Bugün masamın başına tam kapanma konusunu yazmak üzere oturdum, ama elim klavyede konu başlığı olarak önce ‘Ermeni’ sözcüğünü yazdı..
İki gündür tartışılan o konu, hem ABD hem de Türkiye için birdenbire ortaya çıkmadığı gibi, ABD başkanı Joe Biden tarafından sarf edilen sözcük de öylesine kullanılmış değil. Yıllardır ne zaman 24 Nisan tarihine yaklaşılsa ABD’nin o günlerdeki başkanının konu hakkında hangi sözcüğü kullanacağı gündeme gelir, Türkiye “Sakın ha” tavrını belli eder, ABD başkanı da “Hadi, yine sizin dediğiniz olsun” havasına girerdi.
Barack Obama ‘büyük felaket’ anlamına gelen Ermenice sözcükleri kullanarak ara bir yola başvurmuştu.
Herhalde Washington’da tavır değişikliği uzun müzakereler sonunda belirlenmiştir.
Türkiye’den gelecek tepkiler de göze alınmıştır.
Biden başta olmak üzere bu konuda karar alınırken görüşlerine başvurulmuş yönetim kadrosundan isimler geçmiş dönemlerdeki görevleri sebebiyle Türkiye’yi ve muhataplarını yakından tanıdıklarından, gelecek tepkileri de hesap etmişler ve bir adım sonrası için de senaryolar yazılmıştır.
Ankara’nın böyle bir gelişmeyi bekleyip beklemediğini, o sözcüğün kullanılması durumunda neler yapılacağı üzerinde alternatifli düşünülüp düşünülmediğini bilemiyorum.
Umarım düşünülmüş ve uygun tavır öyle belirlenmiştir.
Bir kere ağızdan çıkmış olan uygunsuz sözcüğün sanki söylenmemiş gibi muamele görmesi mümkün değil; keşke öncesinde böyle bir adımı atmanın önlenmesine yarayacak geniş yönlü temaslar yürütülse, yürütülmüşse önceki yıllarda olduğu gibi olumlu bir sonuca ulaşılabilseydi.
Temaslara rağmen böyle bir adım atılmışsa Washington’un geleneksel Türkiye’ye bakışının ters yüz edildiğini düşünebiliriz. İlişkiyi tanımlamak için vaktiyle bulunmuş ‘stratejik ortak’ kavramı son zamanlarda zaten kullanılmıyordu; acaba ‘müttefik’ sıfatımız kalacak mı?
Yoksa Türkiye ya kendiliğinden ya da zorlanarak NATO üyeliğini de bırakacak mı?
Soruyu boşuna sormuyorum; dünden beri ekranlar iktidara tepki yöntemi olarak bunu tavsiye eden görüş sahiplerini ağırlıyor. Tavsiyeciler arasında ‘iktidarın küçük ortağı’ diye anılmasından memnuniyet duyduğu bilinen partinin sözcüleri olduğu gibi, emekli askerler de var. Biri, dün akşam, ABD’nin Rusya’yı köşeye sıkıştırmak için Türkiye’ye böyle davrandığını ileri sürüyordu.
Güldüm.
Mavi Akdeniz projesini teşvikleriyle iktidara benimsetmiş emekli amirallerin yerini bu kez emekli karacı generaller almış görünüyor.
Daha önce birkaç kez yazmıştım, tek bilen de ben değilim; ilk kez bir ABD başkanı tarafından şimdi kullanılmadı o sözcük. Daha 1981 yılında, Türkiye’de darbeci askerler iş başında iken, o zamanki ABD başkanı Ronald Reagan o sözcüğü kullanmıştı.
Kullandı da ne oldu?
Washington kısa sürede o tavrından pişman oldu. O günden bu yıla kadar hiçbir başkan aynı hatayı bir daha tekrarlamadı.
Ankara yine Washington’u Joe Biden’in bu çıkışından pişman edecek şekilde davranmalı.
Yandan gelen teşviklere uyup tersini yapmak, kısa vadede politik açıdan işe yarar görünse bile, orta ve uzun vadede yararlı olmayacağı gibi, ülkeyi yalnızlığa da iter.
Türkiye kapanırken…
Gelelim tam kapanma konusuna…
Hükümet tam kapanma kararı aldı. 17 Mayıs gününe kadar ülkede hayat büyük çapta duracak. İstisnalar çok olduğu için bu politikaya ‘tam kapanma’ denmez aslında; ancak eksik de olsa yerinde bir karar bu.
Kendi hesabıma ben ‘tam kapanma’ yanlısıyım ve bunu en az iki kez burada savundum. Sonuncusu bayağı önceydi. Koronayla savaşta mesafe alınmıştı; vaka ve vefat sayılarında göze çarpan düşüşler yaşanmaktaydı. Elde edilen başarının kalıcı olması için bir sefere mahsus insanları evlere kapatmak yararlı olabilecekti.
Şimdilerde güçlü normalleşme belirtileri gösteren ülkeler bu yola başvurdular. Bizdeki başlangıç başarısından çok uzakta oldukları halde tam kapanan ülkelerde yöntem işe yaradı.
Kapandılar ve halklarını hızlıca aşıladılar.
Bizde de o dönemde aynı yola gidilseydi, bugüne başka bir noktada olabilirdik.
Galiba yaklaşan parti kongreleri düşünülerek o yola başvurulmadı.
Parti sözcüleri bu konuda yöneltilen sorulara iddiayı fazla önemsememiş görünerek cevaplar veriyorlar, ancak yapılan -daha doğrusu yapılmaktan kaçınılan- yanlıştı ve mücadeleyi aksattı. Araştırmalar, az sayıdaki virüslü kişilerin akıl akmaz sayıdaki insana virüsü bulaştırabildiğine işaret ediyor. Bütün ülkeyi kıpkırmızı hale getiren süreçte ülke içindeki hareketliliği artıran kapalı mekanlarda yapılmış tıklım tıklım veya lebalep toplantıların etkisi küçümsenemez.
İlgililer “Alakası yok” demiyorlar, ama deseler de bir şey değişmez.
Hükümet korona ile mücadeleyi oluşturduğu bir bilim kurulu ile danışarak yürütüyor; hiç değilse öyle yürüttüğü biliniyor. Kurul üyesi olduğu duyurulan uzmanlar da sıkça ekranlara çıkarak görüş açıklıyorlar.
Acaba bilim kurulu ‘tam kapanma’ gerekli iken bundan kaçınılmasına ses mi çıkarmadılar, yoksa itirazları mı dinlenmedi?
Bunu bilmeyi çok isterim.
Yeni kararı sıkı sıkıya ve istisnaları asgaride tutarak uygulamak gerekir.
Aşıdaki tıkanıklık da üstesinden gelinmeyi bekliyor.
Aksi halde bu yaz yabancıları konuk etmeye hazırlanan turizm tesisleri yerli konuklardan bile mahrum kalabilirler.
ΩΩΩΩ