Sıradan, düz bir bakışla sorunlara yaklaşmak çözümü uzaklaştırır.. Suriye ve Libya konusuna yeni bir yaklaşım denemesi…

24
Reklam

Sıradan ve düz bir bakışla bile varlığını fark edebildiğiniz çözüm bekleyen çok taraflı sorunlar, sıra çözüm bulmaya geldiğinde içinden çıkılmayacak bir hal alabilir, dünyanın en çetrefilli sorununa dönüşebilir.

Yıllarca birlikte yaşadığınız, kim tarafından yönetileceğine kendiniz karar verdiğiniz insanların azınlık görüşlere kulak verip karşınıza düşman olarak çıkabileceğine küçük de olsa bir ihtimal verseniz dahi, bunun üstesinden gelmenin zor olacağını düşünemeyebilirsiniz. Sorun size bir-iki hafta içerisinde çözülecek gibi gelebilir.

Gerçek ise bir süre sonra çok farklı olduğunu size kabul ettirecektir.

Bugünkü Suriye’den söz ettiğimi sandınızsa yanıldınız; sözünü ettiğim Suriye’dir, ama bugünkü değil, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı’dan ayrılmak için kıpraşmaya başlamış olan Suriye…

‘Arap isyanı’ diye bilinen Şerif Hüseyin ve oğullarının Osmanlı topraklarından tek bir bağımsız Arap devleti çıkartmak için başlattıkları ayaklanmaya en son katılan bugün Suriye diye adlandırılan Vilayet-i Şam bölgesinde yaşayan insanlardı.

Şerif Hüseyin, uzun yıllar İstanbul’da ikamet etmiş, oğulları burada eğitim almış, Kureyşli ve Peygamber sülalesinden olduğu için kendisine her türlü saygı gösterilmiş biriydi.

Vilayet-i Şam bölgesinde (bugünkü Suriye, Ürdün ve Lübnan’ı kapsar) isyana öncülük edenler ise dini azınlık gruplarına mensup kişilerdi.

İstanbul, sıradan ve düz bir bakışla konuya yaklaşarak, sorunu ‘askeri’ tedbirler ve ‘dini telkinler’ ile çözebileceğini düşündü ve yanıldı.

Reklam

Alınan her askeri tedbir huzursuzluğu büyüttü, kullanılan dini argümanlar ise başlangıçta işe yarar görünse bile, karşı dini argümanlar kullanılmasını ve onu kullananlar ortak bir dille bunu yapabildikleri için daha etkili olmalarını getirdi.

Osmanlı bu yüzden yalnızca Vilayet-i Şam’ı kaybetmekle kalmadı, Kudüs’ten de, mukaddes toprakların bulunduğu Hicaz’dan da çekilmek zorunda kaldı.

Düz akılla sorunların basitçe çözülebileceğini sanmanın maliyeti çok ağır oldu.

[Kendisini isyan için kışkırtanların hesabıyla Şerif Hüseyin’in tek bir bağımsız Arap devleti kurma hülyası da örtüşmüyordu; o ve oğulları da konuya sıradan ve düz bir bakışla yaklaştıkları için sonunda çok büyük hayal kırıklıkları yaşadılar.

Ya bugün? Ya yine Suriye ve Libya?

Hiçbir şey göründüğü gibi olmak zorunda değildir.

Bugün de, Suriye’de, toplumun bütünü içerisinde sayıca fazla anlam taşımayan bir kadronun yönetime hakim olduğu görüntüsü, daha kalabalık ve daha ağırlıklı bir nüfusu temsil edecek muhalif bir cephe oluşturulmasını sağlayarak kendilerine daha yakın hissedecekleri bir yönetim değişikliğinin bir-iki haftada gerçekleşeceği hesabı, sıradan ve düz bir bakışla konuya yaklaşanlara, makul görünmüş olabilir.

Emevi Camii’nde Cuma namazı kılma beklentisi sıradan ve düz bir bakışın sonucudur ve yanlış çıkması da sorunun basit görünmesine karşılık çözümün karmaşık ve çetrefilli olmasındandır.

Reklam

Türkiye gibi güçlü bir müttefik dururken NATO’da ittifak ilişkisi içerisinde bulunduğunuz bir ülkenin Suriye’de sizin ‘düşman’ bildiğiniz gruplarla içli dışlı olmasını kolay çözülebilecek bir sorun görmek de ilk bakışta yadırgatıcı gelmeyen bir akıl yürütmedir. Özellikle o ülkede kendinizi yakın hissettiğiniz biri başkan ise, bunu onunla çözebileceğinizi de düşünebilirsiniz.

O düşüncenin ürünü olan kararlarınızın araziye uymaması sorunun görünenden çok daha karmaşık olması yüzündendir.

Libya’da bir tarafta BM’nin meşru kabul ettiği bir merkezi yönetim var, diğer tarafta da o yönetimi tanımayan ve kendisinin uluslararası arenada meşruiyeti de bulunmayan bir kalkışma… Merkezi yönetimle askeri işbirliğine girerek onu başarılı kılmak göze kolay ve emin bir davranış gibi görünebilir.

Sıradan ve düz bir bakışla baktığınızda ortada sorun bile görmeyebilirsiniz.

Gerçek bu kez de göründüğünden farklı çıkabilir ama.

Kolayca çözülebileceğini sandığınız sorun yepyeni ve içinden çıkılması imkansız yeni sorunlara yol açabilir. O yüzden dostlarınız düşman hale gelebilir, yakınlaştığınız için farklılaşmalarını beklediğiniz düşmanlarınız da, bir bakarsınız, düşmanlıklarından vazgeçmeyebilirler.

Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’nda ‘Arap isyanı’ başladığında İstanbul’a en yakın Arap ağırlıklı nüfusa sahip topraklarda kendini daha güvende hissettiği için sorunun sıradan ve düz bir bakışla kolayca çözülebileceğini sanması yanlışında olduğu gibi…

Ya da, daha yakın bir zamanda, yine sıradan ve düz bir bakışla, kısa sürede yönetim değişikliği yaşanacağı hesabıyla soruna taraf hale gelinen Suriye’den 3 milyondan fazla mülteciyi misafir etmek zorunda kalmanıza ek olarak, çözüldü sandığınız İdlib’ten sayılarının 500 bine varacağı sanılan yeni bir mülteci dalgasıyla karşılaşmanız gibi…

Libya’da aldığınız tavrın ne sonuçlar getireceğini şu sırada bilmek mümkün değil; ama o konuya da sıradan ve düz bir bakışla yaklaşıldıysa, orada da yeni sıkıntılarla karşılaşmak hiç sürpriz olmayacaktır.

Ne yapmak gerekiyor?

Bu sorunun tek bir cevabı var: Konulara sıradan ve düz bir bakışla yaklaşmaktan vazgeçmek şart.

ΩΩΩΩ

Reklam

24 YORUMLAR

  1. Ahmet Altan’ın “İsyan Günlerinde Aşk” adlı romanında şöyle bir olay yer alır. İttihat Terakki Padişahı (II.Abdülhamit) devirmeye çalışmaktadır. O sırada Padişah yanında özel doktoru ile sohbet etmekte ve endişeli bir şekilde dışarıya bakmaktadır. Toplanan halk ise ‘Padişahım çok yaşa’ diye nümayiş yapmaktadır.
    Padişah : Durum çok sıkıntılı.
    Doktor : Fakat halk lehinize nümayiş yapıyor.
    Padişah : Onlar halktır, gücü kim eline geçirirse ona döner.
    Uzun süre konuşurlar, Padişah bakar ki Doktor pek anlamıyor,
    Padişah : Doktor, tababetinize diyecek yok fakat siyasetten pek anlamıyorsunuz. Biraz cinai roman okumalısınız. Sonra bir soru sorar.
    Padişah : Enver nerede? (Enver Paşa o sırada Almanya’dadır)
    Doktor : Aman efendim, bu kadar hain olabilirler mi?
    Padişah : Hayır doktor onlar hain değil, yaptıklarının İmparatorluğun lehine olduğunu sanıyorlar.

    Bu uzun romandan ezberimde kalan tek sahne budur, mealen anlattım.

    1683 yılında Viyana’yı ikinci kez kuşatan IV.Mehmet de yaptığının imparatorluğun lehine olduğunu sanıyordu. Halbuki sonuç alınması mümkün olmayan bu anlamsız kuşatma Osmanlı Devleti’nin bir daha toparlanamayacak şekilde çöküşüne yol açan önemli bir etkendi. Yakın geçmişte irtica ile mücadele ettiğini sanan 28 Şubatçı Paşalar da yaptıklarının Cumhuriyetin lehine olduğunu sanıyordu. Halbuki bu süreç, Batı’daki üst aklın o zamanki BOP planlarına göre, Türkiye’de ılımlı İslamı iktidara taşımak için tezgahlanmıştı.

    Birçok yerde görüyorum. Kuantum teorisini hakkıyla anlaması imkansız olanlar bu teoriden örnekler vererek sosyal, siyasi ve felsefi sonuçlara varmaktan çekinmiyorlar. Dinci kesim ise kuantum teorisine girme ihtiyacı duymadan sayısal çoğunluğuna güvenerek geleneksel şeriantum teorisiyle şımarık tavrını sürdürüyor. Bir süredir vasatlığın özgüven patlaması yaptığı bir dönemi yaşıyoruz. Cumhuriyet tarihimizin hiçbir döneminde seviye bu kadar düşmemişti.

  2. Allah rahmet etsin…Erbakan ve Bülent Ecevit ‘ e o zamanlarda diyorlardı herhalde ne işimiz var Kıbrıs’ta… Tek başımıza kaldık, onca ekonomik zorluklar içinde, o zamanki askeriyemiz bugünkünkünün yanında sıfır iken… öyle bir karar alırsın ki ekmeğini bugün yersin…Abd ambargo uygulamış batıyla aramız kötü olacakmış diye hareket etmediler… ülke çıkarı neyse ona göre hareket ettikler… Kimse bir şey diyormu Ameyikaya…dünyayı hallaç pamuğu gibi atıyor….. Ecdadımız bunları niye getirdi ki buraya bunları… Ne işimiz varmış bu topraklarda…Bu arada Ecevit Libyalıymış….

  3. Osmanlının,savaş severliğinden gurur duyan ve yalnışlarını eleştirmeyen, eleştirenleride hain ilan eden bir milletiz…..

    Şimdi TARIHI tekerür ettirmek heveslisi,
    Osmanlı OCAKLARI diye kurduğu cahaletin alâ bildiğine hüküm süren ve herşeyi ben bilirim diyen ülkenin başkanı.
    Elimizde kalan topraklaride yok etmek için sağa sola saldırmasına 327 parmak yardımı ile şaha kalkmış ve bu ülkenın halki aç olmasına rağmen halen daha onu savunup destek veriyorsa……. vaaaay o ülkenin haline VAY.

  4. eşeğini kazığa bağlayacaksın, sonra Allah’a emanet edeceksin.
    önce tedbirini alacaksın, sonra huzur içinde yaşayabilesin.
    önce hastalığı teşhis edeceksin ki; tedavisini yapabilesin.
    komşunun kazında gözü olan kendi tavuğundan olur.
    dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olma.
    sakla samanı muradına er! (K.Sunal’dan).
    sadece şu sözleri okuyup anlayabilsen, zamanında komşunun tavuğuna kışt der miydin?
    komşu bu sözleri bilmiş olsa (babası sağ olsaydı çocukluğunda TR’de duymuştur) yıllarca Hatay benim toprağım da toprağım deyip zırlamaz dı. Başka ülkenin toprağında gözü olanın kendi toprağını dahi koruyamaz duruma düşmesi! ne hazin değil mi?
    batılı (şu meşhur dış güçler) seni komşunun tavuğuna kışt dedirtip, yada komşunun senin duvar dibine foseptik çukuru açtırtarak kardeşi kardeşe düşman ederek ve bir daha barışıp anlaşamayacak seviyeye getirdiyse!!!
    yapman gereken nedir onu da sen arayıp bulacaksın.
    son söz: komşuda pişer bize de düşer!
    önemli olan dertler sorunlar kısmı değil, yemekler, tatlılar kısmı olsun.
    marifet budur!..

  5. Eski türkiyenin şartlarında olsaydık çevremizde yaşanan sorunların ya da çatışmaların hesabını dış güçler gelip bizim ülkemizde/üzerimizde görürlerdi, ama artık öyle değil; herkes kendi meselesini kendi çöplüğünde halletmek zorunda..! Yeni türkiye ise elhamdülillah kendi içinde terörle mücadelesini halletmiş olduğu için sınır ötesi garnizonları ve deniz aşırı operasyonlarıyla dış politikada çok daha proaktif bir duruma gelmiştir. Tabii bunların hepsi dirayetli ve gözüpek bir liderlik/yönetim tarafından gerçekleştiriliyor, bütçenin önemini ise belirtmek bile abes… imf nin eline bakan bir türkiyede bu işlerin yapılması mümkün mü..?

  6. Burda yorum yapan arkadaşlarda köşe yazarlığı yapabilecek kalite var. Yaziniz kadar yorumlarıda okuyorum. Yaziniza gelince rasyonaliteden uzak hamasi yaklaşımların bedeli ağır olur oluyor.

  7. Lafın özü,Libya dan Türkiye ye ne?CHP genel başkanı Sayın Kılıçdaroğlu nun fikri en makul ve en mantıklı olanıdır.Libya daki iç çatışmayı ,BM ve Arap gücü müdahale etsin,demişti.Fikrine aynen katılıyorum.

    • Al birini vur ötekine… Etsinler kardeşim… Ama etmiyorlar…Türkiye oraya çatışmaya mı gidiyor zannediyorsun…Amaç Akdenizdeki çıkarlarımızı korumak… Sonra benzin mazot el yakıyor deme…Durduk yere yedirirler mi adama petrolü…Türkiyenin canı sıkıldı hadi savaşmaya gidelim diyor…

      • Sen şimdi dersin Orta Asyadan çıktık geldik buralara… Ne işimiz vardı sanki Anadoluda İstanbulda…. Orta asyanın bozkırlarında iyiyidik…

        • Sayın başbuğum ortaasya da fena değildir, tabii cennet gibi değil ama sonuçta bizim bırakıp geldiğimiz zamanlara göre yine de iyi yani..! hürmetler…

        • Dört nala gelip uzak Asya’dan
          Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
          Bu memleket bizim

          Nazım Hikmet

      • Çatışmadan dengeler değiştirilemez, hikaye anlatmayın. Ayrıca Libya harekatının Akdenizdeki çıkarlarımızı nasıl koruyacağını açıklayın, kafamız yatarsa biz de ucuz benzin isteriz tabi. Ayrıca Akdeniz’de karşımızdaki Mısır ile anlaşıp neden MEB anlaşması yapmıyoruz. Bu nasıl milli politika?

  8. Çöküş süreçlerinin en temel iki özelliği:
    1-Yöneticinin yakınında bulunanlar “doğruyu” hiçbir şekilde söylemezler. Daha doğrusu kurulan aforoz sisteminin doğası gereği söyleyemezler.Hatta yanlış olduğunu bildikleri halde verilen kararların en doğrusu olduğunu söylerler.Bu nedenle devamlı yanlış karar verilir.
    2-Bir yanlışı düzeltmek için daha büyük bir yanlış yapılır ve çöküş süreci hızlandırılır.

  9. Yunanlı dostlarımız 500-600 yıl birlikte yaşamış olmamıza rağmen Anadolu’yu komşu olarak içlerine pek sindirememişlerdir, malesef. Konuya hala “bu bölgede Türklerin ne işleri vardı ki” şeklinde argümanlarla yaklaşanları olduğu sürece onlar da genel olarak aramızdaki sorunlara tarihin verdiği bir “düz bakış”la yaklaşmışlardır. En yakın örneği Kıbrıs ve Akdenizdeki sorunlar. Biz sanki Kıbrıs’a keyfimizden çıktık. Kendileri vaktiyle bu adada adilane davranmış olsaydılar iki toplum tek bir Kıbrıs olarak pekala bir arada yaşayabilirdi. Ancak, onlar kendilerini Batı medeniyetine ilham ve altyapı vermiş eski Yunanlıların devamı olarak görerek kibirlenip bizlere yukardan bakma huyundan pek vazgeçmediler. Bu şekilde Avrupa’nın şımarık çocuğu olarak hep hoşgörüldüler. Biz ise genellikle horgörüldük. Yoksa, bu iki toplumun birbirlerinden pek farkı yok. Mutfakları ağız tadları buna dahildir.

    Bizlerinki “düz bakış”sa, onlarınki nasıl bir “bakış”? Onlar makul ve ciddi bir adım atmış ta biz mi atmamışız. Onlar hep açıkgöz cingöz, biz hem barbar hem de açgöz! Ya öyle mi?.. Halbuki, ilişkileri düzeltmek iyileştirmek için ne fırsatlar vardı. Misal, Kıbrıs açıklarındaki hidrokarbon yataklarını tamamen “düz bir bakış açısıyla” oldu bittiye getirip iç edeceklerine, hiç değilse %70ini ortak projelerle birlikte çıkarıp paylaşabilsek fena mı olur(du)? Aslan payı (geri kalan %30 la birlikte) onların olsun, zararı yok (komşuluk hatırına). Bunu yaparken kendi ceplerinden veya bütçelerinden hiçbir kayıpları yok. Allah vermiş tabii nimetini.

    Libya konusunda ortaklıklarda hiç hakkımız yok mu? Onlar da kıyıya itilip kakılmaya çalışıAkdenize açık bizim kadar uzun kıyısı olan bir başka ülke bilmem var mı? Buna rağmen Akdenizden bize bir şey koklatmamak için adeta sırtlanlar gibi yarışıyorlar. 80 yıllık sosyalist kültüre sahip Rusya bile iş bize gelince bir numara kapitalist/emperyalist kesiliveriyor, güya en büyük komşumuz. Geçen sene midir nedir Şirinovskileri dünyadaki bazı işleri Erdoğan ve Putin’in birlikte idaresine bırakalım, herşey hallolur tatlıya bağlanır gibilerden beyanatlar veriyordu (Sputnik te rasgelmiştim, galiba). Şimdi iş Libya konusuna gelince o bile “Hoop, o kadar da demedik!” gibilerden homurdanmağa başlamış. Yahu, orada bizim işimiz yoksa, sizin işiniz ne? Hadi ABD’yi yıllardır anladık; umulmadık bir anda boşta bulunmuş askerimizin kafaya çuval geçirmeler falan filan. Müttefikliğin böylesi görülmemiştir. Bunların ikisi de kendilerine müttefik değil uşak arıyorlar. Onlar ademoğlu da biz galiba uzaydan gelmişiz!

    Netice olarak, Libya’ya gitmekte haklıyız. Bu işin dünyanın 5’ten büyük olduğunu ispatlamağa çalışmakla, Libya çöllerinde ziyan olmakla herhangi bir alakası yoktur. Hak yolunda gerekirse ölelim. Allah indinde bu bize yabancı olan bir şey de değil. Ancak, oraya taraf olarak savaşmaya değil pusulayı şaşırmış emperyal hristiyan bozuntularının kışkırttığı müslüman iki taraf arasında çıkartılan iç savaşı önlemek için gitmiş olalım. Etmediysek, Bu NİYETİMİZİ DÜNYA’YA İLAN EDELİM. Allah indinde olduğu kadar dünya kamu oyunda da bu yaklaşım bize meşruiyet temin edecektir. Oraya gittikten sonra, iki taraf arasında mümkün olan en kısa zamanda arabulucu/barış gücü olarak hizmet etmek üzere araya girelim. Samimi niyetimiz bu olduğu sürece Allah (Al İlah = The God) bizimledir. Hafter adamına elçi yollayalım, onu ikna edelim. Niyeti bozuk, kana susamış emperyal güçler olan Yeryüzünün iki despotu olan Amerikan Trump’ı veya Rus Putin’i dinlemesin, Türkiye’yi dinlesin. Böylelikle Hafter üç kuruşluk koltuk menfaati için ahiret hayatında bu haksızlığının bedelini ödemek zorunda kalmasın. Yoksa, Hafter’i bedel ödemekten feci halde kendi dertlerine düşmüş ne Putin ne de Trump kurtaracaktır. Allah askerimizi korusun, cesaretini becerisini arttırsın. Diğerlerine de korku salsın. Amin!

    • H.K. bey siz iyi niyetle böyle düşünüyorsunuz elbette ama sizin iyi niyetinize elverişli bir saha varmı?
      “Hak yolunda gerekirse ölelim” de hak yolun ne olduğunu kim belirliyor, neye göre belirliyor?
      Bir kere bölgede varlık gösteren ülkelerin herbirinin motivasyonlarını ayrı ayrı tespit edebildiniz mi? Örneyin ABD’nin birden çok motivasyonu var.

      • Baran bey, iyi niyetli olsun. Kararlı olsun insan. Gerisi teferruat! Motivasyonları farklı olmuş olabilir. Hepsini bir araya getirirsin. Herbirinin içersinde biraz olsun insanlık vardır. Olmalı! İşte bunu ortaya çıkarabilmektir liderlik. Bu tür bir iş Papalığa eşdeğer bir “Halifelik” mevcut olmuş olsaydı, daha kolay hallolabilirdi.
        ABD’nin birden çok motivasyonu varsa iyi bir iletişim ve diyalogla sonuçta onlar da makul insanlık seviyesine indirgenebilir. Çözülmeyecek sorun yok!

        TR bu konuda, Libya’da her iki tarafın bir nebze saygı duyduğu elçiler tesbit etmeli. Misal, Malezyadan olabilir, Endonezya’dan veya Pakistan’dan. Savaşan taraflara yollamalı, özellikle Putin’in ve ABD’nin desteklediği Haftar’a. Belli olmaz, belki faydası olabilir. İki kişi kavga ediyorsa araya girip ayırmak kültürümüzde olan bir şey. Hatta bu konuda hadis te var sanıyorum. Böyle bir durumda, imanın en zayıf hali hiç bir yapmamak (misal; Ne halleri varsa görsünler deyip ilgilenmemek, seyretmek. Olayı olmayacak duaya amin demeğe eşdeğer görmek).

        Benim motivasyonumun temelinde insani ve DiNi samimiyet var; onun için “amin” diye bitirdim. “Amin” deme konusunda pek istekli değilsin galiba. ..

        • Yazdıklarınızdan meselelerin detaylarına vakıf olmadığınız anlaşılıyor hocam. Amin denebilecek makul bir dua da yok yazdıklarınızda, gerçeklikten uzak yani. Ben üstadın bu günkü temennisine AMİN diyorum.

          • Yahu Baran bey, meselede vakıf olunmayacak daha önemli ne varmış? Misal, orada savaşan ve savaşa destek için bizzat katılan Ruslar orada siyasi ayak oyunu mu yapıyor yoksa adam mı katlediyor? Ben diyorum ki müslüman-ağırlıklı bir ülke olarak bu durumda bizim de araya girmemiz bu savaşı durdurmağa çalışmamız lazım. Bunun ikinci bir etkisi de Akdeniz’deki haklarımız konusunda kararlı olduğumuzu göstermiş olmak açısından önemli. Vakıf olunacak önemli başka ne var bunda? Gerçeklikten niye uzak olsun? Teessüf ederim. Hem sonra ben “amin” derken Allah, ‘askerimizi korusun cesaretini becerisini arttırsın, diğerlerinin kalbine korku salsın’ konusuna “amin” diyorum. Buna, Fehmi beyin “Amin” dediğine de inanıyorum. Bu konuda iddiaya var mısın? Soralım kendisine. Onun cevabına göre birimiz nişastadaki iyot olsun! yani, bundan sonra ismini/rumuzunu değiştirsin “iyot” olsun!

  10. Sayın yazar
    Sizin gibi tarafsız objektif bütün meselesi Türkiye olan kaç kalem var. Bizi sizden mahrum bırakmayın.

  11. Ortadoğudaki küçük Devletler Osmanlı döneminde sümürgeciliği tercih etti. Filistin, Suriye, Libya, Kuveyt, ırak, Lübnan vb.)
    Günümüzde de sümürgecilik devam etmektedir. İngiltere Fransa ABD Rusya Almanya gibi büyük devletler Ortadoğuyu yıllardır sağılan inekler gibi ülkedeki enerji kaynaklarını aldıar. Şimdi Ortadoğu ülkeleri bir arayış içindedir. Eğer Cumhurbaşkanı Erdoğan Davos olayındaki gibi çetin duruşunu değiştirmeseydi. Eminim Ortadoğunun anahtarı Türkiye olacaktı. Başta ABD ve Rusya olmak üzere büyük devletler Türkiye’ye yalvaracaklardı.

    • Yahu nusret k allah askina uyan sen Davos cikisini dik durdunu sandigin reis ne dedi benim søzum modutøre dedi iki sen dik dursan kac yazar varmi turkiye ve arap aleminde silahini kendi ureten denizlerde dolasan ucak gemileri bizimde haberimizmi yok yoksa denizden firlatipta binlerce km vuran fuze ffirlatan gemilerimizmi var natodan ayrilda gucunu o zaman gørelim

  12. Bu konuya…
    Bu konulara…
    Kur’an ve ilim…
    Açısından bakmak…
    *
    Kur’an ve ilim çalışmaları…
    Karagülle Hocamızla devam ediyor…
    Ocak Medya okuyucuları çalışmalardan haberdar…
    İlgililer ve yetkililer de haberdar olup yararlanırlar, inşallah…
    *
    Ve’s-SELAM/BARIŞ…
    Mea’d-DUA…

  13. Strateji kuruluşları bunun için var. Daha derinlikli analizler yapabilmek ve daha sağlıklı yol haritaları çıkarabilmek için. Ancak bizde bunun eksikliği çok fazla hissediliyor. Var olan strateji kuruluşlarının isimleri çok hoş ancak içi boş. Bu sebeple problemlere yaklaşımımız çoğunlukla sığ ve basit bir görüntü veriyor. Bunun da asıl sebebi bilgiye, görgüye, liyakata, çok sesliliğe, açık fikirliliğe, hür iradeye, ifade özgürlüğüne, tartışmaya, sorgulamaya ve eleştiriye değer vermememiz, karşı fikirleri susturmayı, bastırmayı, ötekileştirmeli, etiketlemeyi ve yasaklamayı tercih etmemiz, aykırılıkları ve muhalefeti hoş görmememiz, dediğim dedikçi olmamız yatıyor. Toplum olarak patriyarcıyız, yani baba ne derse o, tek sesliliği, tek karar verici bir otoriteyi seviyor ve istiyoruz, işin kolayına kaçıyor, sorumluluk istemiyoruz. Yani ve kısaca yeterince özgür ve demokrat değiliz. Bu ailede de, okulda da, iş yerinde de, her türlü yönetimde de böyle. Bunu da iyi bir değer olarak satmaya çalışıyoruz. Bu durum değişecekse ancak eğitimle olabilir. Ama o konuya da hiç girmiyoruz. Kozmetik değişikliklerle eğitim reformları yaptığımızı zannediyoruz, kulağımızın üzerine yatıyor, üç maymunları oynuyoruz.

Yoruma kapalı.