Ülkemizi ziyaret eden ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’in görüştüğü Başbakan Binali Yıldırım’a, bir ara, “Keşke Gülen diye biri Amerika’da yaşıyor olmasaydı” dediğini duyunca güldüm.
Tipik Amerikan tavrı.
Amerikalılar basit insanlardır, sıradan Amerikalılar da öyledir onları yönetenler de; karmaşık işlerden hoşlanmazlar. Yaklaşık 225 yıl önce ‘kurucu babalar’ tarafından birey-devlet ilişkilerini düzenlemek üzere kaleme alınan metin, anayasa, onlar için hâlâ geçerli olan temel kuralları içerir.
Biden, Ankara’da her gittiği yerde, her konuştuğu kişiye, önlerine çıktığında basın mensuplarına, “Bizde kurallar var; onları Başkan Obama bile çiğneyemez” derken bunu anlatmaya çalışıyordu işte.
“Keşke” ile başlayan cümlesini de samimi bir iç geçirme sayabilirsiniz.
Ülkesinin topraklarında yaşayan birinin Türkiye’ye iadesini sağlamakla sonuçlanacak bir müzakere için karşısına oturanlar, istenilen sonucu alabilmek için, “Amerikalılar basitlikten hoşlanır, karmaşıklığı sevmezler” gerçeğinden hareketle bir veya birden fazla formül geliştirselerdi iyi olurdu.
“Gülen’i bize verin” veya “Suçluların iadesi anlaşmasına göre bizim ‘suçlu’ saydığımız o kişiyi hemen gözaltına alıp tutuklayın” demek istenen sonucu getirmeyebilir çünkü.
Nitekim ilk elde getirmedi gibi…
Gülen’in Türkiye’ye iadesi yolunun çetin ve biraz uzun bir yol olduğunu söyleyip durdu Biden…
ABD Gülen’i verecektir
Uzun-ince bir yol bile olsa, sonuçta, ABD Türkiye gibi önemli bir müttefikini kırmaz; uygun bir formulü biz bulamasak bile kendisi bulur ve fazla uzak olmayan bir gelecekte Gülen’in kendi topraklarında bulunma süresini kısaltır.
Amerika’da özel mülke kamu görevlilerinin müdahalesi anayasaya aykırıdır. Anayasa ikinci ek maddesiyle her Amerikalı’nın silâh/lar/a sahip olabilme hakkını da garantiye almıştır.
Bu iki anayasal unsur, bazı ahvalde, elleri silâhlı tipleri, kendilerine ait bir çiftlikte ABD’yi egemen güç olarak tanımayan bir eyleme kalkışma hevesine sürükleyebilmiştir.
Yerel güvenlik güçleri, o tür eylemlere silâhla müdahale etmek yerine başka sonuç alıcı yollara başvurmayı yeğlemişlerdir.
Mekânın suyunu ve elektriğini kesmek, beslenecekleri yeni yiyeceklerin ellerine ulaşmasını engellemek gibi…
Aç ve susuz direnme olamıyor…
İsterse, ABD, Saylorsburg’ta oturan Fethullah Gülen için de anayasal sınırlar içerisinde formüller bulur.
Daha önce de yazmıştım: Şahsen ben Gülen’in Türkiye’ye dönmesi yollarının açılacağı kanaatindeyim.
Joe Biden’in “Keşke bizde yaşıyor olmasaydı” noktasına gelmesi de beklentimi doğruluyor.
Amerikalılar ve medya
Her yerde benzer uygulamalar vardır, ama ABD’de politikacılar, medyayı siyasi programlarının bir unsuru olarak kullanmayı iyi bilirler.
Başkan, yardımcısı, dışişleri bakanı, yanında çok sayıda gazeteciyle seyahat eder; ziyarete gidilen ülkeye ayak basmadan önce gazeteler aracılığıyla evsahibine mesajlar verilir, medya yoluyla mesaj trafiği ülkeden ayrıldıktan sonra da devam eder.
Financial Times, New York Times ve Washington Post bu amaçla en fazla kullanılan gazetelerdir.
Washington Post’un imzasız yayımlanan “Mr. Biden Türkiye’nin cumhurbaşkanıyla açık seçik konuşmalı” başlıklı başyazısında, önceki gün, ziyaret öncesi mesajı vardı.
Türkiye’nin IŞİD (DAEŞ) ile mücadelede önemi ile başlayıp topraklarında Amerikan nükleer silâhları bulunduran yakın bir müttefik olduğu vurgusuyla devam eden başyazı “Mr. Erdoğan belki Mr. Biden’in öteki mesajlarını işitmek istemeyebilir, ama o mesajlar da mutlaka verilmeli” de diyor.
Öteki mesajlar?
Biri şu: ABD 15 Temmuz akşamı meydana gelen darbe girişimini bizlerden farklı görüyor. Ordu içindeki tek bir fraksiyonun (FETÖ) eseri değil onlara göre darbe girişimi; Türkiye’de otoriterliğe kayıştan endişe duyanların da içinde yer aldığı çok geniş bir koalisyonu yansıtıyor katılan subayların yapısı…
Daha az önemli mesaj da şu: ABD, 240 kişinin hayatına mal olan darbe girişimini tasvip etmiyor, ama girişim sonrasında alınan tedbirleri, demokrasiyi ve hukuk devleti ilkesini ciddi biçimde yaralıcı buluyor…
Aynı mesajlar Financial Times‘ta da yankılandı.
Gazetelerin “Bunları yüzüne mutlaka söylemeli” dediği mesajları, Mr. Biden’in, görüştüğü –sırasıyla– Başbakan Binali Yıldırım’a, TBMM Başkanı İsmail Kahraman’a ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a ilettiğinden kuşkuluyum.
‘Fırat Kalkanı’ Biden’a da kalkan oldu
Kuşkumun temelinde Biden’in geldiği günün sabahı başlatılan ‘Fırat Kalkanı’ askeri operasyonu yatıyor.
Aylar ve aylar boyu, Washington, Türkiye’yi –ve özellikle siyasileri– IŞİD’le mücadeleye yeterince katkıda bulunmamakla suçluyordu. PYD/YPG ve Peşmerge gibi Kürt güçlerini IŞİD’e karşı savaşında müttefik görüyor ABD ve Türkiye’nin PKK ile irtibatı yüzünden PYD/YPG yapılanmasına karşı çıkmasını savaşın önceliğini baltalamakla eş sayıyor…
Cerablus’u IŞİD’in elinden almakla sonuçlanan askeri harekâta Türkiye’nin katkısı Biden’in lâfını ağzından almakla sonuçlanmışsa şaşırmam.
Dün de yazdım:
Rahmetli Turgut Özal da, Irak’ın Kuveyt’i işgali sonrasında cephesini güçlendirmek için Türkiye’den katkı bekleyen ABD’ye, jest olarak, Dışişleri Bakanı James Baker’in Ankara’ya gelmesinden bir gün önce, Kerkük-Yumurtalık boru hattının şalterini indirivermişti.
Baker’in “Bunu yapın” ricasına meydan bırakmadan…
TSK’nın Cerablus’a ‘Fırat Kalkanı’ ile müdahalesi Biden’in sözlerini de kursağında bırakmaya yaramıştır.
Yeni bir dönem
Cerablus vesilesiyle askerlerimizin yabancı toprak sayılan bir alana girmesi yeni bir dönemin başlangıcıdır.
Öncesinden farklı özellikleri bulunması mukadder bir dönemin…
Daha önce, Türkiye, kendi sınırlarını ülkesi içerisinde savunan bir askeri stratejiye sahipti. Ancak çok nâdir hallerde ve yalnızca PKK ile mücadele gibi ‘yerli’ bir gerekçeyle, karşı taraftan (Irak yönetiminden) izin alarak, sınır-aşırı müdahalelerde bulunulmuştu.
ABD Irak’a iki defa müdahale etti, ikisinde de Türkiye’yi yanında görmek istedi; Türkiye yanaşmadı.
Şimdi ise, ülke güvenliğini tehdit eden IŞİD belâsını defetmek amacıyla, ama karşı taraftan (Suriye yönetiminden) izin almadan ve yerel güçlerin (PYD) itirazına rağmen müdahalesini gerçekleştirdi Türkiye…
Yalnızca havadan değil, karadan da tanklarını ve özel kuvvetlerini göndererek…
Bu yeni durum, eğer dikkatli olunmazsa, Türkiye’yi dışarıda nerede duracağı belli olmayan kapsamlı çatışmaların içine çekebileceği gibi, içeride de IŞİD’in eylemlerini azdırmasını getirebilir…
Ya da, müdahaleci tavır, “Türkiye nasıl olsa sınır-dışına uzanmaz” rahatlığı içerisinde insan canı alan tâcizlerde bulunan IŞİD’e, ülkemizin askeri gücünü hatırlatmaya ve tehditlerini uzaklaştırmaya da yarayabilir…
Mutlaka sonuç getirir yeni dönem; ama sonucun hayırlı olması için her zaman dikkatin ayakta olması gerekir.
Mızrak çuvaldan çıktı çünkü.
ΩΩΩΩ