Vakıflara dokunmak hayırlı değildir. Davutoğlu’na duyulan husumet yanlış tasarruflara yol açıyor…

59
Reklam

Sürpriz, sürpriz, sürpriz…

Kredi aldığı kamu bankasıyla yeniden yapılandırma sürecine girince kayyım atanarak varlığına devlet tarafından el konulan vakıf Şehir Üniversitesi’ne uygun görülen davranışın ağızlarda bıraktığı kekre tad yetmezmiş gibi, o üniversitenin kurucusu Bilim ve Sanat Vakfı da dün aynı muameleye tabi tutuldu.

40 yıldır gençliği bilim ve sanatın bütün kollarıyla tanıştıran Bilim ve Sanat Vakfı (BSV) dünden itibaren artık kayyım yönetiminde.

Böyle tasarruflara itiraz edildiğinde, son birkaç yılın olağanüstü şartlarında torba yasalara eklenmiş yasa maddeleri hatırlatılarak ‘kanunilik’ kılıfı öne sürülüyor; herhalde bu yeni el koymanın da öyle bir gerekçesi vardır.

Esas gerekçe ise, hiç değilse pek çoklarının zihninde, Şehir Üniversitesi ile BSV’nin yeni kurulan Gelecek Partisi’nin lideri Ahmet Davutoğlu ile var olan ilişkisidir.

BSV’yi 40 yıl önce Mustafa Özel ve Murat Ülker gibi Boğaziçi Üniversitesi’nde birlikte okuduğu yakın arkadaşlarıyla kurmuştu Davutoğlu; BSV de 2008 yılında Şehir Üniversitesi’ni kurdu. 

Davutoğlu akademiden bürokrasiye, oradan da siyasete adeta zorla çekildiği, AK Parti hükümetlerine danışmanlıkla başladığı yolda bakanlık ve başbakanlık makamlarına da getirildiği halde, kendisine siyasette yeni bir yol açma ihtiyacı duyunca birdenbire ‘istenmeyen adam’ konumuna düşüverdi.

İstanbul’da Vefa Bozacısı’na uğramış olsam bile binası onunla aynı sokakta olan BSV’ye hiç ayak basmamıştım. Tek ziyaretim, AK Parti iktidarının ilk döneminde, Davutoğlu’ndan hizmet beklendiği onun ise ayak sürüdüğü günlerde olmuştu.

Reklam

Cıvıl cıvıl, gençlerle haşır neşir olunan, sürekli hareket halinde bir yer izlenimi bıraktı üzerimde BSV… 

Üniversiteler dışında ve üniversite olgunluğunun çok ötesinde eğitim veren, bilimsel araştırmalar yapılan, dergileri ve yayınlarıyla çok ileri düzeyde birikime sahip bir kurumdur BSV… 

Akademik hayattan kopmamak şartıyla Ankara’ya geldi Davutoğlu.

Sonrası biliniyor.

Kendisini siyasete zorlayan Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı süresinin bitmesine bir gün kala yapılan AK Parti kongresinde, başbakanlığı da üstlenmesini getirecek bir sürecin parçası haline geldi Davutoğlu ve genel başkanlığa seçildi.

Kendisini o görevlere layık görenlerin bugün onunla irtibatlı diye pek çok başka önemli şahsiyetin de emekleriyle oluşmuş hayırlı hizmetler gören kurumlara devlet adına el konulmasına ses çıkarmaması, ne yönden bakarsam bakayım, bir ‘sürpriz’dir benim için.

Vakıf bizim kültürümüzün ürünüdür

Her şeyden önce kültürümüzün ürettiği ve başka ülkelere de örnek olmuş ‘vakıf’ geleneğini  zedeleyecek bir tasarruf bu.

Reklam

Vakıf bize özgü bir kurumdur. Şimdilerde başta ABD olmak üzere pek çok Batı ülkesinde ölümlerinden sonra da hayırla yad edilmek isteyen kişilerin servetlerinden bir bölümünü ayırarak oluşturdukları vakıflar, Osmanlı’da yaygın hale gelmesinden sonra dikkat çekince, taklit yoluyla Batı’ya geçmişti.

Bu kurumun özelliği kurucusuyla ilişkisinin kıyamete kadar korunacağı kabulüdür.

‘Siyaseten katl’ uygulaması sebebiyle devlet adamlarının makbul iken kolayca maktul hale gelebildiği dönemlerde, aile fertlerini koruma ve kollama amacına da yaradığı için yaygın biçimde kullanılmıştı vakıflar. Tarihimizde, kurucusunun siyasette en kötü muameleye uğratıldığı ortamlarda bile, onun kurduğu vakfa dokunulmamıştır.

Ayasofya konusu ne zaman tartışma ortamına girse, aralarında onunla ilgili olanın da bulunduğu Fatih Sultan Mehmet’in kurduğu vakıflar üzerinden vakıfların dokunulmazlığı gündeme getirilmiş, vakfa dokunmanın, onu kurucusunun amacına aykırı muameleye maruz bırakmanın, ‘tağyir ve tebdil’ etmenin bedduayı hak edeceği hatırlatılmıştır.

Şimdi yapılan, vakıf statüsünde olan BSV’nin kuruluş maksadına aykırı bir tasarruftur.

Durumdan vazife çıkaranlar mı var?

İnsanın olduğu her yerde sorun da çıkar, ihtilaf da yaşanır, birlikte yola çıkanların farklı istikametlere doğru evrilmeleri de mümkündür. Dünün dostları, yakın arkadaşları bugünün hasımları haline dönüşebilir.

Geçmişte o durumda olanların kelleleri bile vaktiyle birlikte oldukları güç sahipleri tarafından alınabiliyordu.

Bugün çok şükür öyle bir durum söz konusu olmuyor.

Kellelere dokunulmuyor, ancak hoş kaçmayan başka yanlışlıklara başvurulabiliyor.

Oysa her durumda gözetilmesi gereken ölçü adaletli davranmaktır. Birilerine duyulan husumetin o insanlara karşı adaletsiz davranmayı getirmemesi beklenir.

Vaktiyle aynı siyasi yolda birlikte yürümüş olanlar, herhangi bir sebeple uzak kulvarlara savrularak birbirlerinden uzaklaşmış iseler, aralarındaki sorunu siyaset alanı içerisinde kalarak çözmelidirler. 

Bu yazdıklarımı, konunun ne kadar hassas olduğunu, Şehir Üniversitesi ve BSV konusunda kararlar alanlar en az benim kadar bilirler.  

Zaten yazıya ‘sürpriz’ sözcüğünü birkaç kez tekrarlayarak girmemin sebebi de bu durum.

Neleri yapmaya ve neleri yapmamaya mezun olduklarını pekala bilen insanların bu tür bir cezalandırma yoluna başvurmaları için kullanılabilecek tek sözcük ‘sürpriz’ olabilir çünkü.

Tabii bu, ölçülerden habersiz veya haberli olsa bile yakın göründükleri iktidar cenahına zarar vermeyi kafaya koymuş birilerinin durumdan vazife çıkartarak yanlış olduğunu bile bile uygulamaya koydukları bir tasarruf değilse…

Hatırlatırım: Vakıflara dokunulamaz.

ΩΩΩΩ

Reklam

59 YORUMLAR

  1. BİSAV’a el konulmasını en baştan yanlış buluyorum ve hukukun katlinin yeni bir adımı olarak görüyorum. Kimsenin vakfına, malına hukuku bükerek el konulamaz, düşmanımız bile olsa herkese hukuk içinde muamele edilmeli. Nokta.
    Bunun ötesinde Bernar Bey gayet iyi konuyu izah etmiş, Erdoğan Rejiminin motivasyonunu, bu sürecin gerçek sahiplerini vs. izah etmiş. Tabii ki bu izahlar paralı ve parasız tröllere değil. Onlara laf anlatmaya çalışmak anlamsız.
    Dindarların iyi bir imtihan veremediği gayet doğru. Zaten 2013’ten beri yoldan çıkan devletin ne yapacağını özellikle AKP destekçisi çevrelere anlatmak için dil döküldü, yetmedi. Bundan sonra uyanırlar mı bilmem.
    Allah herkese akıl ve insaf lütfetsin.

  2. 1) Süleyman Ateş değerli bir din alimidir. Bir başka değerli alim Yaşar Nuri’den farklı olarak siyasete meyletmemiştir. Süleyman Ateş’e dinci / muhafazakar gazeteler köşe açmadılar. Ateş’ten hazzetmediklerini söylemek mümkün. Süleyman Bey’e 2000’li yıllarda Vatan gazetesi köşe açmıştı. Vatan’a renk katan yazarlardan biriydi. Kendisinden çok şeyler öğrendiğimi belirtmeliyim. İlmiyle âmil bir hoca olan Ateş, tip olarak ta tam bir ak sakallı dededir. (Böyle halim selim Müslümanlarla “şeriat dede” diye alay eden trollere rastlıyoruz.) Hocamızın, Milliyet gazetesinden kupon keserek aldığım Kuran tefsirini hâlâ kullanıyorum. Kıymetli hocanın internet sitesi: http://www.suleyman-ates.com/
    2) Sayın Erdoğan’a S. Ateş gibi gerçek alimlerle muhatap olmasını tavsiye ederim ama böyle bir tavsiyeyi dikkate almayacağını biliyorum. Çünkü Ateş veya herhangi gerçek bir alimi muhatap alırsa o alim RTE’a Sarayının duvarına astığı hadislerin Emeviler zamanında uydurulmuş olduğunu söyleyecektir. Bu nedenle “Hadisleri inkar eden kafir olur, Müslüman olmayan cennete giremez” gibi laflar eden Cübbeli veya cübbesiz alimleri tercih ediyor.
    3) Murat Bardakçı çok değerli bir tarihçi. Gazete yazıları, kitapları çok değerli. Ama asıl Habertürk TV’de yaptığı televizyon programı Tarihin Arka Odası çok değerliydi. Kaldırdılar. Beş senedir yeniden başlamasını bekliyoruz. Herhalde boşa bekliyoruz. Gerçek tarihi öğrenmek isteyenler Youtube’dan eski bölümleri izleyebilirler. Bardakçı’nın konuk ettiği âlimler gerçek âlimlerdi. Yani âllâme idiler. Sayın Erdoğan “din” konusunda olduğu gibi “tarih” konusunda da hakiketlere tahammül edemiyor olmalı. Yoksa Bardakçı köşesiz ve programsız kalmazdı.
    4) Yandaş gazeteler, yandaş köşe yazarları ve troller bir büyük rezalet tablosudur. Bu rezalet ortada durduğu sürece İktidarın sözlerinin tesiri olmayacaktır. Yandaş yazarlardan ve trollerden ülkeye bir fayda gelmeyeceği gibi İktidara da (iktidar süresini uzatmak bakımından) bir fayda gelmesi mümkün değildir.
    5) Büyük yazarımız, medâr-ı iftihârımız Orhan Pamuk, dün Beyoğlu’nda bir söyleşiye katıldı. Tıpkı imza günlerinde olduğu gibi büyük bir kalabalık yazarımızı dinlemeye koştu. Gidemeyenler instagram’dan canlı izlediler. Beyoğlu’nun AKP’li Belediye Başkanı Haydar Ali Yıldız da söyleşiye katıldı. Söyleşiden sonra tweet attı: “Yayımlanmasından 21 yıl sonra Benim Adım Kırmızı romanının yazılma hikayesini Orhan Pamuk, Erkan Irmak ve Feride Çiçekoğlu’ndan dinledik. Türk edebiyatının başyapıtlarından birinin hikayesini yazarından dinlemek çok keyifliydi. Söyleşinin ardından Nobel Ödüllü Yazarımız Orhan Pamuk, Benim Adım Kırmızı’yı bizim için imzaladı. Hem Sayın Pamuk’a hem de bu kıymetli program için Yapı Kredi Kültür’e çok teşekkür ederim.”
    6) Hah şöyle… Medeni ol, canımı ye. Olumlu ve çok güzel bir gelişme olarak görüyorum bu davranışı. Aslında son derece normal bir davranış. Ama bizzat Erdoğan’ın her konuda ve tek başına yaptığı öyle büyük bir tahribat var ki normal bir davranış karşısında bile sevinip mutlu oluyoruz.
    7) Süleyman Ateş gibi din alimini, Murat Bardaçı gibi tarihçini, Selahattin Duman gibi üslup sahibi köşe yazarını, Orhan Pamuk gibi dâhi edebiyatçını köşeye itersen, sesini kısarsan, karalarsan, yok sayarsan eline bir şey geçmez. Yaptığın bu haltın sana hiçbir olumlu getirisi olmaz.
    8) Bütün samimiyetimle bir tavsiyede daha bulunmak istiyorum sayın Erdoğan’a. Yandaş köşe yazarlarının mallarına mülklerine el koyun. Ben şundan eminim: Nagehan Alçı gibi biri bu vatan için asla canını vermez. Mal canın yongasıdır deyip, malını da vermez. İktidar değişsin bu yandaşlar sizin suratınıza bile bakmazlar. Şundan da eminim: Bunlar yurtdışına epey bir para kaçırmışlardır. İktidarın gidici olduğunu anladıkları an tabanları yağlayıp, sıvışacaklardır.
    9) Hep muhaliflerin mallarına, mülklerine, vakıflarına el koyarsanız bu düzeltmeye çalıştığınız imajınızı daha beter eder. İllet, zillet, ihanet laflarının nasıl geri teptiğini yerel seçimde gördünüz. Üstelik bu laflar çirkin olmanın ötesinde yalandı da.
    10) Şaşırtıcı hareketler yaparsanız iktidar süreniz uzayabilir. Beyoğlu Belediye Başkanı Orhan Pamuk’a kitap imzalattı bak ne kadar sevindirik oldum. Dönemin başbakanı 2009’da Çetin Altan’a “İyi ki varsınız” dediği zaman da benzer duygular içindeydim. Beni yumuşatmak bu kadar kolay. Nagehan Alçı’nın ve kocasının malına mülküne bir el koyun en büyük trol ben olacağım söz.

  3. Yazı
    “ Kredi aldığı kamu bankasıyla yeniden yapılandırma sürecine girince kayyım atanarak ”
    Diye Tamamen yönlendirme ve yanlış bir cümle ile başlıyor
    Doğrusu “yeniden yapılandırma sürecine herhangi bir teminat gösteremediği için giremeyen ve aldığı krediyi milletin sırtına yükleyen bu kredi ile kendini destekleyen yandaş akademisyenlerine arpalık olan veren ….üniversite ve vakfına el konuldu “
    Olacak

      • Buranın müdavimi çok değerli yorumcuların her türlü konunun Yükseği olduğunu görünce hukuğunda vardır diye çıkarım yanlış olmaz

  4. BİR BASIN HABERİ:”İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın “Devran” isimli kitabının tiyatro oyununa ilişkin, “Çağrılsaydım, gitmezdim” ifadelerini kullandı.” YORUM:Kimi davet edecekelrini bilirler.Bu konuda endişeniz olmasın M.Akşener.

  5. ABD ki halkbank davasına Türkiye tarafı katılmazsa her gün iin 1 milyon dolar ceza verilmesi konusunda ABD savcısı mahkemeden talep etti.Gerektiğinde, bu günlük ara cezası 2 milyon dolara çıkarılması da talep etti savcı.Bu duruma göre; Türkiye ya davaya katılacak ,ya da dava bitene kadar belki toplamda 20-30 milyon dolar para cezası ödemek durumunda kalacak.

  6. Görünen o ki Ahmet Davutoglu, Ak partiye zarar gelmesin diye çoğu şeyi sineye çekmektedir. Yine de iyi niyetine susmaktadır. Belki de Ahmet Davutoglu halen Erdoğan ile barışmaktan yana tavır sergilemektedir.

  7. Sakın vakfın önünden geçmeyin DATÖ’ cü ilan edilip tutuklanabilirsiniz. ???

  8. Bir binayı ayakta tutan taşıyıcı kolonlardır.
    Şu anki iktidarı ayakta tutan ise korkudur.
    Hukuk sistemi içinde de haksızlığa maruz kalabilirsin.Ancak savunmanı yapar haklılığını kanıtlar hakkını elde edersin.Bu nedenle korkmazsın.Korku iklimi oluşmaz.
    Korku iklimi için mutlaka hukuku ortadan kaldırmak gerekir.
    Hukuku ortadan kaldırınca öncelikle fütursuzca haksızlık edebilirsin.
    Haksızlık edilenler hiçbir şekilde kendini savunamaz.
    Sadece haksızlığa uğrayanlar değil bu durumu bilenler de yani toplumun tamamı korkar.
    Ancak her şeyin bir doyum noktası, bir eşiği vardır.
    Bu nokta ve eşikten sonra sistem, sistemi kuranların aleyhine işlemeye başlar.

  9. Vakıflara dokunmak çok çok hayırlıdır. Davutoğlu’na duyulan husumet de, yazarın dediğinin aksine, doğru tasarruflara yol açıyor.
    Eğer vakıflara dokunulmasa, davutoğluna duyulan husumet de doğru tasarruflara yol açmasa, islamcı kesimde adalet, insanlık, ahlak, hukukun üstünlüğü, laiklik, insan hakları, özgürlük, başkalarının yaşam tarzına ve düşüncesine saygı vb. kavramlarının gelişmesi mümkün değil. Hatta tam tersine, islamcı kesim, bir bütün olarak zulüm tarafında yer alırdı. geçmişte olduğu gibi.
    – vakıflara dokunulması, islamcılara zülmedilmesi sayesinde, islamcılar adalet, insanlık, ahlak gibi kavramların önemini kavrayabiliyorlar.

    • Aşağı yukarı bernar bey de sizin gibi düşünüyor hamza bey, aklın(!) yolu bir tabii…

      • Yorumlara şimdilerde göz atan okuyucuyu etkileyebilirsin bu tür manipülasyonlarla, H. Gayret biladerim. Ama, Erdoğan ve başkanlık sistemi güzellemelerinin arkasında, dindar sosyolojiye karşı girişilen her yeni hamlede ellerini ovuşturup “Yetmez, ama evet, gerisi de mutlaka gelsin. . .” diye sevinen su katılmamış bir Doğu Perinçek müridi, dindar düşmanı bir Ergenekoncu olduğunun yeterince insan farkında. Ölçü bilmez nefretin, kimi zaman kurnazlıkta tutarlılıktan uzaklaştırıyor seni, çok saygıdeğer biladerim. Bugün, vakfa kayyım atanması dolayısıyla sergilediğin aşağıdaki sevinç gösterin gibi:

        H.Gayret 22 Ocak 2020 at 10:12 : “Sürpriz sayılmaz ama yine de güzel bir gelişme, darısı benzerlerinin başana. Terörle mücadele kapsamında bir konudur bu.”

        Karanlık ve uğursuz liderin, cezaevinden çıkarıldığı o karanlık akşamda, “Kınından çıkmış keskin bir kılıç gibiyiz. Bütün cemaatleri, tarikatları Cumhuriyet’ten kazıyacağız! diye cızırdıyordu.

        Gençlik yıllartımdan beri tanırım sizleri: Yine şamarı yiyecek, çıktığınız dehlizlere geri gönderileceksiniz. . .

        • Bernar Reis adeta bir Saruman. Sauron’un hizmetkarına karanlık dehlizlerine geri dön diyor. :))

          • Hala etrafta olduğunuzu görmek güzel.:) Meraklandım ve Google’ladım neymiş bu Saruman’lar, Sauron’lar diyerek. Yüzüklerin Efendisi çıkınca güldüm. İlginçtir, bundan 5 ya da 6 yıl önce Meksika’da bir ders sırasında da yaşamıştım benzeri bir deneyimi. Çok sevdiğim, öğrenme hevesine ve zakasına çok saygı duyduğum bir öğrencim, hem bunu biliyor olmaktan hem de muzipliği hoş karşılıyor olmamdan cesaretle, “Ya Gollum, derse bir ara versen de gidip temiz hava alıp geri gelsek” demeğe getiren bir şeyler söylemiş, sınıf kıkır kıkır olmuştu. “Gollum ne ya?” meraklı sorum sadece kıkırdaşmaları artırmıştı. Neden sonra öğrencilerden biri akıllı telefonu ile yanıma yaklaşmış parmağıyla ekranı çektire çektire yarım düzine Gollum resmi göstermişti -faş etmekte sakınca yok, keltoşlar gurubundanım ben de. 🙂

            Siz beni gülümsettiniz, ben de sizi gülümsetmeye çalışayım: Yorum metinlerimi kısa tutmak için elden ne geliyorsa yapacağım -söz! 🙂

    • CHP’nin neden yerinde sayıp durduğunu, CHPci zihniyetin değiş(tiril)mesinin deveye hendek atlatmaktan bin kere daha zor olduğunu kısacık bir paragraf içinde bundan daha kusursuz bir biçimde ortaya koyamazdınız, Hamza Bey -tebrikler.

      “Zulüm görsünler de akıllansınlar, adalet insanlık, ahlak gibi kavramların önemini kavrayabilsinler” demeğe getiriyorsunuz. İyi de, AK Parti iktidarında zulüm altında olduğunu iddia eden sizin gibi birinin zulüm gördükten sonra hepten zıvanadan çıkmış olduğuna, zulümden medet umar hale geldiğine bakarsak, kendi haliniz kendi önermenize takla attırıyor. Nasıl çözeceğiz bu zulümle ve zulüm sayesinde sorunlarımızı halletme meselesini?

      • bernar bey! çok biliyorsunuz.
        – Vicdanın temeli, kendi başına da gelebileceği gerçeğinin idrakinden başka birşey değil.
        – kendi başına gelmeyeceğinden emin olan hiçkimsede vicdan aramayın. CHP zihniyeti arıyorsanız kendinize bir bakın derim. daha fazla tanıdık yüz bulacaksınız.
        – hani, sebepsiz yere kendini beğenmişlik noktasında epey ortaklığınız var.
        – Ayrıca da, sizin şu beğendiğiniz şeriat dedenin üzerinde 38 kişinin kanı var. Arkadaşını söyle, senin kim olduğunu söyleyim derlerya..
        sizin masumiyete ne kadar önem verdiğinizin de terazisi aynı zamanda.
        38 insan masumdu, sizin şeriat dedeniz değil. 38 kişinin kanı olan insanları aklamak da size düşüyor galiba. halkı anlamak şiarıyla.

        • (1) Sayın T. Karamollaoğlu’ndan, zihniyet ve duygu dünyası bakımından yoldaşınız olan, Doğu Perinçek müridi H. Gayret bilderimden arakladığınız “şeriat dede” diye söz etmeniz beni servindiriyor, Hamza Bey. . .

          (2) Üç beş hafta önce, gelip burada, “Şu iktidar bir gitsin, göreceksiniz ne rövanş derdinde olanlara pirim vereceğim, ne de dindarların haklarını savunmaktan geri adım atacağım” diye görkemli (görkemli olduğu ölçüde inandırıcılıktan yoksun) laflar ediyordunuz. Ayı dolmadı, faşizan zihniyetinize geri döndünüz, dindarları zulmle yola getirmekten söz eden bir talihsiz olarak peydahlandınız yine.

          (3) Yine üç beş hafta önceki, “Şu yolsuzlukların peşini bırakmasın, vallahi oyumu Davutoğlu’na vereceğim” lafınızı ben mi arşivlerden bulayım, yoksa bu işi size mi havale edeyim?

          (4) Doğrudur. Yersiz bir saygı gösterisine girişmem. Akla zarar bir zihniyetle ceberrut ve derin devletin önüne koyduğunu bağırıp duran, elinde resmi tarih ve devlet ideolojisinin tornasından başarıyla geçmiş altı-oklu başarı sertifikası ile her katliamın henüz daha birinci dakikasında dindarlara dönüp parmak sallayan şaşkınları ne ciddiye alır, ne de saygı duyarım. Şımarıklık mı? Kendini beğenmişlik mi? İtirazım yok. Sizin gibi “solcu, modern, demokrat, ilerici” insanların yüzünden mahkeme mahkeme süründürüldüm, 19 yıl ülkeye giremedim. O kadar olsun artık.

          (5) Üzülmeyin, gerçek ve tutarlı yüzbinlerin mücadelesi sonucu Erdoğan iktidarını çok yakında yitirecek. Üzülün, size ve CHP’ye yine hüsran, yine nal toplamak düşecek. Çünkü, biz sahici demokratlar, Türkiye’nin önünü açmak için, “şeriatçı”(!) kardeşlerimizle birlikte, kitle partisini kurarak yine inisiyatif geliştiriyor, iktidara gelip vesayet ve CHP’nin elinde tarumar olmuş ülkemizin makus talihini yenmek üzere, yola koyuluyoruz. 🙂 Siz de artık H. Gayret biladerimle gider tavla oynar, çobanlardan ve göbeğini kaşıyan adamlardan yakınır, “Ne olacak bu memleketin hali” muhabbetleri kotarırsınız -e doğrusu yakışır da!

          • Ondan sonra da yine şeriatçılıktan ceza vermişler bana diye diye kuyruğu yanık kedi gibi meksika senin tayland benim ordan oraya dolanır durursun artık..:) ezberini değiştir bence…

    • en masumunun üzerinde 38 kişinin kanı var. hala siyaset yapıyor. Biz de, ülkenin malzemesi bu olduğu için normal adam muamelesi yapıyoruz. Kardeş kanına doymamıştı da, libya tezkeresine de “evet” mührü vuracaktı. Allahtan birileri “dur” dedi.
      – Toplumumuz; hırsız, üçkağıtçı, yankesici, katil, dolandırıcı, yetim hakkı yiyici, zalim, ahlaksız, yalancı vb.den oluşuyor. Bu toplumdan iyi birşeyler çıkabilmesi, ancak herkesin bu düzenden zarar gördüğünü anlaması ile mümkün olabilir. Onun için, şimdi umudum, akp ve mhplilerin de zülme uğraması.
      – gülenciler zulüm görmeselerdi adalet kelimesinin içindeki harflere bile düşmanlıklarını devam ettirirlerdi.
      – Zulüm gördüler de şimdi, ağız dolusu “adalet” diye bağırıyorlar.

      • Hamza bey,merhaba! Elinize sağlık herşeyi güzel õzetlemişsiniz.
        Sizin yazınıza! Bende şunu eklemek istiyorum.”Paraya,makama, Tapmış bir millet köleliğe mahkümdur….
        Sağlıcakla kalın.

      • Ağızdolusu adalet diye haykıranına ben rastlamadım hamza bey, daha ziyade sinsice kendilerine gündoğmasını bekler gibi bi halleri var..!

  10. Toprak Dede Hayrettin Karaca 97 yaşında hayata veda etmiş. Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun inşallah. Benim için Türkiye’de unutulmazlar arasında yerini almış mübarek bir zattır.

    • Öyledir, ışık içinde yatsın, hidroelektrikçi tekfen holdingin finanse ettiği çevreci vakfın erozyon dedesi…

    • Hayrettin karaca, hayırla anılmayı hak eden, türkiyedeki nadir insanlardan bir tanesiydi. Gerçekten de, burada onu anmanız isabet oldu.

    • Aynen katılıyorum. Demek, Rahşan hanımdan sonra o da 2020 de göçenler arasında anılacak… Ülkenin başı sağolsun! Allah rahmet eylesin. İnşallah geride bıraktığı ilelebet ‘dokunulmazlığı olacak bir vakıf’ vardır ve umarım yerini dolduracak şahsiyetler çıkar. Öyle insanlara büyük ihtiyaç var.

      *******
      ……
      Kıymetini biliyordun o toprağın, şüphesiz…,
      Topraktan geldin çünkü, ey Hayrettin dedemiz!
      Allah rahmet eylesin, demek rahmetlik oldun..
      Hizmet ettin, toprağına kavuştun, tertemiz…

      Demek ki kavuştun o yüz akınla Yaradan’a
      Vazifeni yaptın örnek oldun, ne mutlu sana!
      Allah rahmet eylesin, demek rahmetlik oldun…
      Gök kubbede hoş bir seda bıraktın haktan yana…
      ……
      *******

  11. Atatürk ile Erdoğan ı birbirie benzetiyorum. Her ikisi de ilk yıllarda farklı son yıllarda farklı. Öncesinde Dini Mübini İslamı kurtacağım deyyip sonra islamı al aşağı eden Atatürk, Demokrasi özgürlük, ekonomi vaad edip tam tersi olan Erdoğan. Ne kadar da benziyorlar değil mi? Hek ikisine de kahraman gözüyle bakılması da acayip bir durum?

    • Yaptığınız benzetme hem akıl dışı hem de komik olmuş. M.K.Atatürk’ün islamı alaşağı ettiği iddiası, dinbaz veya cahil müslümanların bir yanılsamasından ibarettir. Atatürk İslam’ın özüne aykırı ne yapmış? Sorun, geleneksel islamın (ataların dininin) Kuran islamı yerine geçirilmesinden kaynaklanıyor.

      • “Sorun, geleneksel islamın (ataların dininin) Kuran islamı yerine geçirilmesinden kaynaklanıyor.”

        Buna sebep olan kuran müslümanlığıyla ezeli mücadele olmasın?

        Hangisi hangisinin sebebi acaba? Bence düşünmeye değer.

        • Kuran islamıyla mücadele edenler sol-laik kesimde pek azdır. Onlar bidatler ile yozlaştırılmış geleneksel islama karşılar. Kuran islamıyla esas mücadele edenler Kitabı yetersiz görüp yeni bir din yaratanlardır.

          • Bunlar çok iddialı sözler.

            Birinci cümleden olarak, din konusundaki düşüncelerde sol laik gibi kategorilere ayırma taraftarı değilim. İkinci cümlenizle ilgili olarak da, bu düşünceye kendinizi kaptırırrsanız çağın getirdiği yeni problemlere Kuran’a dayalı çözüm getirenlerin işini zorlaştırmış hatta önünü tıkamış olursunuz. Bence böyle suçlamalar getirmek yerine güzel olanı ortaya çıkarmak en makul olanı.

          • Kuran’a yorum getirmek her dönem yapılmıştır, bundan sonra da olacağı gibi. Önemli olan yapılan yorumları dünyevi işlerle de harman edip “işte din budur” dememek. Allah istese bazı ayetleri daha net açıklardı. Bazı ayetlerde flu bir alan bırakmışsa bunda bir hikmet var demektir.

  12. Zulme ortak olanlar, kuyruğunu kıstıranlar, sessiz kalanlar o zulmü yaşamadan ölecekler mi sanıyorlar. Bu dünyada yaşayıp sonra ölmeleri iyi birşey, ben bu dünyada yaşamadan gidenleri ve gidecek olanları bulunduğum yer neresiyse oradan tebessümle izleyecegim!onlara verecek başka birşeyim yok, o yüzden! Sadakam olsun!

  13. Fehmi Bey’in yazısının can alıcı bölümü en sondaki iki paragraf. Sondan birincisinde, sayın Koru, bize, dindar duyarlığı olduğunu ileri süren bir lider veya partinin, dini açıdan, neleri yapıp neleri yapamayacağı konusunda sınırlandırılmış olduğunu pekala bildiğini söylüyor (“Neleri yapmaya ve neleri yapmamaya mezun olduklarını pekala bilen insanların bu tür bir cezalandırma yoluna başvurmaları için kullanılabilecek tek sözcük ‘sürpriz’ olabilir çünkü.”). Bu bilgiye rağmen böyle bir tasarrufta bulunmalarını şaşırtıcı bulduğunu dile getiriyor.

    Bunun hemen ardından gelen son paragrafta ise, bu tasarrufun GERÇEKTEN de iktidarın başındaki liderin ve onun partisinin bir kararı sonucu girişilmiş bir tasarruf olduğu konusundaki kuşkusunu ima ediyor:

    “Tabii bu, ölçülerden habersiz veya haberli olsa bile YAKIN GÖRÜNDÜKLERİ İKTİDAR CENAHINA ZARAR VERMEYİ KAFAYA KOYMUŞ BİRİLERİNİN durumdan vazife çıkartarak yanlış olduğunu bile bile uygulamaya koydukları bir tasarruf değilse…”

    Aylardır, buradaki AK Parti destekçisi muhafazakar arkadaşlara, gerçek iktidarın Erdoğan ve AK Parti olmadığını, bu ikisinin ilkin başkanlık sistemi, ardından 15 Temmuz operasyonu ile inisiyatifi ve ipleri yeniden kendi eline geçirmiş olan vesayetçi güç odakları koalisyonu tarafından teslim alınmış olduğunu ileri sürüyorum. Onlar ise, Erdoğan’ın attığı her adımı desteklemek gibi bir sorumluluk atfediyorlar kendilerine. Muhafazakarların -devlet bürokrasisinin hiçbir alanını kontrol edemeyen- bu iktidar partisi tarafından güçten düşürüldüğünü göremiyorlar.

    Şu sorular üzerine kafa yormalarını öneririm:

    (1) Başkanlık Sistemi’ne geçiş önerisi kimden geldi? Bu sisteme geçişin AK Parti ve muhafazakarlara getirisi ne oldu?
    (2) İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimleri sırasında Abdullah Öcalan’ın mektubundan medet umma fikri, devletin kırmızı bültenle aradığı söylenen kardeşi Osman Öcalan’ı devlet televizyonuna çıkarma önerisi, ne kadar Erdoğan ve AK Parti yararına idi?
    (3) İstanbullu seçmenlerin yüzde 67’si Kanal İstanbul projesine karşı. Yani, AK Parti ve MHP seçmenleri arasında da bu projeye karşı olan hatırı sayılır ölçekte insan var. Buna rağmen Kanal İstanbul’u gündemde tutup bu projede ısrarcı olmak, “İsteseniz de istemeseniz de yapacağız!” türü bir dil geliştirip, E. İmamoğlu’nun bu konuda referandum önerisine karşı çıkmak ne kadar akıllıca? E. İmamoğlu’nun bu konunun üzerine atladığını, gündemden düşürmek istemediğini, Kanal İstanbul muhalefeti ve bu konuda referandum talebiyle siyasi kariyerini güçlendirmeye çalıştığını görmeniz çok mu zor?

    Meselenin Davutoğlu’na kızmış olmakla, Madem içimizden çıkıp muhalif parti kuruyorsun, öyleyse biz de sana. . .” ile ilgisi yok.

    Vesayet, Erdoğan’ı kullanarak, bütün bir muhafazakar camiaya karşı hamle üstüne hamle yapıp muhafazakarları topluca güçten düşürüyor.

    15 Temmuz operasyonu, Ergenekon tutuklusu, onyılların din ve dindar düşmanı Doğu Perinçek ile düne kadar Erdoğan’la ağız dolusu küfürleşmiş olan Bahçeli’nin Cumhur İttifakı’nı muhafazakar yığınların gözünde olağan ve kabul edilir kılmak, yanısıra, dindar bir cemaatin sivil insanların kanını da akıtarak darbeye yeltenebilecek kadar sapkın olabileceği kanaati toplumda yerleşsin diye tezgahlandı.

    Dindar muhafazakarların onyıllar içinde biriktirmiş oldukları her şey birer birer ellerinden alınıyor: İnandırıcılıkları ve saygınlıkları törpüleniyor. “Bizim siyasetteki varlığımız bir davamız olması dolayısıyladır” iddiaları boşa çıkarılıyor. Dindarlar, ister Gülen Cemaati bağlamında, ister Davutoğlu, Gül, Erdoğan gerilimleri bağlamında düşünün, birbirlerine bile tahammül edemeyen, birbirlerinin kuyusunu kazan insanlar olarak resmediliyor.

    Dindarlar, aleni hukuksuzluklara, buyurganlığa yol veren ya da adaletsizliğe ses çıkarmayan yığınlar olarak gösteriliyor.

    Geleneksel olarak, bütün bir T.C. tarihi boyunca, Menderest’ten Özal’a kadar hürriyetlerin ve sivilleşmenin bayraktarı olmuş muhafazakarlar, şimdi, yasakçı, buyurgan, ceberrut, sivilliği değil devleti temsil eden bir yapının savunucuları durumuna düşürülüyorlar.

    Bin dereden su getirip en temel ilke ve değerlerinize sırtınızı dönme pahasına desteklediğiniz bu iktidarın, yine aynı vesayetçi güç odakları tarafından yıkılıp tasfiye edilişini izlemek durumunda kalacaksınız.

    Düne kadar, haklı nedenlere yaslanarak adaletin ve yoksunlaştırılıp yok sayılmışların temsilcisi olduğunuz iddianızı, artık ileri süremeyeceksiniz. Vesayetçiler, birer birer tüm iddialarınızı ellerinizden -adeta alay edercesine- çalıyor, göremiyorsunuz.

    Tek parti faşizmine direnirken, vesayetçi CHP’nin bütün o anti-demokratik, elitlerin yanında halkın karşısında siyasetine karşı çıkarken haklıydınız.

    Şimdi ise, hızla CHP’lileşiyor, kendi kendinizi güçten düşürürken CHP’ye güç ve inandırıclık kazandırıyorsunuz. . .

    • Muhafazakar kesimlere, onların haklı/hak sahibi olabilmesi için mutlaka köle statüsünde bulunuyor olmaları gerektiğini mi söylüyorsunuz bernay bey; kölesiniz ve köle kalın, öyle mi?

      • Sanırım izahli müzik saati talep ediyorsunuz, H. Hayret Bey. Bağışlayın, zihinsel enerjim taze bitti sıcak altında uzun ders saatlerinden sonra. Söylediklerimi anlamak gibi bir derdiniz varsa (ki hayret’le karşılarım böyle bir durumu), bir de sondan başa doğru okuyun bakalım, iş görecek mi? Baştan okuduğunuzda ters anladığınız belli -belki sondan başlamak bir sonuç verir 🙂

  14. BİR MAKALEDEN ALINTI:
    Bitlis’in Güroymak ilçesinde, “Nakşibendi Şeyhi” olarak bilinen Abdulkerim Çevik’in öldürülmesi üzerine yakalanan cinayet zanlısı Yakup Şeflekçi, “Bir kişiyle alacak-verecek sorunu yaşıyordum. Çevik’ten arabulucu olmasını istedik. Çevik kararını verdi, haksız buldum öldürdüm” dedi.
    İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, bu olay üzerine “Çok hüzünlüyüm… Bir alimin ölümü bir alemin ölümüdür. Bitlis Güroymak (Norşin) Medresesi baş müderrisi Seyda Abdülkerim Çevik Allah’a yürüdü. Allah rahmet eylesin…” diye bir mesaj yayınladı.
    Konuyla ilgili başka mesajlarda, “Bitlis alimlerinden Seyyid Abdulkerim Norşını hunharca şehid edildi” deniliyor.
    İçişleri Bakanı bu mesajla “Bitlis Güroymak (Norşin) Medresesi” diye bir medrese olduğunu, bu medresenin de bir baş müderrisi bulunduğunu kabul etmiş oldu.
    Abdullah Gül, Kürt ve Ermeni açılımı sırasında Güroymak için “Norşin” adını kullanmıştı da eleştiriler üzerine “Nutuk’ta geçiyor” denilince MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “İnternetten Büyük Nutku saatlerce taradık. Norşin ismine rastlayamadık. Bir yerde geçiyordu o da Atatürk bir şeyhe hitaben ‘Norşin şeyhi’ diyor. Başka yerde geçmiyor. Bunlar Atatürk’ü de bölücülüğe alet ediyorlar.” demişti.
    Neresinden bakarsanız bakın tatsız bir durum. İçişleri Bakanı, “Norşin” diyor, “medrese” diyor, “baş müderris” diyor…
    Mehmet Görmez, Diyanet İşleri Başkanı olarak çözüm sürecine kaktıda bulunurken ,Güneydoğu’da aynı gerekçeyle “mele”lere yeni mollalara, kuran kursu statüsünde maaş bağlanmıştı.
    Hani bir ara Cumhuriyet gazetesi, “Tehlikenin farkında mısınız?” diye soruyordu ya, orada tehlike olarak görülen her şey bugün uygulamadadır…
    Kaynak Yeniçağ: ​​​​​​​Farkında mısın Türkiye? – Arslan BULUT
    YORUM:Bir nakşibendi şeyhi,alacak verecek işlerinde kendini mahkeme hakimi yerine koymuş,devlet içinde devlet olmuş.Memleketin mahkemesi,hakimi,savcısı yok mu?Varsa kimlere hizmet ediyor?Devletin iç işleri bakanı,bu katledilen şeyh için; şehit diyor,müderris diyor.Hani ilahiyat fakülteleri,imamhatipler vardı, ne oldu?Onların statüsü medreselere mi devredildi?İç işleri bakanı medreselere mi teslim oldu?Medreseler,devlet parası ile niçin besleniyor?Onlar, devlet içinde devlet mi?Memleketi kimlere teslim ettiler,farkında mısınız?

  15. Herkesin mağduru kendine göre.Yıllar sonra iki yüzlü eleştiri yazıları.Sözde mütedeyyin camiada bir tane Ahmet Altan çıkamadı .BUDA BİZE DERT OLSUN!

    • A.taşgetiren çıktı ya erhan bey, sakal desen var, iki yüzlülük demişsin altanı suya götürür susuz getirir; ha kadın ruhunun inceliklerinden ne kadar anlıyordur onu ben bilemem…

  16. Sürpriz sayılmaz ama yine de güzel bir gelişme, darısı benzerlerinin başana. Terörle mücadele kapsamında bir konudur bu. Şimdi kime sorulsa ülkemizde eğitim öğretim kötüdür derler ama gel gör ki bu şehir üniversitesi denilen köy enstitüsü dünyanın en iyi üniversitesiymiş ve kurucusu olan vakıfta kız olgunlaştırma enstitülerinin bile ötesinde bir eğitim veriliyormuş..! Şaştım kaldım, türkiyede eğitim kalitesi yüksek mi değil mi; bi karar verelim artık? Şahıs ya da tüzel kişilik, kimse dokunulmaz değildir…

    • Sn. H.Gayret. “Şahıs ya da tüzel kişilik, kimse dokunulmaz değildir” görüşünüze katılıyorum. Yakın gelecekte bu hayat gerçeğinin yeni ve çeşitli örneklerini hep birlikte göreceğiz. Umarım bunların yaptığı gibi dokunmatik olunmaz.

  17. Herhangi bir kavme (topluluk,parti.birey) olan kininiz sakın sizi adaletsizliğe sürüklemesin. maide 8
    Sesinizi çıkarmadığınız,sustuğunuz ,bir araya gelemediğiniz için zulüm herkesin kapısını çalacaktır.
    hüseyin

    • Hüseyin bey devletin peşkeş çekilen arsası, kampüs sahası geri alındı, kamu bankasının kredi alacakları da tahsil edildiyse daha ne istiyorsunuz; devletimiz yetimin hakkını korunuyor siz hala zulümden bahsediyorsunuz..?

  18. Davutoglu sureci biliyordu ve bile bile herseye göz yumdu. Kimse milleti korumak için kılını kıpırdatmadı. Herkes kendi bekasını düşündü. Davutoglu önce ne biliyorsa çıksın mertçe anlatsın. Millet için zamanında yapmadığını şimdi yapsın belki vebali hafiflet.

  19. Vakıflara dokunmak iyi değil mi??? Şaka gibisiniz! Allah ıslah etsin hepinizi! İbretliksiniz!

  20. Süleynan Özışık ın;”Döneklikte nirvanaya ulaşacak”başlıklı yazısının başlığından başlayacağım açıklamaya.
    Nirvana (Sanskritçe: Nirvāna, निर्वाण), Sanskrit dilinde “dışarı” anlamına gelen “nir” ve “esmek, üflemek, nefes vermek” anlamındaki “va” sözcüklerinden türetilmiş olup, Doğu dinlerinde, mistizminde ve Hint Teozofi’sinde manevi kurtuluş’u belirtmek üzere, sözcük anlamıyla “dışarı esmiş”, “dışarıya üflenmiş” anlamlarının yanı sıra “sönmek, yok olmak” anlamlarına [1] gelir. KAYNAK:https://tr.wikipedia.org/wiki/Anasayfa
    Döneklik:İnanç ve düşüncesini değiştiren, sözüne güvenilmeyen, caygın, kaypak (kimse).KAYNAK:TDK (Türk Dil Kurumu)sözlüğü.
    Hint dilinde nirvana manevi kurtuluş ,döneklik ise kaypak -güvenilmez demek.Birbirine zıt kelimelerle benzetme yapmak baya uçuk olmuş.Herhalde yazarın AKp ve Erdoğan yandaşlığında ,Süleyman beyin nirvanaya çıkmış olmasından kaynaklanıyor.

    Gelecek Partisi genel başkanı Davutoğlu nun sözlerini eleştirmiş sayın yazar.Davutoğlu şu konuları değinmiş:Erdoğan ın yanlışlarını biliyordum ama kendisini ikna edemedim.HDP başkanı Selahattin Demirtaş ın hapis yatması haksızlık.AKP vekilleri hapse gönderen partidir.
    Peki,bu sözlerin nesi yanlış da yazar bu sözleri eleştiriyor ve Erdoğan ın kürt politikasındaki dönekliğini Pkk eylemlerine bağlıyor.Davutoğlu nun söylediklerinin hepsi doğru,hatta eksik.Yolsuzluk,talan,rüşvet,haksızlık,ayrıştırma,iç huzuru bozma,seçilmiş belediye başkanlarını görevlerinden alıp kayyum atama,memleketi kayuymlarla idare etme politikası gütme,yanadaşlara oluk oluk para akıtırken biçare halka zırnık vermeme politikası gütme,dış ve iç siyasette hamaset ve kabadayılık,suç ve suçlu patlamasına yol açma,özgürlükleri ve demokrasiyi yok etme,polis devleti kurma,Fetö ile işbirliği yapma vs. gibi bir dizi artniyetli eylem ve icraatları söylememiş Davutoğlu.

    Süleyman bey, bir de Abdullah Öcalan için biçilen barış güvercin ve bilge adam söylemlerinden bahsetmiş.Abdullah Öcalan ı;AKP oy vermeleri ve barış için, kürt seçmenini hizaya getirme konusunda ileri süren Erdoğan a sözü yok.Abdullah Öcalan ın kardeşi polisin arananlar listesinde olmasına rağmen, TRT televizyonlarında AkP ye destek olmaları konusunda konuşturan Erdoğan a sözü yok.Kürtlerin doğu ve güney doğu illerinin bazılarında, hendek siyaseti yapmalarını da gündeme getirmiş Süleyman bey.Ama,Erdoğan ın Oslo da PKK ile yaptığı açılım politikasından söz etmiyor Süleyman bey.Erdoğan ın oy kaybetme trendine girdiğinde, milliyetçi oylarına talip olmak için açılım politikasından döneklik ederek,kürtler üzerinde baskı ve dalavereler politikasına geçtiğinden bahsetmiyor Süleyman bey.
    Süleyman Özışık,yine kendisinin deyimi ile döneklik ,yalakalık,yandaşlık,partizanlık konularında nirvanaya çıkmış.Süleyman özışık ,dönüp kendisine baksın.

  21. Eugenia Ginzburg’un gerçek hayat hikâyesine dayanılarak 2009 yılında çekilmiş, başrolünü Emily Watson’un oynadığı “Kasırganın İçinde” (Within the Whirlwind) adlı filmde anlatılan olaylar gerçekten ibretlik. Sanki “devrimler kendi çocuklarını yer” görüşünün hayata geçmiş hali.

    Eugenia Ginzburg, Tataristan’ın Başkenti Kazan’da bir edebiyat profesörüdür. Komünist Partisi üyesidir. Gel gör ki rakiplerini ortadan kaldırmaya azmetmiş Joseph Stalin, St. Petersburg’da işlenmiş bir cinayeti bahane ederek ülke çapında muhaliflerinin temizliğine girişir. Sonuçta bu temizlik Eugenia’yı da içine alır ve Sovyetler Birliğine hıyanet ettiği gerekçesi ile 10 yıl hapse mahkum edilir ve Gulag diye adlandırılan Toplama Kampında cezasını çekmek üzere Sibirya’ya gönderilir. Orada bir gün Kazan’dan gelmiş bir mahkûmun ölmek üzere olduğu, Kazanlı birisini görürse iyi olacağı söylenir. Eugenia mahkumu görünce çok şaşırır. Zira ölmek üzere olan mahkûm kendisini işten atan ve hapse gönderen kişidir.

    Filmde çok dramatik olaylar var. Film, film sitelerinin bir çoğunda Türkçe seslendirmeli olarak var. Şu an yaşananlara benzetilebilecek çok ibretlik sahneler var. Ahmet Davutoğlu’na bu filmi şiddetle tavsiye ederim. Hangi hatayı nerede yaptığını görecektir.

    • Berk bey ibretlik(!) sahneler demişken; o gulag kamplarında kalmak öyle pensilvanya malikanesinde inzivaya çekilmeye falan benzemez ama; stalini yolda görsen tanır mısın acaba..?

  22. Davutoğlu bahane.

    Erdoğan Dolmabahçe mutabakatıyla girdiği kapandan çıkabilmek için kendisine dayatılan senaryoyu icra ediyor.

    Giderayak vesayet odaklarının kendisine biçtiği son misyonu icra ediyor.

    Omurgalı dindarlar hedefte.

    Erdoğan bumerangın dönüp kendilerini de vuracağını göremeyecek kadar da feraset yoksunu.

    2023 genel seçimleri yeni bir Türkiye’ye gebe.Yaşayıp göreceğiz.

  23. Ha Davutoğlu! Ha Erdoğan! Ikiside birbirinin tıpkısının aynısı
    Sanki ikisi el ele vermiş Erdoğan kırallığını, kurmak için birlikte hedef saptiriyorlar.

    Zaten gelişmelerde bunu gösteriyor.
    İkisininde amaçları, 11.C Başkani Abdullah Gülü halkın gözünden düşürerek,
    Onların! Dişarda ve içerde yapmiş olduklari, hataları Gülün ûzerine yıkarak, kendilerini temize çįkarıp, Ali Babacanın kuracağı partyi kurmadan bitrmek.

    Aslında olaylar baktığimiz zaman. Davutoğlu, AKP içinde Erdoğana muhalif olanları tesbit etmek için, bu görevi en iyi becereceklerin başında gelmekte, bu nedenden, dolayide görev ona verilmiş.

    Yalandan bir iki tarih falan yeniden yazılır lafların hepsi palavra…

  24. Vakfa üniversiteye bunu yapan partisine ne yapar diye düşünüyorum şimdi… Seç beğen al. Kırk satır yada kırk katır. İlk kayyum atamaları başladığında (2013) itiraz etmiştim diyor Davutoğlu, demokrasiye zarar verir demiş zahir. Nedense ben hiç duymadım. Kapalı kapılar arkasında yapılan itirazlar sayılırsa belki demiştir. Ancak hiç bir itirazının kıymeti olmadığı belli, şimdi de savunacak bir kişi yok arkasında. Muhafazakar kesime teessüf etmiş bir de üniversiteye yapılanlara ses çıkmardılar diye, henüz vakıf gitmeden. Eeee sen neye itiraz ettin de (sesli) şimdi bir ses bekliyorsun. Eminim birileri kapalı kapılar arkasında (belki) itiraz ediyordur. Öyle avut kendini. İşte böyle bir dünya bizimki.

  25. Maalesef hiç bir kesim masum değil. Haksızlıklar karşısında herkes susmayı tercih ediyor. Bunun sonucunu da biliyoruz. Üniversiteyi veriyorsunuz vakfını da istiyorlar. Yarın neler isteyecekler bakalım. Herkese sıra geliyor ve haksızlığa uğrama konusunda da herkes eşit. Ancak hiç bir şekilde öğrenme de yok. Bu da bir enteresan. Suyun başını tutan hep öyle olacak zannediyor. Şimdiki iktidar gibi. Belki yanıltırlar bu sefer ve hiç gitmezler. Olmaz ama ya olursa. Herhalde her iş başına gelen de böyle düşünüyordur. Bana bir şey olmaz. Bizim makus talihimiz değişmeyecek gibi. Sizce?

  26. Bisav Şehir üniversitesinin kurucu Vakfı.üniversite hami üniversiteye devredilince yasal olarak kurucu vakfa kayyum atamak zorunda vakıflar idaresi.bu atamanın Serok Ahmet ile ilgisi yok.Haliç üniversitesinde de aynı süreç işledi

    • Gayet yasal olmuş! Kayyum atanan belediyelerin hamilerine de atansın bu durumda. HDP miydi CHP miydi neyse işte. Oradan hop tüm belediyelere… Hamisine atanınca yavrularına haydi haydi atanır herhalde. Açık bir yer kalmasın maksat yani. Bunlar bu işten anlamıyorlar biliyorsunuz. Herşeye estek köstek oluyorlar. Yok kanal olmaz yok bilmem ne.

Yoruma kapalı.