Şu sıralar Nobel vakti. Alfred Nobel’in yaklaşık 100 yıl önce adadığı bağış sayesinde her yıl belli alanlarda öne çıkan kişi/ler ödülle mükâfatlandırıyor…
Dün sıra iktisattaydı.
Biri Finlandiya, diğeri İngiltere doğumlu, ancak her ikisi de ABD’deki eğitim kurumlarında öğrenci yetiştiren iki hoca mükâfatlandırıldı.
Oliver Hart (Harvard) ile Bengt Holmstrom (Massachusetts Institute of Technology, MIT)…
Yakınlarım bilir: En az ‘Nobel edebiyat ödülü’ kadar yakından izlerim iktisat ödülünü…
Mukavele deyip geçmeyin
Prof. Hart ile Prof. Holmstrom hangi alanda çalışmışlar ödülü hak etmek için?
İlk bakışta ‘basit’ görünen bir alanda: Mukavele… Aralarında ilgi çelişkisi bulunma ihtimali yüksek ilişkilerle dolu bir hayat sürdürüyoruz; kamu yöneticileri ile halk, hisse sahipleriyle şirketleri yönetenler, sigorta şirketleriyle araç sahipleri arasındaki ilişkiler gibi…
Nobel komitesinin değerlendirmesine göre, ilgi çelişkisi sebebiyle, bu tür ilişkilerin, iki taraf için de yararları bulunacak sağlam mükavelelere bağlı olması gerekiyor. Hart ve Holstrom bunun değişik alanlarda nasıl sağlanacağı üzerinde bilimsel çalışmalar yürüttükleri için ödüle lâyık görülmüşler…
Başta söyledim, ilk bakışta ‘basit’ göründüğünü…
Oysa insanoğlunun bütün davranışları, kâğıt imzalamış olsun veya olmasın, değişik kişi, kurum ve kuruluşlarla mukavelesine dayanıyor.
Devletle birey, çalıştığı yerle çalışan, siyaset kurumuyla siyasetçi arasında böyle mukaveleler var ve onların hassasiyetine dikkat etmek gerekiyor.
Allah ile birey arasında da mukavele var aslında; birey o çerçeve içerisinde hayatını sürdürdüğü taktirde karşılığını göreceğini biliyor.
Her mukavelede mukavele şartları herkesi bağlayıcı işte.
Devlet, siyasetçi, vs…
‘Devlet’ denilen aygıt uyruklarına güven içinde bir hayat, refah ve huzur vaad ediyor; buna karşılık birey de ‘devlet’ aygıtına karşı çıkmama sözü veriyor…
Siyasetçiden ülkenin anayasal çerçevesine uygun bir davranış bekleniyor; devlet yönetimi (iktidar) buna karşılık olarak siyasetçiye veriliyor.
Bunu ve bununla ilişkili diğer bir çok önemli gerçeği hatırlatması bakımından isabetli bir karar olmuş Nobel komitesinin bu yılki kararı…
Kazandıkları haberi ilk duyulduğunda, bir uzman, “Çok hassas bir konu, yangın sigortası olan biri evi yandığında oralı bile olmaz ya, Hart ile Holmstrom bu gerçekteki çarpıklığı yıllardır konu edinmişti” açıklamasını yapmıştı.
Galiba bizde de gösterilen bir TV dizisinde, ‘New Black is Orange’ta, her hafta anlatılanlar da Nobel ile ödüllendirilen bu iki bilimadamının bulgularından yararlanılarak kaleme alınmış…
Konuyu benim ele alışım Nobel komitesinin gerekçesinden çok farklı değil: Dünyada artık gözle görülür bir hal alan yanlış gidiş var; hemen her alanda görünür-görünmez mukavelelere meydan okuma, aldırmama, hatta gözlere sokarcasına onları çiğneme eğilimi seziliyor.
Sezilmek ne kelime, bu gidiş elle tutulur bir hal aldı.
Özellikle de 21. yüzyılın hemen başından itibaren…
11 Eylül kapıyı araladı ve sonra…
Bu yüzyılın hemen başında dünyamız büyük bir felâket yaşadı: 11 Eylül 2001’de, ABD’nin Boston kentinden kalkan 4 uçaktan 2’si New York’taki ikiz kuleleri, 1’i Washinton’daki Pentagon’u bombaladı; Kongre binasını hedef aldığı varsayılan 4.sü ise Pensilvanya üzerinde düşürüldü.
Terör eylemini gerçekleştiren 19 kişinin hepsi İslâm Dünyası’ndan gençlerdi.
Felâket arkasından sükûn etti: ABD’nin o zamanki başkanı George W. Bush, ülkesine huzur ve refah vaad ederek seçildiği halde, içte ve dışta savaş kararı almakta gecikmedi.
Ayrıldığında gerisinde ekonomik bir yıkım bırakma pahasına…
Bush’un, Teksas eyaletindeki insanların çoğunluğu gibi, ‘iyi birer Hıristiyan’ olduğu biliniyor.
‘İyi Hıristiyan’ ise, kendi tanımlarına göre, başkalarının hakkına tecavüz etmeyen, yanağına tokat vurana öteki yanağını çeviren, âdil olmayan savaşlara izni olmayan biri demek…
Bush bu özelliklerini –yani Tanrısı ile arasındaki mukaveleyi– unuttu…
Sonrasını hepimiz biliyoruz: Afganistan… Irak… Libya… Yemen… Suriye…
Kan, ter ve gözyaşı…
Mukavelesini temelli bozmadan önce, “Neden?” sorusunu kendisine ve ülkesinin izlediği politikalara çevirerek sorsa dünyadaki kargaşanın temelinde ‘Filistin sorunu’ gibi dengesizliklerin yattığını fark edebilseydi, Bush, farklı bir politik çizgi izleyebilir, bunu yapabilseydi sadece ABD’ye değil dünyaya da, huzur ve refahın gelmesinin kapısını aralayabilirdi.
Amerikalı ya… Ne kadar ‘iyi’ bir dindar olursa olsun, ilk tepkisi silâha sarılmak oldu Bush’un…
O gün bugündür dünyamız ‘mukavele’ ile sınırları belirlenmiş bir yer olmaktan çıktı.
İslâm Dünyası da yanlış kervana katıldı
İslâm Dünyası da, Batı’dan yönelik tehditlere cevap verirken, kendisinin ‘Kâlû: Belâ” diyerek yaptığı ilk mukaveye uygun davranmıyor. Başkalarını ve diğer eylemleri bir tarafa bırakalım, IŞİD’in ve Boko Haram’ın kafa kesme eylemlerinin, girdiği yerlerde kadınlara reva gördükleri muamelenin fetvasını hangi kitaptan alıyorlar?
Masum insanları öldürmeyle sonuçlanan eylemleri hangi gerekçeyle yapabiliyor Ankara’da, İstanbul’da, Paris’te, Orlando’da, San Bernardino’da, Brüksel’de saldıran tipler?
Çivisi çıkmış, yani temel mukavelelere uyması gerektiği inancından uzaklaşmış insanlarla dolu, bir dünyada yaşıyoruz bugün…
‘Dünyanın en güçlü devleti’ iddiasının sahibi ABD’ye başkan olma yarışını sürdüren Trump ile Clinton’a bir de bu gözle bakın.
Hangisi ABD Anayasası’nın öngördüğü türden –yani temel mukaveleye saygılı– bir yönetim sözü vererek oy istiyor?
Sonuçta bu ikiliden biri ‘başkan’ olacak; hangisi ‘başkan’ olursa dünya için daha hayırlı olur sizce?
Ben bu soruya cevap veremiyorum.
Keşke Tiffany Trump başkan olsa…
Keşke Donald Trump’ın kızı Tiffany aday olsaydı ve kazansaydı…
“Tiffany de nereden çıktı?” diye soracaklar aşağıdaki klipi izlemeli.
Utanç duygusu olan bir genç kadın Tiffany…
İkili geçen akşam karşı karşıya geldiler. Kendileri platformda sorulara cevap verir gibi yapıp birbirlerine saldırırken, ailelerin fertleri de aynı çatının altında onları izlemekteydi. Söz düellosu bitip kapışanlar aile fertlerinin yanına gittiler ve tebrikleri kabul ettiler…
Klip işte Trump’ın ailesiyle buluştuğu o ânı yansıtıyor. Âdetleri olduğu üzere yanağından öpme girişiminde bulunduğu kızı Tiffany yanağını babasından sakınıyor.
O anda aklından kimbilir neler geçiyor o genç kızın…
Yalnızca yakın zamanda bilgi sahibi olduğumuz kadınlara yönelik aşağılık sözleri değildir midesini bulandıran; çok iyi tanıdığı babasının ülkesinin başına gelebileceği ihtimaline ne dersiniz?
Güç ve iktidar sahibi babaların çocukları…
Mukaveye yüz verilmeyen dünyada yine de umudumuz gençler…
ΩΩΩΩ
Tiffany Trump yüzünü babasından çevirirken…
https://www.youtube.com/watch?v=BdO4vvWZE2Q