Yerli ve milli otomobil.. İyi de fiyatı 45 TL’ye çıkan diş macunu bile yerli değil.. Tercihler 1960’tan beri hep yanlış…

77
Reklam

Bir yakınım market alışverişi dönüşü hayat pahalılığından şikayet ederken “Diş macunu 45 TL olmuş” örneğini verdi. 

Diş macunu… 45 TL… Allah Allah…

Konunun benim için nostaljik bir önemi de var. Çocukluğum ve ilk gençliğimin para kazanma aracıydı İpana diş macunu… İzmir Kemeraltı’nda işgal ettiğim köşede, diş macunu, diş fırçası satardım. İpana o zaman 2,5 TL idi.

Şimdi diş macunu olmuş size 45 TL…

Pahalılık değil de, neredeyse 50 yıl sonra bile diş macununun yabancı marka oluşu beni daha fazla rahatsız ediyor.

Vaktiyle “İğneyi bile dışarıdan alırdık” diye dövünülürdü; şimdi yerli üretimde büyük atılımlar gerçekleşti diye övünüyoruz, ama diş macunu gibi artık her eve giren bir günlük ihtiyaç maddesinin menşeinin Amerika oluşu kimseyi rahatsız etmiyor.

Neden yabancı ürünlerle yarış edecek evsafta diş macunu üretilemiyor bu ülkede?

Yerli ve milli otomobil maceramız

Reklam

Türkiye’de hepsi de yabancı menşeli 15 kadar otomobil fabrikası üretim yapıyor; herbirimizin altında yabancı marka otomobiller var. Brezilya bile yıllardır kendi ürettiği otomobilleri dünyaya pazarlıyor; her konuda iddialı Türkiye’nin “Bu da bizim eserimiz” diyebileceği kendisine ait ‘yerli ve milli’ bir otomobil markası bulunmuyor.

Milyonlarca otomobil var trafikte ve bunların hiçbiri yerli değil… 

Yarın hükümetin bir bakanı ‘ülkemizin ilk yerli otomobil prototipini’ kamuoyuyla paylaşacak. Umarım beğenilir, umarım üretim altyapısı zorlanmadan kurulur ve umarım yollarımızda yerli araçlar da sefere çıkar…

2020 yılına girerken böyle bir yazı yazmak zoruma gidiyor, bilesiniz.

Sebebi şu: Trafiğe çıkan araçları kendimizin üretmemiz konusu ilk olarak 1960 yılında gündeme gelmişti ve o konuda neler yapılması gerektiği askeri dönemin Bakanlar Kurulu üyelerine en ayrıntılı biçimde anlatılmış, hemen harekete geçilmezse dışa bağımlılığın ortadan kaldırılmasının imkansız hale dönüşeceği de özellikle vurgulanmıştı.

Aynı günlerde kendi otomobilini yapmak için harekete geçmiş Brezilya örneği de verilerek…

Bakanlar Kurulu’na ‘konunun uzmanı’ olarak davet edilen mühendis, araştırma-geliştirme çalışmalarına önem verilmesi, ülkede üretilebilen makinelerin ithalatının kısıtlanması, ithalattan sanayi için fon ayrılması, üniversite-iş dünyası işbirliğinin gerçekleştirilmesi ve bu alanda belirlenecek sanayi planlama çerçevesinin yasal güvenceye kavuşturulması gerektiğini bakanlara anlatmıştı.

Yerli otomobile giden yolu şöyle özetlemişti aynı ‘uzman mühendis’: “Memleketimizde önce demir-çelik sanayii kurulmalı, sonra makine tezgahları, en sonunda da otomobil üretimi yapacak fabrikalar…”

Reklam

O toplantıya bakan olmadıkları halde Milli Birlik Komitesi üyesi iki asker de katılmıştı.

Herkesi etkileyen sunum sonrasında, ‘konunun uzmanı’ mühendise teşekkür edilmiş, “Sizi bir kez daha çağıracağız” vaadinde de bulunulmuştu.

O günden (1960) bugüne (2020) geçen 60 yılda hala yerli otomobil üreteceğiz…

‘Uzman mühendis’ sıfatıyla andığım kişinin adını en sona mahsus sakladım. Önemli çünkü: Necmettin Erbakan

Askerler ve onların atadığı Bakanlar Kurulu üyeleri söz de verdikleri halde Erbakan’ı bir daha çağırmadılar. Yine o günlerdeki Devrim otomobili deneyiminin sonucunu da biliyoruz.

[Erbakan’ın 1960’da yerli otomobil üretimi konusunda yaptığı sunumun ayrıntıları Prof. Cemil Koçak’ın Yapı Kredi Bankası (YKB) yayınları arasında çıkan ‘27 Mayıs Bakanlar Kurulu Tutanakları’ adlı iki ciltlik kitabında var.

Kendi otomobilini üretme projesine o günlerde sahip çıkan Brezilya bugün kendi uçağını da üretebiliyor.

Bizim ise dişimizi fırçalamada kullandığımız macun bile hala yabancı menşeli. 

Sonra “Diş macunu 45 TL oldu” diye şikayet ediyoruz.

Herkesin kullandığı değişik markalı otomobiller kaç TL?

Ekonomimiz ve dev projeler

“Fakat bizim de hayata geçirilen büyük projelerimiz var” itirazını duyar gibi oluyorum: Otomobillerin üzerinden geçtiği paralı otoyollarımız var. Boğaz üzerine köprüler kondurduk; İstanbul’dan Bursa yoluyla İzmir’e ulaşmayı kolaylaştıran Osmangazi Köprüsü devrede; bir yenisini de Çanakkale’ye yapıyoruz. Devasa şehir hastanelerimiz faaliyette. Avrupa’nın en büyük havalimanı İstanbul’da.

T24’te Barış Soydan’ın son 10 yılda gerçekleştirilmiş o dev projelerin ekonomi üzerindeki etkisini irdeleyen bugünkü yazısında okudum: 2010 yılında fert başına milli gelirimiz 10.560 dolar imiş (2013’te 12.480 dolara kadar çıkmış) bugün ise 9.093 dolar… 2009’da 1.02 trilyon dolarla dünyanın 15. en büyük ekonomisi olmuşken, 2019’da sadece 743 milyar dolara ve 19. sıraya inmiş dünya ekonomisindeki yerimiz. 

Ekonominin 2013’te yüz ağırtıcı rakamlara ve dünya sıralamasında övünülecek bir yere ulaşmasını da bu hükümet sağladı, bugünkü hiç dillendirilmeyen durumun sahibi de AK Parti hükümeti…

Neyse, belki bugünkü ‘yerli ve milli otomobil prototipi’ tanıtımı diş macunu fiyatının 45 TL’ye çıkması rahatsızlığını bana unutturur.

Umarım unutturur.

ΩΩΩΩ

Reklam

77 YORUMLAR

  1. Kisa bir baktim ve bir yeri Dis Macunu buldum https://www.kocaeligazetesi.com.tr/haber/1416498/turkiyenin-ilk-helal-sertifikali-dis-macunu
    fima bu https://www.biobellinda.com.tr/urun/dis-macunu–papatya-ozlu—florursuz
    eger bir hatam varsa bu Türkiye´de üretilmiyorsa söyleyin.
    Artik yabanci Marka yerine bunu alirsiniz.
    Ben Türkiye piyasasini bilmem Almanya´da dogdum,1990-2018 arasi hic Türkiye´ye gelmedim,eylül 2018´de Türkiye´ye izine geldigimde 1990 arasindaki farki gördüm.
    Özelikle tüm Marketleri gezdim ne ürünler var diye bakmak icin Almanya´dakin Markalarin cogu var, ben mesela Bisküvit alinca Alman marka degil Torku aldim ve cok begendim.
    Yerli Marka istiyorsaniz yerli Markalari almaniz lazim.

  2. Uyuyoruz ve uyutuluyoruz umarım uyanırız. Yerli araba hikayesi de hikaye göstermelik bunca yıl üretemediysek bundan sonra üretemeyiz ürettirmezler nokta

  3. Sayin Bernar! Siz galiba uzayda yaşiyorsunuz. Veya Perinçekin askerlerinden birisiniz, veya okuduğunuzu anlamiyorsunuz.
    Perinçek Paşanın Askeri olmassaidiniz! 28 Şubatci Perinçek ekibinin her videodan iki kelime alarak hazırladıkları video’nun 15 sene sonra, burada reklamını yapma gereğı hissetmezdiniz……

    Gülen ve cemaatinin sizin gibi avukatlara ve bizim gibi taraftarlara ihtiyaçlari yok…..

    Onlari yok edecek insan oğlu dūnyaya gelmedi.
    Yok etme işini Erdoğan yüklendi… kendisi sıfırlandi.

    Bir kısım! Art niyetli ve hasta ruhlu insanlar, sırf menfaatlari gereği içlerine sokularak, ve Allahın yasakladığı her cambazliği yaparak milleti dolandıranlardan oluşan yaratıkların ortalığa saçtıklarık mikropları, Kainatin Yaratıcısı o mikropları ve onlari temizlemek için zalimleri musalat ederek birbirlerini ivşa ettirtirerek gülarca,Taşgetiren gibi ikili oynayanları teşhir etti.
    Yani gõvdeyi sarmiş çürük ve kokmuş bağırsakları zalimler vasıtası ile o gõvdeden temizlendi.
    Şimdi sıra zalimlerde.

    Bu vesile ilede sizin Erdoğandan farkınız olmadığınada bilhassa ben şahit oldum.
    Çünkü sizde aynen erdoğan gibi sizi alkışlamayanlara Gulenci diyerek modaci erdoğanı takip ediyorsunuz.

    Ha ben cemaatcı olsaidim! Sizden veya erdoğandan korkacak kadar korkak deģilim…..
    Kim kime iftira atarsa iftira atan babamda olsa iftiracilardan değil! Allahtan korkarım.
    Siz ve Erdoğan gibilerine değil kendi gõzlerime inanir vijdanimin sesini dinlerim.

    Siz geçen yılda benim yazdığımı anlamadan ayne õnceki gün yaptığınız gibi bana ağır bişekilde cevap yazmıştınız.
    Şimdi ben Gülen Cemaatından olup olmamam beni ilgilendırır sizi değıl.
    Geçende yazdım sizin yazılarınįzį okmumuyorum. Geçen günde sizi okumamıştım Hamza bey size yorum yazdığı içın okuyup yorumumda isminizi andim.
    Bu yazınızıda kiz kardeşim okumuş ve size cevap yazmam için bana message atmiş. Onun için size geç cevap yazdım…..

    • Nurdan Hanim merhaba. Evet efendim doğru anlamışsınız, yorumumda sineklik almaya gittiğimi yazmıştım. Ben motosikletle gittiğimi yazmıştım, siz otomobil diye anlamışsınız, ama bu önemli değil elbette, sineklik almaya gittiğimi çıkarmış olmanız yeterli. “Sinekliğinizi vakit kaybetmeden taktınız galiba” diyorsunuz -eğer doğru sökebildiysem yazdığınızı. Bu da doğrudur efendim. Evet, taktım sinekliğimi.

    • Nurdan Bacı,

      Yorumcular arasında yorumları en az okunansınız.

      Bu mahallenin kabadayısı gibisiniz.

      Yorumlarınız seviyesiz, çarpıtılmış ve yalnızca karalamaya dönük.Türkçeniz de saygısızca özensiz

      Gülen artık bir zavallı, cemaati de bir kült.Nokta..

      Bernar Bey’in yerin de olsam sizi muhatap almam.

  4. Önümüzdeki süreçte Fetöcülerin işi zor… Bundan sonra kimi destekleyecekler… Chp ye devam mı.. İyi partimi… Doğuda hdp mi… yoksa yeni kurulacak partiler mi…Pardon gerçi onlar üstten gelecek bilgiler ışığında hareket ediyorlardı…Gerçi Almanya ekibiyle Amerika ekibi baya bir rekabet halindeymişler… Şimdi hangisine itaat edecekler….Baya ilginç olacak halleri

  5. Aşağıdaki yorumları “gözdirek”le tarıyorken bazı noktalarda durakladım…

    Örneğin, ahmet (26 Aralık 2019 at 16:49) bey demiş ki “yerli diş macunu“ yapılıyor üstelik ihraç ediliyor (Tahminim/beklentim de buydu zaten). Fehmi beyin bunu söz konusu etmesi sembolik (ve izafi) değeriyle sadece bir misal (asıl konu diş macunu değil!). Bu arada, diş macunu konusuyla bazı eksiklik/yanlışlıklar var sanıyorum. Örneğin, diş macununun uygun bir dozda florür içermesi sağlığa tehdit değil, asasen destek olan bir nokta. Yani, florürsüz diş macunu aslında bir dezavantajdır. İpananın bunu reklam konusu yapması boşuna değildir. Dozun ne olacağı ise bir çok ülkede yapılmış/yapılmakta olan AR&GE çalışmalarıyla bilinen ve azbucuk değişebilen aralıktadır (azı karar-çoğu zarar). Ülkede mevcut tabii hammaddelerden yola çıkarak daha sağlıklı ve etkili hatta uluslararası patenti alınabilecek diş macunu yapmak da zor birşey değil.

    Çok daha önemli nokta, ülkedeki yaygın taban, cahil ve aciz bırakılmış, ihmal edilmiş müslüman ekseriyettir. “Gopyacılık” uğruna manevi dayanak noktaları üzerinden milletin kafasına vurarak, Bilim-Teknik konusuna ısındırılamaz. M. Kemal Atatürk Paşanın yaptığı en büyük hatalardan biri de budur (yoksa, bize yakışır bir şekilde, misal http://u0i.626.myftpupload.com/yaptirimlar-yine-gundemde-amerika-cb-erdogani-ve-turkiyeyi-gucendirmeyi-goze-aliyor-ne-olur/ H.K. I-III davranılsaydı, durumumuz çok çok daha iyi olabilirdi. Bu arada M. Kemal de kendine yazık etti tabii). Bu hataya TC-CHP ile daha feci bir şekilde devam edildi. Kraldan fazla kralcılık konusunun yerli ve ulusal eşdeğeri olan Kemal’den fazla kemalcileri (kemalistleri) türeten zihniyet te budur. İşte bu hata nedeniyledir ki Bilim-Teknoloji nosyonu tabanda yaygınlaştırılamadı. Buna “yatay gelişme” adını veriyorum ben. Buna karşılık, aynı nedenle Bilim-Teknoloji nosyonu adeta TC-CHP çevrelerine (elit tabakaya) mâloldu (saplantılardan kaynaklanan, belki de niyetlenilmemiş “tekel” de diyebiliriz buna). Buna da “dikey gelişme” adını veriyorum ben. Bu hatanın bir sonucu ülkede kendi bilim insanını kendi kendine yetecek bir eşik düzeye ulaşılamamasıdır. Yetişen bilim insanlarımız kendi ülkesinin kalkınması için yeterli olmamıştır. Yurtdışına gidebilen gidip pek dönmemiştir. “Onlar ermiş muradına, Batılılaşma adına” biz çıkalım mı kerevetine!

  6. Türkiye’nin kalkınmasında en başarılı olduğu dönemlerin ilki 1923-1938 yıllarıdır. M.K.Atatürk döneminde eğitim, sanayi, tarım, sağlık, ulus devlet v.b. her alanda büyük bir gelişme sağlanmış ve modern Türkiye’nin temelleri atılmıştır.

    Kalkınmada ikinci önemli dönem ise 1960-1975 arasıdır. 1960’da Devrim adlı otomobil projesinin, yeni yönetimin sanayileşme alanındaki iddiasını göstermek için gündeme getirildiği anlaşılıyor ve bir prototip de yapılıyor. Fakat o zamanki devlet yönetimi akılcı ve dürüst davranarak konu hakkında bir uzmandan görüş almak istiyor. 1960’da N.Erbakan’ı dinleyen devlet ricali “Memleketimizde önce demir-çelik sanayii kurulmalı, sonra makine tezgahları, en sonunda da otomobil üretimi yapacak fabrikalar…” şeklinde verilen tavsiyeye uymuştur. Sovyetler Birliği ile yapılan anlaşmalarla Aliağa Petrol Rafinerisi, İskenderun Demir Çelik Fabrikası, Seydişehir Alüminyum Tesisleri ve Bandırma Sülfürik Asit Fabrikası kurulmuştur. Bu sayede demir-çelik-alüminyum ve petro-kimya altyapısı kurularak Türk Sanayisinin gelişmesinin yolu açılmıştır. Bunun sonucunda da 1970’li yıllarda ilk yerli otomobil üretimi başlamıştır.

    Yani 1960’da yapılan Devrim adlı otomobilin tören sırasında benzini bitip çalışmadığı için yapılmadığı iddiaları bir şehir efsanesinden ibarettir.

    Bugün de aynı yol izlenip ‘Inkilap’ elektrikli otomobil projesi ertelenmelidir. Önce ; elektrik motorları için düşük kayıplı silisli sac üretimi başarılmalıdır, enerji yoğun kuru akü teknolojileri geliştirilmelidir, manyetik frenleme ve bundan elektrik enerjisi elde etme teknikleri ile bununla bağlantılı güç elektroniği cihaz ve ekipmanları geliştirilmelidir. Ancak bunlardan sonra elektrikli otomobil gündeme gelebilir. Üstelik bahsi geçen bu teknolojiler sadece elektrikli otomobilde değil yenilenebilir enerji başta olmak üzere sanayiin çeşitli alanlarında işe yarayacaktır.

    • Yerli araba yapılmak istendiğinde Demir-Çelik üretimi vardı ve bu konudaki sanayi 20 yıllık bir olgunluğa sahipti. Yapacak gönül ve irade olduktan sonra gerisi teferruat. G. Kore’de sanayi ürünleri her alanda bizdekinden çok daha kısa zamanda oldu. Adamlar geldi bizde fabrika açtı, onların da hala işçisi (montajcısı durumdayız) sanırım. Bizde ne yazık ki yaptırmayacak olanların borusu ötmüş.

      Verdiğiniz bilgilerde çelişkili ikinci konu da “1960’da N.Erbakan’ı dinleyen devlet ricali..” konusu. Devlet onu bir sefer çağırmış bir daha çağıracağız dediği halde çağırmış mı? Fehmi beyin yazısına göre Erbakanın yüzüne bir daha bakan olmamış. Sonradan da TC-CHP ve TSK’nın ona yaptığı muamele pek iç açıcı değil zaten….

      • Otomobil sadece demir-çelik ile mi üretiliyor, ayrıca saca nasıl şekil vereceksiniz. Takım tezgahları, kalıplar, v.b. lazım. Erbakan’ın tavsiyelerine uyulup Devrim otomobil projesinin ertelendiği ve önceliğin ağır sanayiye verildiği açık bir gerçek. Fakat sizi memnun etmek için bu CeHaPe var ya bu CHP diye başlayan cümleler kurmak lazım. Çok yazık.

        • Gözünüzden ulusal gözlüklerinizi çıkarıp milli olanı taksaydınız belki görebilirdiniz Sn F.K.T. Daha önceki yazıda başka metal ve alaşımlardan bahsetmiştik. Bu işi G. Kore ıska mı geçti dedik. Ayrıca yukarda 20 yıllık olgunluğa işaret ettik. Ağır sanayi deyip iyice ağırlaştırmayın. Avrupadan dans hocası getirilmişken bazı teknik aksamlar da getirilebilirmiş. O kadar öncelikler varken sen git dinle, dindarla, şapkayla, sosyal konularla uğraş. Mehmetçiğin sakallı hacı dedesini başörtülü annesini orduevine alma. Gelinen noktalardan biri o. Takıntım CeHaPe veya CHP meselesi de değil, yapılan hatalar.

          Yıllar geçti; yalan, falan, filan feşmekan
          Kemale eremedik, ama hala kemalistan….

          Devrim adına yapılanların hatırasına yerli-milli araba işi olursa adı “Inkilap” olacakmış (şaka mı, doğru mu?). Onu da yazmışsınız. Aslında bu konulara pek giren biri değildim…

          • Ben yorumlarımda özellikle “milli (ulusal)” şeklinde yazıyorum, fark etmemişsiniz.
            Tek parti dönemine ait kimi eleştirileriniz doğrudur fakat pek çoğunun da uydurma veya abartılı olduğunun farkında değilsiniz.

  7. Dün Merzifonlu Kara Mustafa Paşanın idamının yıl dönümüydü .Bu vesileyle hem paşanın hem de devrin padişahı Avcı Mehmetin (4ncü ) hayat hikayelerini ve haliyle devrin tarihçesini uzun uzun araştırdım . İnanın durum ,bu gün ülkemizde olup bitenlere o kadar çok benziyordu ki anlatamam ! Ve bir kez daha kahroldum ! Başkaca bir şey söylemeye gerek görmedim ! Herkese selam ve saygılar

    • Nusretcan, aynı zeytini fransa üzerinden alsaydık eminim sen ve senin gibiler için hiçbir sorun olmazdı değil mi? Vaybee, gavurun ne güzel zeytinleri varmış diye diye yerdiniz iftarda..!

  8. Gecenin tam yarısı, ve ben TR24.COM sitesinde A. Babacan röprtajını izlemeyi henüz bitirdim. Babacan’ın son cümlesini buraya aktarmadan duramayacağım: “Toplumun arkasında durduğu bir partinin önünü hiç kimse kesemez -bu mümkün değil.”

    Ben röportajı izlemeye başladığımda, izlenme sayısı 8.900 dolayındaydı. Videonun sonuna geldim, rakam 33.698.

    Toplum Babacan’ın kadro ve kitle partisinin arkasında duracak ve bu partiyi iktidara taşıyacak. En ufak bir kuşkum yok bundan. Çok sevinçli ve muazzam iyimser olduğum kadar, belki bu ikisinden daha çok, huzur var içimde. Huzur ve yatışmışlık duygusu.

    Türkiye insanı hak etmiyordu bu karanlık kabusu. Bütün o onyıllarda gösterilmiş onca çaba, onca acı, bu karabasanla hiç yaşanmamış gibi bir çete tarafından ve onun gönüllü memurluğuna soyunmuş bilgisiz ve ilkesiz başkanı tarafından alay edercesine, aşağılarcasına silinemezdi. Ülkeye ve ülke insanına yeniden yaknılık duyabilmek için, bir iç fısıltısıyla, “Şükürler olsun. . .” diyebilmeye ve tanımlamaya çalıştığım yatışmışlık ve huzuru hissedebilmeye ihtiyacım vardı.

    Şükürler olsun. . .

    Yolunuz açık olsun. . .

    Not: “Bu işler öyle güçlü bir lider olmadan olmaz. . .” diyerek bu partiye daha kurulmadan don biçenlerin içinde yaşadıkları toplumu izleme ve anlama konusunda üç kuruş bilgisi olmayan insanlar olduklarını görmek, bunların rezil rüsfa oldujklarına tanık olmak için erken seçimleri falan beklemeyeceğiz. Bu siyaset cahilleri, partinin kuruluşunu izleyen üçüncü ayın ortalarından itibaren ciddi ve güvenilir kamuoyu araştırma şirketlerinin bu partinin seçime girmesi halinde alması muhtemel oy oranlarını açıkladıklarında, kendilerini Osmanlı tokatı yemiş gibi hissedecekler. Kopyalayın bu metnimi bir kenara, dediğim olmazsa gelin bana yedirin. Herkesten özür dileyecek, bu işlerden anlamadığımı söyleyecek, bir daha burada tek bir cümle yorum yazmayacağım üzerine şerefim üzerine söz vereceğim. Öyle erken seçim falan değil, üç ay kadar sonra birileri Hanya’yı da görecekler, Konya’yı da. . .

      • Demişlerse demişler, Ahmet Bey. Her denilene itaat edeceksin diye kanun mu var? Mesele demek ise, ben de derim: Bilmeden konuşursan madara olursun, bilerek konuşursan büyük konuşursun.

    • Ali Babacan hakkındaki duygularınıza katılıyorum. Üniversite diplomasını bir türlü gösteremeyen bir Cumhurbaşkanından, TED Koleji ve ODTÜ’yü 1.likle bitirmiş bir Cumhurbaşkanına geçişi ben de heyecanla ve tatlı bir milli (ulusal) duyguyla bekliyorum.
      Not : Belki dikkatinizi çekmiştir. Yorumlarımda ‘milli’ kelimesinden sonra bir de parantez içinde ‘ulusal’ yazıyorum. Bunun nedeni bu iki kelimenin farklı iki sosyolojik kesim tarafından ayrı ayrı kullanılmasıdır. Ben ise hem milli (muhafazakar) hem de ulusal (laik) kanata kendimi yakın hissettiğim için “milli (ulusal)” yazıyorum.

      • Bütün yorumlarınızı izliyorum. Sizin milli ve ulusal duygularınız ve düşünce dünyanız karşısında saygıyla eğilirim. Türkiye’den umutvar kalabilmemin bir kaynağı da hameset ve boş söze pirim vermeyen, lumpence dilden duyduğu memnuniyetsizlik ve huzursuzluğu dışa vuran aydınların varlığı. Sağından soluna istisnasız tüm düşünce geleneklerinin dehşet verici bir sığlaşma ve lumpenleşmenin girdabında dönenip durduğu bir dönemde, sözününün ağırlığı ve derinliği olan aydınlara rast gelebilmek bende muazzam bir ihtiyaç. Önceki hafta, Medyascope TV’de program konuğu olan Tarık Çelenk’e rast geldiğimde çocuklar gibi sevindim. Ahmet Turan Alkan, Mümtazer Türköne. . . Gerçek bir devlet adamı olan Abdullah Gül. . . Sağduyu ve vicdanın, hakikatin sesi T. Karamollaoğlu. . . Böylesi insanların benim duygu dünyamdaki yerini tarif etmekte zorlanırım. Birer inci gibi üzerine titrememiz gereken bu bilgelerin o yaşlarda hapishanelerde süründürüldükleri, peşpara etmez kalemşörlerin itibar cellatlığının hedefi haline getirildikleri bir Türkiye’de, siyasi aidiyetimiz her ne olursa olsun, hepimiz aşağılanıyoruz. Ben dahil hepimiz, bu aydınlık insanlara, bu sitenin yazarına, sizlere müteşekkir olmalıyız.

        Yeni kadro ve kitle partisini kıpır kıpır bir sevinçle karşılıyor olmamın bir nedeni de bu zaten. Çok derin bir entelektüel yozlaşmadan çıkışımız için de olağanüstü bir fırsat olacak yeni kitle partisi. Bunun iklimini yaratacağından hiç kuşkum yok. Bu açıdan da bütün kesimler ve mevcut siyasal partiler üzerinde çok olumlu bir basınç oluşturacak, Refah Partisi’nin T. Karamollaoğlu ile başlattığı saygıyı hak eder atılımını da hızlandıracak inşallah.

        Ülkenin Erdoğan gibi tutarlılık, mertlik ve bilgiden nasibini almamış, gerçek gazetecilerin gerçek sorularından kaçan, hiçbir ilkesi olmayıp kendisinden her an her şeyi yapması umulabilecek kusursuz bir kasaba siyaasetçisi ve siyaset esnafına mahkum olması da içimde bir yaraydı. Şükürler olsun, bu da bitiyor artık.

        Sağduyulu muhafazakarıyla ve sağduyulu solcusuyla, Türkiye’nin yolunun açık olduğunu düşünüp sevinebiliriz.

        Ben seviniyorum.

  9. Mesir macununun kilosu ne kadar oldu acaba? Yok, ihtiyaçtan değil de; şöyle piyasayı bi taradım, dünyada bizden başka da kimsecikler üretmiyor anlaşılan? Sevinsek mi üzülsek mi bilemedim ama neyse; en azından yerli malı yani…

  10. 2020 yılı için asgari ücret nihayet açıklandı. Yüzde 15’lik zamla net 2.324. Halkımız istiyor, hükümet şak diye yapıyor. Bu hükümetin yerli otomobil yapacağından kuşku duyanlara kapak olsun. Türk-İş Sendikası da teklifi kabul etmeyip görüşmelerden ayrılmış. Gerkeçeleri gayet milli: “Ülke ve millet olarak içinden geçtiğimiz bu kritk dönemde, yüzde 15 gibi bir artış beklemiyorduk. Böylesine yüksek bir rakamın giderek orta sınıf görüntüsü veren sermaye sahibi işverenlerimizi, devletimizi yüksek risk altına sokmasından kaygı duyuyoruz. Batmak üzere olan şirket sahiplerine gelince devlet bankaları kredi talebine sırt çeviriyor, emekçiye gelince bol keseden ücret dağıtımı! Nerede kaldı bu hükümetin milliliği?”

  11. Sevgili FEHMİ KORU
    Ülkeyi bu kadar aşağılamayalım internete girseniz size yerli diş macunu firmalarını sayan tonlarca sayfa bulabilirsiniz.Aşağıda bunun bir örneğini okuyabilirsiniz.
    ”’Sivas’ta faaliyet gösteren bir kozmetik firmasının doğal kilden ürettiği, yapay tatlandırıcısı olmayan, glutensiz ve florür içermeyen diş macunu 27 ülkeye satılıyor.””
    Bu yüzyılda artık birşeyi üretmek sorun değil önemli olan O ürünü ucuza üretip çok satabilmek.

  12. Verilen Milli Gelir rakamlari hic olmadi, onlarin hepsi hesaplama yontemlerini amaca uydurarak masa basinda hesaplandi.

  13. Gülen ve Büyük Abiler kliğinin Türkiye’nin demokratikleşmesi gibi bir derdi, buna katkı vermek gibi bir niyeti var mı, olabilir mi? İster bu kliğin Internet kanallarındaki yayınlarına ister buradaki yorum sayfalarındaki üç temsilcisinin (Nurdan, Baran, Hakan Çakan) metinlerine bakın: Sırıtan bir Erdoğan karşıtlığı ve Erdoğan düşmanlığı. Var mı bunlarda içinden geçtiğimiz siyasal sürecin gerçek bir çözümlemesi? Yok. Bütün meseleyi Erdoğan olarak görüp öyle göstermek istiyorlar. “15 Temmuzu biz yapmadık.” Bunu söylüyorlar. Peki kimin yaptığına ilişkin değerlendirmelere rastlıyor muyuz metinlerinde? Hayır. Bunu yapanlar, Gülen ve Büyük Abiler kliğine haklı bir kuşku ile bakan ve eşzamanlı olarak Erdoğan iktidarını da eleştiren yorumcular. “Bize zulmediyor Erdoğan ve Erdoğan yargısı.” diyorlar. Zulüm gördükleri doğru. Peki ama yargı gerçekten ‘Erdoğan yargısı” mı? Siz bunlardan birinin tek bir yorumunda Mehmet Ağar, Doğu Perinçek, derin devlet göndermesine, buna işaret eden değerlendirmelere rastladınız mı? Türkiye’nin meselesi gerçekten Erdoğan mı? Erdoğan’ın iktidarını yitirmesiyle mi düzelecek Türkiye?

    Sonu gelmek bilmez bir Erdoğan karşıtlığı nedensiz değil. Türkiye’nin demokratikleşmesi ile, evrensel hukukun işlediği bir yargı sistemine sahip olmasıyla ilgileri yok bu arkadaşların. Çünkü böyle bir kaygıları yok. Onların bir devlet eleştirisi yok. Zulüm gördüklerini söyledikleri metinlerde bile “devlet” yok: Erdoğan var.

    Bu kliğin basit bir hesabı var: “Erdoğan sonrası siyasal iktidarlar döneminde, bugün güvenlik ve yargı bürokrasisine hükmedenler güç kaybedecekler ve, yeni iktidar kombinasyonu her ne olursa olsun, biz yine ucundan köşesinden bürokrasiye geri dönmenin yolunu bulacağız.” Devleti kızdırmadan, bütün mesele “Erdoğan’dan ibaret” gibi bir resim çizerek, bekliyorlar. Devlet iktidarı çetelerin rekabet alanı olmaya devam ettiği sürece, kimse devlete güvenmesin. Bunların yolu açılabilir. Bunu pek mümkün görmüyorsam, bu devlete güvendiğim için değil. Gülen ve Büyük Abiler kliğinin Türkiye insanlarının ezici çoğunluğunun nezdinde deşifre olduğunua ve bu şekilde toplumsal hafiızada yer bulduğuna inandığım için. Türkiye’nin demokratik bir hukuk devleti olabilmesinin önündeki engellerden biriydi bu Gülen ve Büyük Abiler kliği, bu nitelikleri devam ediyor. Bunların yeniden inisiyatif alabilmelerinin önündeki yegane güvence, siyasal aidiyetimiz her ne olursa olsun, bizleriz. Bu kilk, demokrasi güçlerinin dinamik kitle partileri üzerinde yükselen gerçek bir hukuk devletinde asla soluk alamaz. Bırakın demokratik bir yapıya sahip olmasını, karar alma süreçlerinin kapalı kutu olduğu, gizli, hiyerarşik bir örgüt bu. Ne yapılacağı, neyin nasıl yapılacağı en tepedeki Gülen’in iki dudağı arasında ve gerçek güç sahipleri Büyük Abiler ve bunların altındaki bölge imamları vs. Bunlar mı Türkiye’nin demokratikleştirilmesini kaygı edinecekler? Bunlar mı Türkiye’nin sağlam bir devlet aygıtına ve sağlam bir yargı düzenine sahip olması için çabalayacaklar? Soruyorsunuz: Nedir sizin karar alma süreçleriniz? Tık yok. Soruyorsunuz: Neden Avrupa Birliği Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu raporu Cemaatinizden “gizli, suç işleme potansiyeli olan bir yapı” olarak söz ediyor? Tık yok.

    Soralım bu arkadaşlara: Neden hep ve sürekli Erdoğan?

    Bunun bir nedeni olmalı öyle değil mi?

  14. Yerli ve milli otomobil ne demek? Bu kavram hakkında henüz siyasi bir propaganda söyleminden öteye bir tartışma yapılmadı. Bir kere herkes şunu bilmelidir. Bir otomobilin A’dan Z’ye üretildiği komple bir entegre tesis dünyada yoktur. Bir otomobil fabrikasında en çok %20 üretim yapılır, diğer aksamlar yan sanayilerden gelir ve kalite kontrolden sonra kusursuz bir montaj yapılır. ‘Montaj sanayi’ diyerek yapılan otomotiv montajı küçümsenmemelidir. Bir otomobil fabrikası çok gelişmiş boyahaneler yanında robot otomasyonlu kaynaklar ve çok karmaşık süreçleri gerçekleştiren yürüyen bantları ile adeta bir uzay üssü gibidir.

    ‘Yerli’ olması ile kastedilen, otomobil fabrikası ve yan sanayilerinin Türkiye’de olması ve yerli sermaye içermesidir. Bu tartışma ilk açıldığı yıllarda Rahmi Koç bu nedenle “biz zaten 40 senedir yerli otomobil üretiyoruz” demişti.

    ‘Milli’ olması ile kastedilen ise, yerli otomobil sanayiinin üzerinde yükseldiği bilim ve teknoloji becerilerinin de Türk vatandaşlarına ait olmasıdır. İşte sorunun ana kaynağı da budur. Zira bilim-teknoloji becerileri, nesiller boyu büyük bir özen göstermek ve yeterince kaynak ayırmak ile mümkün olabiliyor. Türkiye henüz bunu yeterince başaramamıştır.

    Günümüz şartlarına uyması için yerli ve milli otomobilin elektrikli araç olması öngörülüyor. Bir yıl kadar önce Erdoğan Tesla Motors CEO’su Elon Musk ile görüşmüş ve bu projeye destek istemişti, fakat sanırım hayalci teknoloji transferi talebi nedeniyle sonuç olumsuz olmuştu. Elektromobil araçta en önemli aksamlar; yeni nesil patentli enerji yoğun aküler, araba tipi elektrik motorları ve frenleme veya yokuş aşağı inişte elektrik enerjisi üretilmesidir. Bu araçlarda güç elektroniği devreleri kritik konumdadır. Şimdi ençok %20 ‘milli’ olabilecek elektrikli otomobil projesi %80’i yerli ve milli diye pazarlanacaktır.

    Kısıtlı olan milli kaynakların kullanılmasında, N.Erbakan’ın 1960’da devlet ricaline yaptığı ve uyulmuş olan tavsiyelerine göre hareket edilmelidir. Enerji yoğun aküler, araç tipi elektrik motorları ve güç elektroniği devreleri konularında bilimsel ve teknolojik gelişmeler sağlanmadan “elektrikli otomobil” yapacağım demek ya cahilce bir davranıştır yada işin içinde başka işler var demektir.

    Diğer yandan elektrikli otomobiller çoğaldığında akaryakıt istasyonlarına benzin-motorin-LPG dışında bir de elektrik pompası eklemek gerekecektir. Bu ise şehirlerin elektrik dağıtım şebekesini zorlayacak ve yeni hatlar ile ilave elektrik enerjisi gerekecektir. Ek bir çözüm olarak enerji istasyonlarında rüzgar ve güneş enerjisi santralleri kurmak gerekecektir… Bunlar başarılamazsa elektriği (yakıtı) biten otomobillerin trafiği tıkaması büyük sorunlara yol açacaktır. Çözüm olarak hibrid (elektrikli-benzinli) otomobil üretmek ise maliyetleri artıracak ve kullanımı çok kısıtlı olacaktır. Bu ise yapılacak dev yatırımları fizibıl olmaktan çıkaracaktır. Türkiye’nin boşa harcanacak parası yoktur, hatta dolusuna bile yetmiyor.

    • Elektrikli otomobil üretiminde en önemli unsur Enerjiyi depolayacağınız Aküdür.Yoksa diğer elektronik komponentler zaten dünyada sayılı üreticiler tarafından üretilir ve bunları üretmemek bu işin yerli olmayacağı anlamına gelmez. Bizler sadece birbirimizi yemekle meşgul olduğumuz için belki yarın CHP lideri çıkıp bu fabrikayı kapattırırım demesiyle bu iş de güme gidebilir.Başlamak işin % 70 i dir .vatana hayırlı olsun.

      • Ben size o elektronik komponentleri vereyim siz de onları elektrikli otomobilde kullanılabilecek düzeyde cihaz ve ekipman haline getirin bakalım. Amatör elektronikçiler gibi yorum yapmayın. Mesele sadece aküler olsa onları da ithal edelim derdim. Anlamadığınız konularda ahkam kesmeyin. Başlamak işin %70’dir demek ancak önceden defalarca yapılmış rutin işlerde geçerlidir.

        • Kac yasindasin bilmiyorum ama o komponentlerle cok cihaz urettik.once silisli saci uretir sonra motoru sonra tristor imal edersin bir bakmisin 50 yil gecmis.Sen otomobil uretirken millet tekersiz ucan hava araci yapmis.Biraz endustrinin gelisimini takip edersen.ureticilerin bir cihaz icin onlarca ulkeden ithalat yaptigini gorursun.

          • Senin dediğin düzeyde otomobil imalatı zaten yapılıyor Türkiye’de. Hatta daha fazlası yapılıyor, Tofaş Ar-Ge Merkezi’nde 700 nitelikli mühendis çalışıyor. Bazı modeller orada tasarlanıyor.

  15. HAKAN ÇAKAN BEY’İN YORUMUNA KARŞI YORUM: 2

    Fikirlerinize ve argümanlarınıza itirazım var. İtirazlarımdan bir kaçını, sizin kendi metninizden de kısa alıntılarla, çok açık dile getireceğim. Şöyle söylüyorsunuz:

    “Gülen iktidar olmayı hedeflemiyordu derken niye bu kadar emin olduğumu da anlatayım. (. . .) İktidarın demokratik bir ülkede Meclis ve onun içinden çıkan Hükümet demek olduğunu bilemiyor muydu? Elbette biliyordu. Gülen eğer iktidar olmak veya güncel siyasete girmek gibi bir niyeti olsaydı en azından iktidar partisinden ciddi sayıda kişiyi Meclise sokardı, istediğinde Hükümet’i devirirdi. Hayatın akışı içinde bunların olmadığı çok açık görülüyor.”

    Bağışlayın, burada ya Türkiye gerçeği ile ilintisiz bir naiflik, ya da bilinçli bir manipülasyon girişimi var. Sürekli “meclis” ve “siyasal partiler” vurgusu yapmanız nedensiz değil. Bir kez okur “iktidar = hükümet” eşitliğini önkabul saydığında, şu tümevarım akla yakın kılınmış oluyor: “Gülen parti kurmadı, Gülen AK Parti içine öyle fazla milletvekili aday göndermedi. Öyleyse Gülen’in iktidar hedeflediği boş bir iddia. Bu duruma bakarak ve bu durum temelinde, Gülen iktidar olmayı hedeflemiyordu diyebiliriz ve bundan emin olabiliriz.”

    Elbette ve kuşkusuz ACABA?” diyerek soracağım.

    Türkiye’nin toplumsal siyasal süreçlerine biraz vakıf olan herkes bilir ki, devlet iktidarı = seçilmiş hükümet eşitlemesi bir kandırmaca, kandırmacaya kananlar da, siyasal süreç analizine girişmeleri halinde “Allah aşkına kendini yorma” denmesi gereken kişilerdir. VESAYET’i nereye koyacağız, Hakan Bey? Ya bugün? Bugün devlet iktidarında Erdoğan mı var? Devlet Bahçeli’sinden Nerdim Şener’ine, Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu’ndan Perinçek’e ya da Mehmet Ağar’a kadar en militan ve hararetli Erdoğan savunucularının İslamcı bir lideri ve İslamcı partinin iktidarını desteklediklerini mi söyleyeceğiz?

    Gülen, çok zeki değil. Ama, Türkiye’de devlet iktidarına sahip olmanın yolunun seçimlerden, siyasal partilerden geçmediğini, devlet bürokrasisinin güvenlik (ordu ve emniyert) ve yargı kanadını kontrol edenlerin malı götürdüğünü görebilecek kadar aklı var. İktidarı bu kadar arzulayan bir insandan da aklıbaşında her Türkiye vstandaşının gördüğünü görmesini umabiliriz herhalde.

    Gülen, gerçekten demokratik talepleri teşvik edip Türkiye’nin demokratikleşmesine destek mi verdi? Kolektif toplumsal deneyim ve hafızamız bunun tam tersine işaret ediyor: Gençlerin başörtüsü ile eğtim hakkı demokratik bir talep değil miydi? KCK davalarını açan ve onlara malzeme taşıyanlar güvenlik ve yargı içindeki Gülenciler değil miydi? Meşru AK-Parti hükümetine operasyonlar çeken (MİT Tırları, ilkin Hakan Fidan’ın, ardından Erdoğan’ın kellesi talebi, 15-25 Aralık operasyonları), Erdoğan ve Ak Parti iktidasrını güçten düşürmek ve kendine mahkum etmek için Barış Süreci’ni dinamitleyen Cemaat değil miydi?

    Bir başka iddianız da şu:

    “Cemaat’in on yıllar boyu davranış modelinde iktidarı ele geçirme yok. Çok güçlü olduğu iddia edildiği dönemde bile böyle birşey yok. İktidarı frenleme, etkileme var, zaten bu demokratik bir toplumun olmazsa olmazı.”

    Hayır, Hakan Bey. “İktidarı frenleme, etkileme” iki şeyden biri olabilir: (1) Demokratik bir toplumun olmazsa olmazı. (2) İktidsarı frenleme ve etkilemede kullanılan araçlar bakımından gayrı-meşru, gayrı-ahlaki, anayasal suç girişimleri.

    Evet, iktidarı nasıl frenleyip nasıl etkilemeye çalıştığınıza bağlı olarak, eyleminiz birincisi de olabilir, ikincisi de.

    Gülen’in videosuna ilişkin söyledikleriniz üzerine tek cümle yazmaya bile gerek görmüyorum.

    Merak edip videoyu izeyen okurlar, hiç kuşkusuz, söylenenlere bakıp kendi çıkarsamalarına ulaşacaklar. “Benim çıkarsamama varacaklar. . .”, “Hayır efendim, olur mu öyle şey, akıl var mantık var, elbette ki benim çıkarsamama ulaşacaklar” türü bir iddialaşma hem kibirli bir iddia olur, hem de iddialaşanların her ikisini birden sığlaştırır. Videronun linkini vermekle yetiniyorum. İnsanlar izlesinler, hangi izlenime ya da kanaate varacaklarsa ona varsınlar.

    Gördüğünüz üzere, ne 15 Temmuz darbesi ithamında bulundum, ne Gülen’in kirli fanilasını baş ucuna koyanlar, kamu kurumlarına ve askeri okullara giriş sınav sorularını çaldı bunlar, “Bakın mahkemede itirafçı olmuş gerçekleri birer birer anlatmış” türü budalaca ifadelere yüz verdim.

    İthamlardan, papağanca tekrarlanan propaganda aygıtı sefaletinden uzak, aklı başında değerlendirmelerde bulundum. Liderinizi aşağılayıcı ifadelerden de sakındım.

    İster karşılık verin, ister vermeyin Hakan Bey. Benim derdim Cemaat’in onbinlerce masum insanı ile değil. Böyle olduğu için uğradıkları zulme ses çıkarmaya çalışıyorum insan kalmak isteyen her insanı. Daha önce de söyledim. Son derece entelektüel, son derece güvenilir Cemaat mensubu insanlar tanıdım, bazıları arkadaşım olarak kaldılar. Ben, çok sayıda Cemaat mensubunun ya bu yapıyı içten ve kökten dönüştüreceğine, ya da Cemaat’in dışına çıkarak Türkiye’nin gerçekten demokratik bir ülke haline gelip gerçek bir adalete ve devlet yapılanmasına kavuşturulması çabalarına destek vereceklerini düşünüyorum.

    Yakın siyasal tarihimiz, herkes açısından cderslerle dolu.

    Bu dersleri yok sdayanların, bu dersleri görmezden gelerek bu derslerin derdine düşmüş Cemaat mensuplarını itibarsızlaştırıp yola değişmeden kalan bir “masumuz, yanlış bir şey yapmadık” söylemiyle devam etmek isteyenlerin varabilecekleri bir yer olmadığını da biliyorum.

    İlgili Gülen videosu linki: https://www.youtube.com/watch?v=7Y_cLmsmOuY

  16. HAKAN ÇAKAN BEY’İN YORUMUNA KARŞI YORUM: 1
    Sizin yorumlarınıza ilişkin metinlerimde ne nezaket prensibinden şaştım, ne de hakaret sayabileceğiniz bir ifade kullandım, Hakan Bey. Benim yazdıklarıma, “Söylediklerinde ne akıl ne mantık var, hadi bakalım süren başladı, düşün bakalım mantıksızlığını nasıl açıklayacaksın”la başlayıp “Sen gençliğinde Devrimci Sol militanıydın. . ” ile devam eden, hesapta sözlerimin inandırıcılığını bu şekilde törpüleyeceğini sanan ve üstelik bunları da çakma ve iki yüzlü bir saygı diliyle yapan tiplere hak ettikleri dilden ve can sıkmayı amaçlayarak karşılık veririm.

    Gülen Cemaati meselesi, diğer tüm meseleler gibi, iki düzeyde konuşulur. Birileri çıkar, devletin önümüze koyduğu resimde kendisinden görmesi istenen resmi görür, o resmi anlatır, iktidarın propaganda aygıtının argümanlarını yineleyerek o propagandanın bir parçası haline gelir. Topluma gösterilecek resmi çizenler de, o resme eşlik edecek operasyonel propaganda argümanlarını yazıp topluma pompalayanlar da, verili bir anda devlet iktidarını kontrol eden güç ya da güçler koalisyonudur. Çok yakın bir zamana kadar genel kurmay başkanının Ergenekon Terör Örgütü’nden tutuklanıp hapsedilmesi, Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek’in, ulusalcı-operasyonel kalemşörlerden Nedim Şener ve düzinelercesinin daha düne kadar aynı ‘terör örgütü’nün elebaşları iken an itibarıyla toplumun en muteber kişileri arasında sayılmaları, ekranların ve havuz medyasının önde gelen gazetesinde kendilerine yer bulmaları gibi yüzlerce örnek verilebilir. Bugün, Ergenekon Terör Örgütü davalarının emniyet müdürleri ve savcıları ya hapishanede ya da yurt dışında kaçak durumunda olan kişilerdir, vb.

    Devletin gerçek anlamda devlet olamayıp devlet iktidarının ideolojik-çıkar odaklı çetelerin bir mücadele alanı olmasının doğal ve kaçınılmaz sonucudur bu. Yeni bir durum değildir. Klasik örneklerini bulmak isteyenler, Mustafa Kemal’in NUTUK’unu okusunlar, Halide Edip’in anılarına göz atsınlar. İzmir Suikasti neydi ne değildi, bir baksınlar. Kazım Karabekir gibi bir dönemin güçlü figürlerinin ne tür operasyonlarla birer birer tasfiye edildiklerini göreceklerdir. Aynı şey, Rusya’daki Bolşevik Partisi için de geçerlidir. Bu partinin Merkez Komitesi’nden eceliyle ölen sadece Lenin ile Stalin’dir. Diğerleri, teker teker, devlet bürokrasisi içindeki güç savaşlarında öldürülmüşlerdir. Örneğin, Kızıl Ordu’nun komutanı Troçki, kaçıp sığındığı köy evinde, Stalin’in ajanının başına inen çekiç darbeleriyle ölmüştür vs.

    İki yıldır burada gündelik olarak yorum yazan Gülen yandaşları var. Konuşmuyorlar. Konuşanları alkışlıyor, kendilerince, daha çok konuşması için gaz veriyorlar. Erdoğan muhalfiyseniz, ve herkes susarken gelip burada “15 Temmuz ulusalcı-milliyetçi güç odaklarının bir derin devlet opwrasyonudur” diye yazıyorsanız, onbinlerce masum Cemaat sempatizanına zulmediliyor, bu nasıl vir vicdansızlık ve körleşme halidir ki susuyorsunuz?” dediğimde, iltifatların önü arkası kesilmiyor. Projektörleri kendimce ve kendi gözlem ve tespitlerimce Gülen’in bizatihi kendisine ve Büyük Abiler kliğine çevirdiğimde, alkışların yerini homurtular alıyor. Ne alkışa ihtiyacım var, ne yol açtığım homurtulara karşı tahammülsüzüm. Yeter ki, homurtuları, ahlaksız belaltı vuruşu denemeleri izlemesin. Yeter ki, homurtular kendisini birer fikir, desteklenmiş iddialar silsilesi, eli ayağı düzgün, okunup anlaşılabilir ifadeler olarak dile getirilsin. “Telefonda adam asmaca oynarken beni araya meze yapmayın” diye yazarsanız, edeplice sorduğum sorulara, “Ay bunlar olaya duygusal bakıyor” deyip ortalığı ayet ve hadis’e boğarsanız, beni, gönüllü olmadığım alana çağırırsınız. Davetin kimden geldiğine bakarak o gönülsüz alana gitmeyi kabul ediyorum, kimi zaman “Ya boş ver. . .” diyerek daveti geri çeviriyorum. Ahlak dışı her belaltı girişiminde davete tererddütsüz icab edeceğim yeterince ortada olmalı.

    Siz, edep ve fikir düzeyinde bir diyalog önerir görünüyorsunuz. Ben bu öneriye gönüllü olarak ve aynı şekilde mukabelede bulunurum.

  17. Geçen yıl 14 000 ton saman ithal ettik
    Bu yıl hamdolsun saman ithal etmedik.Süt ve yem fiyatları nedeniyle süt inekleri kesilince ihtiyaç kalmadı.
    125 ülkeden 135 tarım ürünü ithal ediyoruz.
    17 yılda 21 milyar dolarlık pamuk ithal ettik
    Yıllık sıvı yağ ithalatına 3,5 ila 4,2 milyar dolar ödüyoruz.
    Geobels ne diyordu?
    “Halk ne kadar büyük yalan atarsan o kadar kolay inanır”

  18. Herşeyi herkes kendisi yapamaz. Allah insanı bile birbirine muhtaç halde yaratmış, iki kişi yan yana gelsin, birlikte hareket etsin istemiş!..
    Bir ülke ile anlaşıp tek model araçta ithal edersin, birkaç ülkeden de. birisine fabrikanı burda yap üret, benim ülkeme yatırım yap bende sana kolaylık sağlarım diyebilirsin.
    yada, gelsin ithalat vergileri, gir içeri..
    yani herşey kontrollü, dengeli hesaplı olduğu sürece marslılardan da ithalat yapsan yine sen kazanabilirsin!
    Lozan… Montrö…. bunlar birer anlaşma! hesabını tutma!.. Hesabını bilme!… kendini sağlama alma!… yarın afallayıp kalmamak için tedbir!.. kim yapmış? elin gavuru! (beğenmiyorsunya tu kaka).
    milli olarak her ne yapacak isen, hammaddesini kendin üretemiyor isen o işe girişmeyeceksin!.. kazanamazsın. (örneğin demir çelik fabrikan gibi..).
    ülkenin kaç cep telefonuna, bilgisayara, beyaz eşyaya, otomotive ihtiyacı var onun bile bilindiğinden şüpheliyim. çünkü ekmek için buğday bile … (saman ithalinden yola çıkarak!).
    önce kendi kendimize yetebilmekle başlayabiliriz belkide..

  19. Diş macunu ucuzluğundan bahsedilmiş.İhtiyaç sadece diş macunu mu?Diş macunu ye,diş macunu iç,diş macunu yak,diş macunu giy,diş macununa bin,hastalınınca ilaç yerine diş macunu kullan,vergileri ve bütün mastafları diş macunu ile ödeyin bakalım.Ha!Çocuğun beslenmesine de diş macunu koymayı unutmayın.Yerli araba masalına kanan var mı?Hayret!Yerli ve milli hiçbir şey yok.Hepsi göz boyama.Kaporta yapınca yerli mi olur?Teknoloji,proğlama,motor ve donanım aksamı yabancı.Kaporta yap, işte yerli ve milli de.Yerli otomobilin kaporta ve konulması düşünülen model adı dışında ,bütün aksamı yabancı.Alman,İtalyan,İspanyol,ABD menşeili üretimin neresi yerli ve milli?Tankın her yeri Alman menşeili.uzun menzilli toplaın namluları Güney Kore menşeili.Savaş uçakları ve helikopterleri ABD,italyan meşeili.Füzelerdeki teknoloji düşük.Yabancı füzelerin yanında mantar tabancası kalır.Ancak iha ve sihaları yapabiliyorlar.Onu zaten herkes yapabilir.PKK/YPG bile yapıyor.AKP hükümetinini yerli ve milli söylemi şekerli ve naneli sakızlar gibi.!!Aha ,benim sakızım var !”diyen çocukların çiğnediği;ağzına hoş koku veren,ama çiğnedikçe miadı dolan sakızlar gibi.Çiğne çiğne ,sonunda ortada birşey kalmıyor.

  20. Diş macunlarının içeriğinde kanserojen maddeler var, dişlerinizi limon suyuyla fırçalayın, diş ipiyle temizleyin..! nasılsa limon ülkesiyiz ama yalnız bendeki dişipi de irlanda malıymış, bunun da mı yerlisi yok acaba? Neyse, en iyisi kürdan galiba, havada karada yerlidir; çinden gelmediyse tabii..! Arabadan anlamam ve nefret ederim ama allah imkan verirse sırf yerli malı olduğu için bi tane alsam mı diyorum..?

  21. Yeni ve milli otomobile sıra gelmeden yapılması gereken işlerden birisinden bahsetmek istiyorum. Fazla uğraşmaya gerek yok, sadece bürokratik engelleri kaldırmak lazım.

    Avrupa’da heryıl milyarlarca Euro ciro yapan kamp ve karavancılık sektörü süratle büyürken Türkiye’de nasıl frenleniyor?

    1. Motoru 2 litrenin üzerindeki motorkaravanlara % 160 civarında ÖTV + ATV var (motokaravanların genellikle iki litrenin üzerinde motorları var).

    ÖTV, motoru iki litrenin üzerindeki bütün araçlar için var ama, diğer araçlar satın alındıktan sonra hemen kullanılırken, motokaravan olacak araçların önce karavana dönüşmesi lazım. Karavan dönüşümünde kullanılacak malzeme ve cihazları üretecek firmalar ve bunların binlerce kişiye sağlayacağı istihdam bu ÖTV ile önleniyor. Aslında ödenmeyen bir ÖTV demek lazım, çünkü Türkiye’de bu yüksek ÖTV nedeniyle yeni araçtan karavan hemen hiç üretilmiyor.

    2. En az kaza riski olan araçlar arasında yer alan motokaravana taksiden fazla trafik sigortası.
    Inanılır gibi değil, yılda sadece bir kaç ay kullanılan bir araç için Itfaiye ve cankurtaran kadar sigorta şartı koyan bürokrasinin dünyada bir benzerini bulamazsınız.

    3. Cok dikkatli kullanılan ve bakımı düzenli yaptırılan motokaravanların her yıl TÜV’e girme zorunluğu.
    Bu durum ne zaman aklıma gelse, TÜV’e müşterimi bulmak zoundalar diye düşünürüm. Hatta motoru olmayan, çok zaman kampinglerde duran, 750 kilo üzerindeki bir çekme karavanı bile her yıl TÜV’e gönderen bir bürokrasi var Türkiye’de.

    Bu üç noktayı Avrupalı karavancı dostlarıma anlattığımda bana şaka mı yapıyorsun diyorlar.

  22. Gülen iktidar olmayı hedeflemiyordu derken niye bu kadar emin olduğumu da anlatayım. Zaten Gülen iktidar olmaya kalksaydı bu kadar problem çıkmazdı. Çünkü Erdoğan ve “İslamcılar” örneğinde olduğu gibi iktidar tutkunu kişileri dönüştürmek ve kontrol etmek, hatta kullanmak mümkündür. Problem kendi iktidar olmayı istemek yerine toplumu dönüştürmeyi isteyenlerdir. Bir de bunu da barışçı yollardan, kanunlara uyarak yapıyorlarsa statüko için daha büyük sorun var demektir. Şu an Hizmet Hareketi’nin yaşadığı problemin altında bu var. Kanunsuz iş yapmış olsalar yada şiddete başvursalar zaten o kanunsuzluklarla cezalandırılırlardı ama şimdi ülkede hukuk yok edilerek önleri kesiliyor.
    Gülen zeki bir kişi, iktidar olmak istese nasıl iktidar olacağını da planlardı herhalde. Hayatın akışı içinde biz bu seyri takip edebiliriz. Cemaat’in on yıllar boyu davranış modelinde iktidarı ele geçirme yok. Çok güçlü olduğu iddia edildiği dönemde bile böyle birşey yok. İktidarı frenleme, etkileme var, zaten bu demokratik bir toplumun olmazsa olmazı. İktidarın demokratik bir ülkede Meclis ve onun içinden çıkan Hükümet demek olduğunu bilemiyor muydu? Elbette biliyordu. Zaten dindar kesimde öcü görülen demokrasiyi savunan Cemaat’ti. 1994’den başlayarak “Demokrasiden dönüş yok” mottosuyla dindarların da demokrasiye yaklaşmasının önü açıldı. Gülen eğer iktidar olmak veya güncel siyasete girmek gibi bir niyeti olsaydı en azından iktidar partisinden ciddi sayıda kişiyi Meclise sokardı, istediğinde Hükümet’i devirirdi. Hayatın akışı içinde bunların olmadığı çok açık görülüyor.
    Gülen’in toplumu dönüştürerek ülkeyi dönüştürme ideali var. Eğer iktidar olmayı hedefleseydi kendi hayatında bunun örneklerini görecektik. Mesela bir partiden milletvekili olmak gibi. Daha da önemlisi siyasette ciddi boşlukların olduğu dönemlerde parti kurmayı yada kurdurmayı hedefleyebilirdi. Cemaatte bunu isteyen hatta ısrar edenler de olmasına rağmen bu tarz siyasete yanaşmadı.
    Teorik olarak Cemaat’in siyasi partilerden uzak durur ki geçmişte bu mesafe hep korundu. Ak Parti’de bu eşik farklı nedenlerle (bence Gülen’e rağmen, O’nu zorlayarak) iyi niyetle de olsa, aşıldı ve yanlış yapılmış oldu. Ak Parti iktidarında 2002-2011 döneminde Cemaat’in siyasetten beklediği şeylerin bir kısmı yapılıyordu. Bu beklentiler daha fazla demokrasi, insanların haklarının iadesi (mesela ihraç edilen askerlerin vs.), daha fazla hukuk ve dünyada Türkiye’nin doğru temsili gibi şeylerdi. Sonuçta şayet iddia edildiği gibi iktidar hedeflenseydi Cemaat Hükümetle arası açmamak için onların isteklerini kabul ederdi. Erdoğan’ın “ne istediler de vermedik” sözü bence önemli. Evet sahi ne istediler? İhale mi? Ballı arsa mı? Teşvik mi? Daha önce devletin engellediği normal vatandaşlık haklarını istediler ve aldılar. Ak Parti’nin devleti azıcı makul yönettiği dönemde Türkiye hızla yükseldi ve hepsi Erdoğan’ın hanesine yazıldı. Oysa oradaki teori tamamen Cemaat’in felsefesi. Komşularla iyi geçinme, mazluma yardım, Afrika açılımı vs. Şimdi özellikle yurt dışında iktidar temsilcilerinin yaptığı birçok konuşma metni Gülen’in daha önceki fikirleri, sözleri ve önerileri.

    • İktidarı ele geçirme gibi bir niyeti yoktu…partisi yoktu…. doğru… zaten adam iktidardı…. Siyasetçiler elinin kiriydi…
      Yargıyı, emniyeti, üniversiteleri,eğitimi, bürokrasiyi zaten ele geçirmişti….
      Sadece başını biraz erken çıkardı…. Civcivleri ezildi…

    • Madem bu kadar iddialı şeyler söylüyorsunuz o zaman Gülen-Erbakan ilişkilerine bir göz atın derim.

  23. Şu yerli otomobil konusu adeta bir yılan hikayesine dönmüş bir konu… En azından 5-6 senedir “hazır” deniyor, sürücülük testine tabi tutulanları olduğunu zaman zaman okuduk. Motorunda tasarım eksiklikleri henüz bitmedi dendi. Meselenin, işin iç yüzü nedir? “Herhangi bir mesele yok her şeyi hazır, ancak 2023 te sansasyon/tantana olsun diye bekletiliyor” diyenlere de rastladım. Gerçekten durum bundan ibaretse, yapımcıların/pazarlamacıların “potansiyel fırsat maliyeti” diye bir şeyden haberi yok mu? hazır olup ta piyasaya sürülmeyen bir ürün, pratik olarak zararına bekletiliyor demektir.

    Türkiye’nin, bu güne kadar yerli bir otomobil üretememiş olması bir eksiklik değil bence rezalet/felaket derece iğrenç bir acizlik örneği. İnternete baktım Demir-Çelik üretimi 1940larda başlayan bir konu. Buna paralel olarak 1960lara kadar yeterli metal-alaşım üretiminin olmaması diye bir şey yok. O zamanlar, böyle bir amaç için bir kısım malzemenin yurtdışından gelmesinin de hiç mahsuru yok (tu). Rüşvet konularının bu gün bile gündemden düşmediğine bakılırsa, yerli araba konusunun bu derecede ihmal edilmesinin bence en büyük sebebi bu konularda karar verecek kişilere yedirilmiş olan rüşvettir (Allah her birinin belasını versin). At eski dönemlerin yegane ulaşım aracı. Ata avrata bu kadar önem veren bir kültürün mensuplarını bu derece ayakta uyutanlarda hiç bir utanç yok! Araba sanayii erken kurulabilmiş olsaydı yan sanayi dallarının da paralel olarak gelişmesine motor teşkil edecekti.

    Devletin imkanlarından/halkın parasından servetlerini oluşturan para babaları holdinglere yazıklar olsun! Onları tabiri caizse kulaklarından tutup bir araya getiremeyen hükümetlere/devlet yöneticilerine de yazıklar olsun! Madalyonun diğer yüzünde (yazıda bahsi geçen (M. Kemal Paşanın) yüksek rütbeli askerleri de darbecilik oyunlarıyla hükümetlere ayar çekmekten başka bir işe pek yaramadı, ve bu ayar hiçbir zaman yerli üretim konusunda değil(di). Dolayısıyla bu utanç ve acizlik onlara da aittir.

    Farklı bir konu olarak, “2.5 liranın değeri sanırım bugünkü 45 liradan çok fazladır” konusu yanlış. Acaba pariteler o dönemde neydi dedim, bu konuya baktım. Fehmi beyin o zamanlar en fazla 14-15 yaşlarında olduğu kabulüyle diş macunu bu günkü şartlarda eskisinden 6.5-7 kat daha pahalı. Misvak kullanmayanlar için durum zor. Bu kadar kar haddi anormal derecede fazla (yurt dışındaki marka bolluğunda bir diş macunu bunun yarı fiyatına bile değil, özellikle ucuzluğu giren markaları takip edenler için). Devletin müfettişi falan yok mu? hesabı sorulabilecek daha kimbilir ne ürünler var. Herşey bir yana, yerli diş macunu yapılamayacak zorlukta bir şey değil. İsim yabancı olsa da mutlaka yerlisini yapan birileri vardır sanıyorum. Yıllardan beri rekabet edecek yerli bir firma olmaması başlı başına tuhaf bir şey!

  24. Fethullah Gülen’in iktidar olmayı hedeflediğinden bu kadar emin olanlara tersini anlatmak zor ama bence doğru kıymetli, zanlarımız değil. Artık Bernar Bey’e hitapla yazmayacağım. Prensip olarak nezaketli eleştirilere katkıda bulunuyorum ama Bernar Bey oldukça ağır hakaret içeren sözcükler kullanarak ön hükümler veriyor. Ben polemiğe girmeyeceğim, sadece sorularına cevap vereceğim. Şu sıralar çok kullanılan iki yaklaşımı da kullanarak bu iddiaları irdeleyeceğim.
    Temel olarak bütün fikirler (kişisel gelişimi hedeflemiyorsa) toplumu dönüştürmeyi hedefler. Dinler ve felsefi akımlar dahil hepsinin bir “ideal” toplum anlayışı vardır ve bu toplumu oluşturmaya çalışırlar. Burada önemli olan bu ideale nasıl ulaşmayı hedeflediğidir. Kendince “ideal” saydığı topluma bazıları siyasi iktidarı ele geçirerek varacağını düşünür bazıları toplumdaki fertleri dönüştürerek. Bu dönüştürme bazılarına göre zor kullanarak da olabilir, bazı marksist grupların “silahlı propaganda” yöntemleriyle, bazıları ise şiddeti tümüyle reddeder. Dinler özünde insanlara inançlarını şiddetle kabul ettirmeyi reddeder. Çünkü iman zorla olmaz, ancak ikna ile olur.
    Hizmet Hareketi (buna Gülenizm de Risele-i Nur’un Gülen yorumu da diyebilirsiniz) basit iktidar olmayı hedeflemedi, hala da hedeflemiyor. Toplumu eğitimle, tamamen barışçı yollarla dönüştürmeyi hedefledi. Zaten Gülen’in birçok konuşmasında iktidar olmanın basit bir hedef olacağı var. 1990 sonrası dünyaya açılma ile dünyada İslam’ı barışçı yorumuyla tanıtma insanlığa Müslüman olarak katkıda bulunma hedeflendi. Bu konuda yapılan hizmetler ortadadır. Ayrıca toplumlar arasında farklılıkları kavga nedeni olmaktan çıkarma hedeflendi. Diyalog hizmetleri bunun bir parçasıdır.
    Bu video sanırım 1980’lerin sonu veya 1990’ların başında yapılan bir konuşma. Türkiye’de dindar insanları devlette çalışmak istemediği, radikal İslamcıların devlette çalışmayı haram saydığı, kamudan dindarların dışlandığı bir dönemde insanlara dini hizmetlerin devam edebilmesi için hayatın her kesiminde olmayı öğütlüyor. Nitekim 28 Şubat’ın başarısız olması ve Ak Parti’ye karşı darbe girişimlerinin engellenmesi bu kadrolar sayesinde oldu. Şimdi onları Erdoğan eliyle tasfiye ettiler.
    Gülen’in videosu orjinal mi bilemiyorum, yani aradan bazı kısımları çıkarmışlar mı? Çünkü böyle bir teşebbüs 1999’da meşhur Ali Kırca’nın düğmeye basma olayı sonrasında yaşanmıştı. O zaman servis edilen benzeri konuşmaların aradan bazı kısımlar kesilerek servis edildiği ortaya çıkarıldı. Açılan soruşturma da Eski Laik Yargıtay’da beraatle sonuçlandı.

    • hakan bey, güzel anlatıyorsunuz da, gülen aleyhine olan herkesin birşekilde itibarsızlaştırılmasını veya hapse atılmasını sizin anlattıklarınız açıklamıyor.
      – bir beyazıt hoca vardı mesela. otel odasında porno film izlediğini yazmışlardı.
      – Bunlar nedir?
      – fenerbahçe kumpası nedir?
      – hanefi avcı nedir?
      – özbekistan devlet başkanını öldürmek için sivil alanlara bomba yerleştirilmesi nedir?
      – mhpli milletvekilleri olayında da benim için olağan şupheli gülencilerdir.

    • hakan bey! açık gerçekleri bile ne kadar ustaca reddediyorsunuz size inanamıyorum.
      – Sizin iyiniyetinizden de şüphelenmeye başladım doğrusu.
      – Ergenekon ve balyoz davalarında suçlular ile suçsuzların harmanlanması, ordaki insanların televizyonlarınızda ve gazetelerinizde itibarsızlaştırılması.
      – fenerbahçe kumpası. emenikenin para sayma paraları.
      – insanlara iftira attınız.
      – bütün bunları hizmet için mi yaptınız?

      • gülen hareketinin iyiniyeti olmadığı gibi, sizin de iyiniyetiniz yok.
        – insanları aptal yerine koymaya uğraşıyorsunuz.
        – herkesin gördüğü, bildiği, herkesin içinde olan, alenen olan olaylar. gazetelerde, televizyonlarda olan iftiralarınız insanların hayatını karartmanız.

  25. Bir memleket bir millet bu kadar mı aşağılanır…2,5 liraya da diş macunu var,7,5 liraya da diş macunu var…Otomobil sektörünün önemli bir sektör olduğunu da unutmayalım ülke ekonomisinde…Şu an şikayet ettikleriniz konularda sizin de payınız olduğunu hiç düşündünüz mü?Bu negatif ruh halinizle…Sonuçta 25 yaşında genç bir gazeteci değilsiniz…..

  26. Ülkemizde 23 Milyon adet civarında motorlu taşıt var ve bunlar her gün trafikte su gibi akıyor.
    Su gibi akıyor derken su gibi de akaryakıt tüketiyor.

    Tabi bu akan trafik için bir de altyapı gerekiyor, yollar, köprüler, viyadükler, tüneller v.s. v.s.

    Öyle ki, yerüstü yetmedi bir de yeraltı; deniz altından geçişler sağlamak zorunluluğu doğdu..

    Bu da yetmedi, Kanal İstanbul gerçekleşirse eğer, birçok köprü ve su altı geçişi sağlayacak ve beraberinde çevre yolları projesi gerektirecek altyapı yatırımlarını gerçekleştirmek gerekecek.

    Hayata geçen örneklerinde olduğu gibi buna bir de finansman-kaynak çözümü gerekir.

    Köprü ve tünel geçişleri gibi devasa projelerin finansmanı “geçiş garantili” olmakla beraber geneli dış kaynak ile finanse edildi..bunun da bir (vadeli-faiz) maliyeti var ve bunu aklınızın bir yerinde tutuveriniz.

    İnşaat sektöründen sonra ülkemizin ikinci lokomotif sektörü otomotiv olsa gerek..istihdamda otomotiv ve yan sanayisinin katkısı yadsınamaz.

    Ekonomisinin ana kalemleri ithalata dayalı ülkemizin, ihracatının ithalatı karşılanma oranı da düşüktür ve bu da cari açığı artırmaktadır.

    Yani öde öde sonu gelmiyor. Neyin sonu gelmiyor diyeceksiniz?
    Tabi ki borcun…İç ve dış finansörlere faiz katkısıyla ödediğimiz borcun.

    Motorlu taşıtlardan alınan çeşitli vergiler; (yüksek oranda ÖTV, MTV, araç muayene giderleri) ve her ay -varsayalım- ortalama 500 TL’lik akaryakıt giderinden yüzde 70 oranında vergi tahsilatı yapan devlet de bu işten memnun.

    Diğer memnun kalanlar ise otomotiv dünyasının üreticileri ve trafik genel altyapısı için yapılan/yapılacak projelerin finansmanı üzerinden hem kar hem de faiz geliri elde edenler ile petrol ihracında bulunan ülkeler…

    Biz ise sadece tüketen pozisyonundayız!
    Tasarruf eden bir toplum olamayışımız ve kişi başına düşen milli gelirimizin 10 bin Dolar üzeri olsa bile, bunun direk tüketime endeksli olduğunun farkındayız sanırım.

    Olmazsa olmaz. Gelirimizin hepsini hatta gelecekte olan gelirlerimizi de kredi yoluyla tüketime endekslediğimiz bir tüketim ekonomisi içinde yaşıyoruz; böyle olmazsa bu çark dönmez.

    Bu dönen çarkın getirisinden daha fazla pay almak için yerli otomobili üretme kararı aldı devlet zahir.

    Hedef nedir bilmiyorum; kişi başına düşen otomobil sayısı yüzde 25 civarında yani ülkemizde her dört kişiden biri otomobil kullanıyor; bu rakamın yüzde 50 olduğunu düşünmek bile istemiyorum. Çünkü; Türkiye yaşanmaz bir ülke olur, değil mi?

    Sebep Türkiye’nin içte de dışta da iyi bir pazar olarak görülmesi ve bunun hep böyle kalmasını istemek. Yanına bir de sağlık harcamalarını, sağlık sektörünü; Şehir Hastanelerini de ilave ederek düşünelim.

    Tüketimin haddi var hesabı yok.

    “Biz de otomobil üretiyoruz” demek yeterli değildir, diğer alanlarda da katma değer üretecek, reel getirisi olacak yatırımlar yapmaya başlanılmalı artık.

  27. Konuyla pek alakalı değil ama dün yaşadığım bir olayı anlatmak istiyorum.Bu olayı ilgilere de yazmayı düşünüyorum.Ben emekli bir vatandaşım.Diyabet-2 tedavisi görüyorum ve de iki adet ilaci sürekli kullanmam gerektiği için doktorum ilaç katılım payı ödememem için rapor tanzim etti ve bu rapor bir (1) yıllık bir süreyi kapsıyor .Tekrar güncelleniyor.(yaklaşık 7 yıldır).Ayni şekilde prostatla ilgili de rapor kullanıyorum.Hasta olduğumu ve bu ilaçları kullanmam gerektiğini ispat için hiçbir bedel ödemiyorum.Ancak ehliyetimi değiştirmek için ‘sağlık raporu’ istendi.Aile hekimime müracaat ettim o da belli bir evrak tanzim ederek Devlet Hastanesi’ne sevk etti.Dahiliye ve Nöroloji uzmanlarının muayene edip rapor tanzim edilmesi gerektiği söylendi.Hastaneye müracaat ettiğimde raporun tanzim edilebilmesi için 75.00TL istendi.Hastalığımın ispatı için istenmeyen rapor bedeli hasta olmadığımın ispatı için istenmesi bir çelişki gibi geldi bana.

    • Kazım bey çok geçmiş olsun, inşallah çabucak sağılığınıza kavuşursunuz; yalnız bu türden formaliteler kolay kolay değişmez, bazı mecburiyetlerden dolayı yani…

  28. Fehmi Bey bir yazısında yolsuzluklara değinir değinmez, kendi öncelikli konu değerlendirmesine kalmış. Ben olsam değinmezdim. Cumhurun başı’nın “Dolandırıcı bunlar!” dediği adamların elini kolunu sallaya sallaya ortalarda dolaşıp yetmezmiş gibi üstüne bir de siyasal parti kurdukları, bir Allah’ın savcısının cumhurun başını ciddiye alıp bir soruşturma dahi açmadığı bir ülkede, onun bunun yolsuzluğunu yazsan ne olur, yazmasan ne olur. . .

  29. Sn Adalet (09:18): “Savunma sanayisinde yerlilik %60 a çıktı.”
    Sn Bekir Bey (09:10): “Savunmada kullandığımız araç gereç ve silahlarda yerlilik oranı %70’e çıktı.”

    Yok mu artıran?

    Bırakın köprü yapmayı, köprü ışıklandırma sistemi kurmaktan aciziz. Son köprünün ışıklandırma sisteminin iki kez değiştirildiğini, her ikisinde de ihalaye girenlerin hepsinin yabancı firmalar olduğunu, ihalenin bir Fransız şirketinde kaldığını söyliyeyim. “Her şeyi kötü göstermek isteyenler. . .” korosu sahne alsın.

    Eğitiminiz neyse, planlı programlı kalkınma ne ise, teknoloji düzeyiniz o, beyler.
    ……………….
    Bekir Bey yine alçakgönüllülük göstermiş karşılaştırmasında. Karşılaştırmayı 1900’lerin başlarıyla yapabilir, “O yıllarda uçağa binen Türk sayısı iki elin parmaklarıyla sayılıyordu, şimdi neredeyse herkes uçağa biniyor” diyebilir, “Avrupa Avrupa duy sesimizi! İşte bu Türklerin ayak sesleri!” diye de bitirebilirdi.

    Cumhurun başı, sanayi ve teknolojideki gelişmişliğimizi ve yaşam kalitemizi “Şimdi herkesin evinde bir buzdolabı var, yok mu? Şunlara bak: Yedirip içiriyor giydiriyoruz, hala yakınıyorlar!” ile açıklarsa, cumhur ne yapsın?

    • Sn.bernar, yurtdışında kullandığın bütün havaalanları türk firmaları tarafından yapıldı(ışıklandırması dahil) hadi memleketten uzaktasın, dünyadan da mı haberin yok?

      • Türk firmaları işçiliğini yapıyor. Projeler ve kritik malzemelerin hepsi gelişmiş ülkelere ait. Kendimizi kandırmayalım.

      • Yaw galiba bu sefer haklısın Sn. H. Gayret. Tayland’a indiğimde, “Helaya gidecekler aha bu yoldan gitsin, karşılarına çıkan turnikelerden sola çark etsin” levhasıyla karşılaştığımdaki şaşkınlığımı dün gibi hatırlıyorum. Kamboçya da farklı olmadı. Kamboçya’daki hava limanlarında kontrol kulesindeki kontrolerlerin kendi aralarındaki ve pilotlarla olan konuşmaları havalimanın neredeyse her noktasından dinlenebiliyor. Memlektetten bunca uzakta, salonlara yerleştirilmiş hoperlörlerden “Kahveni acele diple, bu Mısır uçağının pilotu raklınmış gibi, sağ sol yapıp duruyor, giydirecek şimdi yerde duranlardan birine” türü muhabbetleri işitince, “Ulen imparatorluğu Asya’ya kadar ihiya etmişsiz, şu havalimanları olmasa haberimiz olmayacak” diye düşünmüştüm.

        Türkiyeli olduğunu öğrendiklerinde verdikleri tepki de hemen hiç değişmiyor: “Oooo! Demek siz gelmek Yüksek Teknoloji ülkesinden! Siz aya yapacak yolu ne zaman?”

        İnsanın koltukları kabarıyor gerçekten.

  30. Savunma sanayisinde yerlilik %60 a çıktı. Yerli otomobil üretiminde de elektrikli motor tercihi yatırımın akıllıca tercih edildiğini gösteriyor

  31. Fehmi Bey Ankara’daki 25 milyonluk
    rüşvet konusuna hala gelemedi.Rüşvete adı karışan taraflar CHP’li değil de Ak Parti’li olsaydı sanırım bu kadar ilgisiz
    kalmaz,bir kaç yazı yazardı şimdiye kadar.
    Demek ki muhalefet yanlısı olmak, muhalefeti gözden düşürecek konulardan
    uzak durmayı gerektiriyor.Bu söylediklerim
    muhalif yorumcular için de geçerli. Rüşvete adı karışanlar Ak Partili olsaydı
    tozu dumana katardı yorumcular.Haksız da olmazlardı.

    *****
    Şu ana kadar yerli bir otomobil üretememiş olmamız gerçekten büyük eksiklik.Ancak bunun sorumlusu geçmiş
    iktidarlar.Bu kadar araba gerekli mi,gereksiz mi ayrı mesele.Ama madem ki
    halkımız kullanıyor,şimdiye kadar çoktan bizim de üretiyor olmamız gerekirdi.

    Özellikle terörle mücadelede kullandığımız
    insansız hava araçlarını yakına gelinceye kadar İsrail’den alıyorduk binbir nazla. Bugün dışarıya da satıyoruz.

    Savunmada kullandığımız araç gereç ve silahlarda yerlilik oranı %70’e çıktı.

    Yerli diş macunu da üretiyoruz.Fiyatına gelince,Fehmi Bey’in çocukluğundaki
    2.5 liranın değeri sanırım bugünkü 45 liradan çok fazladır.Ayrıca internette
    50 liradan 16 liraya kadar İpana diş macunu çeşitleri görülüyor.

    Seri üretimin artması eskiye göre bir çok üründe fiyatları düşürdü.20-30 yıl önce
    buzdolabı almak için bir servet ödemek
    gerekiyordu.Şahsen 5 yıl evime buzdolabı
    alamamıştım.Çocukluğumda köyümüzde
    6 ay çobanlık yapan kişinin 6 aylık ücreti
    ile bir radyo alabildiğini hatırlıyorum.Şimdi
    1 haftalık ücretle alınabilen radyolar var.
    Hakeza kola saat takabilmek bir ayrıcalıktı.Şimdi sokakta seyyar satıcılar
    saat satıyor.Özal’dan önce evlere sabit telefon alma sırası yazıldıktan 10 yıl sonra
    geliyordu.

    Demem o ki eskiye göre pahalılaşan bir şey yok.Aksine bir çok ürünü eskiye göre daha ucuza alıyoruz.

    • Haberleri takip eden herkes Fehmi Koru’nun yorumcu çevirmenliğine gerek duyulmayacak kadar berrak olduğunu görecektir. Güzel olan halen AKP li bir belediye başkanı olaydı bu ayyuka çıkan konulardan bihaber olarak kalmaya devam edecektik. Güzelliğe bakın ki dönen fırıldakları teker teker sırayla anlatıyor taraflar. 18 yıldır duyduk mu bu tarz yolsuzlukları ? Hayır. Demek ki değiştirerek denetlemek lazım. 8 yıl önce kişi başı borç yükü neydi doğan her çocuk kaç lira borçlu doğuyordu şimdi kaç lira borçlu doğuyor ? Borç alan emir alır gibi argümanları 18 yıldır unuttuk. Avrupada asgari ücrete 1000 litre mazot alıyor vatandaşı, bizde hala 300 litre. Asgari ücretle çalışanda 6.66 tl den mozaot alıyor holding patronuda. Can ve mal güvenliği yerlerde sürünüyor. Acaba benim dükkana devlet el koysa tutuklasa post elden giderken derdimi AİHM sini bile anlatamıyorum çünkü onu da takmayan ( kararlarına uyacağını taahhüt ettiği halde) bir sistemde fehmi bey hangi birine yetişsin bilmiyorum ki…Volkswagen polo sıfır araç için bir Alman 3 ay çalıştığı zaman kapının önüne koyar. Bizde bir mühendis 30 ay çalışmak zorunda. Ankarada yaşıyorum bahse konu köprülerin hiç birini kullanmadım fakat 25 yıl mecburen vergi olarak parasını ödeyeceğim. Dert bir değil ki… Adamlar 40 yılda 40 level atlamış bir hala yukarda bahsettiğiniz işleri becerdik diye avunuyoruz. Ne avuntu ne avuntu… Ne kadar kazık yersek o kadar şükreden kafalar oldukça kazık yemeye devam edip gideceğiz yüzyıl daha.

    • Dünyada teknolojik ürünlerin fiyatlarının düşmesinin ana nedeni Çin’de yaptırılan üretimlerdir. Bunun AKP ile bir ilişkisi yok. Trump da (onun arkasındaki güçler) bu çözüm iyi ama Çin de patent-matent çalıp hak etmediği bir şekilde gelişiyor diyorlar ve ara bir çözüm arıyorlar.
      Türkiye’nin öz malı tarım ürünlerinde ise eskisine göre fena halde fiyat artışları var.

  32. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/son-dakika-haberi-fetonun-mit-mahrem-imami-itirafci-oldu-adil-oksuze-sahte-mit-belgesini-ben-hazirladim-41405986

    Bu belge üzerinden her türlü senaryo yazan ecnebi memleketlerden her türlü kılağa girmiş FETÖ haşhaşilerinedir.
    Her türlü manipülatif bilgi üzerinden bin türlü senaryo ve akıl karıştırma ,iz kaybettirme trollüğü yapan haşhaşi fedaileri nasıl olur da bir imamın ABD de 20 yıldır beslenip tüm Türkiye ve Dünyayı yönetibildiğine en ufak kafa yormaz ve konu etmezler.
    Bu sorunun cevabı var mı bilmiyorum

  33. Beni hiçbirşey heyecanlandırmıyor. Müslümanların bu günkü ilişkilerii, imkan ve makam sahiplerinin tavırları, tarzları üzüyor.
    İslahları için dua ve temenni ediyorum,
    Allahım “islamın insanlığını göstermeyi nasip eyle” diye dua ediyorum.
    Milyonların gördüğü ve ilgi gösterdiği insanların tutumları, önemli.
    Amarika’da cemaatin adamları Cumhurbaşkanını kötülemek için çalışıyorlarmış.
    Onların gayretlerinin de Türkiye üzerinde olumsuz etkiye sebep olduğu söyleniyor.
    Kızdıkları, öfkelendikleri insanı, memlekete zarar verme pahasına kötülüyorlar
    BU YOL, DOĞRU YOL DEĞİL.
    Doğru yolda olmadıkları için sille-i ilahiyi yediler.
    Devam ediyorlar,
    Okudukları RNurdan istifade etmiyorlar,
    “Bu yakında İngiliz ve İtalya gibi ecnebilerin bu hükûmete ilişmesiyle, eskiden beri bu vatandaki hükûmetin hakiki nokta-i istinadı ve kuvve-i maneviyesinin menbaı olan hamiyet-i İslâmiyeyi tehyic etmekle şeair-i İslâmiyenin bir derece ihyasına ve bid’aların bir derece def’ine medar olacağı halde, neden şiddetle harp aleyhinde çıktın ve bu meselenin asayişle halledilmesini dua ettin ve şiddetli bir surette mübtedilerin hükûmetleri lehinde taraftar çıktın? Bu ise dolayısıyla bid’alara tarafgirliktir?
    Elcevap: Biz, ferec ve ferah ve sürur ve fütuhat isteriz. Fakat kâfirlerin kılıncı ile değil. Kâfirlerin kılınçları başlarını yesin, kılınçlarından gelen fayda bize lâzım değil. Zaten o mütemerrid ecnebilerdir ki münafıkları ehl-i imana musallat ettiler ve zındıkları yetiştirdiler. ” (Lem’alar 124.sh – Risale-i Nur)
    Tevbe etmeleri ve bu milletten, kendilerine güvenen insanlardan – çektirdikleri sıkıntıdan dolayı-özür dilemeleri ve 1970lere dönmeleri gerekir.
    Yerli arabayı yapanlarda İslamın tarzını, tavrını yönetimleriyle göstersinler yeter.
    Hz, Ömer gibi şeffaf olsunlar, itiraz edenleri dinlesinler, cevap versinler yeter.
    ADALETLİ OLSUNLAR, ÖFKEYLE, TARAFGİRLİKLE HAKEKET ETMESİNLER YETER.
    Ağır mı olur bilmiyorum
    Bugünün Müslümanı islama gölge etmesin yeter.
    https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=3074570999240803&id=100000638006241

  34. Sayın Fehmi KORU Milli eğitim müdürlüğünde şube müdürü olarak çalışmakatayım yazılarınızı üniversite yıllarımdan beri takip ediyorum…sizden öğrendiğim çok şey var her sabah iş yerine geldiğimde her sabah dijital gazeteden ilk yazınızı açar bugun Fehmi KORU neler yazmiş merakla okurum ….Ancak diş macunu üretmiyoruz deyince merak ettim kastınız az üretim yapıyorsa ona dicek birşey yok hiç üretilmiyor deniyorsa o da doğru olmasa gerek…diye düşünüyorum…Bilgilerinize katkı sunmak istedim…Sivas’ta Kilden Üretilen Diş Macunu 27 Ülkeye İhraç Ediliyor

    • Siz F. Koru okuru musunuz, İsmail Deler Bey? Delici yorumunuz fena halde arızalı 🙂 Yazarın okuru olanlar, onun Davutoğlu’nun Gelecek Partisi’ni desteklediği ‘gözlem’inize gülüyorlardır herhalde. Size yorum sayfalarında hayırlı işler dilerim. 🙂

  35. 2002 de dış borcumuz 130 milyar dolar, 2019 da 454 milyar dolar, bu süreçte 60 milyar dolarlık özelleştirme yapılmış, bakmak lazım 17 yılda yapılan yatırımların toplamı 484 milyar dolar ediyormu? Belkide 484 den daha fazla yatırım vardır, sadece merak ediyorum. bence her hükümet, her belediye seçim döneminde hesap vermeli ki dolduruşa gelmeyelim. İnşallah unutturur..

  36. Sence Erdoğan ne yapmayı düşünüyor diye sordum.
    Anlatmaya başladı:
    “Hz.peygamber (sav) Mekkede siyaseten güçlü deyil idi, zayıf idi. Medineye hicret edip güçlenmek için zamana ihtiyaç var idi. O da öyle yaptı, Medineye gitti. Orada örgütlenip güçlendiken sonra Mekkeye geri dönüp fethetti.
    İşte Erdoğan da bunu yapıyor. Şimdi güçlenme süreci devam ediyor. Yeteri kadar güçlenice dünyanın tozunu attıracak. Bak gör sen” dedi ve ortam şenlendi.

Yoruma kapalı.