Tek elin nesi var, iki elin sesi var.. Çok seslilik ise en iyisi…

34
Reklam

Resmen savaş halinde olunmasa bile sınırının ötesinde Türkiye’nin askeri bulunuyor ve oradan da ‘şehit’ haberleri geliyor. ‘Şehit’, hep bildiğimiz üzere, ‘vatan savunması adına yapılan savaş’ halinde verilir. Nitekim devlet adına konuşabilecek yetkideki ağızlar da, yeri geldiğinde, savaş halinde bulunulduğunu ifadeyle, yapılana bütün ülkenin ‘tek yürek’ olarak destek vermesi gerektiğini söylüyorlar.

Farklı görüş, farklı ses neredeyse vatana ihanet sayılacak…

Diyanet de devrede, Cuma namazında savaş ayetlerine dayalı hutbe okutulduğu gibi, cemaatle sabah namazı çağrıları yapılıp savaşan Mehmetçikler için topluca dualar da ediliyor. 

Ülkenin zaten fazla gürültücü olmayan bir siyasi muhalefeti var, medyanın büyük çoğunluğu da iktidarın yanında; bu gerçeğe rağmen daha fazla birlik ve beraberlik görüntüsü talep ediliyor.

Acaba doğru olan farklı görüşe sahip olanların şimdikine benzer ortamlarda seslerini çıkarmaması mıdır?

Ben evvel eski bu soruya “Hayır” cevabını vermekteyim.

Ülke ve insanını ilgilendiren hayati konularda farklı görüş sahiplerinin ne biliyor ve inanıyorlarsa o konuları herkesin duyacağı biçimde ifade etmesi şarttır.

Tabii, sonunda büyük hayal kırıklıkları yaşatılmak istenmiyorsa…

Reklam

ABD’den ve bizden örnekler

En bilinen çarpıcı örnek, Soğuk Savaş’ın en soğuk günlerinde Rusya ile Küba konusunda çatışmacı bir ortama giren ABD’de, Beyaz Saray’da oturan John F. Kennedy’nin Miami’nin hemen karşısındaki adaya CIA tarafından eğitilmiş Kübalı isyancıları ülkenin yönetimini devirmek üzere göndermesi sırasında yaşananlardır.

‘Domuzlar Körfezi çıkartması’ olayı…

Kennedy genç yaşında ABD’ye başkan olmayı başarmış bir politikacıydı. Politikanın içinde yaşayan zengin bir aileden geliyordu. Senatör iken Washington’da pek çok gazeteciyle yakın dostluklar edinmişti. ‘Domuzlar Körfezi’ operasyonu sırasında, o dostluklarını, işgal ve darbe başarılı olana kadar konunun duyulmamasını sağlamak için kullandı.

Washington Post’un yayın yönetmeni ve diğer önemli gazetelerin başkent temsilcilerinin bazısı operasyondan haberliydiler, ancak kendilerinden ülke çıkarı için birlik ve beraberlik içerisinde davranmalarını ve yapılanı duyurmamalarını isteyen Kennedy’nin istediği gibi davrandılar.

Okurlarına olacağı duyurmadılar; böylece operasyonun yanlışlığının uzmanlar tarafından belirtilmesini de önlemiş oldular…

Sonuç?

Amerikan siyasi tarihinin en büyük fiyaskosuna dönüştü ‘Domuzlar Körfezi’ operasyonu…

Reklam

1880’lü yılların sonlarından beri Küba adasının bir bölümünde üssü bulunmasına rağmen, ABD, o yanlış operasyon yüzünden, adayı Sovyetler Birliği’nin kollarına itmiş oldu.

Kennedy’nin fiyasko sonrasında, Post’un yayın yönetmeni Ben Bradley’e “Keşke engellemeseydim de, haber ve yazılarınızla uyarı görevini yapaydınız” pişmanlığını paylaştığı bilinir.

Bir suikastla başkanken hayatını kaybeden Kennedy‘nin öldürülmesinde Küba’ya dönük politikalarının etkisi olduğu hep söylenegelmiştir.

Türkiye, tam iki kez, ABD’nin yaşadığına benzer büyük hatalar işlenmesinden korunmuş oldu.

Rahmetli Turgut Özal Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgali (1990) ve ABD’nin buna bölgeye asker göndererek müdahale etmesini değerlendirmek istemiş ve “Fırsat bu fırsattır” anlayışıyla sınır-ötesi harekat niyetini hayata geçirmeyi arzulamıştı.

Arzusuna ulaşamadı.

Cumhurbaşkanı seçilmesi sonrası boşalan parti genel başkanlığı ve başbakanlık koltuğuna kendi seçtiği Yıldırım Akbulut Irak’a askeri müdahaleye karşıydı ve Genelkurmay başkanı Org. Necip Torumtay da Özal‘ın baskısına boyun eğmek yerine istifa etmeyi yeğledi.

ABD 11 Eylül (2001) uğursuz eylemlerinin arkasında kitle imha silahlarına sahip Saddam Hüseyin’in bulunduğu gerekçelerini kullanarak Irak’ı işgal etmeye karar verdiğinde (2003) AK Parti henüz yeni iktidara gelmişti. ABD Irak macerasında Türkiye’yi ve askerlerini kullanmak istiyordu.

İsteği gerçekleşmedi. TBMM’den ABD ile savaşa ‘red’ kararı çıktı.

Zaten, ABD’nin savaşa girmek için kullandığı “11 Eylül’ün arkasında Saddam’ın olduğu” ve “Irak’ın elinde kitle imha silahları bulunduğu” gerekçelerinin her ikisinin de yalan olduğu her şey olup bittikten sonra ortaya çıkmıştı.

Her iki olayda, dönemde etkin siyasilerin arzularına rağmen, sağlıklı tartışma ortamı bulunması sayesinde farklı görüşler de ifade edilebilmiş ve ülkenin yanlış bir yola girmesi demokratik yoldan engellenebilmişti.

Gerçekler ve yalanlar

İlk kimin ağzından çıktığı tam bilinmese de, “Gerçek henüz postallarını giymeden yalan dünyanın yarısına ulaşmış olur” diye bir söz vardır. Doğrudur. Karışık ortamlar yalanın kolay kabulüne çok açıktır ve bu durumdan kötü niyetliler yararlanır. Sadece bu sebeple bile gerçeklerin herkes tarafından öğrenilmesinin kapılarının sonuna kadar açık tutulması şarttır.

Özellikle de çatışmacı ortamlarda.

Bugün de öyle bir ortam var. Birbiri ardına ilan edilen operasyonlar konusunda farklı görüşlere sahip kanaat önderlerinin varlığı kendisini belli ediyor, ancak o görüşlerin duyulabilmesini sağlayacak bir tartışma ortamı bulunmuyor. 

Tam tersine, muhalefet cephesinden gelebilecek itirazları önlemek amacıyla tek seslilik beklentisi dile getiriliyor.

Muhalefet de bu havanın etkisi altında.

Ne kadar yanlış.

Doğru olan her görüşün serbestçe ifade edilmesi ve savaş haliyle ilgili siyasi kararların tartışmacı bir ortamda alınmasıdır.

Hükümetten tek sesliliği değil tartışmacı ortamı teşvik etmesini beklemek hakkımız.

ΩΩΩΩ 

Reklam

34 YORUMLAR

  1. En azından on ‘yorum'(!)unuzdan bir ya da ikisinde şu “haşhaş” sözcüğünden uzak durmaya çalışın, Serdar Bey. Değilse işkillenmeye başlayacağız 🙂

  2. İçişleri Bakanı Soylu, şu kadar mülteci Avrupaya geçti diye birler hanesine kadar ayrıntılı rakamlar veriyor. O hengamede ve karadan-denizden geçiş girişimleri varken nasıl sayıyorsun?

    Erdoğan mültecileri neden serbest bıraktı? Zira yakında İdlib’ten gelecek 1 milyonu aşkın muhacire ensar olmamız gerekecek gibi gözüküyor. Bunlara yer açmak için eldekileri göndermeye çalışıyor. Ancak 100 bin kişi gidebilse bile bunu havuz medyası marifetiyle 1 milyon kişi gitti diye pazarlayacaktır.

    Erdoğan İdlib’te neden ısrar ediyor? İki sebebi var :

    Birincisi, geleceklerle birlikte 5-6 milyon Suriyeli elimizde kalacak. Zaten toprağı azalacak olan Esad bu yeminli muhaliflerini almak istemeyecektir. Bunun faturasını Erdoğan kaldıramaz, onun için ‘şehitler tepesinden’ medet umuyor.

    İkincisi ise “Şam’da Cuma namazı kılmak” iddiasının ezikliğini yaşıyor. Mustafa Kemal Paşa’dan daha büyük işler yapmak istiyor. Hatay ne ki, alın size İdlip hatta Halep. Şam rejimi de bizim emrimizde demek istiyor (Esad’ı yıkmak kaydıyla). İyi de Çanakkale ve Kurtuluş Savaşları ne olacak? Çanakkale savaşını sarıklı derviş meleklerin yardımıyla kazanmıştık. Kurtuluş savaşı ise abartılmıştır, Lozan ve Montrö anlaşmaları bize başarı diye yutturulmuştur. 15 Temmuz zaferi esas kurtuluş savaşıdır, v.b. (Kuvay-ı Milliye’ye katli vaciptir fetvası verenler kimlerdi? Bugün onlara kimler sahip çıkıyor?).

    Bahçeli ise tam bir muamma. Ya erken yaşlanma belirtileri gösteriyor yada tahmin edemeyeceğimiz derin hesapların sözcüsü konumunda. Merakımız uzun sürmeyecektir, bir yıla kalmaz hangi ihtimalin gerçek olduğunu öğreneceğiz.

    Fakat kesin olan bir gerçek var, o da şudur. Erdoğan ve temsil ettiği zihniyet kaderine yürüyor.

  3. Atalarımız boşuna dememiş; bir yakadan baş, bir yenden kol çıkarın diye… yumurta küfesi kimin sırtındaysa hesabını o verecek! Seçimleri neden yapıyoruz; seçmen kimin politikasını beğeniyorsa o iktidar olsun diye. Muhalefet yan gelip yatmak demek değildir; aksine iktidardan daha fazla çaba göstermelidir ki gelecek seçimlere azık olsun. Ama bana kalsa bizimkilerin yan gelip yatması, ellerini bi işe uzatmalarından daha iyidir; çünkü memleket hayrına tek söz ettiklerini duymuyoruz maalesef..! Evet iktidar en azından savaş durumlarında herkeslerle istişare etmelidir ama bizim muhalefet partileri düşman başına! Savaş çıkarsa iran saflarında çarpışırım diyen mebus mu ararsın, mapus damından serhıldan çağrısı yapan parti başkanı mı ararsın ya da makam arabasıyla teröristlere şoförlük yapanı mı? Şimdi bunlarla neyi görüşsen anında pensilvanya durumu… iyisi mi maaşlarını alıp afiyetle yesinler; hatta çok lazımsa şöyle ankara hatay arası bir savaşa hayır yürüyüşü filan düzenlesinler ama sakın ola mecliste bunlara sır verilmesin!!!

  4. Karl Popper otobiyografisi olan Bitmeyen arayış kitabında sayfa 22 de Avusturya’nın Sırbistan’a saldırdığı dönemdeki haleti ruhiyeye benziyor halimiz. Bir okuyun derim

  5. Şimdiye kadar sadece sustum, fakat şimdiden sonra ve asla hiçbir surette… Susmam milletime ihanettir. Bu ihanete artık devam edemem. (Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler, s.77-78)

  6. Cumhur İttifakı 4-5 yıldır millete Beka marşı çalarak aklını ve ruhunu sakatladı.

    Türkiye Türkiye olalı bööle zulüm görmedi.

  7. Ülkemdeki siyaset manzaraları! HEP ŞEHITLER ÜZERINDEN SIYASET YAPAN BIR PARTIYI HALEN DAHA BURADA SAVUNAN TROLLER! liderinizi 9 yaşına yeni girmiş kemik kanseri Ahmet’den dahi ÕDÜ patliyor.
    Bir dış basından birde iç basından iki habe õzeti.

    The Guardian yazdı: ‘Putin zafer istiyor, Türkiye Suriye’de felaketin eşiğinde’

    Tayyip Erdoğan’ın her şeyin en iyisini bilen ve eleştiriye tahammülü olmayan kontrolden çıkmış otoriter liderlerden biri olduğu” ve “bu kendini beğenmişliğin” Türkiye’yi Suriye’de facianın eşiğine getirdiğini yazdi

    Sahi bizim ordunun Süriyede ne işi var?

  8. “Beka meselemiz” ve “vatan hainleri” meselemiz. . . Türk tipi başkanlık sistemi, Erdoğan’ın değil Türkiye’nin ihtiyacı idi. Devlet, mevcut hantal yapısıyla 21. yüzyılın ihtiyaçlarına cevap veremezdi. Kararlar çabuk alınmalı, tüm devlet kurumlarında koordinasyon ve eşgüdüm sağlanmalıydı. Hem sonradan gidip İranlı uyuşturucu baronunun kucağına oturmuşluğu resimleriyle ve bu uğrsuz zehir tüccarı katilin salıverlimesi için kendilerine baskı yaptığı savcı ve hakim beyanlarıyla belgelenmiş Anayasa Profesörü Burhan Kuzu, hem Erdoğan, hem de buradaki Resçi dostlarımız bize bunu söylüyorlardı.

    27 Şubat’da Başkomutan’ından Bahçeli Devlet’ine, Genel Kurmay Başkanı’ından Soylu Süleyman’ına, devlet koordinasyon ve eşgüdüm içinde sırra kadem bastı ortadan sıvıştı. Devlet Başkanlığı ve Başkomutanlık vekilliği Hatay Valisi’ne nasip oldu.

    Adama verdik Türk tipi başkanlık sistemini, ama beka meselemiz çözülmedi. Onca yıl geçti aradan. Yeni doğmuş bebeler okul çağına erdi. Hala daha kemerlerimiz bağlı uçuşa geçiş anonsunu bekliyoruz.

    Muhalif partilere oy vermek, muhalif partilere oy vermek değildi. Saadet’inden CHP’sine, karşımızda dış güçlerin maşası bir zillet ittifakı vardı. Muhalif partilere oy vermek, vatan hainlerine, Pensilvanyacılara arka çıkmak demekti. Tüm dünya, Türkiye’de anaların yarısının Türk değil, gayr-i milli unsurlar doğurduğunu Cumhur’un Başı’ndan öğrenmiş oldu.

    İstanbul yerel seçimini bir ilin belediye başkanı seçimi gibi düşünmek ancak safdiriklik olabilirdi. Mesele, pontusçulara karşı milli ve yerli adayın yanında durma meselesiydi. Es kaza pontusçu İmamoğlu Ekrem seçilirse, ertesi hafta Yunan ordusu İstanbul surlarına dayanırdı -Allah esirgesin. Pontusçulara karşı durmak için, milli olmasa bile en azından yerli A. Öcalan ile işbirliği yapılabilirdi. Çünkü, mesele beka meselesi idi.

    Ekonomide işler pekala tıkırında gidiyordu. Bunun aksini ileri sürenler dış güçlerin maşası provakatörlerdi. Amaç ortadaydı: 15 Temmuz ile başaramadıklarını şimdi bu tür sinsi yollardan başarmaya çalışıyordu emperyalistler ve onların yerli işbirlikçi uşakları. Ekonomide gerçeği görmek isteyenler Damat’ın Power Point sunumlarına bakmalı, “Bakın burası çok önemli” deyip elindeki sırıkla sunum ekranındaki kimi noktalara temas ettiğinde herkes bir değil iki kere bakmalıydı.

    Yeni stratejik partnerimiz Rusya idi, Batılılar kıskançlık krizine düşmüşlerdi. Erdoğan, onların bu kıskançlığına neden olan şeyin çok iyi farkında olduğunu söylüyordu. Türkiye, artık, vur sırtına al lokmasını ülke olmaktan çıkıyor, bir küresel aktör olarak 21. yüzyılı selamlıyordu. Elbette bize S400 yakışırdı. S400 alımına karşı çıkanlar Pensilvanyacı vatan hainleri, NATO’nun içimizdeki ileri karakolu kalemşörlerdi.

    Aldık S400’leri.

    Nereye soktuğumuz hala bir muamma.

    Ne zaman bitecek bu beka meselesi.

    Söyleyin de bilelim gali?

  9. İçişleri Bakanı ve havuz medyası yalan söylüyor. Bırakın 70.000, 100.000 göçmenin Türkiye’den ayrılıp Avrupa’ya geçmiş olmasını, botlarla Yunan toprağına ulaşabilenlerin sayısı bir kaç düzine. Onlar da Yunan polisinden dayak yedikten sonra, telefonlarına vs. el konulup Türkiye’ye geri gönderilenler.

    Bu adamlar ve kadınlar Kemal Kılıçdaroğlu’nun beslediği Ankara Tiyatrosu oyuncuları değil herhalde:

    https://www.youtube.com/watch?v=18Up_N03qU4
    https://www.youtube.com/watch?v=23yTMt8KNXs
    https://www.youtube.com/watch?v=dknyo3WIdFc

    • Yav keşke yunanlılar bizim firar eden o 8kişilik üniformalı dansöz ekibini de yollayıverse sığınmacılarla birlikte, ne güzel olurdu değil mi monşer..?

      • Keşke meşke, ne güzel ne iyi olurdu diyeceğinize, yollayın yine “Tutmayın ulan beni!” moduna girmiş bir Devlet adamınızı, tutsun yakalarından getirsin. Baktınız zıpkın gibi Meriç sularını yarıp geçiyor ve görevi ifa edip dönüyor, iki hafta kampa sokar, bu defa Akdeniz’den okyanus ötesine salarsınız 🙂

  10. Görünen o ki Erdoğan İdlib harekatını doğrudan savunamıyor, bu nedenle şehitlik kavramını öne çıkarıyor. Bay Kemal şehitliği bilmezmiş neden çünkü sadece Sünni’ler şehit olabilir, diğerleri zaten cehennemlik. Bu zihniyetin Ortaçağ Hristiyanlığından bir farkı yok.

    Ortaçağda Kilise bir takım dualar okuyup üstüne de hatırı sayılır bir para alarak mümin Hristiyanlara cennet tapusu (Endüljans) verirmiş . Günümüz Türkiye Müslümanları daha şanslı. Halife Erdoğan’a oy ver cennette yerini ayırt, biraz da uyanık isen bu dünyada da dolgun maaşlı bir işin olabilir.

    Evet Gülen Cemaati paralel devlet yapılanması kurduğu için suç işlemişti. Fakat Erdoğan Cemaati hem paralel devlet yapılanması kurmak, hem havuz medyası ile aldatmak hem de müşrik Müslümanlığı hortlatmakla çok daha fazla suçludur.

    Olan bitenden sadece Erdoğan sorumlu değildir. Bu deli saçması politikalara hala destek verenler de suça yardım ve yataklık etmekten suçludurlar.

    Yolun sonuna az kaldı. Samimi fakat cahil çok sayıda Müslümanın “Hayat Bilgisi” dersinin bitmesini bekliyoruz. Sınıfta verilen teorik derslerde başarılı olamadılar, şimdi uygulamalı kısımdayız. Hedef önce İdlip sonra Halep, daha sonra da birlikte Şam’da Cuma namazı kılmak. Haydi kolay gelsin.

  11. Artık sadece itaat te yetmez ve kesmez.
    Herkesten fazla itaat.
    Göstere göstere itaat.
    Kayıtsız şartsız itaat.
    Tereddütsüz itaat.

    • “Muini ali osmanım itaat üzreyim emre;
      Kralı orta macarım ki namım tökeli imre!”
      Sayın yk benden bu kadar, umarım sizin için de itaatimiz yeterli gelmiştir:)

  12. Üç beş ay önce S400’lere karşı çıkanların vatan haini olduklarını söyleyen D. Bahçeli, “27 Şubat’ta Rus uçakları ölüm saçti” diyerek ortalığı velveleye vermiş: “Ambulansları bile vuran bir barbarlıkla İdlib’de muhatap olunmuştur. 27 Şubat 2020’de rejim uçaklarının arasında bal gibi, buz gibi Rus uçakları da vardı ve ölüm saçmışlardı. Kimi kandırıyorlar?”

    Bence Erdoğan yeni stratejik müttefikimiz Rusya’nın devlet başkanı ve değerli dost Vilademir Putin’e gidereken yanına Bahçeli’yi de katsın. Belli ki, askerlerimizi vuranların Ruslar değil Suriyeliler olduğuna ikna edememiş kankasını. Belki değerli dost Putin ikna eder.

    Bu iki yaşlı adam akortsuz sesler çıkarmasalar da biz de duracağımız yeri bilsek artık.

    “Askerlerimizi Ruslar değil Suriyeliler vurdu” desek, bunlardan adı Devlet olanı dönüp çemkiriyor: “Sen kimi kandırıyorsun?”

    “Esad’ın uçakları falan hikaye. Bal gibi Ruslar var bombardımanın arkasında!” desen, değerli dostu Putin’e gitmek üzere gün sayan Erdoğan’ı boşa düşürüyorsun.

    H. Gayret Bey gelsin meseleye açıklık getirsin, ne yapıp hangi argümanın arkasında saf tutmamız gerektiğini söylesin.

    “Bir de bu işlerden anladığını söyleyip ebelek gübelek analizler yspıyorsun burada. Sayın Bahçeli ile Başkomutan taktik icabı böyle davranıyorlar. Daha bunu okumaktan acızsınız!” der mi?

    Bence der!

    Ya demezse?

    O zaman durum vahim.

    İstesek de istemesek de, dönüp Başkomutan’a sormak zorundayız:

    Sen kimi kandırıyorsun?

    • Sn.bernar arkadaş, bilmem takip ettiniz mi; bi ara sayın korunun da özene bezene işlediği malezyanın 94 yaşındaki çiçeği burnunda başbakanının akibetini? İki yıla varmadan kimin eli kimin cebinde bir gayya çukuruna yuvarlanıp gitmişler. Uluslararası ilişkiler ağından pek anlamam ama al takke ver külah durumları her zaman olabiliyordur heralde… tarihte askeri ve siyasi ittifaklar yapmışlığımız vardır, şartlara göre dağılmışlığımız da. Bugünkü durumda hem memleketin huzurunu koruyup hem de dış tehditlere karşı mücadele etmekle mükellefiz. Dış faktörlerin ayak oyunlarına ayak uydurabilecek seviyede bir yönetime sahibiz allahtan, yoksa zaman kötü… artık şundan herkes emin olmuştur sanıyorum; türklere hava atılmaz..!

      • Türklere hava atılmayacağını ben de biliyorum. Bu konuda mutabıkız. Hemfikir olamadığımız şey, bu ifadenin uzantısı: Türklere hava atılmaz, hava sahası kapatılır.”

        Devlet Bahçeli Erdoğan’dan daha uyanık tabii. Meseleyi çözdü.

        Ruslara “Gel İstanbul yakınlarında cenge tutuşalım. Sen ayı isen biz de bozkurtuz!” diye el edip gel gel çekiyor.

        Hamaset 1453’de takılmış kalmış.

        Bu saatten sonra update etsen ne olur, etmesen ne olur. 1990’ların Atari bilgisayarına Adobe Photoshop kurmaya çalışmak gibi bir şey. Programı işletmek şöyle dursun, yüklemeye kalkışsanız bilgisayarın beynini yakarsınız.

        Yapacak bir şey yok.

      • Tarhan beyin bahsettiği kitap her ne kadar gündeme uygun olsa da maalesef oldukça geç kalmış bir öneri gibi görünüyor. Kimi avaralar gibi “okumadım ama filmini izledim…” diyebilmeyi çok isterdim ama ondan da haberim yok, yalnız eserin adını duymuşum sanki… tabii “hiçtense geç iyi!” deyip okumak lazımdır. Şairin de dediği gibi: “halkın tarihini bilmeyen özünü bilmez/özünü bilmeyen söyleyen sözünü bilmez/ pınarın sefalısından içer hayvan suyu/pınarın gözünü bilmez!” Bilmem katılır mısınız; savaşa en çok karşı olanlar askerlerdir, çünkü savaşmak zorunda olan onlardır:) ama ceddimizin de dediği gibi; “ister isen sulhu salah, hazır ol cenge sen!” Ayağımızı yorganımıza göre uzatalım ama devekuşu gibi de başımızı kuma sokup olacakları beklemeyelim, yoksa o vaziyetteyken düşmanın ne yapıcaa da bellidir yani… komşuda yangın varken aynada saçlarımızı tariicak halimiz yok; hele de kavga bizim yorganın uğrunaysa:) evden çıksan bir dert çıkmasan iki..! Allah devlete millete zeval vermesin, biz nelerini görmüşüz…

        • Rus halkıyla aramızda artık kirvelik vardır, turetsko–rus bir nesil çoktandır akdenize açıldı bile; inanmayanlar antalya ve alanya arasında yaşayan nüfusumuza şöyle bir gözatsınlar yeter:) artık öyle “türkiyeye gitmiiceksiniz, çocukları da alıp dönün rusyaya!”tehditlerine papuç bırakacak gibi de değil bu melez populasyon; o yüzden savaş tamtamları ters tepebilir de… ama hamza bey gibi glibiklerin ne yapacaa da belli olmaz tabii..:)

          • Melez populasyon, devlet adamlarının ailelerine de sızmış gibi. Koro halinde, “Ruslarla alakası yok. Bombalayan Suriye uçakları” diyorlar 🙂

        • Bahs ettigim Kitabda, savasin ciddiyetini idrak edememis kitlelerin, politikacilarin, Gaza gelmis gonullulerin, alt kademe askerlerin
          “ileri, ileri, haydi ileri
          Alalim dusmandan eski illeri” mealindeki coskularini,
          Savastan anlayan, ama
          “, sussam gonul razi degil soylesem faidesi yok gonlumun alamini” makaminda caresizce baslarini saga Sola sallayan tecrubeli subaylarin savas oncesi kahirlarini hiss ettiriyor kitab. Bugun bir cok akil insan kendini bulacak o Kitabda.
          Savas baslayip, talim, hazirlik, silah, donanim noktasindaki guc,dengesizligini gorunce izan sahibi kalabaliklarin ayaklarinin suya erisini tasvir ediyor. Savastan anlamayan, askeri terbiye Ile yetismemis gonullulerin ilk top seslerini duyduklari and an itibaren nasil ayakbagi olduklarini ibret nazarlarimiza arz ediyor.
          Basta savasa karsi olan, ama soyleyemeyen, soylese de dinlenmeyen tecrubelilerin durumu kurtarmak Icin gosterdikleri insan ustu cabalari okuyunca, Hain ve korkak, Ile vatanperver kahraman sifatlarinin nasil taraf degistirdigini goruyoruz.

          Bu kitab okunmadan idlib savasi konusulmamali

    • Sn Fehmi Koru,
      Tercüman tarafından yayınlanan 1001 temel eserden “Başımıza gelenler” adli 93 harbinin Doğu cephesini anlatan kitabı biz ve bizden sonraki kuşakların okuyabilmesi, savaşın kahramanlık değil, bilgi, cesaret ve taktik isteyen bir sanat, strateji ve bilim olduğunu ve silaha aşina olmayanların işi olmadığını, romanlar ve filmlerdeki gibi durmadığını, milletler ve ırkların damarlarindaki asil kandan ziyade, talim, çalışma ve cesaretle ilgili olduğunu…
      Hadisi Şerif te olduğu gibi
      Istenmemesi gerektiğini
      Herkesin bilip okuması için,
      Sitenizde pdf olarak ekleyebilir misiniz?
      Rusya ile olan ilişkilerde her generasyonda ayni hataları yapmamamiz için…
      Bir okur ricasinin önemi var mıdır bilmem..
      Ama bu kitabın önemi var.
      Okumadıysanız siz de okuyun.
      Rusya ile savaşa girdiğimiz veya girmek üzere olduğumuz bu günlerde, bu kitabı okumayan karar vericilere karar bırakılmamalı. Onlar gitsin davutogluya anlaşıp karar gazetesine yazar olsun.
      Bu kitab önemli
      Aynı delikten iki defa elimizin zarar görmemesi için, deliği anlatan bir kitab…

      “Başımıza gelenler”

  13. Fehmi bey böyle bir yazı yazmak bile sizi vatan haini kılmaya yeterlidir. !!!
    Yoğun bir biçimde suçlanmaya hazır olun. !!!
    Aslında farklı yorum yapanlar da buna hazır olmalı. !!!
    Düşünen bir toplumdan itaat eden bir topluma doğru hızla yol almaktayız.
    Çok seslilikten korkmamalıyız. Fikirlerin özgürce ifade edilebildiği bir ülke bütün vatandaşlar için daha faydalıdır.
    Bırakınız insanlar rahatça düşünsünler, düşüncelerini hürce ifade etsinler.
    Birbirimizi suçlamaktan da vazgeçelim.
    Herkese mutlu günler ve yarınlar diliyorum….

    • Seyithan bey gören de rusyadan falan bildiyorsunuz sanacak, sayın yazar her günkü yazılarına göre çok daha makul bi görüşü dillendirmiş bugün, maşallah siz de işi vatan hainliğine kadar vardırmışsınız yani… Daha doğmamış okur tepkilerini bile bakıyorum şimdiden satın almışsınız..! Çok seslilikten, ifade ve düşüce özgürlüğünden girip biat kültüründen çıkmışsınız… halbuki sayın yazarın da belirttiği gibi pısırık bir muhalefetimiz var; işe yariicak bi yatırım projesi varsa “hayır yapılmasın istemiyoruz” demekten başka bişey bilmiyorlar. Böylesi ulusal ve hayati bir durumda, askeri bir meselede ise zaten derde deva ne söyleyebilirler ki? Belki de sadece nazımın da moskowa radrosundan ünlediği gibi: “teslim ol memeeet!”

      • Yatırım deyince aklıma geldi. Bu İdlib te iyi bir yatırım herhalde ki müzmin muhalefet karşı çıkıyor. Yahu arkada Halep de var falan desen de bunlar inanmaz. Sahi işe yarricak bi yatırım projesinden kastınız Kanal İstanbul falan mı?

  14. Bugünün en önemli olaylarından biri hiç kuşkusuz havaalanında 8 yaşındaki kanser hastası annesine tekrar pasaport engeli çıkarılan Ahmet’in yürek burkan durumu. Onun hikayesini takip edin ülkenin geldiği acınası hali görürsünüz.

    Bir haksızlık gördüğümüzde elimizle; olmazsa dilimizle; bu da olmazsa kalben buğzedecektik değil mi? Buyrun.

    • “8 yaşındaki annesine” mi..? Evet, gerçekten hasta bunlar haa..! mültecilerin arasına filan karışıp geçme şansları yok muymuş? Havaalanından pasaportsuz geçilmez, gerçi eski günlerinizde olsa bin kere girer çıkardınız da, artık o da kalmadı işte…

  15. SENFONİ
    Çok sesli müziğin birbiri ile uyumlu değişik enstrümanların aynı parçayı çalması ile oluştuğunu biliyoruz. Her alet kendi sesini çıkarmaya çalışsa, üstelik bu seste akıl imbiğinden geçmemiş tepkisel, muhalefet olsun kabilinden çıkarılan kur”anda belirtilen “en çirkin ses” lerden oluşuyorsa ortaya senfoni değil kakafoni çıkar.

    Sayın yazar sınırların açılması ile avrupayı üzdüğümüzü söylüyor. Oysa tek ihtiyacı bir dilim ekmek olan mültecilerin silahla vurulması, açık denizde dalgaların ortasında sopalarla dövülerek botlarının batırılması hakkında hiçbir eleştirisi yok. Bu sahnelerin binde birini Türkiye de yaşasa idik avrupa ayağa kalkardı.

    Hele hele idlilipte ne işimiz var sorusunu sormak varil bombaları ile katledilen halkın bizi ilgilendirmediğini söylemek…

    • Mesele de işte tam budur. Erdoğan şefliğinde Devlet senfoni orkestrası rezalet bir icra yapıyor, tam bir kakafoni. Fakat bunu kabul etmiyorlar ve biz notalara uyuyoruz diyorlar. Velakin notaları da yazan (besteyi yapan) orkestra şefiymiş. Çık işin içinden!

  16. Nurdan a
    Türkiye Suriye de Türkiye için oradadır. Sizin burada bu yorumları yapmanız için ülkeyi savunmaktadır. Türkiye orada olmazsa onlar burada olacaktır.
    Bir de Amerika Rusya vs. Neden oradalar diye sorabilirsin. Bizim niyetimiz belli ya o lnların.

    • Abdullah bey siz nurdan ablanın kusuruna bakmayın, belki ahlaksızdır şudur budur ama özü sözü birdir, cahil cesareti işte bildiğinden şaşmaz yani, on parmağında on kara burda her gün devlet büyüklerimize iftira atar durur… hani doğrudan bi yorumcu arkaşımıza filan askıntı olmadığı müddetçe başımızın üstünde yeri vardır kendisinin:)

  17. “Hükümetten tek sesliliği değil tartışmacı ortamı teşvik etmesini beklemek hakkımız.”

    Fehmi bey! Hangi Hükümet?

    1-Türkiyede hükümet olsa; ülkeyi troller ordusu ile yönetmeye kalkışmaz.

    2- Türkiyede hûkümet olsa fakir çocuklarını genç yaşta kara toprağa verdirmez.

    3- Türkiyede”HÜKÜMET”
    olsa ŞEHITLERI gizli gömez.

    4-TÜRKIYEDE hükümet olsa ŞEHITLERI ve yaralıları saatlerce yaban topraklarında çaresiz ve umutsuz bekletmez.

    5 Türkiyede hükümet olsa gencecik çocuklarin ailleri ile hellaşmalarından korkup interneti kesmez.

    6 Türkiyede HÜKÜMET OLSA Yandaş ve sülalelerine HALKIN malını hamudu ile yutturmaz.

    Herhalde Yazarımız Bizdeki kavga timini hükümet zannetmiş.

    Baksanız ya! Kavga edecek Ülke kalmayınca Kıbrıs Türk kesimi ile kavga etmeye başladılar.

    Milleti soydu soğana çevirdiler can damarlarını kuruttular ve ülkeyi cahil yetiştirenfabrikaya çevirdiler.
    Süriye halkını kızıl ordularına teslim ettiler.
    Sahi bizim ordunun Süriyede ne işi var?

    Bende ne soruyorum! Oysaki eskiden şöyle bir laf vardi”her şey vatan için! vatan sana canım feda”
    Şimdide herşey koltuk için, koltuk sana fakirlerin cani feda”
    Çünku Her koltuk sallandıkça fakir fukaranı rıskını kesip evlatlarınıde kara toprağın bağrına veriyorlar.

    HERŞEY OY İÇİN

Yoruma kapalı.