla, bireyler üzerinde korku olarak iz bırakacak.

Korku.

En ilkel duygulardan biridir korku ve ilk çağlardan beri belli kişi ve çevreler tarafından kitleleri istemedikleri istikamete doğru götürmek, akıllarından bile geçmeyen davranışlara sevk etmek için zaman zaman kullanılmış bir yöntemdir.

Çağdaş dönemlerde demokratik yönetimler korkuyu insanların hayatının bir parçası olmaktan çıkarmış, korku yalnızca ‘terörist’ örgütlerin kullandığı bir yöntem halini almıştı.

[ABD’nin 32. Başkanı Franklin D. Roosevelt, seçimi kazandıktan sonra yaptığı ilk konuşmada (1933) “Korkudan başka korkulacak bir şey yoktur” demişti. Amerikan halkı Trump’a kadar hep o yatıştırıcı sözün gerçek olduğuna inanageldi.]

ABD’nin yeniden seçilebilmek için her yolu deneyen popülist başkanı Trump’ın bir süreden beri sürdürdüğü iç-dış politikalarla birlikte, korku, yeniden bir sindirme aracı halini almaya başladı. 

Irak ve Suriye’ye nasıl yaklaştıysa, İran ile hesaplaşma üzerinden kendi halkına da benzer bir yaklaşım sergilemekte Trump.

Korkutuyor.

Otomobil ekzosundan çıkabilecek gürültüyü bomba patlaması olarak algılamaya yatkın bir topluma dönüşebilir Amerikan halkı.

İstenenin, korku hissiyle, korkuyu salan iradenin istediği gibi davranılması olduğu çok belli.

Sandığa gittiğinde, Amerikan seçmeninin, bu havayı kimin suni olarak yarattığı üzerinde düşünmeksizin, güçlü liderlik sergileyen adaya -yani Donald Trump’a- oyunu vermesi…

Türkiye’nin kendi sınırları dışındaki ihtilaflar sebebiyle kapıldığı hissi, Amerikan halkı, popülist politikacı Trump’ın kasdi yönlendirmesiyle bundan böyle gerçekmiş gibi yaşayacağa benziyor. 

Zor bir döneme giriliyor.

George Orwell’in ‘1984’ romanını bir de bu gözle okuma zamanı… 

ΩΩΩΩ

Reklam

41 YORUMLAR

  1. Fehmi Bey, Türkiye’deki korku ortamının da benzer bir amaçla oluşturulduğunu ima ediyor olabilir misiniz?

    • Aydın bey aşaalarda biyerde izah ettim ben o meseleyi, inip okuyun; her şeyi de yazardan beklemesek nasıl olur?

  2. Bernar Bey merhaba. Kapitalizmin bunalıma girdiği görüşünüze katılıyorum. Ben kapito-sosyalist rejimi tercih ederim, daha huzurlu oluruz. Geleceğin kapito-sosyalist rejimlerde olduğunu düşünüyorum.

    Güçsüz bir insanın dürüstlüğünü belirlemede bir belirsizlik oluşur. Onun gerçek ahlakını test edebilmek için eline güç geçmesi gerekir. Bu sorunun (belirsizliğin) cevabı bireysel olarak genellikle verilemez fakat sosyolojik olarak toplumlar için verilebilir hatta tarihsel olarak verilmiştir de, ben de buna dikkat çekmeye çalışıyorum.

    Ahlak ve vicdan sorunu bence tüm insanlığın bir sorunudur, bunu gelişmiş Batı’ya özgülemek doğru değil. Sadece onların elindeki ‘güç’ fazla olduğu için şeytanla mücadelede zorlanıyorlar.

    “Modern diye nitelenen ve seküler hayat tarzını benimsemiş insanlardan ve hayatlardan ne yapmacıksız sohbetler, sınanmış dostluklar, ilkeli ve kaliteli aydınlar, ne ahlak ve vicdan çıkar” görüşünüz ise doğruyu yansıtmıyor. Zira bu tanımlamaya uygun insan tipleri, geleneksel (muhafazakar) diye nitelenen ve dindar hayat tarzını benimsemiş kesimlerde de bolca çıkıyor.

    Batı’nın azgınlaştığı meselesine gelince. Daha önceki yorumlarımda da belirtmiştim, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Batı tek kaldı ve bunun yarattığı dengesizlik ile şaşkınlığı henüz üzerinden atabilmiş değil. Trump’ın ABD Başkanı olması ve rakiplerine ‘çek silahını’ deyip meydan okuması garip bir durum oluşturdu. Fakat önceki güya Müslüman kökenli zenci başkan Obama zamanında da bu işler ‘kibarca’ yapılıp Müslüman dünyanın çanına ot tıkanmıştı.

    Gelişmiş Batı’yı ve Yahudileri akıllarını kullandıkları için takdir ediyorum. Fakat ben Türk’üm (bu benim kaderim) ve kendi araştırmalarıma göre de Kuran Müslümanıyım. Geleneksel Müslümanlardan ve ırkçı Türk ve Kürt’lerden de hoşlanmıyorum. Dünyaya ve hayata olabildiğince gerçekçi bakmaya çalışıyorum. Örneğin Akdeniz veya Karadeniz’de kıta sahanlığımızda petrol veya doğalgaz bulunsa, onu çıkartabilmek için uluslararası teknoloji devi şirketlerle (gelişmiş Batı’ya ait) ortak çalışmak zorundayız. Hakeza yapılacak denizaltı boru hattı için de.

    Türkiye’de laikçi olmayan laikler ile dinci olmayan dindarların birlikte hareket etmesinin veya dayanışmasının tek çözüm olduğunu düşünüyorum. Bunların aksaçlılarının da aralarında bir milli (ulusal) üst akıl oluşturmaları gerektiğini düşünüyorum. Zira sosyal olaylar üzerinde aynı şartlarda iki defa deney yapılamaz. Birinci deney olumsuz ise ikinci deneyi yaparken şartlar değişmiş ve bu arada zaman geçmiş olacaktır. Yani testi kırılmadan yol gösterilmesi gerekir, eğer Türkiye bunu başarabilseydi ne Suriye iç savaşına müdahil olurdu ne de 15 Temmuz operasyonuna gerek kalırdı. Hatta 28 Şubat süreci de (bu kasıtlı bir operasyondu) yaşanmaz idi.

    Kısacası bir ideal peşinde değilim, optimal ile yetinecek kadar haddini bilen akılcı ve vicdanlı olmaya çalışıyorum. Tabi ki her türlü samimi ve akılcı eleştiriyi de saygıyla karşılarım.

    • Selamlar Fatih Bey. Kimi zaman duygunun şehvetine kapılıp çizmeyi aşabiliyorum. Alıntı olarak aktardığınız ve gerçeği yansıtmadığı tespitinde bulunduğunuz ifadelerime (“Modern diye nitelenen ve seküler hayat tarzını benimsemiş insanlardan ve hayatlardan ne yapmacıksız sohbetler, sınanmış dostluklar, ilkeli ve kaliteli aydınlar, ne ahlak ve vicdan çıkar”) yönelik eleştiriniz yerinde ve doğru. Bu tür aşırılıkların metinlerimi sıradanlaştırıp yüzeyselleştirdiğini bildiğim halde bunlardan sakınamıyorum. Uyarınıza itirazım yok. Söz konusu sosyolojik kümeye yönelik güvensizliğimi, kuşkuculuğumu makul sözlerle ima edip orada durmalıydım. Bunu yap(a)mamış olduğum açık.

      Diğer tespitlerinize de itirazım yok. Hayli yakınlaştığımız noktalar var. Toplumsal deneyimlere ve hayata, insanlığa serinkanlı ve bilgece bir pencereden bakma becerisi, şu ya da bu sosyolojik mahalleye ait değil. Her mahallede var sağduyulu insanlar. Sizin gibi, ben de, böylesi insanların birlikte hareket etmesi ve dayanışması gerektiğini düşünüyor, bunu da yaşamsal önemde buluyorum.

      Bundan 13-14 yıl önce, bir kaç arkadaşla çıkardığımız mütevazi bir dergide kapitalizmin akıldışılığını konu alan bir yazı yazdım. Okur açısından çok çarpıcı ve inanması güç bulunabileceği, spekülatif olduğu kanısı uyandırabileceği için, verileri güvenilir kaynaklara dayandırmaya özen gösterdiğim bir yazıydı (sıklıkla da Birleşmiş Milletler Dünya Kalkınma Raporları’nı referans almıştım). ABD’de pazardaki süt fiyatlarının kontrolü amacıyla bir yılda okyanusa boca edilen bilmem kaç yüzbin tonluk sütten, domuz gribi salgınına karşı bir önlem olarak sadece Belçika ve Hollanda’da yakılarak öldürülen domuz sayısına (hafızam yanıltımıyorsa 1 milyona yakındı) kadar insanı dehşete düşüren veriler havuzu oluşmuştu elimde. En çarpıcı olan bilgi (iddia değil, bilimsel bilgi) dün gibi hatırımda: “Pazar için değil insan ihtiyaçları için üretim yapılması halinde, sadece Afrika kıtası, diğer kıtalardaki insanlar hiçbir üretim faaliyrtinde bulunmasalar bile, mevcut dünya nüfusunun 7 katını beslemeye yetiyor.” Batı’nın kapitalist düzeni, böylesine şeytani, şirret, akıl dışı ve herkese kaybettiren bir düzen.

      Eskiden olduğundan farklı olarak, artık elde evrensel olarak kulak verilen ve uğruna çaba gösterilip mücadele edilen global bir çağrı (ütopya) yok. Böyle bir tablo karşısında, İslam ve Müslümanlar kritik bir rol oynayabilirlerdi. Kapitalizmin teknolojisi ile, akıllı telefonu, nükleer silahları ile baş etmeleri olanaksızdı, ama, kapitalizmi onun yumuşak karnından vurarak tökezletmeleri pekala mümkündü: AHLAKİ ÜSTÜNLÜK. Dostane söyleşiler, insanlar arasında dayanışma, hazcılıktan uzak mütevazi yaşam hallerinde de mutlu olunabileceği mesajı, ötekileştirmeyen bir dil ve insanlık anlayışı. . .

      Yoksulluktan ve yoksunluktan azade görünen, ama hazcılık içinde kendi kendisini tüketmiş, duyguya, insani olana aç Batılı için pekala dikkat çekici, umutla dönüp bakılabilir olabilrdi İslam ve Müslümanlar.

      Bunu, böyle bir olanağın dikkate değer, umut verici belirtilerini gözlediğim için değil, salt kuramsal bir olasılık olarak düşündüm, bugün de düşünüyorum.

      Değilse, hem Türkiye’de hem dünyada, sadece insanlığa değil Müslümanların bizatihi kendisine kaybettiren, benim Kuran’la uzaktan yakından ilgi kuramadığım geleneksel dini pratiğin (tek tek ülkelerde iktidarlara ve din bezirganlarını ayakta, Müslümanları yoksunluk ve acz içinde tutmaya yarayan bir devlet ideolojisi) egemenliğindeki türden bir İslam ya da İslamcılığın dönüp bakılacak bir yanı olmadığını ben de görüyorum.

      Faysal Beyi’in işaret ettiği üzere, akleden ve Kitap’ın ruhuna uygun EYLEYEN yeni nesillerle, aklını otoriter bir laikçilik ve dindar düşmanlığı ile bozmamış gençlerin çoklaşıp birlikte inisiyatif almasını bekleyecek Türkiye ve tüm insanlık umutvar kalabilmek için.

  3. Aşağıdaki yorumları “gözdirek” ile tarıyorken ilginç ifadelere rastladım. Misal, sn F.K.T. demiş ki “Kuran’a tabi din adamları’ demişsiniz de nerede onlar, ben göremiyorum”.

    -Göremezsiniz tabii. Değişik dini bakış eksenli dünyada binlerce emsalleri arasında yüz tane olabileceğine ihtimal vermiş olmanız bile ilginç ve hatırı sayılır düzeyde. Bir taraftan Kuran’ın kıymetini biliyormuş algısını ver, diğer taraftan onu da geleneksel diğerleriyle aynı sepete koymanın pratikte bir farkı olmadığı algısını araya sıkıştır…

    Ayrıca, “bu yozlaşmış din de her türlü gericiliğin ve geri kalmışlığın kaynağıdır” diyerek büyük bir sorumluluk aldığınızın farkında değilsiniz. Çünkü yanlış anlamaya çok açık bir ifade. “Meramınızı kimseye aptal demeden de anlatabilirsiniz” işine döndü iş, galiba.. Allah’ın Zeus olmadığının farkında olunması iyiye işaret ama dünyadaki siyasetle ilgilenmemesi de yanlış anlamaya açık bir ifade. İmana/amele önem veren tenbihte bulunan O, toplum sağlığının Kuran’da önemini vurgulayan O. İnsanların amelleri (aksiyon/eylemleri) ve toplum sağlığı siyasetin ana ilgi alanı ise Allah bu konuya ilgisiz mi? “İlgilenmez” demek işi de sorumluluk almak olmuyor mu? O’nu ne kadar tanıdığınızı sanıyorsunuz?

    Şüphe yok ki ülkemizde dindar insanlarımızın sayısı fazla. DiNimizi yozlaşmadan ve hertürlü gericiliğin kaynağı olmaktan kurtarabilmek konusunda M.Kemal Atatürk Paşa ne yapabildi ki? Kuranı hasbel kader Türkçeye çevirtmiş ( ). Bu kitapta ‘oku’ denmiş, Kuran’ı ‘oku’du mu? Vatandaşlarının dindarlık kültürüne aidiyet hissi neydi? Şahsen, değişik internet platformlarında yapılan yorumlarda Arapçada “hafız”dı diyene bile rastladım. Yoksa, nasıl ki Allah siyasetle ilgilenmez dediniz, M.Kemal Atatürk Paşa zaten Zeus gibi tanrılaştırılmış bir sima idi, geleneksel bir din ile ilgilenmesine ne gerek vardı mı diyeceksiniz? Sosyal dönüşüm şekilciliğinden ziyade bu konuya eğilseydi, bırakın tüm İslam alemini sadece Türkiye’den “Kuran’a tabi” yüzlerce din adamı çıkmış olabilirdi; herbiri eşyanın tabiatı konusunda da alim. Ama bunu başarmak “Akıl*İman Sentezi”ndeki akıl bileşeni gerekir. Ancak o’nun aklı bu değildi. Ya neydi; “laikçilik mezhebi”nin baş tacı ettiği ‘akıl’dı.

    İkinci ilginç nokta Bernar beyin epey uzunca yazısında değindiği 1-2 nokta ki aynı önemde, daha global bir konu. İnşallah, bir ara geri dönme fırsatı bulurum (kendimce)….

    • Yahu ne zaman birisi Mustafa Kemal Paşa’dan bahsetse hemen dikelip söylemediğinizi bırakmıyorsunuz. Anlaşılan o ki siz Kadir Mısıroğlu ve Rıza Nur gibilerinin yazdıklarından pek etkilenmişsiniz. Allah bilir İskilipli Atıf’ın da Erzurumlu bilmem ne bacının da şapka devrimine karşı çıktığı için idam edildiğini falan sanıyorsunuzdur. Bir de şu akıl*iman sentezinizi ders kitaplarına geçmiş pek bilinen bir şeymiş gibi kullanmanız da pek komik oluyor. Kendinize güldürmeyin derim.

      • A. Be(y) yahu, siz de amma yaptınız! Benim alıntı yaptığım yorumda bahsedilen öyle bir şeycik var mı? yok! İkinci yorumunda aynı şey varmış ama işin doğrusu ben onu görmemiştim bile. Yani, değinilen kişi aynı olsa da bunlar birbirinden farklı zamanlarda ve bağımsız yorumlar. Bu sayfalar haklandığından beri hala kendisine gelemedi. Yorumlar, sinkronize olarak değil tuhaf bir sıralamayla çıkıyor. Misal, Didem hanım uğramış daha yeni gördüm (hoşgeldiniz Didem hanım!)…

        Neyse, değindiğiniz noktaya gelelim. Evvela birisi tabiri pek doğru değil. Bu iş bir “Sn FKT klasiği”. Benimkisi de diklenme falan değil. Fikir birliği olan konuların yanısıra fikir ayrılığı da var. Gayet doğal. Beninkisi, madalyonun farklı bir yüzünde gördüklerimi arasıra söz konusu etmek. Ancak şüphesiz, tarihimizdeki en ilginç karakterlerden biri. Mesleği askerlik, bu konuda hizmeti önemli (ben buna Allah razı olsun dedim ve her zaman derim). Diğer yönleriyle abartılmış tarafı fazla; hataları bir değil bence birden çok. Bilen bilir böyle bir konuya hiç girmezdim. Tetikleyen olaylardan biri İmamoğlunun seçim sonuçları henüz belli olmadan soluğu AnıtKabirde alabilmiş olması. Bu olay “vay be!” dedirtti, ve TC-CeHaPe üzerinden beni o ilk yıllara götürdü. O dönemde büyük fırsatlar varmış, ancak ziyan edilmiş (bence) ve etkileri hala sürüyor…

        Mısırlıoğlu, Rıza Nur, İskilipli falan filan tanımam (Bu konulara hasta biri de değilim. Tek bir kitap okumuşluğum yoktur). Muhalif olduklarına dair genel bir bilgim vardır, hepsi o. Yalan yok! Bir sefer Mısırlıoğlu sitesine girmişliğim vardır. Onu da 3-4 yıl önce bir başka yorum sayfasında farklı bir yorumcunun fes takarak konuşan bu şahısa küfürvari ifadeler kullanması nedeniyle yaptım. Kimmiş bu fesli deyip, merak ederek girmiştim. Muhalefet tarzını ve içeriğini gördükten sonra bir fikrim oldu; fazla da kalmadım. Belli ki o da farklı bir karakter (Duyduk ki geçenlerde rahmetlik olmuş-Umarım, ruhları orada kapışmamıştır!). Zamanı bol bir internet kuşu değilim. Gopyacı biri hiç değilim. Etkilenmem söz konusu değil. Yazdıklarım düşünce ürünü ve kendime has noktaları yansıtır. Bakın genel olarak şunu da ifade etmiş olayım; Bütün bir ülkenin tarihi ve geleceği pamuk ipliği gibi tek bir kişiye bağlanırsa, o ülkeyi sağlıklı bir geleceğe taşıyamaz; özellikle bariz hataları varsa. Kim olursa olsun, şahıs önemli değil; Ülkenin sağlıklı bir geleceği hatırına hatalar eleştirilmelidir.

        “Akıl*İman Sentezi” işini bir başka sefere bırakmak iyi olur, yazı uzadı. Şu kadarını ilave etmiş olayım. Belli mi olur, hem geçmişi ve hem de geleceği mukayese standardı ise ve bize yakışır balans-ayarı nitelikli bir kavram ise (ki öyledir), gün gelir ders kitaplarına da girebilir…

  4. Dünkü yorumumda ben de bir tür barbarlık çağı yaşıyoruz diye yazmıştım. Uzun zamandır da batının şirazesinin çıktığını yazıyorum. Paranız varsa, gücünüz varsa, silah ve teknolojiniz varsa emperyal olabilirsiniz tabii, bu doğaldır, gücün hükmetmesi, otorite kurması kaçınılmazdır, doğal olmayan ise kötülüğün en ham, en kanlı yüzünü kullanması, tercihin bu yönde olmasıdır. Şiddetin dozu çok ama çok yükselmiştir. Doğunun şirazesi de çıkmıştır, cehaleti seçmiş, en ham en katıksız halini tercih etmiştir çünkü. Sonuç sadece acı çeken insanoğlu değil, acı çeken bir gezegen aynı zamanda. Hem güç hem cehalet çok zarar verdi ve vermeye devam ediyor. İnsanlık ve doğa can çekişiyor. Acil bir önlem alınmalı. Az sonra çok geç olabilir. Benim korkum biraz böyle…

  5. İran, Rusya, İsrail değil! İSRAILIN devrilmez BAŞBAKANI, ABD değil! ABD’NIN BAŞKANI, Turkiye değil! TURKIYENIN BAŞKANI.
    DÜNYAYİ dizayin etmek için bir araya gelmişler; resmen milletin aklı ile alay ediyorlar.
    Sırf ABve ABD, demokırasiyi korumak için uğraşırlarken, başta putun hayranlari iranli mollalar, Trump ve diğerleri. Ukranyayi ortadan kaldırmak için kolları sivamışlar.
    Boing uzmani Açıklama yapti, Ukranya uçağının düşürülmüş olduğunu idda ediyor; tabii bunu teknik bilgilerle açıkliyor.
    Zaten görgü tanıkları uçak havada iken yanmaya başladığıni söylemişler.
    Bakalım İran delilleri yok etmeden, düşme sebebini araştırmaları için uluslar arasi kurumlara musade edeceklermi.
    Ne tesadüf? Trump’in azil soruşturmasının sebebi UKRANYAYA verilmesi gereken askeri yardımı kendi seçim propagandasi için 3 ay J. Bidinın oğluna soruşturma açmasi için Ukranyanın başkanına baskı yapma sebebi…..

  6. Sayın Bernar!
    1-Türkü olarak hatırlıyorum “Kıza baktım kız beyaz, cebe baktım para az, bu kız bize yaramaz” sözleri var.
    Bir Dünya nın haline, bir de hal-i pür melalimize bakınca bunları terennüm etmemek mümkün değil.
    2-Allah’ın rahmetinden ümit kesmek kebair denen büyük günahlardan sayılıyor.Yasaların yorumunda “ratio legis” yani yasanın konulmuş amacına göre yorum yapılması prensibi vardır.İçinde bulunduğumuz olumsuz koşullar nedeniyle ümitsizliğe düşülür.Bizim içinde bulunduğumuz koşulların altından kalamayacak bir Allah’a inanmalıyızki rahmetinden ümit keselim.Yani burada dolaylı bir inkar var.Bu nedenle büyük günah.
    Günde 270 milyon yeni yıldız yaratılıyor.Evrendeki galaksi sayısı yaklaşık 50 trilyon.
    3- Biz sonuçtan sorumlu değiliz.
    Sadece sorunluyuz.Sorumlluluğumuzun şumulünü bilmeme sorunu.
    “HADİ” ismi ve sıfatı Allah’a ait.İnandıracak olan Odur.Bizim sorumluluğumuz usulüne uygun anlatmak.Yani tebliğ ve temsil.Demek istediğiniz temsil zaten yok.Usulune uygun anlatma yeteneği de yok.Bu iş nasıl olacak diyorsanız biraz düşüneyim öyle yazayım.
    4-Allah “Dünyanın malını da harcasanız iki kalbi birleştiremezsiniz” diyor.
    Kalpleri evirip-çeviren, insanları ortak noktada da, doğru yol üzerinde de buluşturan Allah’tır diyor.
    En dış kapı da olsa, tokmağa bir dokunalım.

  7. Radikal bir önerme ile başlamak istiyorum: “Batı ve Batılı, sadece aklını değil, ahlak ve vicdanını da yitirmiş bir evresinde kendi uygarlığının.”

    Sayın F. Koru’nun bugünkü yazısında dile getirdiği endişe, abartılı bir endişe değil. Gerçekten de, akademik metinlerde sıkça kendisinden “modernite-sonrası” olarak söz edilen bugünün dünyasında, belirleyici içeriği “şiddet” ve “öteki’ne karşı duyulan nefret ya da güvensizlik” olan bir ilkellik çağından geçiyoruz.

    Bu ilkellik ve barbarlık çağından ne zaman, nasıl ve hangi araçlarla çıkılacak?

    Çok yakıcı bir soru bu.

    Üzerine herkesin, ama, en çok da Müslümanların kafa yorması gereken bir soru. Basit ve anlaşılır bir nedenle soru üzerine en çok Müslümanların kafa yorması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü, eğer insanlık bu karanlık şiddet ve barbarlık çağından bir yolunu bulup çıkamaz ise, Müslümanlar, sayıları milyarlarla ölüçülüyor da olsa, birer sivrisinek ya da çekirge sürüsü gibi, fiziki olarak yok edilecekler.

    Abartıyor muyum?

    Batı ve Batılı’nın şiddet kapasitesini bilenler, abartmadığımı da bilirler: Bırakın tarihin eski dönemlerini, modern dediğimiz yakın zamanlarda bile, Batılılar iki dünya savaşında birbirlerini dahi milyonlar olarak boğazladılar. Nagazaki ve Hiroşima üzerine atom bombası bırakmakta tereddüt göstermediler. İlkin Irak, ardından Suriye’de kaç milyon insanın telef olup gitttiğini bilen biliyor.

    Henüz daha iklim değişikliğinin yol açacak göründüğü küresel çevresel felaketleri, su savaşlarını vs.yaşamıyoruz. Buna rağmen Afrika başta gelmek üzere açlıktan kırılan kıtalardan ve ülkelerden yola çıkıp Avrupa sahillerine varma çabası içindeki insan kütleleri yüzbinler olarak telef oluyorlar giriştikleri umutsuz çaba sırasında.

    Eskiden, kendisine “sosyalist” denilen otoriter-faşizan rejimler birer birer yıkılıp duvar altında kalarak tarih sahnesinden çekilinceye kadar, ismi “sosyalizm” ya da “komünizm” olan, yığınları harekete geçiren bir evrensel ütopya vardı. Kapitalizmin azgınlığını ve barbarlığını kısmen dizginliyordu “toplumsal devrim” korkusu. Batı denilen ülkelerde, okuyan, soran, sorgulayan hayli insan vardı.

    Şimdi artık bunlar da yok. Batılı, Amerika’dan Avrupası’na, oradan Avustralyası’na kadar, dipsiz bir tüketim ve haz güdüsü, giderek derinleşen bir güvenlik kaygısı ve talebi içinde, topyekün salaklaştırıldı. Sadece salaklaştırılmadı: Ahlak ve vicdan gibi iki önemli insani kapasiteden de arındırıldı. Son 20 yılda göçmen, Müslüman, İslam karşıtlığını esas alan ırkçı popülist siyasal partilerin istikrarlı olarak güç kazanıp iktidara gelmeleri ya da iktidarı paylaşır güce erişmeleri bunun sadece bir göstergesi.

    Yinelemekte yarar var: İnsanlığın yeni, evrensel ölçekte, inandırıcı ve harekete geçirici bir global ütopyaya ihtiyacı var. Bu karanlık çağdan çıkabilmemiz için önkoşul bu.

    Müslümanlar, böyle evrensel bir ütopyanın yaşamsallığının ve aciliyetinin yeterince farkındalar mı?

    Bana pek öyle görünmüyor. Baskın eğilim ya da görüntü, “Böyle bir evrensel ütopya yaratılması çabasına gerek yok ki. Zaten var: Kuran ve İslam.”

    Ben dindar değilim. Ama, İslam ve Müslüman karşıtı bir insan da değilim. Bu değindiğim baskın eğilimi sahiplenen Müslümanlara, “Sözünü ettiğin evrensel ütopya zaten elimizde Kuran ve İslam olarak mevcut” önermesinin pratik bir işlevi olmadığını söylemek istiyorum. Birer birey olarak bu önermenize inanabilirsiniz. Ama, bu yetmiyor. İnsanlığın da, hemen inandırıcı bulup sahiplenmese bile bu önermenizi, en azından dönüp bakması, merak etmesi, anlamaya çalışması, bir umut ve çıkış yolu olarak tartışması gerekiyor önermenizi.

    İnsanlığın böylesi bir merak ve umut içine girebilmesi için, çok eski tarihlerdeki güzel ve olumlu yaşanmışlıklardan söz etmeniz, güzel ve anlamlı ayet ya da hadisleri kopyalayıp yapıştırmanız pek bir anlam ifade etmiyor. KURAN ve ISLAM’A BIR SAYGINLIK VE INANDIRICILIK KAZANDIRACAK PRATİKLERE İHTİYAÇ VAR.

    Önermenizi en azından tartışılır kılmak için, toplumsal iç barışını tesis etmiş bir ülke örneğine, adalet ve insan hayatına saygı temelinde yükselen bir devlet aygıtını yaşama geçirmişlik örneğine, toplumsal kalkınmayı başarmışlık örneğine ihtiyaç var.

    “Demokrasi, insan hakları, evrensel hukuk ilkeleri gibi temalar Batı ve Batılı’nın birer aldatmacası” diyeniniz, bunları elinin tersiyle itmeye gönüllü olanınız hayli çok görünüyor. Kategorik bir karşı çıkış içinde değilim. Batılı’nıh kendisine karşı adil ve özgürlükçü, kendi dışına karşı sömürgeci ve ceberrut olduğununun ben de -ve fazlasıyla- farkındayım.

    Ama, itiraz edip Batı ve Batılı’nın iki yüzlülüğüne itiraz edip orada duramazsınız. Ciddiye alınabilmek için, bunun ötesine geçmek, itiraz etttiğiniz demokrasi, evrensel hukuk ve yargı düzeni gibi kavram ve deneyimleri aşan bir söylemi (discourse) ve onunla örtüşen pratikleri Türkiye’de ve dünyada insanların önüne koymak durumundasınız.

    Şu ya da bu ünlü şarkıcının vs. din değiştirip İslam’ı seçmiş olması, ya da, Yotube’daki onlarca Arap sitesinde sarı saçlı Avrupalı kadınların göz yaşları içinde nasıl Müslüman olmaya karar verdiklerine ilişkin dramatik bireysel öyküleri sizleri rahatlatıyor olabilir. Ama, inanın bunların gerçek hayatta bir karşılığı yok.

    Irak’ın işgali, kadın ve çocuklar dahil, milyonlarca Müslümanın hayatına mal oldu. Çaresizce izlemekten başka elden gelen bir şey olmadı. Aynı şey Suriye’de yinelendi. Ümmetin lideri sandığınız adamın da katkılarıyla aynı şey tekrarlandı. . . ABD bugün bir nükleer bomba sallayıp İran’ı yeryüzünden topyekün silse, bu parçalanmışlığınız içinde, tıpkı Filistinlilerin durumunda olduğu gibi, fazla ses çıkmaz, en çok üç beş yüz Batılı’nın yaşamına mal olacak intihar mücahitleri dışında elden bir şey gelmez.

    “Batı, hem akılsal, hem ahlaki ve vicdani bir tükenmişlik içinde.”

    Evet, doğru.

    Bu önermeyi tekrarlayıp durmakla varılacak yerin neresi olduğuna ilişkin de kulak vermeye değecek şeyler söylemeniz umulur.

    Ben İslam ve Müslüman karşıtı bir insan değilim. Haftamın önemli bir kısımını neler söyleyip neler önerdiğinizi izleyemek için zaman ve çaba göstererek geçiriyorum. Bu konudaki samimiyetime inanın.

    Umutlu değilim sizlerden.

    Çokca da sitemkarım.

    • Sn.bernar müsaaden olursa bir saplamada bulunmak zorundayım; hemen alttaki fkt arkadaşın her zamanki derinlikli paylaşımlarıyla yetinip kendisinin anlattığı bir fıkrada geçen don lastiğinin iki ucundan yine karşılıklı çekiştirip ip atlamaya çalışarak idare etseniz olmaz mı..? Ütopya ve üstün insanlık ideali diye diye az sonra konuyu bazı araştırma şirketlerinin verilerine ve şeriat dedenin bilmem nesiyle bebecanın şeysini de bi araya getirebilirsek önümüzde kimsecikler duramaz gibi bir eylem planına getirip bağlarsan vallahi küfürleşiriz ona göre..!

    • Gelişmiş Batı aklını yitirmedi, yerinde durduğu gibi geliştirmeye de devam ediyorlar. Ahlak ve vicdanlarına gelince dünyanın geri kalanından daha kötü değiller hatta biraz daha iyi bile sayılırlar (Özellikle İngiltere-ABD ekseni ve benzer kültüre sahip İskandinav ülkeleri). ABD’nin gücünün onda biri İran’da olsa tüm İslam dünyasını zorla Şii yapmaya kalkardı veya bir Arap ülkesinde olsa modern köleler/ganimet edinmek için kullanırlardı.

      Son dönemin büyük düşünürü Dücane Cündioğlu da “ Müslüman ülkelerin içinde bulundukları açmazdan/sorunlardan kurtulabilmek için hiçbir şansları yoktur” demişti. Bunun nedeni ise aklı kullanmayı şeytana yakınlaşmak sayıp tereddütsüz iman edilmesi gerektiğine dair olan yaygın kanaattir.

      Oysa inançlarımızın kaynağı ruhumuz şeytanın etki alanındadır fakat aklımız şeytanın etkisine kapalı olan güvenilir bir limandır. Geleneksel İslam dininde reform yapılması şarttır. Dinde reform kutsal Kitab’ı değiştirmek değil, tam tersine O’na yapılan eklentileri temizlemek demektir.

      Aynı zamanda İslami bir düşünür de olan Dücane Cündioğlu, M.K.Atatürk’ün devrimleri için şunu söylemişti: “Kanser olan bir hastayı aspirinle, merhemle iyileştiremezsiniz, acı ilaç içirmek gerekir. Atatürk de bunu yapmıştır”.

      • Ben gelişmiş Batı’nın rasyonel değil irrasyonel bir yönelim içinde olduğunu ileri sürerken, siz, gerçekte olanın bunun tersi olduğu kanısındasınız, Fatih Bey. Elbette ki hemfikir olmak zxorunda değiliz -farklı yaklaşımlar, farklı çıkarsama ve savlar birer zenginlik.

        Ne var ki, metninizin ilk cümlesi dışındaki iki savınızdan sonra (“Gelişmiş Batı aklını yitirmedi, yerinde durduğu gibi geliştirmeye de devam ediyorlar. Ahlak ve vicdanlarına gelince dünyanın geri kalanından daha kötü değiller hatta biraz daha iyi bile sayılırlar.”) bize Batı’dan değil, Müslümanlardan söz ediyorsunuz.

        Varsayıma dayalı bir düzlemde İran’ın muhtemelen şöyle veya böyle davranacağı, ya da -kimi zaman benim de olumlayıcı bir atıfla kendisinden söz ettiğim- D. Cündioğlu ile Batı’nın ve Batılı’nın ne olup olmadığı tartışması arasında bir ilinti kuramıyorum.

        Velev ki, Müslümanlar ve Müslüman dünya mutlak bir olumsuzluğu ima ediyor. Bu durumda dahi, durum, Batı ve Batılı’nın bugününe ilişkin ne bir fikir verebilir, ne bir referans oluşturur.

        Batı düşüncesinin ve Batılı toplumsal düzenin insanlığın yazgısını çok büyük ölçüde belirler hale gelmesi ve bugün bizleri (ve tüm insanların hayatını) doğrudan etkileyen belirleyiciliği esas olarak modernizmle başlar. Batı’nın toplumsal düzeni kapitalizm, zihin dünyası ise faydacılık, teknolojik ilerleme, hazcılık ve -düzenin korunması ve yeniden üretilmesi bağlamında- akılcılıktır (böyle bir akılcılığın esas olarak özyenilgici ve akıl dışı olduğu bence çok açık).

        Daha birkaç yüz yıl öncesine kadar, ortada “ulus”, “milliyet”, “milliyetçilik” türü kavramlar bile yok iken, ırk ve dile dayalı sınırlara bölünerek birbiriyle rekabete, çoğu kere de çatışmaya varan bir yaşam sürmek mi akılcılık?

        İki Dünya Savaşı’nın da dramatik bir biçimde gözler önüne serdiği üzere, o ülkelerin her birindeki toplumsal düzeni (kapitalizm) korumak ve ayakta tutmak üzere milyonlarca insanın birbirini boğazlayıp ardında 70 milyonu aşkın ölü bırakması mı akılcılık? Milyonlarca Yahudi’nin fiziken ve topluca kırıma uğratılması mı yoksa?

        Herhalde bilgisine sahipsizinizdir: Batı dediğimiz ülkeler, Avrupası’ndan Avustralyası’na, topyekün hesap edildiklerinde bile dünyanın sadece 1/12’sini oluşturuyorlar. Dünya insanlığının sadece 1/12’sini oluşturan bir kümenin, dünya insanlığının ezici çoğunluğunun sefaleti pahasına yerküre kaynaklarını (insanlar da dahil olmak üzere) sömürmesi mi akılcılık ya da ahlak ve vicdan dediğimiz şeylerden anlamamız gereken şey?

        Atom bombasının mucidi Üsame Bin Ladin, günümüzdeki nükleer kitlesel kıyım silah endüstrisinin başkenti Tebriz ya da Bangladeş’in Dakka şehri de bunu ben mi bilmiyorum?

        1980’lerin başlarında gezegenimizde mevcut cabnlı türlerinden bugün sadece yüzde 61’inin varlığını sürdürdüğünü söylüyor doğa bilimcileri. Ölen ve nesli tükenen canlıların sayısı milyonlarla değil, milyarlarla ölçülüyor. Avustralya hükümeti, örneğin, haftalardır önüne geçemediği orman yangınlarının önünü alabilmenin bir çaresi olarak, aşırı su teketiminin nedeni olarak belirlediği develere savaş açtı ve an itibarıyla telef edilen deve sayısı 10.000’in üzerinde. Bunu mu anlayacağız “gelişme” ve “akılcılık”tan?

        Dünyanın diğer ülkelerindeki despotları, kral ve sultanları destekleyen, toplumsal muhalefet yükseldiğinde o ülkelerde ulusal ordularla işbirliği içinde askeri darbeler tezgahlayan Batılı ülkeler mi “hümanist” ve “vicdan” örneği?

        İnsan hayatı sadece yiyip içip sıçmak, kumsallarda uzanıp deniz anası gibi yayılmaktan mı ibarettir?

        Avrupa’daki gündelik hayattan, insan ilişkilerinden ne kadar haberdarsınız bilmiyorum. Batı ve Batı’lıyı gözlemek ve tanımak, o ülkelerde bir süre yerleşik yaşam sürmeyi, çalışma hayatı içinde yer almayı gerektiriyor. Ben Hollanda vatandaşıyım. 11 yılın ardından ayrıldım, 9 yıl Meksika’da, ardından -başa bela alıncaya kadar- 2 yıl Türkiye’de, 3 yıla yakındır da Asya’nın yoksul ülklerinde sürdürüyorum yaşantımı. Bu 14 yıl boyunca Avrupa’da geçirdiğim gün adedi ya 11 ya 13 -onun bir kısmı da havalimanlarında aktarmalı uçak bekleyişi ve tren yolculuğu.

        Bütün o insanarı şaşırtan mucizevi teknolojik ürünlerin yaratıcısı Avrupalıların sohbet özürlüsü olduğunu söyleyebilirim size. Bundan 6 ya da 8 yıl önce Oxford yayınlarından çıkmış iki erdemli psikiyatristin veriye dayalı çözümlemelerine bakılırsa, 20 yıllık bir süreçte, depresyon Britanya’da birincil hastalık durumuna erişecekti ve Britanya ülkelerinin bütecesi bununla baş edebilecek maddi kaynaklardan yoksundu.

        Bu mu “insani gelişmişlik”?

        Okuyan ve sorgulayan insanlar mı yaşıyor ABD gibi Batılı ülkelerde? Böyle ise, 21. yüzyılda Trump’ı, sürekli yükeselişte olan ırkçı-neo faşist partilerin ardındaki muazzam kitle desteğini nasıl açıklayacağız?

        Bence, sizin akılcılık, gelişmişlik, ahlak ve vicdan temelli meselelerde referans ve kriterleriniz sorunlu. Bunları açıkça yazıp bizlerle paylaşmıyorsunuz, salt sezgiye dayalı bir izlenim benimki -ve ısrarcı değilim.

        Benim bildiğim, bir Avrupa ülkesindeki insanlık durumuna ilişkin genel geçer bir izlenim edinebilmek için, İstanbul’un orta sınıf üstü seküler-modernleşmeci semtlerindeki insan hayatlarına, bugün silme Erdoğan arkasında hizalanmış seküler-modernleşmeci gazeteci, TV programcısı tayfasına göz atmak da yeterli olabilir.

        O semtlerin o insanlarından masterlı doktoralı adam ve kadınlar çıkar, toplumda tanınır isimler çıkar, iş bilip iyi kazanan (ve iyi tüketen) insanlar çıkar. İtirazım olmaz bunlara. Ama, o insanlardan ve hayatlardan ne yapmacıksız sohbetler, sınanmış dostluklar, ilkeli ve kaliteli aydınlar, ne ahlak ve vicdan çıkar.

        Müslümanların say say bitmez zaafları bende sık sık öfke ve düşkırıklığına, yer yer karamsarlığa yol açıyor. Kapitalizmin seküler-modernleşmeci zihniyeti ve ona karşılık düşen hayatlar ise zorlayıcı bir kusma hissi.

        Dünya gazetelerinin köşe yazılarında televizyonlarında 3. Dünya Savaşı’na doğru gidilp gidilmediği tartışılıp sorgulanırken, Batılı’nın ‘gelişmişlik’, ‘ahlak’ ve ‘vicdan’ından söz etmek bana bir talihsizlik olarak görünüyor. . .

        • “Batı düşüncesinin ve Batılı toplumsal düzenin insanlığın yazgısını çok büyük ölçüde belirler hale gelmesi ve bugün bizleri (ve tüm insanların hayatını) doğrudan etkileyen belirleyiciliği esas olarak modernizmle başlar. Batı’nın toplumsal düzeni kapitalizm, zihin dünyası ise faydacılık, teknolojik ilerleme, hazcılık ve -düzenin korunması ve yeniden üretilmesi bağlamında- akılcılıktır.”

          Çin’le 27 yıllık ticari ilişki (12 yılı ailece mukim olmak üzere) sonucu tecrübelerim; maalesef yukardaki şablonun modern Çin toplumu için de geçerli olduğu yönünde.Eğitim sistemiyle vermeye çalıştıkları komünal ruh ve diğerkamlık hayat bulmamaktadır.Öteki kültürlerin batı kültürüyle aralarındaki nüanslara ve batıya göre daha az günahkar olmalarına rağmen, ürkütücü bir şekilde batı tipi modern hayat tarzı tüm öteki kültürleri domine edip tektipleştiriyor.Modern dünya batı kültürünün egemen olduğu tek tip bir topluma evriliyor.Elan müslüman toplumlar dahil, hiç bir toplumun bu etkiye direnme ve bağışıklık gücü yok gibi.

          Küresel bir altüst oluş bu distopik gidişatı engeller mi yoksa ivme mi katar?; üzerinde çok düşünülüp yazılıyor.Günlük rutinimizden kafamızı kaldırıp bu tartışmalara katkı vermemiz ve iyi tarafın tezlerini gür bir şekilde seslendirmemiz gerekiyor.Yoksa yine tarih tekerrür edecek; egemenler yeni dünya düzenini bize rağmen bizden bağımsız oluşturacaklar.

    • Bernar Bey,

      Türkiye’deki dindar sosyoloji ve dindar kesimin aydınları konusundaki iyimser beklentileriniz naif denebilecek unsurlar içeriyor.

      Dindarlar da yine iyimser olduğunuz diğer bir kesim olan sosyal/sol demokratlar gibi henüz zihinlerindeki birikmiş cürufun toksik etkilerinden arınabilmiş değiller.Nesnel gerçekliği tartışılabilir, ama öznel gözlemim bu yönde.

      Bu ortamda yaşadığınız tecrübe de bu gözlemimi destekliyor.Şahid olduğunuz gibi Cemaat’in makul üyeleri bile özeleştiri cesaretini sergileyemiyorlar.Bu olgu tüm toplumsal kesitlerin ortak paydası.

      Harari’nin çok haklı olarak vurguladığı ‘zihinsel berraklık’ (clarity); insanlık tarihinden ve ortak birikiminden dersler çıkarmak, tür olarak insanlığın günümüzdeki paydaş sorunları üzerinde mutabakat sağlayabilmek için; günlük/anlık değil asırlar perspektifiyle düşünmeyi gerekli kılıyor.Bu perspektifin yerleşmesi de bir kaç nesil daha alacak gibi.

      Yine de umut ve iyimserlik bizi hayata tutunduran güzel duygular.

    • Aradığınız ve bütün dünyanın ihtiyacı olan ütopya hayata geçirilebilir ve vahyin vaadi olan bir gerçeklik olarak Müslümanların ufkunda hali hazırda yaşıyor zaten. Medeniyet bu ufka savaş açtığından geniş kitlelere ulaşması uzun zamana yayılacak gibi. Hali hazırda bu ufka sahip olan insanlar bir yandan münferit olarak anlatma gayreti içindeyken bir yandan da bu düşüncenin çerçevesini bütün insanlığı içine alacak kadar geniş tutarken aynı zamanda kurumsallaşma çabası da gösteriyorlar. Bu düşünce dünyasını her türlü düşmanlığı dışarıda bırakarak insanlık zemininde buluşma kanaati ile içine dahil olmadan ne ben anlatabilirim ne de bir anlayan olur.

      • Müslümanların önlerindeki en büyük engellerden birisi, geçtiğimiz haftalarda Fehmi Bey’in de bir yazısında işaret ettiği üzere, başa gelenler konusunda sorumluluk almaktan kaçınarak kendi kendini aldatıcı bir refleks göstermeleri. Yazık ki çok yaygın bu: “Medeniyet bu ufka savaş açtığından” ıfadeniz, bu hastalıklı duygu ve zihin dünyasının en bıktırıcı dışa vurumlarından birisi.

        Ve, Allah ve Peygamber aşkına, lutfen daha az anlatın, daha çok EYLEYİN. Sanırım, ben dahil, pek çok insan, İslam’ı evrensel ütopya olarak önerenlerden daha az konuşup çok daha fazla EYLEMElerini bekliyor.

        Peygamber, Mekke topluluklarına ve o toplulukların ileri gelenlerine, inanç alanını kendi tekelinde tutanlara pek bir şirin mi görünmüştü?

        Ya İsa Peygamber?

        Muhammed, isminden ziyade, Emin olarak anılırdı çevresinde. EYLEDİĞİ, EYLEYEBİLDİĞİ için sözüne kulak verildi.

        Müslümanlar, yaşadığı düzene baş kaldıran Peygamber’i aldılar, ondan ve kitabından devleti, düzeni, yöneticiyi kutsayan bir devlet dini yarattılar. Kurtarıcı diye din bezirganlarının, siyaset esnaflarının peşine takıldılar. İslam’ı namaz kılmak, oruç tutmak gibi inanç ritüellerine indirgeyip içini boşalttılar. ASIL ve GÜÇ olan EYLEMEK. Peygaber gibi, kitabın anlattığı gibi. . .

        Bir ilahiyatçının söylediği üzere, Peygamber ve Kitabı, kendisinden sonra, doğmuş olduğu Arap çöllerine gömülüp kalmış görünüyor.

        İyi ki Fehmi Koru, Ocak Medya yazarlarından A. Sfishta gibi seçkin aydınlar, sayın Faysal İnci gibi düşüncelerini paylaşmadığı insanlara yüreğini karartmayıp dostane bir müzakere ve diyaloğu teşvik eden yorumcular, Cihangir İslam gibi ahlaklı, dirayetli, ilke sahibi vekiller var. Umut onlarda, umut onların çoğalmasında, daha çok işitilir olmalarında. Birer tutarlılık abidesi gibi, sadece anlatmıyorlar, EYLİYOR, yani güç ve esas olanı yapıyorlar.

        Anlatanlardan değil, eyleyenlerden olmanızı öneririm.

  8. ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya gibi ülkeleri emperyal politikalar izlediği, enerji kaynakları üzerinde söz sahibi olmak istedikleri için suçluyoruz. Fakat geri kalmış ülkeler petrolü, doğalgazı çıkartıp işlemesini bilmiyorlar ki zaten. Bu işlerin bilim-teknolojisine sahip gelişmiş ülkelere (onların dev teknoloji şirketlerine) muhtaçlar. Gelişmiş ülkeler de kendi yarattıkları bilim-teknolojinin sonuçlarını elde etmek ve rakiplerine kaptırmamak için mücadele ediyorlar.

    Örneğin Irak petrollerini kendisi işletemez. Bunları hangi emperyal ülke çıkartıp aslan payını alacak savaş bunun için veriliyor. Yoksa Irak, Suudi Arabistan gibi ülkeler petrolden iyi para kazanıyor. ABD-İngiltere bilim ve teknolojideki üstünlüğü ve 1. ve 2. Dünya savaşlarının galibi olarak önde gidiyor. Almanya ve Japonya ise dünya savaşlarının mağlubu olarak geride tutuluyor. Hem gelişmiş hem az gelişmiş ülke olan Rusya uzak tutulmaya çalışılıyor. Gerçekte gelişmemiş ülke olan fakat Batı’dan sanayi casusluğu ve patent hırsızlığı ile bir yerlere gelen Çin’e ise sen haddini bil, fason işler vermesek pirinç yemeye devam edersiniz diyorlar.

    Olan bitene biraz da bu gözle bakmak lazım. Yani ABD Irak’ı köle yapmak için orada bulunmuyor, İngiltere’den devraldığı bölge hakimiyetini sürdürmek ve bu arada İsrail’in güvenliğini sağlamak için bu zahmete katlanıyor. ABD çekilse bu bölgede Rusya ve hiçbir hakkı olmayan İran ve Çin hakimiyet sağlayacaktır. Fakat Iraklılar bu gerçekleri görmek yerine Şii-Sünni savaşı veriyor, terörist Kasım Süleymani ile Irak Başbakanı görüşmeye kalkıyor, politikalarını Ayetullahlar belirliyor.

    Aklını yeterince kullanmayanların emperyal güçler tarafından yönlendirilmesi oyunun kurallarından birisidir. Türkiye’ye düşen bu dünya gerçeklerini görerek politika üretmesidir.

  9. 1-Türkiye’de 7 Haziran-1 Kasım 2015 tarihlerinde bahsedilen yöntem % 100 işe yaradı
    2-İngiltere’de Brexit’te bir kadın milletvekili adayının öldürülmesi işe yaramadı.Ancak”Türkler geliyor” tehtidi işe yaradı.
    3-Trump’ın seçiminde 1984 romanındaki(bu roman sorunu ortaya koyuyor fakat hiçbir çözüm sunmuyor) kitlelerin kontrol denemesi yapıldı ve sonuç alındığını düşünüyorum.
    4-Son olaylar Trump’ın azil sürecinde bilmediğimiz başka sıkıntılarının olduğunu gösteriyor.Bekleyip göreceğiz.
    5-Trump’ın seçilmesinden sonra ABDde en çok 1984 romanının satılması ümit verici bir gelişme.

  10. Sadece fırtınalı günlerde değil sakin ve güneşli havalarda bile çatı ve saçaklarından, balkon ve pencere kenarlarından hep korkmuşumdur. Sağda solda meydana gelebilecek bir patlamadan daha çok durakta beklerken şımarık bir zengin çocuğunun kullandığı lüks arabasının altında kalmaktan korkarım..! Abd halkının durumunu ise bilemiyorum ama bizim halkımızı korkutmaya çalışan mankurtların kullandığı tankların önüne geçip pazularını şişiren kardeşlerimizi de gördük, yüksek binaların üzerine çıkıp alçaktan uçuş yapan f16lara kafa atmaya çalışanları da..! Yani bırakın korkutarak yönetmeyi, oyunun rengini değiştirmeyi, geçenlerde sn.bernarın da haklı olarak yakındığı gibi tümüyle özgüven abidesi kesilmiş bir halkımız var; hangi çılgın zincir vuracakmış şaşarım..? Tahsil ettiği trafik cezalarını bile vatandaşına tıpış tıpış iade eden bir devletimiz var… ama chp seçmenine “odunu bile aday göstersek yine de tıpış tıpış gidip oyunuzu ona vereceksiniz” diye dayılanan dersimli kemalden kim korkar ki..?

  11. ” Cenaze töreninde yaşanan izdihamdan 50’den fazla insanın hayatını kaybetmesi, Kasım Süleymani’ye İran halkının verdiği değeri göstermiş oldu. ”
    diye yazmış yazarımız .
    Bence bir cenazede 50 den fazla insanın ölmesi bunların ilkel bir topluluk olduğunu gösterir. Ölüm herkesi bulacak ama böyle aptalca bir ölüm gelişmiş ülkelerde görülmemiş olaylardır. Sevgiden değil salaklıktan meydana gelen ölümler bu tip vakalar.
    Bir diğer mevzu da , İran , ABD nin üslerine saldırıyor , 80 ABD linin öldüğünü iddia ediyor , ama o gelişmiş hava savunma füzeleri nerede ? ne iş yapıyor ? göremiyoruz. Galiba İran ve ABD bir tiyatro oynuyor . Bu tiyatroda CIA bağlantılı Süleymani öldürüldü. Bakalım bundan sonra neler olacak ? Neler olacağı konusunda emin olduğum tek şey , İran yine ABD ve İsraile bir fiske vuramayacak ama müslüman öldürmeye devam edecek. Buna eminim.

  12. İran ın ,İran toprakları üzerinden attıkları füzelerle ABD üslerine saldırması;ABD nin eline koz verdi.Şimdi İran,fiiler ABD ye karşı savaş ilan etmiş oldu.Dolaysiyle ABD nin ,İran a saldırması; onun hakkı oldu.Şii Süleymani nin süakastı,zaten ABD nin meşru fiilii idi.İran nın bunu fırsat bilerek ABD ye karşı savaş açması ,tam bir aptallık örneği oldu.Şii mollalar ,devlet idare etmeyi bilmiyor.Taliban mollalar da öyle.Kur’an a tabi din adamları, devlet işlerine karışmasın.Herşeyi bom bok ediyorlar.ABD boş durmayacaktır.Çünkü, Şii İran,ABD üslerine askeri gücünü kullanarak saldırdı.Tıpkı,Japanya nın 7 Aralık 1941 sabahında Hawaii’nin Oahu adasındaki , Pearl Harbor saldırısında olduğu gibi.ABD ,bu saldırı ile Japonya ya karşı meşru müdafaa savaşına girmeyi hak etmişti.Sonuç;Japonya yenildi. Irak daki ABD üslerine saldırmakla ,ABD nin istediği meşruluğu,İran gümüş tepside sundu.Şii İran ın yok edilmesi, meşru hale geldi.Bekleyin görün.

    • “Kuran’a tabi din adamları” demişsiniz de nerede onlar, ben göremiyorum. Tüm İslam dünyasında böylesi yüz tane din adamı anca çıkar. Din adamları (ruhban sınıfı) ; rivayet ve eklenti hadisler, İsrailiyat, eski milli dinler ve gelenekler, eski cahil din adamlarının yorumlarından oluşan “geleneksel din” i temsil ederler. Bu yozlaşmış din de her türlü gericiliğin ve geri kalmışlığın kaynağıdır. Kuran’a veya geleneksel dine tabi olsun fark etmez, din adamlarının devlet işlerine karışmaması görüşünüze ise tamamen katılıyorum. Allah Zeus değildir, kulları arasında taraf tutmaz, dünyadaki siyasetle de ilgilenmez. O tek olan İlahtır.

  13. didem hanım merhaba!
    – şu yorumların geç görünmesi büyük sıkıntı.
    – dünkü yorumunuzun altına yazsam kimse sizin göremeyecekti. bugüne yazınca da, konuyu bilmeyenler, yine senin zekanı göremiyor.
    – zor durum vesselam.
    – ben yine de elimden geleni yapacağım.
    – öncelikle hakaret işe durum tespiti arasındaki ayrımı anlatayım:
    – bir aptala, “aptal” denildiğinde, bu bir durum tespitidir.
    – aptal olmayan birisine “aptal” denilirse, bu bir hakaret olur.
    – yani, kelimeler ya da cümleler, kendi başlarına, hakaret ya da durum tespiti olarak nitelenemezler.
    – her zamanki gibi konuyu anlamadığımı yazmışım ya. böyle yazmanın, benim konuyu anlamadığımı göstermediği için yazdım.
    – benim yazımdan önce, fehmi beyin yazısını anlamış olsaydın, zaten o yorumu yazmazdın. fehmi bey, yazısında, düz, basit değerlendirmelerin hatasından bahsederken, siz, fehmi beye muhalefet olsun ister gibi, inadına düz mantık yürüttünüz.
    – o da yetmedi, mantık yürütmedeki hatanızı gösterdiğim için, benim, her zamanki gibi konuyu anlamadığımı yazdınız.
    – oysa siz, hem fehmi beyi hem de beni anlamadınız.
    – yukardaki, tespit ile hakaret arasındaki farkın, kelimenin ya da cümlenin kendisinden kaynaklanmadığına ilişkin açıklamama dönecek olursam; o cümleyi kendi yazınız için kullansaydınız, tam bir tespit olurdu.
    – analiz yeteneğiniz zaten sıkıntılı ama sinirlendiğinizde sizde yeteneğin y’si bile kalmıyor.
    – tavsiyem; h.gayretin gazına fazla gelmeyin.
    – h. gayrete sorsan ahmet isimli yorumcu bile bir deha.
    – bütün özelliğiniz cümleleri yanyana dizme yeteneği. onların anlamını kavramaktan fersah fersah uzaksınız.
    – bir de sakin kalmaya çalışın. sinirlendiğinizde kurabildiniz cümle epey sınırlı oluyor.
    – eğer h. gayretin hakkınızdaki övgüsünün doğruluğuna kesinlikle inanıyorsanız, dünkü yazınızdan devam ederek, h. gayretin ne kadar yanlış değerlendirme yaptığını, sizin de katkınız ile ( bakın burası çok önemli), herkese göstermekten memnun olurum.

      • aptal demedim ki zaten. aptal kelimesinin kendisinin tek başına hakaret anlamı olmadığını, kullanım yerine göre, tespit de olabildiğini anlattım.
        – ayrıca, didem hanım hakkında aptal diye bir yargım da yok.
        – fakat yazdıklarının saçmalığı konusunda bir yargım var.

        • Didem hanım burada yazan tek aklı başında olan hanımefendidir…Didem hanım lütfen siz yazmaya devam edin…

      • Sayın mim! Hamza bey,
        İşını biliyor. Kendisine verilen cevaba sizce nasıl cevap vermesi gerek? Yoksa; aptal yerine geri zekalımı yazmasımi lazım.
        Bence Hamza bey, herkesin anlayabileceği dili gayet kibarca kullaniyor.

        • Kişiliklere yapılan saldırılar, aklı geri plana itip duyguları ön plana çıkarır.

    • Daha önceki günlerde ha gayret adlı kardeşimiz çok ağır ithamlarda bulunuyordu çok şükür o huyunu bir şekilde terk etti. Yorumlar birbirimizi kırmayacak şekilde olması taraftarıyım. Saygılar sunuyorum

      • Nusret ben her zaman didem hanımı ve yorumlarını beğenmiş ve takdir etmişimdir, bunu da buradaki tüm yorumcularımız bilirler; öyle ki hanımefendinin daha sık paylaşım yapmasını da her fırsatta tekrarlıyorum. Şimdi nerden çıkarıyorsun benim kendisine “çok ağır ithamlarda” bulunduğumu..?

    • Beni, yorumlarımı, fikirlerimi, düşüncelerimi nasıl bulduğun çok ta tınnn.
      Sinirlendiğim düşüncesini nerden çıkardın bilmem, biri beni begenmedi diye mi sinirleneceğim, üstelik bu biri hamza akyol ise. Hamzalar Nurdanlar beni beğense daha mı iyi yani. Değil tabii. ?

  14. “Korku” insan için tabii bir duygudur. Gerekli, tedbirler alınarak “korku” yenilebilir. Velakin, “yenilebilir” olmasına rağmen pek yutulamaz korku. Boğazında kalır, insan en azından yutkunmak zorunda kalır.. Hepsi o kadar! Yani, demem o ki korkulacak fazla bir şey yok! Tedbirini alan almıştır. Hollywood filmlerindeki hava başka. ABD’de herkes günlük hızlı hayatına devam ediyor. İran’ın nerede olduğunu bilmeyen belki de milyonlarca amerikalı vardır.

    Ülkemizde büyük çoğunluk tabiri caizse “kelle koltukta” yaşamağa alışmıştır. İran’da sanırım bu hal daha bir had safhadadır. Dünkü cenaze töreninde 50’den fazla insan ölmüş. Proaktif olunmamış. Tedbir alınmamış. Sonuç malum. Korkutucu!

    Kasım Süleyman yaptığı operasyonlarda önceleri kendi tedbirini nispeten olsun alıyormuş. Operasyonlarını büyük bir gizlilikle yapıyormuş. Ancak, daha sonra değişmiş. Yaptığı korkutucu işleri alenen, göstere göstere, ve hatta “varmı bana yan bakan, isterlerse bana dokunsunlar” şeklinde meydan okurcasına yapmağa devam etmiş. Bu durumu izah/yorumlama açısında aşağıdakilerden hangisi geçerli olabilir, acaba:

    1) Dışardan bakılınca “cahil cesareti”,
    2) Kendi açısından şehitliği arzulamış olması,
    3) Tedbir almasını bilemeyecek kadar akıl kıtlığı ve riski sevmesi,
    4) Yaptığı işin doğruluğuna inancı ve Tanrı’nın kendisini koruyacağına olan güvenci,
    5) Yukardakilerin hepsi,
    6) Hiçbiri

    Kasım Süleymani bazı bilgi kaynaklarına göze en azından 7 aydır takip altındaymış. Ne zaman nerede olduğu, ne yaptığı çok net olarak biliniyormuş. Trump öldürülmesi konudaki talimatını/iznini çok daha önce vermiş.

    İran’ın intikam için balistik füze denemesi, işi karşılıksız bırakmamak, misilleme sözünde durmuş olmak için bir adım. Kasım Süleymani ve arkadaşlarının infaz ekipmanı/mekanizması Irak’taki Amerikan üssünden kalktığı hesabıyla İran da oraya füze atarak kendini meşru müdafadan geri kalmayacağını göstermek için bir adım atmış oldu. İsabet yok (belki de bu karavana özellikle hesaplanmış olabilir). İran bu hakkını Birleşmiş Milletlerin bir kuralına dayandırırken amaçlarının savaşa tahrik olmadığını resmen belirtiyorlar. Trump, bazılarının şüphelendiği ve işaret ettiğine göre eski kafadarı John Bolton’un etkisiyle Kasım Süleymani’ye da yapacağını yaptıktan sonra amacının İran’a savaş açmak olmadığını birkaç defa vurguladı ve infaz olayının bir ikaz olarak alınıp adeta unutulmasını ister gibi bir yaklaşıma girmeğe çalışıyor. Ancak, tehdit etmekten de pek geri kalmıyor (Trump’lığını gösteriyor).

    Ufak tefek bir şeyler olur, fazla bir şey olmaz. Masa altından yarın öbürgün anlaşırlar. Şimdi, Irak Amerikan askerinin ülkeyi terketmesini istiyor. Parlementolarından geçirdiler. Masa altından anlaşma gereği İran, Irak üzerindeki nufuzunu kullanarak bu kararı tersine çevirtir olur biter… Ancak, karşılıklı horazlanmalar beyenatlar devam eder. O iş ayrı, tolere edilebilir bir iş. İran pekala biliyor ki ABD attığını vuruyor, onun için fazla ileri gitmezler. ABD de pekala biliyor ki İran’ın elinde kendisine zarar verebilecek nükleer güç yok. Hiçbir zaman olmaması için de elinden geleni yapmağa devam edecek.

  15. Sağa sola bakmadan direkt olarak kendinize bakın.18 yıllık AKP iktidarı korku ve beklenti üzerine rejimini kurdu.Bizzat Erdoğan nın kendisi,taraf olmayan bitaraf olur.Bziden değilseniz hainsiniz demişti.kendine katılanlara devlet gücünden pay verdi ve servetlere,ballı gelirlere boğdu.Kendilerini muhalefet edenler üzerinde korku ve baskı siyaseti güttü.Türkiye de böyle işler oluyorsa, başka memlekette yapılanlar beni yadırgamıyor.İslam, Türkiye de en iyi ve düzgün şekilde yaşanıyor,Türkler islamın ve müslümanalrın koruyuucusu ve kollayıcısıdır gibi reklamlara baş vuran bizzat Türkiye yi idare eden AKP rejimi mensuplarınındı.Türk insanını allame gesterdiler.Onun için, başka yerlerde var olan bütün insanlık dışı vaka ve uygulamalar beni yadırgamıyor.En iyi müslüman,en iyi insan olarak lanse edilen Türk insanı; her kötülüğü ve her haltı yiyiyorsa,idare edenleri her haltı başvuruyorsa,üstelik bu halt ve kötülükleri savunup islama bağlıyor,islamda böyledir diyorsa;başkası neler yapmaz.Çöpü kendi gözünüzde,merteği başkasında arayın.

  16. Otomobil ekzosundan çıkabilecek gürültüyü bomba patlaması olarak algılaması sadece ortadoğu ve afrika ülkeleri halklarında oldu, Amerikan halkında böyle korku yok… Şimdiye kadar abd ye bir füze atıldımı ki korksun terör saldırıları kast ediliyorsa bu durum bütün dünya ülkelerinde olabilir. Abd savaşa girse de abd halkı direk olarak etkilenmeyecektir. Etkilenecek olan, buluttan nem kapan ülkeler olacaktır.

    • Yaşayanlar bilirler, işin garibi abd de öyle şeyler olmamasına rağmen en çok onlar korkarlar.

      Neden peki ? Düşündünüz mü ? Çünkü insanlar değişiyorlar. Çünkü yüzyıldan fazla bir zamandır insanlar dönüştürülüyor. yaklaşık 300 yıl öncesine kadar dünyada yaygın kölelik vardı kaldırıldı. Son yüzyıldır insanlar tekrar köleleştiriliyor. Zihinler, cüzdanlar, duygular ve daha eskiden sahip olduğumuz bir çok özgürlük köleleştiriliyor. Farkındamısınız herkes aynı şekilde evleniyor, modaya uygun olarak herkes benzer şekillerde doğum günü partileri yapıyor, modaya göre bir şekilde insanlar evlenme teklif ediyor. Anneler çocuklarını modaya göre yetiştiriyor (sana yağı moda idi bir zaman sonra tereyağına geri döndük, şimdilerde badem sütü moda) had
      moda sadece (modalaştırılan şeyler) kesemize dokunsa. Maalesef ki öyle değil. Meslek sahibi olamayan elinden hiç ama hiç birşey gelmeyen milyarlarca insanımız olacak dünyada. Kaç kişi oturup bir sandalye yapabilir ihtiyaç halinde ? Yahut kaç kişi domates yetiştirebilir ? Korkarım yakın bir gelecekte ekseri çoğunluk akıllı telefonu olmadan eski tuşlu telefonla numara çevirip yemek söyleyemeyecek nerde kaldı yemek pişirmek. Evinde çivi çakamayıp musluk tamir edemeyen (erkek yada kadın) kişiden iki yumurta kırıp karnını doyurmasını bilmeyen kişiden ne bekleyebilirsiniz ki. Sayın yazar ve bir çok yorumcuyu taraflı bulduğumdan son tahlilde gene hükümete giydirmek istediklerini anlayabiliyorum. Sorun da değil. Fakat gerçekleri de görmek lazım. Mesleği olmayan yahut iş bulamadığında pazarda limon satıp geçimini temin edemeyecek insandan ne bekliyorsunuz ki ? Elbet kendine güvenmez. Elbet psikolojik sorunları olur.

  17. Nurdan abla martın sonu bahar olmadı, sn.bernar arkadaş da sonbahardan sonraya kaldı diyordu, şimdi de gene domuz bilmem ne yemekten vazgeçmiş özlüsözünce “iş” yeni darbelere mi kaldı yani..? Ha gayret..!

  18. Beklenen hamle geldi. İran, Irak’taki ABD askeri üslerine balistik füze ile saldırdı. Şimdilik zayiyat ile ilgili bir bilgi paylaşılmadı. Bütün gözler ABD’nin nasıl bir karşılık vereceğidir. İnşallah ABD’nin ilk hareketi Adana’daki incirlik üssü olmasın. Zira ABD sinsi oyunlarına Türkiye’yi de çekebilir. Şimdilik bütün ipler ABD’nin elindedir.

  19. Amerkada yaşamama rağmen, tıpkı Amerkalılar gibi bende ne İrandan nede Trump’dan korkmiyorum.
    15 bin İranlının yaşadığı mahalle Benim yaşadığım eyalette,en az 20,000. İranlide diğer mahallere dağılmış durumdalar.
    ABD nin 50 eyaletinin herbirinde o kadar iranlı varsa bunların çoğunluğun iş veren. Buda şu anlama geliyor dertleri para olan bir milletın ne İranlılar nede İran umurlarında değil.
    Ayrıcada İran ABD yi dolandıran İranlıları huzursuz edermi? Tabiiki etmez?
    Çünkü onların her biri birer Riza Saraf. İRAN MALLARINI Kanadaya getirip ve ambalajlarını Kanadada üretilmiştir diye değiştirip ABD ye sokup ve Amerkalılara satiyorlar.
    İrana uygulanan Ambargoyu dişarda yaşayan iranlılar delmesini çok iyi beceriyorlar.

    Pazartesi Kanadadan dönen İran asılı ABD vatandaşlarını, sınırda bekletiler diye burdaki İranlılar, ortalıği ayağa kaldırdılar ve özûr dillettiler.

    Ayrıcada bu olaydan ABD halkının çoğunluğunun haberi bile yok.

    Haberleri olanlarıdan ne ABD halkı nede muhalefet hatta ihtidarın senetör ve millet vekilleri’de dahil, çoğu Trump’a desteklemiyor ve engel oluyorlar, çünkü onlar Trump’ın gerçek niyetini iyi biliyorlar.

    Öğle bizdeki Erdoğanın komandolari! PARDON hayranlari gibi Trump’ın hayranlri ona biat etmiyorlar.

    Bu arada T.C başkanının eski bakanide epeyce başkanın incilerini ortalığa sermiş.

    Ahmet Nesinde Yeni bir darbe olacağını haber veriyor.
    Muhtemelen bu sefer suçu yeni kurulan partilere atar, ve eske arkadaşlarını hain darbeci ilan eder.

    https://www.artigercek.com/yazarlar/ahmetnesin/sadat-mehdi-libya-erdogan-darbe-hazirliginda-mi

    https://t24.com.tr/yazarlar/murat-sabuncu/davutoglu-erdogan-i-gezi-ye-goturmek-istedim-gelmedi-17-aralik-ta-yuce-divan-a-engel-oldu-baris-bildirisi-imzacisi-akademisyenler-icin-teroristleri-savunuyorsun-dedi,25121

Yoruma kapalı.