‘Başörtüsü’ konusunda özgürlükçü bir çözüm için yasaya ihtiyaç var mı?
Şu andaki fiili duruma baktığımızda bu soruya verilmesi gereken cevap “Hayır, yok” olabilir.
Peki anayasaya yeni bir madde eklemek veya var olan bir-iki maddeyi yeniden kaleme almak gerekir mi?
Anayasanın şimdiki hali bile aslında yasakçı yaklaşıma izin vermeyecek kadar açık; başörtüsü yasağına müsait değil anayasa.
Sorun ne o halde?
Bu soruya cevap vermek için önce arkaya yaslanıp iyi bir soluklanmak gerekiyor.
Türkiye’de sorun anayasa ve yasalardan değil, yasakçı zihinlerden kaynaklanıyor çünkü.
Cumhuriyet tarihimizin önemli bir bölümünde, başörtüsü yasağının da içerisinde yer aldığı özgürlük karşıtı pek çok uygulamaya itiraz ve o itirazları geçersiz saymak için verilen mücadeleye tanık olundu.
Karşıt görüş sahipleri, birbirini dinlemek ve uzlaşma arayışına girip doğruda birleşmenin yollarını aramak yerine, farklı görüşlere söz hakkı tanımamayı, karşıt olanı yok etmeyi, o olamıyorsa onu gözü önünden uzaklaştırmayı yeğledi.
Siyasi iktidar elindeyse bunu yaptı, vatandaş kendisinden oyunu esirgemişse, ‘devlet’ gücünü kullanarak aynı sonucu almaya çalıştı, bunu sağlamak amacıyla gerekirse ‘derin devlet’ adı verilen heyulayı devreye sokmayı bildi.
Anayasaya aykırı Anayasa Mahkemesi kararları böyle çıktı. Partiler kapatan, bazı kesimlerin haklarını kısıtlayan kararlar alabildi, 27 Mayıs (1960) ihtilali sonrasında askerler tarafından kurulmuş Anayasa Mahkemesi…
Feci halde ‘kumpas’ olduğu izlenimi alınan olaylar sonrasında, anayasayı veya ulusal güvenliği koruma amaçlı olma iddiasıyla, özgürlükleri kısıtlayıcı yasalar Meclis’ten böyle geçti.
Ülkemizde arkasında ‘sorunu’ sözcüğü bulunan ne kadar netameli konu varsa, hepsi, anayasada yer alan ifadeler hilafına yürütülen uygulamalarla irtibatlıdır.
En belirginleri, ‘sorunu’ sözcüğünün önünde en sık kullanılan ‘Alevi’ ve ‘Kürt’ sıfatlarıyla anılan kitleler olsa da, pek çok zaman, herhangi bir etnik veya sosyal etikete sığdırılamayacak geniş kitleler de, ‘tehdit’ algısı içine sokularak, temel hak ve özgürlüklerini tam anlamıyla kullanmaktan mahrum edilebildiler.
Belli bir tarihe kadar ‘sorun’ olarak görülmemiş ‘başörtüsü’, bir tarihten sonra birdenbire ‘yasak’ kapsamına alınabildiyse, sebebi, onunla irtibatlanan kişiler ve kitlenin ‘tehdit’ değerlendirmesi içerisine alınmasıdır.
Kendi ailemin ‘başörtüsü yasağı’ ile tanışmasını anlatırken altını çizmeye çalışmıştım: Son geleneksel askeri darbe olan ’12 Eylül’ (1980) öncesinde, başörtülü öğrenciler herhangi bir sorunla karşılaşmadan derslere girebiliyor, hatta içlerinden başarılı görülenler üniversitelerde hocalık yapabiliyorlardı.
Eşim Nebahat Koru ve değişik fakültelerde okuyan dönem arkadaşları, bütün öğrenim hayatlarında başörtülüydüler. Eşim dahil içlerinden bazıları akademik kariyeri seçtiler ve öğretim üyesi de oldular.
Aynı dönemde İmam Hatip Okulları’na kız öğrenciler de alınmaya başlanmıştı ve o öğrencilerin çoğu okullarına başörtüsüyle gitmekteydi.
Hepsi için sorun 12 Eylül 1980 sonrasında başladı.
Darbeciler eğitimde başörtüsünü yasakladılar.
[Rahmetli Yavuz Gökmen’in darbe sonrası getirilen yasaktan çektikleri mağduriyeti İmam Hatip’in kız öğrencileri ağzından aktardığı haberini, ABD’de yüksek lisans yaptığım üniversitenin kütüphanesine alınan gazetede okumuş, askeri dönemde böyle cesur bir habere imza attığı için kendisine takdir hisleriyle dolmuştum.]
Yalnız öğrenciler için çıkmadı o yasak, eşim gibi öğretim üyesi olanlar da sonrasında akademik hayat dışına itildiler…
Anayasa veya yasa ile gerçekleştirilmedi yasak. Keyfi bir uygulamaydı. Ancak Anayasa Mahkemesi ve mahkemeler yasaktan yana kararlar almakta hiç zorlanmadılar.
Turgut Özal’ın başbakanlığa gelmesiyle birlikte siyasi iktidar yasağa karşı çıktı, ancak yasağı ortadan kaldırabilmeyi başaramadı.
‘Devlet’ vatandaşın oyunu alarak iktidara gelmişlere izin vermedi.
Farklı sorunların çözüme kavuşmasına da bugüne kadar izin verilmemesi gibi…
Zaten bu yüzden de, AK Parti sözcüleri, rahatlıkla “Biz gidersek başörtüsü yasağı geri gelir” diyebiliyorlar.
Gerçekten de yasakçı bir ortamla karşılaşılırsa eski duruma dönülebilir.
Yasağın titizlikle uygulanmasında başı çeken CHP’nin günümüzdeki genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, iktidar bileşenlerine yaptığı, “Gelin, bir yasayla yasağı gündemden çıkartalım” çağrısı işte bu sebeple önemli.
AK Parti sözcülerinin bu çağrıyı yetersiz bulmaları, anayasa değişikliğiyle aynı sonucu alma karşı çıkışını yapmaları fazla bir anlam taşımıyor.
Önemli olan CHP adına bu çağrının yapılabilmesidir.
Nitekim, CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığına destek veren çevreden o çağrıya karşı çıkanlar da çok oldu. Eminim, CHP’de çeşitli düzeylerde politika yapanlar arasında da, konu başörtüsü olduğu için, yasağın hortlatılmasını imkansız kılacak girişimi benimsememişler mutlaka vardır.
AK Parti gibi partilerin varlığına da karşıdır o tipler…
Şimdi o tipler ile AK Parti birlikte Kılıçdaroğlu’nun çağrısına karşı çıkıyorlar.
Garip ama ülkemizin gerçeği bu.
Önünde ‘sorunu’ sözcüğü bulunan konularda çözüm arayışlarına girildiğinde, sorunun varlığı sebebiyle hak ve özgürlükleri kısıtlandığına inanan kesimler içerisinden bazıları da, arayış AK Parti’den geldiği için, girişime karşı çıkabilmişlerdi.
Karşı olmakta AK Parti içerisinden birileriyle ortak hareket ettikleri görülmüştü.
Böyle bir ülke bizim ülkemiz. Bütün potansiyeline rağmen hak ettiği konuma bir türlü gelememesinin en önemli sebebi de bu zaten.
Ezber bozucu bu son girişimi için CHP lideri tebriki ve desteği hak ediyor.
ΩΩΩΩ