Bizim televizyonların saatler süren tartışma programlarını hayli zamandır izlemediğimi biliyorsunuz; galiba sıranın gazeteler ve köşe yazarlarına da gelmesi gerekiyor. Şu sırada göz attığım köşelerde karşıma çıkan değerlendirmeler gözlerimi boşuna yorduğumu düşündürmeye başladı.
“Havanda su dövmek” deyiminden haberdarsınızdır; resmen havanda su dövülüyor.
ABD’de Kongre’yi basmaya kadar varan gelişmeleri izlemedikleri için öngöremeyenlerin her şey olup bittikten sonra birer allame edasıyla ifade ettikleri görüşlere tahammül etmek gerçekten zor.
Trump tek, biricik ve yalnız değil
Her olaydan kendimize pay çıkarmak zorunda değiliz, bunu bir anlasak rahat edeceğiz.
Bizim dışişleri bakanlığının açıklamasından da buram buram kokusu alınan “Oh olsun” tadındaki dokundurmalar, bazılarının yüreklerindeki yağları eritse bile, böyle bir yaklaşımın etkisinde kalabilecek kişileri Washington’da ABD Kongresi’ni basanlar çizgisine doğru sevk ediyor ve maalesef bu da fark edilemiyor.
ABD ile Türkiye arasında ucuz paralelikler kuranlar çok.
Donald Trump son zamanlarda dünyanın bazı ülkelerinde boy gösteren bir çizginin ABD’deki temsilcisi. Aslında günümüze özel ve yeni bir çizgi de değil bu; geçmişte de o ve ona benzeyen türde liderlerin peşinden kitlelerin gittiğini biliyoruz. Trump da toplumun bir bölümünü diğer bölümüne karşı kışkırtarak ölümü göze alacak kadar kendisine bağlı bir taraftar kitlesi oluşturmayı başardı.
Son seçimden sandıktan bir kez daha çıkmayı başarabilseydi, elde ettiği iktidarı esas hangi amaçla kullanacağını bütün dünyaya gösterecekti.
İktidardaki ilk dört yılını biraz olsun kendisini tutarak geçirdiğini varsayabiliriz.
Bu sebeple ABD’yi bir belayı az zararla atlattığı için şanslı sayabiliriz. Ve tabii ABD’nin konumunu düşünürsek dünyamızı da…
Trump gibi liderler kendisini seçen-seçmeyen ülkesi insanlarını rahat, huzur ve refaha kavuşturmak ile görevli olduğunu düşünmez, adını tarihe yazdırmak gibi bir misyonu benimser. Zaten siyasete de böyle bir amaçla ilgi duymuştur: Adını tarihe yazdırmak için… Tarih ise, ilk insanların arkasından gelen nesillerden başlayarak öylelerini çok gördüğü için, Trump gibiler hakkında önyargılıdır.
O sebeple de Trump-giller için iyi şeyler yazılmaz tarihte.
Gelirler, parmak ısırtan işler yaparlar ve zamanlarını doldurunca yerlerini görevlerinin sınırlarını bilen türde siyasilere bırakırlar.
Hep böyle olmuştur. O tipler yüzünden yaşanan gerilimli günleri herkesi rahatlatan dönemler izlemiştir.
Tarih bu tespitimin şahididir.
Gözlerin açılması uzun sürebiliyor
Şu son dört yılda ABD’de yaşananların Kongre’nin basıldığı bir terör olayıyla sona ermesine bu yüzden şaşırmamak gerekiyor. Trump’a oy verenlerin hepsini Kongre’yi basan tiplerden ibaret saymak yanıltıcı olur. Ona oy verenler içerisinde esas önemsenecek kitle, sadece onun kendi zihninde var olan ajandasını bilmediği için Trump’ın bazı politik tercihlerinden yararlanan ve bu sebeple peşine takılan sıradan insanlardır.
Onların gözü önceki gün Washington’da sergilenen olayları görünce açıldı.
Yardımcısı Mike Pence’in, kendisine dört yıl boyunca en ciddi desteği veren Mitch McConnell ve Lindsay Graham gibi politikacılar ile ilk gün istifalarını sunan iki bakan ve birkaç Beyaz Saray çalışanının nasıl birinin arkasına takıldıklarını görmeleri ancak Kongre baskını sonrasında mümkün olabildi.
O gözler şimdi açılmasaydı, Trump’ın bir tehdit olarak varlığı daha uzun yıllar devam edebilirdi. 2020 seçimini yenilettiremezse 2024’te yeniden aday olma hayali kurduğu kesin çünkü.
Zaten bu yüzden ABD’yi şanslı sayıyorum.
Trump-giller nerede duracaklarını bilmezler. Sağlıklı düşünemeyen zihinlerinde hep en ileriyi hedeflemek ve hedefe varıldığında bile daha ileriyi yeni hedef olarak seçmek vardır.
Amerikan siyasetinin ağababaları onu bu yönüyle yeni tanıdı, ama iyi tanıdı. Önünde görevi terk edeceği yalnızca 13 gün kalmışken, Trump’ı bir gün bile yetkilerini kullanamayacak hale getirme yönünde bir kararlılığın kendini belli etmesinin sebebi budur.
O 13 günü ülkeye -ve kendine- zarar verecek maceralarla değerlendirmek isteyebileceğini anladılar.
Başkan olduğu gün kendisine teslim edilmiş ‘nükleer batonu’ bile kullanabilecek biri Trump.
Gerçeği sonunda bütün çıplaklığıyla Kongre baskını günü gördükleri için istifasını verenler yanında, “Görevden ayrılırsak arada geçecek zaman diliminde daha fena işler yapmasını engelleyemeyiz” veya “Yerimize şerlik yapacak birilerini getirir” endişesiyle yerlerinde kalanlar da mutlaka vardır.
Hep örnek olarak Belarus’u ve koltuğunda bir dört yıl daha oturabilmesini sağlayan sandıktan hileyle çıktıktan sonra başgösteren toplumsal hareketleri kanlı yöntemlerle bastırmaktan çekinmeyen lideri Alexander Lukeshenko’yu gösteriyorum; ama gerçekten en çarpıcı ‘Trump-gil’ örneği o…
Belarus halkı Amerikalılar kadar şanslı değil işte.
Lukashenko koltuğu terk etmemek için direniyor, bütün muhaliflerini kırana kadar direnecektir de…
Muhaliflere göz açtırmayacak, her birine bir kulp takarak etkilerini azaltacak, seslerini boğacak, sindiremediklerini ezmekten geri durmayacaktır.
Zaten bunları yapıyor Lukashenko.
Trump ilk dört yılında ABD’de bunları yapmadı. İlk dönemini, her dediğini harfiyle uygulayacak kendisine sadık bir siyasi ve bürokratik altyapı ile ülke nüfusunun yarısını kendisinin ölümüne destekçisi haline getirmek için kullandı.
Esas programını sandıktan muzaffer çıkacağına kendisini inandırdığı 3 Kasım sonrası ikinci dönemine sakladığı o kadar belli ki…
Programının o bölümünü önümüzdeki 13 günde gerçekleştirme hevesine kapılabileceğini düşünenler ve bunu engellemek üzere harekete geçenler yanılmıyor. [Başkan olarak istediğinin cezalarını ortadan kaldırma (‘pardon’) yetkisi var; Trump o yetkisini kendisi ve yakınlarını toplam bir affa uğratmak için kullanmanın yollarını da arayacaktır.]
Bu sabah gazetelere yukarıda sıraladığım tespitlere ışık tutacak haber ve yorumlarla karşılaşmak umuduyla göz attım.
Hayal kırıklığımı anlayışla karşılamalısınız.
ΩΩΩΩ