[‘Ben de yazdım’ Türkiye’nin 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın hayatı boyunca yaşananlara tanıklıklarını aktaran, büyük bölümünü Kayseri Cezaevi’nde kaleme aldığı, ancak nedense fazla önemsenmemiş anılarıdır. 8 cilttir.]
Kendimi hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim.
Günün önemli olaylarını ele alan değinilerimi adımı taşıyan bu sitede değerlendiriyorum. Türkiye’de bu siteyle ilişki kurmamış tek bir il yok; dünyanın dört bir tarafında da okurları var bu sitenin.
Bunun anlamı ‘sorumluluk’ demek.
Her sabah, daha henüz ezan bile okumamışken kalkıp yazı masasının başına geçiyor ve o sorumluluk hissiyle temel bir konuda görüşlerimi sizlerle paylaşıyorum.
Şikâyet yağıyor
Okur da, sağ olsun, günlük bir gazetede yazıyormuşum gibi, bir etki vehmediyor yazdıklarımda; öyle olmalı ki, kendilerinin veya yakınlarının karşılaştıkları yanlışlıkları benimle paylaşıyor.
Ergenekon ve Balyoz dönemlerinde de öyle olmuştu; ama bu defa şikâyetler çok daha yoğun.
Gencecik ve hayatlarının daha baharında insanlar, nereden kaynaklandığını bilemedikleri bir oldu-bitti ile, toplumu sarsan sürecin bir parçası haline dönüşüyorlar.
Uzun yıllarını eğitim ordusu içerisinde geçirmiş ya da üniversitede ders veren çok kişi var aynı sürecin bir parçası haline dönüşmüş; mağdur edilmiş, kendisini mağdur edilmiş hisseden…
Bana ulaşabilen aile fertlerinin veya yakınlarının onların içerisinde bulunduğu durumu anlatan ayrıntılı mesajlarını okurken içim burkuluyor.
İspat yükümlülüğü iddia sahibine düştüğü halde, hemen hepsi, ‘bilirkişi’ sayılabileceklerden, telefon şirketinden, servis sağlayıcılardan “İddia doğru değildir” sonucu çıkaran kapı gibi açıklamalar alma derdindeler, alıyorlar da.
Alışveriş ettiğim bir dükkan sahibi, tanıyınca, “Esnaf her gün bir yenisiyle karşılaşılan operasyonlardan bizar, ne yapacağını bilemez halde; bunların çoğu AK Parti seçmeni de” diyor.
Bunu etrafına baktıktan sonra ve kısık bir sesle diyor ama…
Hepsi dertli ve dertlerini nereye aktaracaklarını bilememenin çaresizliği içerisindeler.
Gerçekten cesur meslektaşlar var; bazıları DEVLET’e yakın medya organlarında bulundukları halde, gereken uyarıları yazılı ve sözlü olarak dile getirmekten çekinmiyorlar.
Yürekten takdir ediyorum öylelerini.
Yazarınız ise, kendisini, hayatının hiçbir döneminde başına gelmediği kadar çaresiz hissediyor.
Sıkıntımın sebebi korku değil aslında; yazdıklarımın hiçbir işe yaramayacağını bilmekten kaynaklanıyor sıkıntım.
Dert anlatmak için bana ulaşabilenler, hiç değilse şahsen tanıdıklarım, AK Parti’ye uzak insanlar değiller; eminim iyi tanıdıkları pek çok siyasetçinin de kapısını çalıyor aynı kişiler.
Onlar dertlere derman bulamıyorsa, ben nasıl bulacağım?
‘Sayın muhbir vatandaş’ devrede
Konumu itibariyle bilebilecek durumda olan biri, “Son zamanlarda gözaltına alınanların çoğu ihbarlar yüzünden” dedi bana. Bazıları, ‘etkin pişmanlık’ uygulamasından yararlanabilmek için kendisinden beklenen ‘isim sağlama’ konusunu, tanımadığı kişileri de listesine alarak yerine getiriyormuş…
“Bizden falancanın evine gidenler arasında galiba o da vardı” denmesi bile yetebiliyormuş, o kişinin peşine düşülmesi için…
Siyasi tarihimizin en kara sayfalarından 12 Mart (1971) döneminin kilit isimlerinden asker-politikacı Sadi Koçaş, “Sayın muhbir vatandaşların ihbarlarıyla vatan düşmanlarını ele vermesini bekliyoruz” gibi bir cümleyle kamuoyu karşısına çıkmış ve onun bu sözleri literatüre geçmişti.
2017 yılındayız ve ihbarcılık yeniden hortlamış görünüyor.
Lekelenmeler var ki, lekelenmeme hakkından söz ediliyor
Adalet bakanı kısa süre önce değişti. O görevi yeni üstlenen Abdülhamid Gül’ün ‘lekelenmeme hakkı’ adını verdiği bir konudaki açıklaması bugün gazetelerde yer alıyor.
İhbarlar yüzünden pek çok kişi adli takibe uğruyormuş, ama bazı ihbarlar asılsız çıkıyor ve bu sebeple insanlar kendilerini ‘lekelenmiş’ hissediyormuş. Son çıkan KHK ile, ihbar konusuna bir düzen getirilmiş.
Bakan Gül açıklamasında o düzeni anlatıyor.
Lekelenmeler yaşandığının hükümet de farkında demek ki…
Öyle olmasaydı, bu düzenleme yapılır mıydı?
Doğrusu adalet bakanı olmak bu devirde gerçekten zor.
Sorumluluğu büyük çünkü.
Keşke yılın ilk ayı kurulmasına karar verilen ve nihayet temmuz ayında çalışma esasları Resmi Gazete’de yayımlanan KHK ile görevden alınan ve kendilerini mağdur hissedenlerin itiraz başvurularını inceleyecek komisyonun şu ana kadar yaptığı çalışmalarla ilgili de bilgi sunsaydı bakan…
Anayasa Mahkemesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi böyle bir komisyon kurulduğu için 15 Temmuz sonrasının KHK ile ilgili uygulamalarına dair bireysel başvuruları kabul etmiyorlar.
Bir süre sonra edebilirler ama…
OHAL kalkmalı
Dışarıdan ülkemize yöneltilen en ağır eleştiriler adalet ve yargıyla ilgili; ülkemiz bu durumu hak etmiyor.
En kesin çözüm, KHK ile hükümete Meclis’in görevini üstlenme kolaylığı ile vatandaşa hak arama zorluğu getirmiş Olağanüstü Hal’in (OHAL) daha fazla uzatılmamasıdır.
Çaresizim, ama yine de demokrasilerde çare tükenmediğini görüyorsunuz.
ΩΩΩΩ