Direndim, direndim, sonunda ben de “Cumhurbaşkanı’na yanındakiler gerçekleri söylemiyorlar” diyenlerin safına katılmaya karar verdim.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan hayatın içerisinde pişmiş biri olduğu için bu görüş bana ters geliyordu. İstanbul’un kendine özgü bir semti olan Kasımpaşa’da doğmuş biri o; hayatının en uzun bölümü doğduğu muhitte geçmiş. Ankara’ya geldiğinde de başbakanlık konutuna taşınmak yerine Keçiören’de bir apartman dairesinde oturmayı seçtiğini biliyoruz. Şimdi bazılarının ‘saray’ da diyebildiği bir mekanda yaşıyor diye hayat tarzı değişmiş olabilir mi?
Gerçekleri birilerinin kendisine hatırlatması gerekecek kadar?
Sanmıyordum.
En son, “Ülkemizde aç insan yok” anlamına gelen bir cümle kurduğunu öğrenince ben de “Olabilir” diyenler safına katıldım.
Ülkemiz ekonomisi hayli zamandır kötü durumda. Hayat herkes için pahalı ama özellikle dar gelirli vatandaşların işi çok daha zor. Onların yine de bir gelirleri var, ya işsizler? Tarihin en yüksek işsizler ordusu günümüzün sorunu. Üniversite mezunları arasında iş bulamayanlar çok, bazıları çoktandır iş bulmaktan umut kesmiş durumda. İş bulabilen azınlık da mezun oldukları dallarla hiç ilgisi bulunmayan işlerde çalışmak zorunda.
Dün -Cumartesi- eşimle birlikte bizim mahallenin pazaryerine gittim.
Son zamanlarda edindiğim bir alışkanlık bu; eşim haftalık alış-verişini yaparken ben de hem tezgahları ve satıcıları gözlüyor, hem de alıcıların yüzlerini ve varsa tepkilerini izlemeye çalışıyorum.
İki olayla karşılaştım dün.
Tezgahlar arasında dolaşırken, bayağı yaşlıca bir adamın, gözleriyle yere bakarken ağzından ancak yanından geçenlerin işitebileceği hafif bir sesle, adeta mırıldanırcasına, “Poşetlerinizi taşırım, bir-iki liraya” dediği kulağıma geldi.
Araçla seyahat edenlerin trafiğin yavaşladığı yerlerde önlerine çıkan birilerinin, ellerindeki kağıt mendilleri veya kalemleri uzattıkları ve doğrudan dilenmek yerine bu yolla para toplamaya çalıştıkları oluyor ya, işte o türden görüntüler şimdilerde çoğaldı.
Yollar daha çok kesiliyor ve daha çok kişi araç sahiplerinden bu yolla medet umuyor.
Bir-iki liraya poşet taşımak isteyen yaşlı adamın kağıt mendil veya kalem alacak kadar da parası olmadığını düşündüm.
Kafam ona takılmış talebini işiten var mı diye etrafa bakınırken, bu defa öğrenci olduğu her halinden -ve bu arada sırt çantasından da- belli olan bir gencin, doğrudan, “Otobüsle memlekete gidebilmem için bana 5 lira verebilir misiniz?” talebiyle karşılaştım.
Evet, sadece 5 TL istiyordu o genç.
Utandım.
Pazaryerinde her hafta belli yerde açılan tezgahlardan bazılarının yeri bu hafta boştu.
Bu hafta sebze fiyatları geçen haftalara göre hafifçe ucuzlamış gibiydi.
Önceleri kilosu 20 TL’nin altında domates bulunmazken bu hafta 16 TL yazan etiketler de gördüm.
“Salatalık 10 TL” etiketleri ağırlıktaydı. Herhalde vakit akşam üzeri olduğu için, “Salatalık 8 lira” diye bağıran satıcılar da vardı.
Kısa süre içerisinde yapabildiğim gözlem özetle şu oldu: Eşim gibi haftalık sebze-meyve ihtiyacını karşılamaya gelmişlerden daha çok benim gibi gözleriyle etiket kontrolü yapanlar ağırlıktaydı pazarda.
Birkaç gün önce yine semtimize yakın bir yerdeki markette dolanırken, bir-iki hafta öncekinden daha yüksek fiyatlı bir etikete biraz da şaşkınlıkla durup bakınırken, yanıma yaklaşan biri, “Son zamanlarda fiyat artışlarını fark etmeyelim diye malların raflardaki yerleri değiştiriliyor” diye kulağıma fısıldamıştı.
Ne kadar değiştirirlerse değiştirsinler, artışı fark etmemek imkansız…
Önceleri “Aa, 100 TL’ye çıkmış” hayret nidalarımıza sebep olan 1 kg tereyağının fiyatı, aynı markette bu hafta 150 TL.
Aynı marka tereyağı iki haftada %50 fiyat artışına uğramış durumda.
Yazın sebze-meyve bolluğu sebebiyle fiyatlarda ucuzlama olacağı ve turizmden dolar girdisi artacağı için enflasyonda ve kurda gerileme beklentisinde olanlar var.
Boşuna bir beklenti her ikisi de…
Fiyatlar mevsim dinlemeden artıyor, kur da kendine özel sebeplerle dur durak dinlemiyor.
Millet marketlerden daha ucuz diye pazara gidiyor, ancak fiyatları görünce çoğu evine eli boş dönüyor.
Alış-veriş yapanlar yok mu, var; ancak onlar da pazarcıları sevindirecek sayıda olmadıkları gibi başkalarına taşıtacak kadar da alış yapmıyorlar.
Marketler eskiden tezgahta uzun süre kalan sebze ve meyveleri çöpe atarlardı; şimdilerde çürük-çarık mallar bile ayrı bir yerde sergilenerek ucuz fiyatlarıyla müşteri bekliyorlar.
Ülkede aç olup olmadığını anlamak için illa insanların “Açız” naralarıyla sokaklara akması mı gerek?
Başka ülkelerde o da oluyor, ama bizim insanlarımız bunu yapmaktan kaçınıyor.
İngiltere’de fakir fukara için aşevleri devrede. Onlar buna ‘food-bank’ adını vermişler. Çeşitli vakıflar, hamiyetli insanlardan topladıkları yardımlarla fakir mahallelerde üç öğün yemek bulunduruyor, yanlarına gelecek durumda olmadıklarını öğrendikleri insanların evlerine de servis yapıyorlar.
ABD’de benim de yüksek lisans yaptığım Harvard Üniversitesi‘nin bu yıl sadece yedi kişiye sunacağı onur doktora unvanlarından birinin sahibi ünlü bir şef ve restoran sahibi olan José Andrés. Adamın iyi yemek yapma dışındaki özelliği fakir fukara için çaba göstermesi. Şimdilerde Ukrayna’da savaştan zarar gören kentlerde aş ocakları hizmetinde José Andrés.
Aç insan her yerde var ve günümüzde sayıları her ülkede artıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, “Birileri aç kaldık diyor; vicdansızlık yapmayın, aç kalan falan yok” görüşünü içlerinde aç olan insanların da bulunduğu kamuoyuyla paylaşabildi.
Yakınında yer alan birileri lütfen kendisine “Bizde de açlık sınırının altında çok az gelirli veya işsiz bir kitle var” desinler.
Lütfen hiç değilse bu kadarını söylesinler.
ΩΩΩΩ