Dün akşam oynanan Fransa-Türkiye milli maçını izleyenler görmüştür: Fransa 1-0 önde giderken bitişe doğru bir gol bizden gelince, oyuncularımızın hepsi Türklerin bulunduğu tribünün önüne kadar gidip asker selamı verdiler…
Milli takım oyuncularının çoğu Avrupa takımlarında oynuyor ve kulüpleri futbolun siyasete alet edildiğini öne sürüp sosyal medyada bile asker selamlı fotoğrafını yayınlayan oyuncularına iyi gözle bakmıyor.
Takımdan ayrılmaya zorlanan oyuncular oldu.
Dün gece o selamı veren genç oyuncular kariyerlerini olumsuz etkilemesi pahasına cephedeki askerlere destek görüntüsü vermekten kaçınmadılar…
Bir hafta boyunca, bütün ülke, hatta yurtdışında yaşayan vatandaşlarımız da, milli duygularını en kuvvetli biçimde dışa vurup duruyor.
Dayanışma görüntüleri elbette benim hislerimi de okşuyor; ancak ben öncü askeri birliğin Suriye sınırını geçtiği ilk dakikadan itibaren, her gün gücü biraz daha artarak içimden gelen “Aman dikkat” sesinin etkisi altındayım.
Evet, şimdi de, ilk günden itibaren yazılarıma da yansıttığım üzere, oyuna gelebileceğimiz endişesini taşıyorum.
Bu üçüncü denemeydi ve bu defa oldu
Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 1990’da, Saddam Hüseyin’i devirmek üzere askerleriyle bölgeye gelen ABD’yle birlikte Irak’a girilmesini arzu ettiğini belli ettiğinde yazılarımla onun bu isteğine karşı çıkmıştım.
[Baba Bush Bağdat’a yaklaşan ABD ordusuna son anda “Dur” dedi ve Türkiye’yi müdahalesinin artçı şoklarıyla başbaşa bıraktı. 500 binden fazla göçmen, Çekiç Güç, vs.]
O heves 2003 yılında yeniden depreşti; ABD 11 Eylül’ün (2001) arkasında Saddam Hüseyin’in olduğunu -yalandı bu-, Irak’ın elinde kitle imha silahları bulunduğunu -bu da yalandı- ileri sürerek yeniden bölgeye asker göndermeye karar verdiğinde Türkiye’yi de yanında görmek istemişti; bu isteğini gerçekleştirmek için Meclis’e sunulan 1 Mart tezkeresine (2003) en sert muhalefet edenler arasında yer almıştım.
[Irak’a müdahale Türkiye olmaksızın gerçekleşti. Saddam yerinden edildi. O gün bugündür Irak ‘haydut devlet’ muamelesi görüyor. Oğul Bush’un başa açtığı o müdahalenin sonuçlarının faturası büyük çapta yine üstümüze kaldı.]
İşin açıkçası şimdiki operasyona askerlerini çekme kararıyla yeşil ışık yakan ABD başkanı Donald Trump’a güvenmiyorum. Hem de Baba Bush ile Oğul Bush’a güvenmediğimden çok daha fazla…
Yalan onda, aldatmaca onda…
Hiçbir ölçüsü yok Trump’ın. Bu olayda da bir yandan “Türkiye istediği için askerlerimizi çekiyorum” derken, aynı mesajı içerisine, hem de kendisinden ‘eşi benzeri bulunmaz bir bilge’ diye de söz ederek, “Koyduğum çizgiyi aşarlarsa ekonomilerini mahvederim” tehdidini yerleştirmeyi de ihmal etmiyor.
ABD’deki meslektaşlar her konuşması ve attığı Twit sonrasında söyledikleri ve yazdıklarında nelerin doğru nelerin yalan olduğunu takip ediyorlar; Beyaz Saray’da oturduğu üç yıl boyunca ağzından ve cep telefonundan çıkan yalanlar binleri buldu.
Bir devlet başkanının yalana başvurması kabul edilebilir mi?
Trump’ın şu sıralarda tek bir takıntısı var: Gelecek yıl yapılacak başkanlık seçiminde yeniden seçilebilmek… Bunun gerçekleşmesi için yapmayacağı hiçbir şey yok…
Şu sıralarda ABD kamuoyu Kongre’de Trump için açılacak azil soruşturması konusuyla meşgul. Soruşturma açılmasını zorlayan yine bir devlet başkanına yakışmayan davranışları Trump’ın: Ukrayna’nın yeni seçilen başkanına, “Ülkene 400 milyon dolarlık askeri yardımı hemen yollarım, ancak bir şartım var: Seçimde rakibim olacak siyasetçinin oğlu Ukrayna’da bir şirketle irtibatlı; onun hakkında babasını rezil edecek pislikler bulmalısın” anlamına gelen şeyler söylemiş telefonda.
Galiba benzer bir ricayı, bu defa imzalaması beklenen ticaret anlaşmasını çabuklaştırma karşılığında, Çin devlet başkanına da iletmiş…
Rusya’dan, yine gelecek yıl yapılacak seçimde, kendisine yardım gelmesini beklediğini de belli ediyor.
Yardım gelecekse kendisi de Rusya’ya yardım etmeli değil mi?
Şu sırada, Amerikan kamuoyu, Trump’ın Suriye’den askerlerini çekme kararının ilk sonucu olarak, bunun Rusya’nın bölgede güçlenmesine yaradığını konuşuyor.
Türkiye’yi tercih ettiği için değil, Rusya’nın gücü artabilsin diye Türkiye’nin önünü açmış Trump…
[Şam rejiminin gözü iki başkentte: Tahran ve Moskova’da… Önce Tahran, sonra Moskova. Ancak Trump’ın yol açması sonrasında bu sıra değişti. PYD/YPG yapılanması zora düşünce Esad bölgeye ordusunu yardımlarına gönderdi; hangi başkentten onay alarak yapmıştır bunu?]
Yaptırımlar kapıda, ya askerler de geri dönerse…
Öyle veya böyle; şu sırada olanlar Trump’a güvenmeyenlerin haklı çıkmakta olduğuna işaret ediyor. Partisinin öndegelenleri Türkiye’ye ağır yaptırımlar getirmek için olağanüstü bir çaba gösteriyorlar; Trump en yakınlarından sayılan kendi partisinden Lindsey Graham’a ulaşıp “Ne yapıyorsun, yapma” deme zahmetine katlanmadığı gibi, kendisi de Kongre’ye sunulacak yaptırım karar tasarısından daha az ağır olmayan başkanlık kararnamesine son şeklini vermekle meşgul.
[Graham tasarısına ‘savaş suçu’ iddiasını da ekliyor; belki Trump da kararnamesine…]
Ekonomiyi mahvedecekti ya, işte onu sağlayacak kararnameYe…
ABD’nin çekildiği yerlere yeniden ve daha fazla sayıda asker göndermeye hazırlanıldığından da söz ediliyor…
Yenilenecekse, yeniden asker gönderme kararını yine Trump verecek.
Peki, öyle bir durumda, futbol sahalarına kadar duyguların yansıdığı Türkiye ne yapacak?
ΩΩΩΩ