Başbakan Binali Yıldırım’ın yeni-eski bakanlara verdiği geniş katılımlı ve yemekli davette, Nimet Baş’ın cep telefonu elden ele dolaşmış…
Etraftakilere göstermek için kaydettiği bir fotoğraf davetlilerin yüzlerinin asılmasına sebep olmuş…
Tepkileri Nimet Baş’a değil; AK Parti’yi çeşitli zeminlerde temsil etmiş, TV programlarında göz doldurmuş eski bir milletvekilinin ‘FETÖ’cü’ damgası vurularak elleri kelepçeli gözaltına alınma fotoğrafına…
Yüzü asılanlar arasında Başbakan Binali Yıldırım da varmış…
Bakanlar “O Paralelci değildir” diye gözaltına alınan arkadaşlarına karakter tanıklığı yapmışlar.
İlk işittiğimde benim de “Herhalde o değildir, isim benzerliğidir” diye düşündüğüm İdris Şahin’in gözaltı durumu devam ediyor.
Listeleri kim yapıyor?
Bir dostum, bir süreden beri, genel tabloya bakarak, “Listelerin tanziminde parti, hükümet ve hatta Külliye devre dışı” deyip duruyor.
Ona göre, devreye giren ‘bir el’, sadece ‘Paralelci’ sıfatını hak edenleri tasfiye etmiyor, kendilerini AK Parti gibi bir iktidarın bürokrasisi içerisinde yer almaya hazırlamış bir nesli de devlet görevinden uzaklaştırıyor…
Vahim ve önemli bir iddia bu. Hayli zamandır Ankara dışında yaşadığım için doğruluk derecesini test etmem mümkün değil.
Gözaltındakiler… Görevden alınanlar… Malları müsadere edilenler… listelerine baktığımda, ‘kim kimdir?’ çıkartamıyorum.
Ama yine de fikir sahibi olabileceğim tekil örnekler var.
Yakından bir örnek
Hülya (gerçek adı değil) bir arkadaşımın kızı, ama benim kızım da sayılabilir; babası ve dayısıyla arkadaşlığımız MTTB yıllarından (1968 ve sonrası) bugüne kesintisiz sürdü çünkü.
Yakın arkadaş olduğu büyük kızımla yaşıt Hülya ve onunkine yakın bir tarihte (2008) dünya evine girdi. Kızımın nikâh şahitliğini yapmış Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Hülya’nın nikâh törenine ve düğün yemeğine katılması bekleniyordu; geçerli bir mazeret yüzünden katılamadı.
Baba ve dayı AK Parti saflarında siyaset yaptılar. İsimlerini versem ve ardından “Hülya’nın FETÖ ile hiçbir ilişkisi bulunmayan eşi de görevinden uzaklaştırılanlar listesinde” diye eklesem, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Olamaz” diyeceğine eminim.
Oluyor işte.
Son iki hafta içerisinde, kimi yazdığım yazılara destek olsun diye, kimi de seslerini aracılığımla duyurabileceklerini düşünerek bana gönderilen örnek olayların sayısı hayli fazla; bunların bazısına yazıların altındaki ‘yorum’ bölümünde yer verdim. Okuyorsunuzdur.
Yalnız ben olsam neyse; Hayrettin Karaman, Ahmet Taşgetiren ve Abdurrahman Dilipak gibi kalemler de, kendi yakınlarından veya öğrendikleri örnek olaylardan hareketle, ‘Paralel ile mücadele’nin daha hassas bir zeminde, mağduriyetlere sebebiyet verilmeden yapılmasını tavsiye eden yazılar yazdılar.
Tasfiye, nereye kadar…
En başlarda ‘Türkiye’nin gelmiş geçmiş en yaygın tasfiye operasyonu’ gözüyle bakılıyordu yaşananlara; şimdilerde ‘dünyanın en yaygın tasfiyesi’ denilmeyi hak edecek kadar genişledi.
Sadece gözaltına almak ve tutuklamakla kalınmıyor… Henüz yargı süreci başlamadığı ve dolayısıyla herhangi bir mahkumiyet kararı çıkmadığı halde, insanlar, yıllardır sürdürdükleri devlet görevlerinden de atılıyor; bir daha devlet memuru olamayacak biçimde hem de… Başta mallarına-mülklerine kayyım atanıyordu; şimdilerde her şeyleri müsadere ediliyor…
Gözaltında veya tutuklu durumda gazetecilerin basın kartları iptal ediliyor…
Tutuklu olan herkesin pasaportları iptal edildiği gibi, çoğu ne olup bittiğini bile anlamaktan uzak eşlerin pasaportları da iptal işlemine tâbi tutuluyor…
“15 Temmuz gecesi 240 kişiyi öldürdüler, Cumhurbaşkanını öldürmeye kalkıştılar, hükümeti devirmek istediler” ile başlayıp “Onlar planlarında başarılı olsalardı, bize neler neler yapacaklardı” diye devam eden bir anlayışla yapılıyor bütün bunlar; biliyorum…
O gece yaşananlar gerçekten dehşet vericiydi. Hem bir daha öyle bir oldu-bitti yaşamamamız için, hem de aldıkları canların hesabının sorulması için, ‘darbe’ planlayan, uygulamaya koyan, fâilleri arkalayan ve talimatlarla yönlendiren kişilerin yargı önüne çıkarılması ve ‘suçlu’ bulunanların en ağır cezalara çarptırılması gerekir.
Ancak öylesine hâin bir saldırıya karışmış, destek vermiş, onaylamış olanların sayısının yüz binlere vardığını nasıl düşünebiliriz?
Mantıklı geliyor mu böyle bir şey size?
Bir ülke içerisinde, bu kadar çok sayıda insan, bulaşık kumpasçı, gözü dönmüş kâtil, yanlışların savunucusu olabilir mi?
Şu anda peşlerine düşülen insanlar arasında, değişik sebeplerle arkasına takıldıkları kişilerin ‘FETÖ’ örgütüne dönüştüğünü ve yaptıklarını görünce, onlara lânetler yağdırmaya başlamış, ne olup bittiğini anladıkları ilk andan itibaren onlarla aralarına derhal mesafe koymuş pek çok kişi var.
Listeler geniş tutuldukça ve ‘Paralel ile mücadele’ adıyla yürütülen süreç AK Parti’yi TV ekranlarında en aklı başında biçimde savunan İdris Şahin’i, babası ve dayısı AK Parti câmiası nezdinde saygın ve övünç kaynağı isimler olan Hülya’nın eşini de içine alacak kadar ileri götürüldükçe, mücadele zayıflar, sonuç almak güçleşir.
Bir de İngiltere’den örnek
Buraya, ara sıcaklık olarak, geçen gün (31 Ağustos) İngiliz Guardian gazetesinde okuduğum bir yazıdan bölümler alıntılıyayım.
Yazarı Francis Beckett adlı bir gazeteci.
Francis’in babası 2. Dünya Savaşı sırasında 4 yılını cezaevinde geçirmiş… Sonra kendisini bir tür ev hapsinde tutmuşlar; Londra’nın 10 km dışına çıkamıyormuş…
Suçu? “Benim babam faşistti” diyor Francis…
Naziler ve faşistlerle savaşan bir ülke, kendi sınırları içerisinde ‘5. Kol’ olarak gördüğü kişileri yakın takibe almış, suçunu belirlediklerini cezaevlerine, ev hapislerine çarptırmış… Francis’in babası cezaevi sonrası yerel bir hastanede yöneticilik görevi üstlenmiş, istihbarat örgütü, birkaç ay sonra sessizce işine son verdirmiş… O kadar sessizce ki, adam, kıtlık günlerinde çocuğuna rüşvetle muz aldığı için bu işin başına geldiğini sanmış…
Bu alıntıyı neden yapıyorum? Şundan: Francis Beckett “Babam daha faşist, daha anti-Semitik olarak çıktı cezaevinden” diyor. Annesi eşini uslanması için teşvik ederken, işini kaybeden adam yanlış siyasetin içinde daha fazla boğulmuş…
Canavarlaşmış onun durumundaki insanlar…
Alınan aşırı tedbirlerin o günlerin İngilteresi’nde toplum tarafından hoş görüldüğünü de kayda geçiriyor Francis Beckett; bir başka olumsuzluğa da dikkat çekerek: Bu işlemler, insanları takibe alan, onları gözaltında tutan, cezaevlerine kapatan devlet görevlilerinin karakterleri üzerinde olumsuz etki yapıyor…
Zekeriya Öz’ün ‘Ergenekon’ ve ‘Balyoz’ davaları sürecindeki karakter değişimi hepimizin gözleri önünde gerçekleşmedi mi?
Genelkurmay Başkanı’nı bile demir parmaklıklar gerisine göndermek baştan çıkartıcı bir güç verir bunu yapana…
Demokrasi için ise her şey, demokratik davranalım
Şimdiki gibi dönemlerde benim burada dillendirdiğim türden uyarılar hoş karşılanmayabilir.
Ancak şimdi yapılanlar, süreci yürütenlerin açıklamalarına göre, ‘demokrasi’ adına yapılıyor; ‘demokrasiyi güçlendirmek’ adına…
Demokrasi, okuduğunuz bu yazı gibi uyarıların serbestçe yapılabildiği rejimin adıdır.
ΩΩΩΩ
NOT:
Henüz okumadıysanız, dün siteme eklediğim ‘Hasbihal’ yazıma (‘Bugün sizlerle hasbihal yapmaya karar verdim. Zira 3. ayımız dolmak üzere…’) bir göz atmanızı isterim. FK