“Rusya ile savaşmıyoruz” denilmesi beni düşündürüyor. Çatışmayı sona erdirmenin tarihi ve dini açıdan yolları var…

25
Reklam

Suriye’de silahlı çatışma yaşanmaya başladığı ilk günden bu yana anlamakta zorlandığım bir nokta var. 

Konuyu bir soruya dönüştüreyim: “Biz Suriye’de kiminle savaşıyoruz?”

Yetkili ağızlar bu soruya tersinden cevap veriyorlar. Israrla dedikleri şu: “Suriye’de Rusya ile savaşmıyoruz.”

Buradan çıkan sonuç, bizim yalnızca Suriye ile savaştığımız oluyor ve bu da benim aklımı karıştırıyor…

Suriye ile 1957 ve 1998 yıllarında da kriz yaşanmıştı

Türkiye ile mukayese edilmesi imkansız küçük bir ülke Suriye. Bu sebeple de, Türkiye Cumhuriyeti  tarihinde çıkan ve sıcak çatışmaya dönüşebileceği düşünülen her ihtilafta, arkalarında güçlü başka ülkeler bulunsa bile, Suriye rejiminde söz sahibi olanlar, son kertede yelkenleri suya indirmişlerdir.

Soğuk Savaş’ın en soğuk olduğu bir dönemde, 1957 yılında, ABD ile birlikte hareket eden DP Türkiyesi Suriye sınırına asker yığınca, arkasına Sovyetler Birliği ile Varşova Paktı ülkelerini almış olmasına rağmen, Şam yönetimi, Ankara’nın taleplerini yerine getirmek zorunda kalmıştı.

Konuyu ele alan bir kaynaktan özet olarak aktarayım:

Reklam

“Soğuk savaş dönemi krizlerinden olan 1957 Suriye krizi, Türkiye’nin algısal güvenlik krizi olarak nitelendirilmektedir. Suriye ile iki taraflı olarak yaşanan bu krizde dönemin baskın aktörleri de dahil olmuş ve kriz gelişerek devam etmiştir. Tetikleyici eylem olarak Suriye’nin SSCB ile yakınlaşması ve silahlanması Türkiye ve diğer bölge ülkelerini endişelendirmiş, tehdit algısı hisseden Türkiye’yi askeri/siyasi/diplomatik önlemler almaya itmiştir. Türkiye kriz yönetim stratejisi olarak sınırlı tırmandırma seçeneğini kullanmıştır. Şiddet içermeyen askeri eylemler dolayısıyla tetiklenen bu krizde askeri hareketlilikler, manevralar, sınıra kuvvet yığma durumları yaşanmıştır. ABD’nin ve İngiltere’nin desteğini alan Türkiye şiddet içermeyen arabuluculuk gibi çözüme ulaştıracak eylemlerden faydalanmak istemiştir.”

En sonunda Suriye rejimi diplomasiyle hizaya getirilebilmişti.

Gerilim, Suriye’nin PKK’ya verdiği destek ve Öcalan’ı Şam’da barındırmasını Türkiye’nin sorun haline dönüştürmesiyle, 1998 yılında bir kez daha yaşanmıştı. 

Aynı kaynaktan bu krizle ilgili bölümü de aktarayım:

“Suriye’nin PKK’ya vermiş olduğu destek konusu MGK’nın 24 Temmuz 1998 tarihli toplantısında ele alınmış, ‘ülke genelindeki güvenlik ve asayiş durumu, bölücü terör örgütünün yurt içi ve yurt dışındaki faaliyetlerine karşı alınan önlemler gözden geçirilmiş ve bu önlemlerin kesintisiz olarak sürdürülmesi kararlaştırılmıştır.’

“Nitekim MGK’da yapılan tartışmalar sonrasında Türkiye’nin Suriye üzerinde uygulanacak baskıları arttırdığı, hatta giderek süreci başlatan ‘savaş tehdit’lerine başvurduğu görülmüştür. Dönemin Cumhurbaşkanı Demirel’in belirttiğine göre, 16 Eylül 1998 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş’in Hatay Reyhanlı’da yaptığı konuşma MGK’da ortaya çıkan eğilim doğrultusunda gerçekleştirilmiştir.

“Zorlayıcı diplomasi stratejisi uygulanması açısından 9 Ekim 1998 tarihinde yapılan “Dış Politik Gelişmeler Toplantısı” bir fiili işleyişe ilişkin değerlendirme toplantısı niteliğindedir. Bu toplantıdan kısa bir süre önce ise 1 Ekim’de TBMM’nin açılışında bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı Demirel, Türkiye’nin Suriye’ye karşı izleyeceği siyasanın işaretlerini ilk elden vermiştir; ‘Esasen, Suriye, Türkiye’ye karşı açık bir husumet politikası izlemektedir, PKK terör örgütüne aktif destek sağlamayı sürdürmektedir. Tüm uyarılarımıza ve barışçı açılımlarımıza rağmen hasmane tutumundan vazgeçmeyen Suriye’ye karşı mukabelede bulunma hakkımızı saklı tuttuğumuzu, sabrımızın taşmak üzere olduğunu bir kere daha dünyaya ilan ediyorum.’ İlerleyen günlerde yapılan açıklamalarla Suriye’ye karşı izlenen zorlayıcı diplomasinin zemini oluşturulmuştur. Nitekim Başbakan Yardımcısı ve Milli Savunma Bakanı İsmet Sezgin, Suriye’ye bir müdahalenin söz konusu olmadığını belirterek, ‘daha fazla zarar vermeye devam ettikleri takdirde, tabiatıyla diplomasi biter, onun yerini başka enstrümanlar alır’ demiştir.” 

Sürecin sonunda, Şam yönetimi -o zaman başında Beşşar Esad’ın babası Hafız Esad vardır- Öcalan’ı ülke dışına gönderir ve Türkiye ile şimdilerde Suriye’ye müdahale için gerekçe olarak kullanılan Adana Mutabakatı imzalanır.

Reklam

Her iki kriz sıcak savaşa dönüşmeden Türkiye’nin talepleri doğrultusunda sonuçlanmıştır.

Suriye ile savaşmadan sonuç almak varken… 

Rejimde ipler kimin elinde bulunursa bulunsun, Suriye’nin kendi başına -hatta güçlü bir başka devleti arkasına da alsa- diplomasiyle Türkiye karşısında başarılı olması mümkün değildir.

Özellikle de, 2011’de başgösteren ve halen sürmekte olan ‘iç-savaş’ ile ülkenin pek çok bölümünde hakimiyetini devam ettiremeyen, ordusu bu yüzden zayıflamış bir halde bulunan bugünkü Suriye’nin…

Lafı fazla uzatmayayım: “Biz Suriye’de Rusya ile savaşmıyoruz” açıklamalarının akla düşürdüğü “Biz orada Suriye ile savaşıyoruz” sonucunun aklımı karıştırmasını sizlerin de anlayışla karşılamanız lazım.

Olayın bir de dini yönü var. 

Üç aylara girdik, iki aydan daha kısa bir süre sonra Ramazan’la müşerref olacağız. Bazılarımız daha şimdiden nafile oruçlarla Ramazan’a hazırlanmaya başladı. 

Sorunlu olduğumuz ve savaştığımız ülke Rusya olsaydı hadi bir derece, ama muhatap Suriye olunca halkı dini açıdan benzer özelliklere sahip iki ülke arasında ihtilaf çıktığında ve hele bir de ihtilaf silahlı bir çatışmaya dönüşmüşse, ne yapılacağı, Hucurat suresinin 9 ve 10. ayetleriyle belirlenmiş durumda. Ayetlerde çatışan tarafların aralarını düzeltmek ve bu konuda adaletli davranmak gerektiği açıkça belirtiliyor. 

Bendeki kafa karışıklığının bir sebebi de bu.

Fırsat tamamen kaçmış değil.

ΩΩΩΩ  

Reklam

25 YORUMLAR

  1. SİZE BİR SORUM OLACAK SAYIN KORU

    Eskiden debkafiles.com isimli israil istihbaratının yönlendirdiği bir haber sitesinden bahsederdiniz. Çook zaman oldu ordan hiç alıntı yapmadınız. Oysa ben sizin ordan alıntı yaptığınız yıllardan beri orayı da dilimin yettiğince takip ediyorum. Bu sıralar M. Dahlan hakkında çok yazı çıkıyor. Neden bıraktınız ordan aldıklarınızı bize aktarmayı. Evet son dönemlerde sizinle ayrı yönlerde düşünüyoruz ama…. Yinede sizin iç politika dışındaki siyasi yorumlarınızı özledik.

  2. “Fiili Savaş durumu” konusunu hukuki ve vicdani olarak doğru bulmadığını yazdım. Ama netice itibariyle bir savaşın içindeyiz. Ordumuzun zor durumda olduğu vakıa. Böyle bir zamanda basın yayın vs üzerinde hükumetin saglam kontrol uygulayabilmesi, kriz yönetiminin en önemli unsurlarındandır. Propaganda anarşisi, bilgi anarşisi, dedikodu anarşisinin hüküm sürdüğü bir ortamda savaş kazanılmaz. Muhabere olmadan muharebe kazanılmaz. Sosyal medya üzerindeki ciddi kontrolü hukumetin bir hakkı ve görevi olarak görüyorum.
    Fakat gerçek hayatta yapamadığımız şeyleri sanal olarak yapıyormuş gibi gosteren, abartılı yesilcam ürünleriyle kamuoyu yönlendirme çabalarını da tiksintiyle karşılıyorum. Sosyal medyaya yasak, haklıdır. Şehit sayıları üzerinde bilgi kontrolü kurmak hukumetin hakkı ve savaşın bir parçası ve gereğidir. Fakat kitleleri ajite etmek, sanal başarılar izletmek, çıkmak sokaktır. Kitleler kandirildiklarini anlarsa, güven duygularını yitirirse, bu uzun vadede sonraki gelecek hükumet lerin bile bedelini ödemeye devam edeceği ciddi sosyal sarsıntılara yol açar.

    • Tarhan bey deaş ın yayınlayıp durduğu kelle paça videolarının gerçekliğinden bir an olsun tereddüt etmemiş biçok eleman bugünlerde sihalarımızın yarattığı şokla fellik fellik stüdyo aranıyorlar, acaba bu görütüler nedir diye..? İnternet ortamında videolarımızın gerçek zamanlı olduğunu teyit eden platformlar var, zaten önce oralara düşerler, siz de bakabilirsiniz…

    • Tarhan hocam, dünyanın bildiğini kendi milletinden saklamak nasıl bir hak, anlayamadım doğrusu.

  3. Bakara Suresi’nin 54’üncü ayetinde şöyle diyor “Allah yolunda öldürülenlere sakın ölüler demeyiniz. Zira onlar diridir fakat siz bilemezsiniz”.

    Şimdi Erdoğan’ın mezhepçi ve tedbirsiz politikaları nedeniyle komşumuz Suriye’deki rejimi değiştirmek için savaşmak, Allah yolunda savaşmak mı oluyor yoksa Erdoğan yolunda mı savaşmak oluyor?

    Her Müslüman vatandaşımız bu sorunun cevabı üzerinde düşünmelidir.

  4. Bu biraz acemice oldu gibi kıymetli Fehmi bey.
    Sizin bilgi ve tecrübeniz bu konuyu kolayca çözmeliydi .
    Özellilkle Hucurat suresinde bahse konu müslümanları ilgilendiren tavsiyenin sadece ismen müslüman olanları kapsamayacağını sız de bilmez iseniz…

  5. 1) Ben size ölmeyi emrediyorum sözü Çanakkale’de söylenmiştir. Ölüm kalım mücadelesi verdiğimiz zamanda. Doğru yerde, doğru zamanda, doğru insan tarafından söylenmiş doğru bir söz.
    2) Şehitler tepesi boş kalmayacak lafı ise yanlış zamanda (günümüzde), yanlış mekanda (bin odalı sarayda), yanlış insan tarafından (saray sakini), söylenen yanlış bir söz.
    3) Bir de her zaman geçerli olan sözler vardır. Mesela “Gençler ölmesin ben öleyim” sözü böyledir… Gerekirse hepimiz savaşırız diyen köşe yazarlarının inandırıcılığı yoktur. Gençler daima ölürken onların daima yaşıyor oluşları ettikleri lafın samimiyetsiz olduğunu ortaya koyuyor.
    4) Türkiye’nin Suriye politikası en başından yanlıştır. Çünkü yöneticilerimiz dünyayı da bölgeyi de okuyamıyorlar. “Emevi camii’nde namaz kılacağız” lafı ne kadar akıllarının havada olduğunu ortaya koyuyor.
    5) Bizimkilerde inat, kibir ve cehalet var. Diğerlerinde akıl var, zeka var, sabır var, plan var. Sonuç normal… İktidardan gittikleri gün Türkiye süratle normalleşecek.
    6) “Biz Suriye’de Rusya ile savaşmıyoruz!” Biz Rusya ile savaşamayız zaten. Hava sahamızı 7 saniye ihlal eden Rus uçağını düşürdüler. Tarih bu davranışı hangi kelimelerle kaydetmeli? Ruslar akıllı ve cengaver bir millet. Biz de artık akıllı olmayı öğrenebilmeliyiz.
    7) Üst akıl diye bir şey yok. Senin aklın yeterliyse zaten tuzağa düşmez, zokayı yutmazsın. Dünyada bizimkinden başka “üst akıl, dış mihraklar, Haçlılar, Eyyy Batı” diye konuşan bir devlet adamı var mı?
    8) Türkiye’nin Suriye’de ne işi var sorusunu soranlara net bir cevap verilmesi gerekir.
    9) Öcalan 1979’dan 1998’e kadar Suriye’de idi. Türkiye 1991’den itibaren Suriye’ye müdahale edebilirdi. Yani Sovyetler’in dağıldığı dönemde. O vakit Suriye savunmasızdı. Rusya sersemlemiş bir hâldeydi. Rusya sendelerken, yalpalarken, kendi derdiyle meşgulken, toparlanmaya çalışırken, Suriye’ye müdahale etmek mümkündü.
    10) Rusya Putin’le süratle toparlandı. Ukrayna’ya, Gürcistan’a, Orta Asya’ya müdahalelere başladı. Bizimkiler Toparlanmış Rusya, Suriye’de taraf olduğu hâlde Rusya ile iş tutmaya başladılar. Emevi camiinde namaz kılma ifadesi budalalığın ve öngörüsüzlüğün ifadesidir.
    11) Orhan Pamuk’un Kara Kitab’ından bir cümle: “Ne garip bir ülke burası, ne tuhaf insanlar bunlar…”
    Bence Türkler ve Türkiye hakkında söylenmiş en güçlü, en derin, en harika söz budur. Ülkemiz bir garabet atlası, tarihimiz ise garabetler silsilesidir. Tarihe ilgi duyanların dikkâtinden kaçmayan bir husustur bu.
    Erol Güngör de aynı şeyi söylüyor: “Bu ülke bir acayip ülkedir.” (Sosyal Meseleler ve Aydınlar, s.156)
    12) Yöneticilerimizin davranış bozuklukları tarihimizden mi kaynaklanıyor?
    “Doğu ile Batı arası, eksiksiz ve çelişkisiz bir plân içinde hareket edemeyen, idarecilerine göre rastgele büyüyen” bir Osmanlı var tarihte! (Necip Fazıl, Moskof, s.26)
    Necip Fazıl’ın cümlesi harikulade. Şimdiki yöneticilerimiz de aynen böyle. Saldım çayıra mevlam kayıra…

    • Hangi serserinin biri de “çılgın türkler” diye bir şey çiziktirmişti vaktiyle; yani siz onun bunun dediğine bakmayın ergon bey! Türk yavuzdur, urgan tutmaz..!

  6. Yeni başlayanlar ve kafası karışıklar için suriye meselesi: tarihte hep olduğu gibi idlipte de küfre karşı savaşıyoruz. Kimdir bunlar: başta abd himayesindeki pkk(pyd/ypg) ve rusya himayesindeki dürzi rejimi, suudi arabistan ve bazı körfez ülkelerinin oluşturduğu konsorsiyum, fransız lejyonu, ayrıca iran himayesindeki kimi bilmem ne bela milisler… işte bunların tümüne karşı tsk ve suriye iç savaşı başladığında suriye ordusundan ayrılmış rejim karşıtı suriye milli ordusu(eski öso) birlikte savaşıyor. Vekalet savaşları da denilen bu yeni nesil savaşlar için meclis kararıyla resmi savaş ilanı var mı diye ortalıkta dolaşan saftırıkların gayrinizami harp diye bir şeyden haberleri olmasını da zaten bekleyemeyiz…

    • Evet, vekalet savaşları yeni gerçeklik. Bu doğru. Savaş suçuymuş, imzalanmış olan uluslararası anlaşmalara sadık kalmakmış, şu ve de bu türden bomba atmak yasakmış, vs. Bunların giderek “tırışkadan hikayeler” durumuna geldiğine de tanık oluyoruz. Birleşmiş Milletler şunu meşru hükümet sayıyormuş, şu veya bu örgüt şu ya da bu ülkenin terörist örgüt listesindeymiş. Bunların iplendiği yok, Türkiye’den iplemesi de beklenmemeli. Bunlar doğru tespitler. Nasıl PKK’nın adını YPG olarak değiştirip liste dışı addetmek mümkünse, biz de El Kaideci militanları toplayıp adlarını Suriye Milli Ordusu diye değiştirip paralı askerler olarak sahaya sürüyoruz. İyi, güzel.

      Peki ama savaş yürütme biçimlerinin değişmiş olması, ya da, aktörlerin uluslararası gerilimlerde kendilerini daha önce imzalanmış anlaşmalara sadık kalmak zorunda hissetmemeleri, Türkiye’nin ya da Türkiye gibi bölgelsel aktörlerin leyhine bir durum mu?

      Böyle olmadığı bence yeterince açık. Bütün bir Suriye meselesi boyunca ABD’nin bölgedeki asker sayısı bir kaç bini geçmedi. Kürtler vekil rolündeydiler. (“Ruslarla papaz olduk, bize de vekalet verin” dersek, ki diyoruz işte, ABD’nin vekaletine aday çok.) Rusya’nın vekilleri de Suriye rejim ordusu ve kısmen İranlı milis güçler. Yani, vekalet savaşı dediğimiz şey, küresel aktörler için tıkır tıkır işliyor.

      Peki bölgesel aktör konumundaki ülkeler için aynı şeyi söyleyebiliyor muyuz?

      Vekaletin yetmediği, aktörlerin kendilerini kendi orduları ile de müdahil olmak zorunda hissettikleri durumlarla karşılaşma riski Ruslar ya da ABD için mi daha yüksek, yoksa Türkiye, İran gibi bölgesel aktörler için mi?

      Sorunun yanıtı açık değil mi? Barış Pınarı, Zeytin Dalı, şimdi de Bahar harekatları: TSK değil mi tanklarıyla, askerleriyle, zırhlı araçları ile sahada olan?

      Nitekim, “TSK. . .eski ÖSO ile birlikte savaşıyor” diyen sizsiniz.

      Velhasılı, “Ohoo! Sizin hem dünyadan, hem de Türkiye’nin lig atladığından haberiniz yok kardeşim. Biz de artık Memet yerine vekalet verdiklerimizi sürüyoruz sahaya!” demenin bir anlamı yok.

      Bu arada, bakıyorum “yedi düvele karşı” şeklindeki konvonsiyonel deyim de eskimiş ve miyadını doldurmuş: “Yedi düvel” OUT, “konsorsiyum” IN durumları yani!

      Hani okumuş adamın yaratıcılık durumları da bi başka oluyor vallahi. Sorması ayıp, bu insanda hayranlık uyandıran stratejik askeri oyunlar bilginizi Moskova Harp Akadermisi’ne mi borçlusunuz? Yoksa, “Alakası yok, eskiden kalma, NATOculuk yıllarımdan. . . Öyle uzaktan eğitim gibi kıytırıktan da değil hani, yerinde eğitim durumlarıydı, çakı gibi gençlerdik o zamanlar.” filan mı dersiniz?

  7. Tedbir tedbir tedbir…..

    Geçen hafta İran’ın sağlık bakan yardımcısı İrac Harirçi, basın toplantısında gazetecilere bilgi veriyorken İran’da koronavirüs salgınının “hemen hemen kontrol altına alındığını” söylüyordu. Yorgun gözüküyordu, konuşuyorken ter basıyordu. Bunun için kendisine bir kutu selpak uzatmışlardı. Olayı alttan alan konuşmasında Harirçi, bu salgından İran’da halihazırda elli kişinin öldüğü iddiasını reddetti. İran’ın bu konuda sadece altmış bir tane teyid edilmiş vakası olduğunu ve on iki ölüm olayı olduğunu ileri sürüyordu. Basında iddia edilen rakamları kabul etmiyordu, “Rakamlar bunun yarısı ya da dörtte biri olsa istifa edeceğim” diyerek haber kaynaklarına meydan okudu. İşin aslında, tedbir konusunda İran karantinalara uymadı, hatta karşı çıktı. Harirçi’ye göre (çok bilmiş bir şekilde konuşurken) bu tür önlemler demode idi. “Veba, kolera, bunun gibi şeyler Birinci Dünya Savaşı öncesi bir döneme aitti” – Harirçi (ucuz marka kahramanımız) ertesi gün, bir videoda – karantinadan – beyanat veriyordu koronavirüs kaptığını ve hastalığa yakalandığını itiraf etmek zorunda kaldı.

    Müslüman Uygurlara yaptığı insanlık dışı muamele ile Dünya’da ses getiren ve eleştirilen Çin’de başlayan bu salgının yavaşladığı haberleri var. Sebebi büyük çapta uygulanan karantinalar. Toplu ulaşım, alışveriş merkezleri boşaltılmış durumda. Hayat ve hayatı destekleyen üretim yavaşlatılmış durumda. Trafik durmuş vaziyette, yollar boş. Ulaşım araçları büyük oranda çalışmıyor. Ekzos gazları havayı eskisi kadar kirletemiyor. NASA uydudan çektiği fotoğraflarla hava kirliliğinin bu nedenle büyük oranda azalmış olduğunu kanıtladı. Çok acil ihtiyaçlar dışında kimsenin dışarı çıktığı bile yok. Çıkanlar cezalandırılıyor. Belli yerlerde fabrikalar aynı sebeple durdurulmuş durumda.

    Çinliler arasında durum bu iken diğer bazı bölgelerde uygurların fabrikalarda zorla çalıştırıldığı haberleri var… Karşı çıkan, direnen bu insanları hasta edip uygur kamplarına tıkacaklar şeklinde bir endişe var ki bu konudaki tedirginlik doğaldır. Komunist ve ırkçı idioloji bunu da yaptırır “Ne yapalım salgın var, bakın Çinliler de ölüyor” bahanesiyle uygurları büyük oranlarda salgına musallat edip ortadan kaldırmak işlerine gelir. Bir milyondan fazla müslüman Uyguru “aralarında terörist yetişiyor” bahanesiyle esir kamplarına doldurabilmiş olan Çün Komunist Partisi, bu virüsün dünyada başka ülkelere yayılma modunda olduğu bir zamanda dikkatler başka yerlere odaklanıyorken fırsat bu fırsat deyip insanlık dışı böyle bir ahlaksızlığı da yapar mı yapar…

  8. Hukuki olarak savaşta mıyız?
    Bunun için meclis kararı gerekli değil mi?
    Hukuki “prosedür” ifa edilmeden savaşa girildiğinde, musebbibleri divanı harbde yargılanır mı?
    Hukuki olarak harbde olmadığımız takdirde, her suriyeli asker ölümü bir cinayet mi?
    Yani övünülen 2 bin küsür ölüm, hukuken cinayet mi?
    Milli iradenin temsil ve zuhur mahalli olan meclisin hala görüşmediği, karar almadığı bir savaş durumunda, bu savaş hali için milli birlik ve beraberlim beklentisi hukuki ve vicdani bir hak mıdır?
    Meclis kararı olmaksızın açılmış bir savaş esnasında, baskumandan mevkiindeki şahsiyet aleyhinde muhalefetin söyleyeceği sözler milli, vicdani ve hukuki olarak ihanet midir?
    Bülent Ecevit bizi suriye ile savaşa sokmuş olsaydı durum ne olurdu?
    25 sene önce ege üzerinde savaş ucaklarimuz it dalaşı yapar ve her defasında yunan uçakları kaçardı. Artık bu haberler yok. Yunana karşı hakkaniyetli olmaya mı başladık?
    Kardak kayaliklarindaki keçilerin arasına dalan iki yunan askeri için sat komandoları egeyi karıştırmış, yunanlılar ile beraber keçiler de kaçmıştı. Bugün egede balık avlayacak kıyı, keçi otlatacak kayalık kalmadı, hepsinde yunan askeri var. Türk misafirperverperligi mi, turk hakkaniyeti mi?
    Kardak kahramanı sat ve sas birlikleri ergenekon unsurları olma gerekçesiyle dağıtılıp tutuklanmıştı. Yunan ordusu mu şikayet etti acaba?
    It dalaşına giren pilotların çoğu ergenekondan yargılanıp, sivil havaciliga geçti diyorlardı. Kalanlar da fetöcu oldukları için iceri girdiler diye duyduk. Pilot eksiğini kapatmak için pakistandan pilot getirtilecek diye bir haber çıkmıştı. Suriye koruma kalkanina dalacak pilot mu yok yoksa?
    Komuta kademesinde, asker intikalini havadan ve karadan gelecek tedbirlere karşı güvenlik altına alarak konuslandirmak ve intikal ettirmek noktasında bilgi ve tecrübesi olan komutanlar ergenekon ve fetö operasyonlarında devre dışı kaldığı için mi bu kadar şehit verildi?
    Ergenekon ve fetö operasyonlarının askeri kuvvet ve kudretimiz üzerindeki musbet menfi etkileri konulu çalışmalar var mı?
    Rusya destekli suriye ordusu ile fiili “savaş” durumuna girdiğimiz bu günlerde, kamuoyu desteği, siyasi destek, propaganda desteği noktasında en azından tarafsız tutulması gereken AB üzerine sığınmacıların boca edilmesi ile nasıl bir stratejik hedef guduluyor?
    Suriye ile girdiğimiz fiili “savaş” halinde ağır kayblar vermemiz, savaşı kayb etmemiz ve ateşkes taleb etmek durumunda kaldığımızda, “savaş tazminatı” olarak verebileceğimiz şeyler üzerinde çalışma yapıldı mı? Mesela Hatay?
    Savaşı kazanırsak, iran, Suriye, rusya birliklerini yenilgiye uğratırsak, Suriye kimin olacak? Israil ne kadar hak alacak paylaşımdan? Amerikanın payı ne olacak?
    Kardak kayalıklari iddiamızı rafa kaldırdığımiz bir konjonktürde, Suriyeyi ilhak planımız mi var?
    Oraya sadece barış getirmek için mi gidiyoruz?
    Biz orada olmazsak barış orada yok mu?

    Bu soruları sormak, hukuken, vicdanen, ahlaken suç mu?

      • Tarhan bey İdlip savaşından bahsediyor. PKK/YPG’ye karşı verdiğimiz mücadelen değil! Esad’la mücadele ne zamandan beri “terörle mücadele” oldu?

  9. Fehmi bey, bu din güzellemeleri artık baydı. Dinimiz bunu yüzyıllardır söylüyor. Madem din kardeşiyiz, yüzyıllardır bu coğrafyada savaşıyoruz. Ne diye savaşıyoruz? Algı mı yapmaya çalışıyorsunuz? Suriye dediğiniz ülke ve onu yöneten Esed denen mahlukat ile herhangi bir zeminde buluşulamaz. Anladıkları dil savaş. Bedel ödeyeceksek ödeyelim. Ben varım.

    • Esad Antep’e mi saldırmış yoksa?
      Menfaat için lazımsa dinimiz emr ediyor, ama dinen sıkıntılı durum varsa din baydı.
      Menfaat için milli duygular nerede?
      Menfaate yaramiyorsa, ayaklar altında.

      Kullanıp atmadığınız bir değer kaldı mı?

      • Mhp lideri gibi 🙂 o da hazır olduğunu söylemiş. Meclise yürüyerek girememesinin önemi yok, savaş olunca Türk canlanır.

        Ödeme kredi kartıyla.
        Böyle laflara halk bol bol kredi veriyor gibi. Limitler dolana kadar devam…

  10. “Biz Suriye’de Rusya ile savaşmıyoruz” değil aslında tam tersi “BİZ SURİYEDE SURİYE İLE SAVAŞMIYORUZ” olacak, bize karşı kullanılan silahlar bakılırsa kime karşı savaştığımız görülür, Suriye den başka bir çok ülke ile savaşıyoruz…

  11. Suriye’de Rusya ile savaşıyoruz elbette. O yüzden Erdoğan, Rusya aradan bir çekilse de ben halletsem işimi demiş. Ama tabii Putin’in öyle bir niyeti yok. Burada sadece ben davetliyim diğerleri, yani Erdoğan, işgalci demiş. Bu hangi Rusya? Daha birkaç yıl önce Kırım’ı, ondan önce Gürcistan’ı, Afganistan’ı ve bilimum Orta Asya Türk ülkelerini işgal eden Rusya. Üstelik Abdülhamit zamanında Yeşilköy’e kadar İstanbul’u işgal eden, soğuk savaş zamanında Kars ve Ardahan’ı isteyen bu yüzden Türkiye’nin NATOya girmesine yol açan Rusya. Aynı zamanda stratejik ortağımız olur iktidar ve yandaşlarına göre. Tarih dersine de ihtiyaçları yoktur eminim. Yalamış yutmuşlardır hepsini strateji şeysinden dolayı.

    • Sultan 1.Abdulhamidin kahrından vefatına sebeb olan işgalden beri Rusya bizim için tedbir alınması gereken bir tehlikeli düşmandır. Önüne geçip tukurulerek üstümüze saldirtacagamiz kedi değildir, kulağından tutup atabilelim. Onun şerrinden ingiliz amerikan Bloguna sığındık 150 senedir.
      Şimdi neye güvenerek tüm bloklara rest çekerek direkt frontal crash denemesi yapıyoruz?
      Turkiyenin direksiyonunda intihar eylemcileri mi var?
      Milli intiharın sebebi nedir?

      • Kim kime sığınmış tarkan bey, manda ve himaye kabul edilmez! Rus halkı da bizim düşmanımız falan değildir, putin ve benzeri yöneticilerin kimi ahmaklıkları en çok rusların canını yakmıştır…

    • Olaylar hiçde’de devletullahın anlattiğı gibi değıl; söyledikleri tamamen saptırma. AKP doğmadan önce Ordumuz konusunda halk çok hasastı ve orduyu koruyordu.
      Dünyanın 2.”BÜYÜK”ordusuna Düşmanın gücü yetmez “FAKAT” emir verenlerin gücü yeter. Tıpkı Süriye tuzağında olduğu gibi.
      Nerdeyse bir tümen yok oluyor bunlar İnterneti yavaşlatiyolarki orda olanlari kimsrler öğrenmesin: AKP Ergenekon dedi ergenekon ile alakası olmayan askerleri cezalandırdı 15 Temmuz dedi 15 Temmuzla alakası olmayanlari cezalandırdı….
      Dün bu siteye A Şenerin erdoğani anlattığı linki vermiştim! O linkte bakanlara istifa (şu an danışmani olanlardan zamanin 2 bakani imzalamayi red edenler) hariç dilekcesi imzalatan zamanın başbakani Şener birşey yapamayacağı için oda imzaladığıni erdoğanın ona birşey yapamayacağını belirtmişti! Neden acaba herkese bangır bangır bağırıken A Şenere tek laf edemiyor?

Yoruma kapalı.