Dün akşamın neredeyse bütününü İstanbul’un Anadolu yakasında tevazuuyla ünlü sahil mahallesi Kuzguncuk’ta geçirdim.
Hemen karşısında yer alan Ortaköy’e hayranlık ve gıpta ile bakan bir semtti Kuzguncuk. Tek kanallı televizyon döneminde gösterildiği saatte halkımızı evlere kapatan ‘Perihan Abla’ dizisi orada çekilirdi. Samimi komşuluk ilişkilerinin İstanbul’da da yaşandığını o dizinin müdavimleri Kuzguncuk sokaklarından öğrenmişti.
En işlek caddesi -İcadiye- dün farklı bir Kuzguncuk tablosu çizdi bana.
Korona sonrası Kuzguncuk’u…
Birkaç kilometre uzunluktaki cadde üzerinde sıralanan restoranlar ve kafeler, herhalde bazısı mahalle dışından gelmiş insanları parlak yeni yüzleriyle ağırlıyorlardı.
Ve umutla.
Sanki son 1,5 yılın önemli bir bölümünü kapalı geçirmemiş gibiydi herbiri.
Restoranlardan sosyal medyada kendisini iyi tanıtmış biri –Metet Dönerci– kuruluş tarihini gelen-geçene gururla ilan ediyordu: ‘‘2010’dan beri…’’
On yılda ciddi değişim ve dönüşüm geçirmiş mahallelerden biri Kuzguncuk.
Dondurmacısı –Bien Gelato– küçücük bir dükkan, küçük ama iddialı. Dondurma çeşitlerinin sergilendiği üstü açık bozdolabının hemen arkasındaki bölmenin üzerinde ‘‘Dondurmalarımızı kendimiz burada yapıyoruz’’ duyurusu var.
Nefis dondurma, yerli ve milli…
Lafı nereye getireceğim belli: Önümüzdeki seçimin sonucunu Kuzguncuk gibi mahallelerde yaşayan insanlar belirleyecek.
Seçimi etkileyecek bunca olumsuzluğa umursamaz tavırla yaklaşan iktidar cephesi, 20 yıl boyunca hemen her seçimde AK Parti’ye oy vermiş o insanların bir kez daha aynı davranışı sergileyeceklerinden emin…
Hiç değilse öyle görünüyor.
Ekonomik kriz ve bunun cepleri yakan olumsuz etkisi… Birbiri ardına ortalığa dökülen 20 yılın isimlerini ezberlettiren siyasi kişiliklerinin sevimsiz ilişkiler ağıyla zenginleşmelerine dönük ifşaatlar… Dış politikada köşeye sıkışmışlık… Değişik uluslararası kurum ve kuruluşların raporlarında ülkeye ve özellikle yöneticilere yönelik ağır eleştiriler…
Ve daha neler ve neler…
Bütün bunlara rağmen, Kuzguncuk ve ülkenin her tarafındaki benzeri mahallerinin halklarının, kendilerine bir seçim daha şans tanıyacağı beklentisi seziliyor iktidar cephesinde…
Kuşkulu bir beklenti ama…
Verecekler mi, vermeyecekler mi?
Erkenden bu soruyla uyandığımda, günün ilk ışıklarıyla birlikte, Karar’da yazan İsmet Berkan’ın sütununda, açıklayıcı bir veriyle karşılaştım.
‘‘Demos Araştırma (www.demosarastirma.com) tarafından aylık olarak yapılan ve sadece abonelerine gönderilen PanoramaTR araştırmasından bir tablo dikkatimi çekti.
Kamuoyu araştırmasına göre seçmenlerin yüzde 36.7’si Cumhurbaşkanlığı seçiminde Tayyip Erdoğan’a oy vereceğini; yüzde 50.1’i ise kesinlikle vermeyeceğini söylüyordu. (Kalanı kararsız.)
Peki bu oy vereceğim-vermeyeceğim diyenler nasıl bir sosyo ekonomik gruba mensuptu? Şaşırtıcı sonuç şu: Tayyip Erdoğan’a oy vermeyeceğini söyleyenler düşük ve düşük-orta gelir grubunda (sırasıyla yüzde 57.3 ve 45.8) yoğunlaşırken, ‘Erdoğan’a oy vereceğim’ diyenler ise yüksek ve orta-yüksek gelir grubunda (yine sırasıyla yüzde 45.9 ve 46.5) birikmişti.’’
Tablo bayağı açıklayıcı.
‘‘Kesinlikle oy vermeyeceğim’’ diyenlerin oranı yüzünden ilk seçimde Tayyip Erdoğan’ın kaybedeceği anlaşılıyor; yüzde 50.1 öyle demiş çünkü… [Yüzde 36.7 ‘‘Vereceğim’’ diyor; her şeye rağmen vereceklerin sayısı bu ve hiç de az değil.]
‘‘Oy vermeyeceğim’’ diyenler düşük ve orta gelir grubundan, her şeye rağmen oy verecekler ise orta-yüksek gelir grubundan…
Dün akşam bu ikinci grubu, Kuzguncuk’un işlek İcadiye Caddesi üzerinde dükkanların sokağa atılmış masalarında otururlarken gördüm, gözledim.
Soru şu: Oy vermeyeceğini söyleyen ‘fakir fukara garip guraba’ gerçekten vermeyecekler mi, oy vereceklerini söyleyen halleri vakitleri bu dönemde iyileşmiş olanlar sandık başına gittiklerinde oylarını hiç düşünmeden iktidar cephesi için kullanacaklar mı?
İlk gruptan bazıları ikinci gruba katılırsa iktidar cephesinin cumhurbaşkanı adayı seçilebilir; ikinci gruptakiler dönemin kazançlıları oldukları halde farklı sebeplerle görüşlerini değiştirirlerse, o durumda mağlubiyet kaçınılmaz olur…
Hangisi?
Zenginleşenlerin ülkeleriyle ilgili tasavvurları farklılaşıyor, değerlendirmelerinde daha önce hiç düşünmedikleri konular ağırlık kazanmaya başlıyor. Onlar daha kolay görüş değiştirebilir.
O halde mağlubiyet kaçınılmaz mı?
Aceleye mahal yok. Daha azla yetinmek zorunda kalanlar içerisinden hiç ihmal edilmeyecek sayıda insan, olan bitene kızsa ve bugün oy vermeyeceğini söyleyebilecek hale gelse bile, sandığın önüne konulacağı süreçte yapılacak tartışmalardan etkilenip yine eski tavırlarını benimseyebilir ve oylarını iktidar adayı için kullanabilirler…
Şimdilerde nerede olduğu bile bilinmeyen yakın zamanların güçlü bakanı, partisine oy veren seçmenleri tanımlarken, bir AK Parti seçmeninin kendisine, ‘‘Cumhurbaşkanımız aya dört şeritli yol yapacağız dese vallahi inanırız’’ dediğini söylemişti.
Cumhurbaşkanı dört şeritli olacağından söz etmese bile aya gidileceğini sonunda müjdeledi.
Medyası inanmaz görünüyor, ama seçmen kitlesinden inanan çıkabilir.
Mutfakta çorba kaynamasa bile aya gidileceği türden müjdeleri önemseyen, yolsuzluk iddialarına kulaklarını tıkamış, ABD veya AB ne söylüyormuş aldırmayacak, dış politikada yaşanan sıkıntıları başarı olarak görmeye hazır bir seçmen kitlesi…
İşte şimdi o kitlenin bir bölümü ‘‘Kesinlikle oy vermeyeceğim’’ diyor…
Acaba sonuna kadar bu tavrını koruyacak mı?
Zenginleşen ve bunu iktidara borçlu olduğunu düşünen ve ‘‘Oy vereceğim’’ diyen kitle, ülkenin dünyadan tecrit hale gelmesini, eğitimin kalitesizliğini, 128 milyar doların buharlaşmasını dert etmeyecek mi?
Bilinmeyeni hayli fazla bir siyasi denklem bu.
Sedat Peker’in bireysel olarak anlattıklarının etkisi sınırlı kalacaktır; sonucu o değil kitleleri muhalefetin ne kadar etkileyeceği belirleyebilecek.
Kuzguncuk’ta oturmuş Boğaz’ın öteki yakasındaki mağrur Ortaköy’e gözümü dikerek seyyar kahvecinin getirdiği kallavi kahvemi yudumlarken bunları düşündüm.
ΩΩΩΩ