Bugün Pazar.. Sizler için bir okuma bayramına dönüşebilir bugün…

27
Reklam

Benim bir süre önce başıma geldiği gibi ameliyata hazırlanmanız, sonrasında da nekahet dönemini atlatma çabasında bulunmanız gerekmiyor, hayatınızın ‘boşluk’ anlarında ne/ler yaparsınız?
Sözgelimi yaz tatilinizi geçirmek üzere deniz kenarı bir yerlere gittiniz veya yaylalara çıktınız; denize girmekten veya temiz hava depolamaktan başka bir işiniz yok…
Ya da her hafta sonunu tuttuğunuz yerli-yabancı takımların maçlarını izlemekle geçirenlerdensiniz ve bu hafta sonu milli maç arası olduğu için kendinizi boşlukta hissediyorsunuz…
Anladınız siz…
Öyle durumlarda ne yaparsınız?
“Kitap okurum” veya “Kitap okumak isterim” diyenlerdenseniz bu pazar yazısı sizin için…

Bildiğiniz polisiye ve tarih polisiyesi

Geçen haftalarda hastanedeyim. Yanımda biri çantamda diğerleri tabletimde çok sayıda kitap var. “Televizyon mu, kitap mı?” ikilemi arasında tercihimi kitaptan yana kullanarak bayağı eski bir polisiyenin kapağını aralıyorum: ‘Soğuk Eller’
Erle Stanley Gardner (1889-1970) Amerikalı bir avukat ve polisiye romanlar yazarıydı. Şimdilerde televizyonlarda sıklıkla rastlanan hukuki dizilerin ilki sayılan Perry Mason dizisi onun yazdığı kitaplardan kotarılmıştı.
‘Soğuk Eller’ de bir Perry Mason romanı; şimdi ararsanız bulabilir misiniz, sanmam. Türkçeye 1966 yılında şimdi olmayan Ak-Ba yayınevinin Polisiye Romanlar Serisi’nin 34. kitabı olarak yayınlanmış…
Neden eski bir roman?
Bugünün teknolojik ilerlemelerinin söz konusu olmadığı yıllarda cinayetleri kimin neden işlediği gri beyin hücreleri çalıştırılarak bulunurdu. Bugün bilim ve teknoloji polisin ve adli kurumların hizmetinde.
Evet, beni hala gri beyin hücreleri cezbediyor.
Oradan kara kaplı bir kitaba geçtim. Bir ara Türk Tarih Kurumu‘na başkanlık da yapmış olan Prof. Ali Birinci‘nin ‘Tarihin Kara Kitabı: Tarihçiliğimizde Usûl ve Ahlâk Meseleleri’ kitabına…
Prof. Birinci akademik hayata geçmeden önce bir süre polis olarak görev yaptığı için midir bilmem, ama bir çok kitabında tarih polisliği yapıyor. ‘Tarihçi’ diye bilinen çoğu unvanlı birilerinin kitaplarına elini uzatıyor ve seçtiği örneklerle o kitapların bazılarının kısmen veya bütünüyle başkalarından apartılmış olduğunu, bazılarının da yanlış bilgilerle dolu olduğunu sergiliyor.
Kendisini meslektaşları arasında sevimsiz bir hale getirecek tehlikeli bir iş yaptığı; ancak o bunu ilim aşkına, mesleğini o mesleğe yakışmayanlardan temizleme aşkına yapıyor. Kendisi de tehlikenin farkında, ama yine de yapıyor işte.
Ve iyi de yapıyor.
Oradan yine benzer bir işi üstlenmiş Prof. Y. Hakan Erdem‘in ‘Tarih-Lenk’ adını verdiği kitabına geçiyorum.
“Atlıyorum” desem daha iyi olacak.
Hakan Erdem pazar günleri ‘Karar’ gazetesinde tarih yazıları ile okur karşısına çıkıyor. O da tarih adına yapılmış hataları düzeltme işlemini üstlenmiş, kitabında eski yazılı metinleri günümüz Türkçesine aktarırken yapılan yanlışlarla başlayıp daha vahimlere kadar uzanan pek çok örneğe yer veriyor.

Kitaplar nasıl okunur? İki örnek

Bir okur yorum bölümüne gönderdiği mesajında “Biz gençlere kitapları nasıl okuyacağımız konusunda da ışık tutmalısınız” temennisinde bulunuyordu. Belki ona ışık tutabilir diye bu son iki kitaptan işaretlediğim bazı bölümleri aktaracağım.

[Kitaplar, evet, sonradan yararlanmak istenecek yerleri işaretlenerek okunur.]

Önce Hakan Erdem‘in kitabından.
‘Anonim Tavarih-i â-li Osman’ adlı kitaptan aktarılan bir anekdot:
“Yıldırım Bayezit rüşvet alıyorlar diye tüm kadıları bir eve doldurmuş ve evle birlikte yakılmalarını emretmiş. Öfkeli padişaha yaklaşamayan veziri Çandarlı Ali Paşa Yıldırım‘ın soytarısı ‘Maskara Arab’ı araya koyarak kadıları kurtarmak istemiş.”
İlginç değil mi?
Maskara Arab‘ın kadıları kurtarma çabası başarılı olmuş. Kadıların hepsi yanarak yok olunca doğacak boşluğu doldurmak üzere Osmanlı ülkesinde kadılık yapmaları için tekfurdan keşiş istemeye İstanbul’a gitme izni isteyince Padişah kendine gelmiş de ondan…
Tarih şakaya gelmiyor.
Ali Birinci, kitabın başlarında (s. 4) Prusya Kralı II. Frederick‘in özlü sözlerini eski bir eserden naklediyor. ‘Bilge kral’ unvanını hak eden II. Frederick‘in özlü sözlerinden bazıları şunlar:

“Çabuk parlamak için tahsil edenler tashih-i ahlak etmez­ler. Tahsil-i ulûm kifayet etmez; evvela kalbi ıslah etmek lâzım gelir.”

“Menfaat bu dünyanın hükümdarıdır.”

“Bir işin esası bozuk olur ise ilânihâye kâffe-i netâyici bozuk çıkar.”

“Bir fena kitap telif etmekten ise dünyaya bir çocuk ge­tirmek evlâdır.”

“Cehaletin derece-i gayesi kibir ve azamet­tir.”

Osmanlı döneminde basılmış (1303 tarihli) ‘Prusya Kralı Büyük Fredrik’in Emsâl-i Hikemiyesi’ (Tercüme: Meh­met Tahir) kitabını nereden bulabilirim acaba?
Şimdi elimde yeni aldığım ‘Sürgün, İntihal ve İntihar: Edebiyatımızın Siyasetle İmtihanı’ (Selçuk Karakılıç, Ötüken Yayınevi) var.
Tavsiye ederim.
ΩΩΩΩ

Reklam

27 YORUMLAR

  1. Yabanci yazarların Rahibin serbest kaldıgina dair gorüsleri.bunlar ogle sıradan yazarlar değile F Koru kalitesindeki yazarlar. Yalni İngilizce istiyene turkceye cevirebilirim.
    Birisinin linkini veriyorum diğernin sadece beni cok üzen ayni zamandada, insanlari yillarca nasıl taniyamdiğimdan dolayi kendime kıziyorum ve
    gecmiste AKP yi gerçek TC partısi olarak goememden dolyida ayricada cok üzgünüm.
    ××××××××
    As pressure mounted on Turkey, Erdoğan took umbrage. “We don’t know what the court will decide and politicians will have no say on the verdict,” he argued. This, of course, was nonsense. Faced with sanctions and an eroding currency, Erdoğan gave in. He carefully choreographed Brunson’s release. State witnesses recanted stories. Cars were ready to whisk Brunson away, and a plane was waiting at the airport. The whole episode showed (Turkey’s judiciary to be a joke.)
    This of course should be no surprise. Prior to the abortive 2016 coup attempt, which Erdoğan subsequently called a( “gift from God,”) Erdoğan’s government exposed two other alleged coup plots-the so-called Ergenekon and Balyoz [Sledgehammer] conspiracies. Both resulted in the arrests of hundreds of people, but both ultimately turned out to be based on equally( fictional evidence.)
    After Erdoğan accused Gülen of masterminding the 2016 coup attempt, Turkish authorities forwarded reams of documents purporting to prove his complicity. These outlined Gülen’s shadowy network, but none proved
    ×××××××××
    https://www.bloomberg.com/news/articles/2018-10-13/pastor-s-release-aids-u-s-turkey-ties-but-many-tensions-remain

  2. Hadi kitap okuyalım, ama çok okuyalım. Eskileri ve yenileri ve eski-yenileri bir kez daha okuyalım.
    Sayın Koru, sizi öyle çok okudum ki, eski ve yeni, yeniden eski yeniler…
    Ve saygılar herkese

  3. Sayın yazar, böyle eğitim ve kültür seviyesi yüksek bir interaktif okuyucu kitlesine sahip olmak büyük bir bahtiyarlık olmalıdır. Sizi ve okuyucularinizi tebrik ediyorum.

  4. İlginize teşekkür eder saygılarımı sunarım

  5. Okumayı seven birisi olarak şunu belirtmek istiyorum.
    Bizim hanımlar, erkek ve kız çocuklarına ismine “CEHIZ” dediğimiz örnek oya,dantel, nakış, VB yapip veya yaptırmak yerine bu enerjilerini her konuda kitap okusalar vede okumayı sevseler, kendilerini yetiştirmiş olurlar ve cocuklarıda onlari örnek alır, ve hem dini konularda hemde normal hayatta okuduklarıni epeyce anlarlar ve çocuk yetiştirmede okumanin ne kadar önemli olduğunu çocuklaŕınada tavsiye ile değil de onlara pratikte örnek olurlar.
    O zaman millet olarak öğrenmek için değil bildiklerimiz hakkında milleti yanıltanlara soru sormayıda öğrenmiş oluruz’ki her konuda sahtakarların sayıları azalır.
    Okumayı seven milletler Dünyaya hakimler ve zenginler ayricada bizdeki gibi ğösterişe, lükse, modaya ve diğerlerine önem vermezler! Buda onların başarılı olmasını sağliyor.
    Bizim hanımlar altın günü yerine okuma günü yapsalar (bence)altindan daha çok kazanirlar, yaşam kalitesinin maddi karşıliğı yoktur.
    Geçen gün benim hergün gittiğim spor kulubunda genç bir bayan ağliyordu nedenini sorunca ninesinin öldüğünü soyledi.94 yaşında sağlikli hiç bir hastalıği yok aniden ölmüş.
    Hayatta iki şeyi çok severmiş spor ve okumak.
    Okuduğumuz kitaplari anlamak icinde çok okumamiz lazim. Ben iki yıl önce pisikolok bir kadin yazarın Peygaberimizin SA annesinin o zamanki Araplarin gelenek göreneklerini ve bebğini süt anneye götürüşünü falan anlatiyordu, ben o kitabi okuyamadim çünkü tıbi kelimelerin hic birini anlamiyorum zaten İngilizceyi kendi kendime öğrendim, eğer önceden bu gibi kitaplar okumus olsaidim onu anlardım.
    Okuduğumuzu anlamk gibi sorunlarimizda az değil,epeyce fazla.

  6. cumhuriyet gazetesindeki gelişmeler üzerine havuz medyasında bir gevşeme yaşanacağını belirtmiştim. aşağıdaki alıntı o dönemde yazdığım yorumdan:
    “Derin devlet (akp mi demek lazım), ve yandaşları (troller mi demek lazım), cumhuriyetin ele geçirilmesine çok sevinebilirler. Ancak o kadar çok sevinmemelerini salık veririm. hem yukarda yazdıklarım nedeniyle, hem de havuz medyasında bir gevşemeye, genişlemeye neden olacağı için. yani dönüşümün bir ayağı da yandaşlarda (havuz medyasında vb) yaşanacak diye düşünüyorum.”
    – nitekim havuz medyasında, hafiten de olsa “acaba” soruları sorulmaya başlandı.
    -Öncelikle, hem benim hem de toplumun küfür dağarcığına epey katkı yapan bir bayan yazar akit gazetesinden kovuldu. (mahallemizin bıçkın delikanlıları, bundan sonra konuşmakta zorluk çekeceklerdir)
    – Sonra abdurrahman dilipak, doğruları söyleyen adam rolünün bugünlerde daha iyi olduğuna karar vererek, öncelikle bürokrasideki soygunla ilgili serzenişlerde bulunmaya başladı. En son da, mckinsey olayındaki tavrı ile zirve yaptı. (dilipakın daha ileri gidebileceğini zannetmiyorum. bünyesi o kadar dürüst olmayı kaldırmaz)
    – en son ise, bugün, rasim bolbol, brunson konusunda bir eleştiri yazısı yazmış. bazı bölümlerini buraya aktarmak istiyorum.
    – “Şimdi ortada sorulması gereken bir yığın soru var: Rahip suçsuzsa, iki sene boyunca ne diye içeride yattı? Yok eğer suçluysa neden serbest bırakıldı? Madem serbest bırakılacaktı, kriz niçin bu noktaya kadar tırmandırıldı? Doların 7 liranın üstünü görmesine hangi gerekçeyle göz yumuldu?”
    – “Görüyorsunuz, herkesin ağzında aynı nakarat var. “Bağımsız yargının kararına saygı göstermek zorundayız” lafı sakız gibi sürekli çiğneniyor.
    İyi de ortada saygı duyulacak bir yargı kararı var da biz mi göremiyoruz?”
    – “Maşallah siyasiler zaten topa hiç girmiyor. Onlar da üstüne basa basa “bağımsız yargı” vurgusu yapmayı tercih ediyorlar.
    Ancak dedik ya, biz bu “bağımsız yargı” işinden nedense hiçbir şey anlamadık.
    Değil mi ki yargımız bağımsız, o halde Brunson kararı henüz açıklanmamışken, siyasilerimiz neden sürekli “Brunson, terör örgütleriyle karanlık ilişkileri sebebiyle yargılanan bir rahiptir. Bu yüzden gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır” şeklinde demeçler verdiler? Bu tür demeçler bağımsız yargıya müdahale değil miydi?
    Allah aşkına biraz dürüst olalım… ”
    – “Hatırlayın, geçtiğimiz aylarda da Berlin’de Almanya Başbakanı Angela Merkel’i ziyaret eden bir devlet büyüğümüz, “terör örgütü propagandası yapmak” ve “halkı kin ve düşmanlığa tahrik”le suçlanan sözde gazeteci Deniz Yücel için “Kısa sürede bir gelişme olacağı kanaatindeyim. Ümit ederim kısa sürede serbest kalır” demiş, bu “temenni”nin hemen bir gün sonrasında da aylardır hazırlanamayan iddianame -her nasıl olduysa- anında tamamlanmış ve bir yıldır içeride olan Yücel Silivri Cezaevi’nden apar topar tahliye edilmişti. “Bu adam gazeteci değil, tam bir terörist” sözleri unutulmuş, “bu ‘ajan’ı içimize sokan Almanya’nın da ‘teröre yardım ve yataklıktan’ yargılanması gerektiği” yönündeki çağrılar bir kenara bırakılmış, “Bundan sonra Almanya ile ilişkilerimizi geliştirecek adımları karşılıklı atacağız” denilerek söz konusu ülke ile “yeni bir sayfa” açılmıştı.
    Diyeceğimiz o ki, biz bu Brunson filminin bir başka versiyonunu daha önce de görmüştük. Papaz her gün pilav yer mi bilmiyoruz ama, biz bu dolmayı evvelce de yutmuştuk.
    ¥
    Halbuki hem Brunson, hem de Deniz Yücel olayında yapılacak iş gayet basitti. “Bağımsız yargı” kılıfına sığınılacağına, “Milli menfaatlerimiz böyle gerektirdi” denilerek kafalarda istifham oluşmasının önüne geçilebilirdi.”
    Nihayetinde bu mevzuların birden fazla veçhesi bulunuyor…
    Elbette yöneticilerimiz uluslararası ilişkileri göz önünde bulundurarak hareket edecekler. Tabii ki istihbarat savaşlarının gereklerini yerine getirerek karar alacaklar. Reel politik hangi adımların atılmasını icap ettiriyorsa o adımları atacaklar.
    Ancak, tüm bunları yaparken bir şeyi kesinlikle ve kesinlikle yapmayacaklar: Olmadıkları gibi görünmeyecekler, görünmedikleri gibi de olmayacaklar.
    Dikkat edin, bizim çağrımız net: Siyasilere ya göründükleri gibi olmalarını ya da oldukları gibi görünmelerini -acizane- tavsiye ediyoruz.
    He, “Siyasette böyle bir şey kesinlikle mümkün değil” diyenler çıkarsa, onlara da “Batsın böyle siyaset” diyoruz. ”
    – rasim bolbol, gerçek isim mi, takma isim mi bilemiyorum. daha önceki tavırları nasıldı bilemiyorum.
    – bunlar rasim bolbolun şahsi düşünceleri diye değerlendirilebilir. ya da yandaşlar kendilerini öyle rahatlatabilirler.
    – ancak öncelikle havuz medyasından bir kişi, iktidarın her yaptığına “çok güzel” demekten sıkılmış.
    – ikinci olarak da, (diğer sıkılanların varlığı da bir kenara) bu kişinin iktidara yönelik eleştirisine gazete yönetimi izin vermiş. bu gazete farklı fikirlere kucak açan ana akım medya olsa bunda garip görünecek bir yön yok ama bu akit gazetesi. yani islamcı kesimin ana kanallarından bir tanesi. zaten kaç tane böyle gazete var ki: milli gazete, akit gazetesi, yeni şafak. başka var mı bilmiyorum. sabaha vb.dekiler kiralıklar bölümünde yer alıyorlar.
    – kiraliklar ile ev sahibi arasındaki ayrım da ayrıca önemli.

  7. evet okumak önemlidir. fakat tartışmak daha önemlidir.
    – okuduğunda yazılanı öğrenirsin.
    – tartıştığında ise bildikleriyin eksiklerini, yanlışlarını ve bilmediğin başka şeyleri öğrenirsin. (tabii ki niyetin varsa).
    – Kitap konusuna gelince, ben A ya da B kitabından ziyade, konularla ilgili öneride bulunabilirim. (bu önerilerim tartışma için de geçerli. yani tartışılması gereken konular diye düşünüyorum). çünkü öncelikle bazı temel değer ve kavramların oluşması gerektiğini düşünüyorum.
    1- Ahlak: ahlak nedir? neden ahlak var? Ahlak gerekli midir? neden gereklidir? ahlak olmazsa ne olur? ahlak olduğunda toplum nasıl oluşur, olmadığında nasıl oluşur? Ahlakla ekmek arasında bir bağlantı var mıdır? Ahlakla iyi yaşama arasında bir bağ var mıdır, varsa nasıl bir bağ vardır? nasıl ahlaklı olunur veya nasıl ahlaksız olunur?
    2- Din: din nedir, neden dinler var. bir dine nasıl mensup olunur. ritüelleri yerine getirmek o dinin mensubiyeti için yeterli midir? vb.
    3- Adalet: Adalet nedir? ne işe yarar? Adalet gerekli midir? gerekli ise neden? adalet olmazsa nasıl yaşarız? adaleti tesis eden toplumlar ile adaletsiz toplumların yaşamları arasında nasıl farklar vardır=
    4- Hak: Hak nedir? haksızlık nedir? hak ve haksızlık kavramları neden önemlidir. hakkın hakim olduğu toplumlar ile hakların çiğnendiği toplumlar arasında ne gibi farklar vardır?
    5- Özgürlük: Özgürlük nedir? gerekli midir? özgürlük ile hak, adalet, ahlak, din gibi kavramların nasıl bir ilişkisi vardır? Özgürlük ile daha iyi ya da daha kötü yaşamak arasında bir bağ var mıdır? özgürlük toplum yaşamını nasıl etkiler?
    6- Hukuk: hukuk nedir? hukuk gerekli midir? hukuk olmazsa ne olur? hukuk ile ahlak arasında bağ var mıdır? Hukuk ile hak, adalet, özgürlük, insan hakları arasında ne gibi bir ilişki vardır? bunlar önemli midir? neden önemlidir. hukukun olup olmamasının toplumdaki etkisi nasıldır? yasalar ile hukuk arasında fark var mıdır?
    7- İyi ve iyilik: İyi nedir? iyilik nedir? kötülük nedir? ne yapınca iyi olunur? ne, nasıl yapılırsa iyilik yapılmış olur? iyi ve iyilik gerekli midir? iyi ve iyilik ile kötü ve kötülüğün insan yaşamındaki etkileri neler olabilir, topluma ne gibi faydaları ve zararları vardır?
    8- Doğru: ne doğrudur? doğru önemli midir? nasıl doğru olunur ya da nasıl doğru yapılır? doğru ya da yanlışın insan yaşamında bir etkisi var mıdır? doğru şeyler yapılırsa insanlar daha kötü yaşar mı? Doğrunun yanlış olduğu, yanlışın da doğru olduğu durumlar olabilir mi? yanlış ve yalan doğrunun zıddı mıdır? yalan ile yanlış aynı şeyler mi yoksa farklı mı?
    – Yukardaki konu başlıklarına bir-iki ilave daha yapılabilir. Ancak yukardaki konuların kesinlikle okunması, tartışılması, yaşadığımız günlük olayların, olguların bu konulardaki vardığımız sonuçlara göre değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
    – Bu noktada, karar gazetesinden sayın mehmet ocaktanın ve sayın mustafa öztürk’ün çabalarının ülke için çok önemli olduğunu düşünüyor, yazdıklarının doğru veya yanlış olmasının ötesinde, bu konuları gündeme getirmeleri nedeniyle de ayrıca tebrik ediyor ve teşekkür ediyorum.

  8. Hayal
    Bir tarih okuyorsunuz. Beyninizde insanlık bir varlık olarak oturuyor. Yararlanıyorsunuz. Bundan sonra ne olacağı hususunda tahminleriniz isabetli oluyor. Ona göre tedbir alırsınız.
    Bir kimse kendi hayatını anlatmış. Mustafa Kemal’in büyük nutku, Sebahattin Zaim veya Hayrettin Karaman’ın hayatı. Okuyorsunuz o kişiyi tanıyorsunuz. Kendi hayatınızla paralel giden veya aykırı olanları karşılaştırarak yararlanıyorsunuz. Yani yine çevrenizi tanıyorsunuz.
    Sonra siz hayaller kuruyorsunuz. Şöyle yapsam, şöyle olsa diyorsunuz. Bu, resim yapan birinin hayallerinde yarattığı kişinin mislidir. Siliyoruz yeniden izliyoruz. Kurduğunuz binlerce hayaller içinden bir kaçını seçiyor, uyguluyorsunuz. Yani hayal, olmamış şeyleri tasarlamıştır. Bunlardan bir kısmı kısmen de olsa gerçekleşir.
    Olmayacak şeyleri de hayal ediyorsunuz. Böylece fiilen olmasa bile hayalinizle ruhen de şarj oluyorsunuz sanki hayaliniz tamamlandığı zaman gerçekleşmiş gibi mutlu oluyorsunuz. Ben altın bonosu ile enflasyonun etkilerini çözdüğüm zaman rahatlıyorum. Bir matematik problemi çözdüğünüz zaman da mutlu olursunuz.
    Roman veya senaryo yazan da hayal kurar. Olayları oluşturur. Kendine göre çözümler üretir ve mutlu olur. İki şeyden birini yapar. Ya çağdaki çevresinde olanları romanda anlayarak sosyal yapıyı ortaya koyar. Yahut olmasını istediği bir sosyal yapının örneğini verir. Teşhis ve tedavi yollarını belirler.
    Sermaye’nim baskısı altındaki bugünkü romancı ve senaristlerin görevleri:
    a) Sermaye’ye kazandırmak amacıyla halkı şartlandırmak, Sermaye’nin çıkarlarını halkın çıkarları imiş gibi göstermek. Kendi çıkarlarına yöneltmek.
    b) Sermaye gücünün büyüklüğünü ortaya koyarak halkı korkutmak.
    Bu sebepledir ki ben günlük yazıları takip etmediğim gibi roman da okumam, film de seyretmem.
    Akevler’in yeni tip sanatçıları yetiştirmesi gerekir. Mevcut sahneler aynen tekrar edilmelidir ama sonunda hak galip gelmelidir. İnsanlığı işçilik düzeninden ortaklık düzenine götürmelidir. Bugün kötülükler ortaya konuyor ama çareleri anlatılmıyor.
    Oysa kâinatı ve insanları Allah yarattı. Allah yer yüzünü üç kağıtçılara bırakacak durumda değildir. Ne acizdir ne de tembel.
    Kur’an seminerlerini takip ederseniz orada Allah’ı tanır ve galip geleceğini öğrenirsiniz.

    • Allah’ı tanıyanlar atfedilecek nahoş sıfatlardan, her tür yakıştırmalardan O’nun münezzeh olduğunu bilir. Acizlik tembellik, galip gelememe ne kelime, şüpheli bir durum mu var?!…. Allah’ı layıkıyla tanıyabilmek, O’na kulluk bilincine şuurla geçiştir. Kulluk bilinci sorumluluğu idraktir. Allah’ın emanetini almış olmanın şuurudur. Bu da ezbere teşekkül etmez, samimi gayretle olur. Böyle seminerler bu konuya katkıda bulunabilirse insana hizmettir, hem de ne hizmet! Başarılar dilerim…

  9. Kendi kutsal kitabini merak edip okumayanlarin başka seyleri merak edip okumamalari normaldir. Kutsal kitap neden okunmaz da ezberlenir? Neden okunmaz da dinlenir?

  10. okumak herşeyden önce bir alışkanlıktır. faydaları saymakla bitmeyecek bir alışkanlık.
    ancak yazık ki fazla okuyan araştıran öğrenmeyi seven düşüncelerini belli bir bilginin üzerine temellendirmeye çalışan bir millet değiliz. çünkü yapılan bilimsel araştırmalar düzenli kitap okumanın beyinde yeni nöron bağlantıları oluşturduğunu gösteriyor bu da zekanın artması anlamına geliyor…
    maalesef Türkiye’de düzenli kitap okuyanların oranı neredeyse binde bir imiş. Bu oran, en fazla kitap okuyan ülkelerin başında gelen İngiltere ve Fransa’da yüzde 21, Japonya’da yüzde 14, ABD’de yüzde 12 civarındaymış..Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) geçen yıl yayınladığı verilere göre, Türkiye’de kitap okumaya kişi başına ayırılan süre günde yalnızca bir dakika. Buna karşın, televizyon izlemeye 6 saat, internete 3 saat harcanıyor.bence bu çok daha fazla olabilir. Türkiye, kitap okuma oranında dünyada 86’ncı sırada, yoksul Afrika ülkeleriyle aynı kategoride. TÜİK’e göre ise Türkiye’de kitap, ihtiyaç listesinin 235’inci sırasında yer alıyor. Dünyada kitap için kişi başına harcanan para ortalama 1,3 dolarken, Türkiye’de çeyrek dolar.
    ve UNESCO’ya göre Türkiye, birkaç yıl önce çocuklara kitap hediye etme konusunda 180 ülke arasında 140’ıncı sırada…

    • Maalesef gercekler boyle.Bunun da temel sebebi egitim sistemi.Son 30 yildaki bu sistem insan yetistirmeyi degil insanlari yaris ati gibi yetistirmeyi amacladi.Cocuklar ilkokul 3 4 den itibaren dersane sinav okul ucleminde gidip geldi.Netice de maalesef bu.Ne kadar cok soru cozersen okadar basarilisin.
      Acilen bu sistemin terk edilip adam gibi kalici bir sistemle yola devam etmek.Yoksa bu istatistikler her sene daha kotuye gidecektir.
      Maalesef Akp 16 yilini bosu bosuna harcadi hatta sistemi daha beter etti.
      Insallah yeni bi bakis acisi yeni bir yonetim ile acigimizi kapatiriz.Biz son dakikaci bir millet oldugumuz icin demekki daha ucurumun kenarina gelmedik!!!!

      • 16 yil once de fazla okuyan araştıran bilimsel çalışmaları olan eğitim sistemi oturmuş bir toplum değildik. kitap okuma verileri son 16 yilda düşmedi değil mi??? Yeni bir hükümetle durum daha farklı olur mu bilmem. Kişiler değişmedikce toplumlar değişmezler. İçinden çıkan yöneticiler de.

      • Sonuçta çocuklarımızı yetiştiren biziz. Okuma alışkanlığını ve değerlerimizi asıl aktaracak olan bizleriz. Eğitim sisteminin eksiklerini evlerinde giderecek olan bizleriz. Çocuklarımıza rol model olacak olan bizleriz. Biz okumadığımız için istatistikler daha kötüye gidiyor. Suçluyu karşıda görmek suçu başkasına yıkmak kolayımiza geliyor. Trafik kazalarinda süper ligde oluşumuz da eğitim sorunu elbette ama hiç mi bizim yanlışlarimız yok. Obezite de dunya sıralamasina girmek üzereyiz. Evet eğitim sistemimiz sıkıntılı ama hiç mi kendimizi ve çocuklarımizı kendimiz eğitmeyeceğiz….Ben bunları söylediğim zaman hükümeti arkalamış oluyorum değil mi?
        Benim açımdan nasil anlaşıldığının hiç sakıncası yok.

    • Merhaba Didem hanım istatistiki olarak aktardığınız bu bilgiler elimize verilen karnemiz mahiyetinde. Çeyrek dolar yine de çok çok kötü değilmiş. Kitaba ilgi pek yoksa, insanların maddi ihtiyaçlarından bu işe pek sıra gelmiyor demektir. Maddi ihtiyaçların giderilmesi, malum ekonomik sorundur. Devletin görevidir. Hükümetler önceliklerini bu konuya ayırmalılar. Tabii ki gayret ediyorlar. Bütün sorumluluk yönetimlerdeyken önceliksiz masraflara girişmeleri-israf üstüne israf içinde olmaları hayal kırıklığı yaratıyor. Kitap okuma/kültürü nasıl ki millet için önceliksiz bir konuysa, devlet yöneticilerinin önceliksiz konularda para (ödenen vergiler tabii ki) ve zaman israfı eleştirilebilir bir konudur. Milletin durumu affedilebilir, yöneticilerinki ise affedilemeyecek bir durumdur. Bilmem anlatabiliyor muyum…
      Özellikle çocuklara hediye edilecek kitap konusu önemli. Çocukluk hayatımda hiç kitap hediye eden olmadı. Olsaydı da herhalde okumazdım. Öğretmenlerin zoruyla belki 1-2 kitap okumuşumdur! Sonradan başladığım kitapların sonunu getirdiğim çok nadirdir. Tabiatla ilgili veya eşyanın tabiatıyla ilgili teknik bilgi kaynağı kaliteli kitaplar tercihimdir. Bunlar dışında tavsiye yoluyla veya nadiren aldığım kitaplarda yazarın roman sayfalarına geçirdiği hayal dünyası çok yavan gelebiliyor. Sürükleyici olamaması kalite sorunuyla da ilgili. İnsan gelişimine katkı payını genellikle az bulurum. Özellikle, çocuk kitapları çok itinalı yazılmalı, hayali olmamalı, gerçekçi olmalı ve daima yeni bir şeyler öğretmeli. Eğlendiriyorken, macera yaşatıyorken mutlaka bir şeyler öğretebilmeli. Bu aslında görsel medyanın da en önemli sorumlulukları arasında bir konu. Kitap okuma ve bunun kazandıracakları, görsel medyaya kıyasla bence ikinci planda kalır… Biz pratik bir milletiz. Kafamız fazla ütülensin istemeyiz. Milli Eğitim Bakanlığı medyayı tanzim ve kontrol edebilmeli bir eğitim aracı olarak ta kullanmayı bilmeli….

      • Pek çok cümleye katılıyorum. Bu hükümetin israf içinde olması bu konudaki pervasız tutumu benim içinde büyük bir hayal kırıklığı oluyor malesef. Ama maddi ihtiyaçtan kitaba sıra gelmemesine katılmam. Ufak tefek şeylerden bir parça ekonomi zaman içinde büyük bir kütüphaneye dönüşebilir. Kitap için ciddi bir bütçe ayırmama ragmen hatırı sayılır miktarda kitabım 2. Eldir. Her gittiğim yerde Sahaf ararım. Herkese de tavsiye ederim.
        Çocuklara kitap okuma alışkanlığı kazandırmanın en kısa yolu anne babanın kitap okumasıdır. Hal öğreticidir kal değil.
        Selamlar hakan bey.

        • “Kitaba ilgi pek yoksa, insanların maddi ihtiyaçlarından bu işe pek sıra gelmiyor” derken “maddi ihtiyaçlarına koşturmaktan kitaba/kitap okumaya pek sıra gelmiyor” deseydim daha anlaşılır olabilirdi. Bu Anadolu’nun büyük bir kesiminde ailecek bir yaşam modu; dar ekonomik şartlarda koşturmaca yaşam kültürü! Kitaba elbette azbucuk para da bulunur, ancak öncelikli konu değil. Gelecek endişesiyle para da önemli-kitap fuzuli, hatta israf! Bu hoş bir şey değilse devlete, ekonomi ve eğitim sistemine büyük iş düşüyor. Değindiğim ilişki sadece Anadolu’ya ait değil, kitap okuma ortalaması yüksek ülkelerde de aynı (yoksullukla kitap/kitap okuma arasında ters orantılı ilişki). Sonuçları 2014’te açıklanan İngiltere’de yapılan bir araştırmada dahi böyle bir bağlantı var. Ortalama gelire göre de durumlar farkediyor, ayrıca.
          Bizde büyük şehirlerdeki yaşam kültürü daha farklı, ve dediğinize daha yakın bir durum olabiliyor. Herşey bir yana fiziki anlamda evlerdeki özel kütüphaneler gitgide yok oluyor. Bu da istatistiki bir gerçek; İnternet faktörü! İstisnalar olsa da bu kütüphaneler, sayfaları arasında bakteri üreten kitap yığınlarına dönüşüyor. Türkiyeye gelip giderken neticede ilerde döneceğim nasıl olsa bir kütüphanem olur düşüncesiyle 2. el dahil almış olduğum (250-300 civarı) kitap pek okumadan eskimeğe başlayınca hepsini elden çıkardım (üniversite ve halk kütüphanelerine dağıttım). Kitap okumakla kişi temelde bilgi sahibi olmalı ve bir faydaya dönüştürebilmeli. Bu iş kişinin düşünce ve muhakeme kapasitesini geliştirmesine hizmet etmeli (kalite şart!). Yoksa, okumuş olmak için ezbere kafa gezdirmekten öteye gitmez malum. Başlı başına okuma merağı da yeterli birşey değil. Bizde okuduğunu pek anlamayan, ancak elinden kitap düşürmeyen ve etrafına bununla adeta hava atan antipatik entel tipler de ortaya çıkıyor. Ya buna ne demeli?
          Halkın çoğu gunde 6-7 saat TV/internet izliyorsa ve Devlet gerçekten halkı egitmek istiyorsa, bu ihtiyacı görme konusunda bu durum bir fırsata dönüştürülmeli. Eğlendirirken eğitmek kriterleri/metodları geliştirilmeli. Program yapımcıları buna teşvik edilmeli. Yanaşmayanların lisansları iptal yoluna dahi gidilmeli, bence. Eğitim açığımızı/kalitemizi daha büyük hızla bu internet çağında kapatamazsak çok yazık!

          • Bunca zamandır yorumlarınızı okurum dikkatli biride sayılırım nedense son iki yorumda yurt dışında yaşadığınızı farkettim. Çok enteresan..
            Devlete ve hükümete elbette çok iş düşüyor birinci sorumlular olarak ama aynı zamanda bilinçlenmek için ebeveynlere kişilere sivil toplum örgütlerine muhalefet partilerine özel sektöre de çok iş düşüyor. Kelebek etkisi diye bir şey var önemsememiz gereken. Tek bir kişinin bile idrakinin yükselmesi insanlık için çok ama çok şeyi değiştirebilir.

  11. ……….
    Futbolcumuz milliyken bunu başarmış,
    Ringde değil barda, bir burnu kırmış!
    O küçücük boyla yediği halta bakın,
    Tabanca da göstermiş, yahu çıldırmış!
    Sosyete çevresinin ona verdiği gaz,
    Bu hale getirdiyse şan-şöhret, haz,
    Şımarttıysa milyonlar, tomarla para
    Bassınlar cezayı, ne kadar verse az!….
    Olacak şey mi bu, yaramaz çocuk?!
    Normal biri böyle, yapamaz çocuk!
    Arkadan gelenler var, iyi örnek ol,
    Elin tahrik olsa da, vuramaz çocuk!…
    Hem milli olamazsın, hem kabadayı,
    Madem ki bunu yaptın, bayıl cezayı!
    Milletten özür dile, günahkar çocuk,
    Allah’a bir tövbe et, yap şu duayı!…..
    Almanya müslüman mı? tabi ki değil,
    Ama o ülkede yetişti bir Mesut Özil!
    Yerli değil Avrupalı, onu örnek al,
    Efendi o işlemez, böyle bir fiil!…
    ……
    Irkçılara ders verince, gözüme girdi,
    İnsanlık onuru bu, her yerde birdi,
    Takım onsuz yenilmiş, canıma değsin,
    Oynasaydı, Almanya yenebilirdi!…..
    ……

    • Fehmi bey yine inceden inceden dokundurmus…. Bu kadar profesyonel tarz da elestri yapmaniza bayılıyorum. Tam da polisiye romanlarin gri hucre calistiranlari gibi bir yazi. Alt metin mukemmel bir elestri.

    • Lutfen bu sacma konuya degil, daha faydali seylere, bu guzel siir kabiliyetinizi kullaniniz. Kadim siir uslubu ile yazilmis. Tebrik ederim.

      • Teşekkürler Nahit bey. Toplum üzerinde etkisi olan her konu az çok ilgi alanımda. Bu vesileyle konuyu biraz uzatacağım. Sosyete/magazin haberleri, şöhretlerin ne halt ettikleri büyük gazetelerin bile olmazsa olmazı olmuş. Hürriyet’te veya Sabah’ta bu konuya rastlayınca canım sıkıldı. Sorumsuz boyalı basını eleştiren bir şeyler de ilave ettiydim, son anda kendi kendimi sansürledim! O kadar eleştiri konusu var ki ülkede, hangi birini ele alalım… Hükümeti/siyasileri eleştirmekten bıkkınlık gelince başka konulara da sıra geliyor. Siz bir konu tavsiye edin! Genellikle bir kahve molasında internet turuna çıktığımda konu denk geliyor. Vaktim olursa kafama estiğini yazıyorum. Milli futbolcumuz için “Elin tahrik olsa da, vuramaz çocuk!…” dedim ama sonradan rastladığım magazin ayrıntılarına göre meğer işini yumrukla değil kafa ile halletmiş onu öğrendim! Kafasını gol atmak için kullansa daha iyi olurdu herhalde, ama boyu da pek yetmiyor. Kafası bozuk biri…..
        Sinirlilik/kızgınlık yönetimi konusunda devamlı kursa gönderilecekler arasında. Batıda bir çok konuda olduğu gibi bu konuda da kurslar var (Anger Management). YARGI YOLUYLA PARA CEZALARIyla VE buna ilaveten bu tür KURS ZORUNLULUKLARIYLA insanları medeni olma yolunda “MUM”a çevirmesini iyi biliyorlar. Bizde de bu sektör gelişmeli (psikolog-eğitimci) işsiz bir çok insanımız var, onlara İŞ/EKMEK KAPISI olur (8-10 haftalık akşam kursu-yani, ciddi iş). İŞİNE ÖNEM VEREN, İŞİNİN EHLİ YARGI MENSUPLARINA BU BİR TEKLİFTİR. Bazı siyasetçiler ve bürokratları da sık sık bu kursa yollamak lazım. Buralarda da o kursa gidecek olanlar yok değil… Övünülecek bir şey değil ama kızgın bir milletiz. Sinirlioğlu diye üst-kademe bir diplomatımız bile var, sanırım!…

        • Her zaman çözüm odaklı düşünür güzel öneriler getirirsin. Bazıları ne büyük bir mutsuzluk sarmalının içinde olduğunun farkında bile değil malesef. Öfke kontrolü ve öfke yönetimi üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir konu..

          • Bunu da sonradan farkettim. Sinirlilik/kızgınlık dediğim tek kelimeyle “öfke”. Teşekkürler didem hanım. “Öfke yönetimi” kurs olarak gerçekten mümkün. Buna ilaveten, ailevi olsun olmasın, insan ilişkilerinde “çatışma/kavgaya karşı önlem”, “anlaşmazlık çözümleme”, veya tabiri caizse “çıkmaz sokağa girmekten kaçınma” kabilinden kurslar gayet mümkün (conflict resolution). Bizim gibi tahrik dolu, öfkeye yatkın toplumlarda şiddete yönelik davalar büyük bir hızla artıyor. “Yakala yakala bas dayağı, tık hapise” mi olacak yoksa suçlu kendine ciddi maliyeti olan bir restorasyon/rehabilitasyon sürecine sokulmalı mı. Bu kaybı kültürel/toplumsal ezoryonla insan kaybı olarak milli bir sorun olarak görebilmeli (özellikle BBP-MHP-İP) bu konuda milli bir koalisyon oluşturmalı (milli değerlere sahip çıkarken milli sorunlara sahip çıkmamak doğru olmaz, haliyle!). Diğer partiler de destek verir zaten…
            Bu arada, önemli bir şeyi daha ilave etmiş olayım. Bu kursların/seminerlerin mali bedeli tamamen suça bulaşmış olanlara ait. Kurs düzenleyen eğitim kurumları kalite-kontrole açık olmalı bunun bütçesini kesinlikle Devlet/Millet tarafından karşılanmamalı (yok öyle milletin parasını hazıra savurmak-Devlet israfı!). Peki, nasıl olacak? Şöyle: Diyelim ki bu milli futbolcu böyle bir davranıştan dolayı suçlu (olayda tahrik unsuru olsa da kesin suçlu); karşılığında ceza olarak para cezası ve hapis cezası var. Kanun gereği yatması gerekiyorsa mutlaka hapiste de yatmalı; hücrede yatıyoken “yahu, ben ne halt ettim” konusunda düşünme fırsatı bulmalı. Ancak, bu kısa olmalı-siciline işlenmeli. Cezanın çoğu para cezasına çevrilmeli ve bu bir fonda toplanmalı (bu dini bir cemaatin iştirak ettiği, devlet kontolünde bir vakıf ta olabilir). Bu fondan bu eğitim kurumunda çalışacak olan psikolog/eğitimcilere maaş tedarik edilmeli. Suçludan gelirine göre para alınmalı. Misal, milli futbolcumuz yılda 5-6 milyon Euro kazanıyor. En yüksek dereceden para cezası odemeli, misal 3 milyon T.L. gibi bir en üst seviye olmalı. Bir başka misal fabrika işçisi. Benzer bir olayda o da suçlu bulunmuş. Gelirine göre 1-2 bin T.L. ile kurtulabilir. Her suçlunun bu kurslara katılımı şart. Sicilinin bir derece hafiflemesi bu kursu başarıyla bitirmesine bağlı. Diyelim ki suçu dolayısıyla bu sisteme parası olmayanlar da düşüyor. O zaman bu kişiler kurstan önce o kurumun/vakıfın temin ettiği -bina, tuvalet, bahçe, sokak temizliği dahil bazı işlerde, bedava çalışmak zorunda; o kurs parasını karşılayacak kadar.
            Eğitim seküler/psikolojik eğitime ilaveten dini cemaatten degerli bir konuşmacı da olabilir. Bizde bu daha da etkili olur. İnsanın psikolojisiyle/yapısıyla ilgili genel bilgilerin dışında katılımcılar kendi suçlarıyla yaşadıkları olaylarla ilgili ödevler/sunumlar yapmalı, konuşma fırsatı bulmalı. Kim olursa olsun; futbolcu, artist, fabrikatör, işsiz, işçi, dişçi, yargıç, profesör, asker, imam, memur… (hepsi beşer, şaşar) kim suçlu bulunmuşsa bu kurslarda bir arada olmalı. Nasıl bir aile yapısından geldikleri dahil hayat tecrübeleri görüşlerini dile getirmeliler. Suça karıştıkları olaylarla tekrar karşılaşmaları halinde nasıl davranmalı gerektiği konusunda yeni versiyonlar üretmeli. Katılımcılara, bu 8-10 haftalık süreçte interaktif fikir alış-verişiyle etkin bir yaşam/eğitim tecrübesi kazandırılabilir. Bütün bunlar gelişmiş ülkelerde yapılan şeyler. Devamlı iyileştirme (continuous improvement) programları meslek hayatının her çeşidinde işletilip duruyor. Gıdım gıdım eksikleri giderip sistemlerini daha iyi bir hale getiriyorlar. Bu yazdıklarım tamamen hayal gücü eseri değil, daha önce yapmış olduğum 1-2 jüri üyeliği (mahkemelerde) kapsamındaki gözlem ve incelemelerime dayalıdır.

  12. Kitap tavsiyeleriniz için binler teşekkürler.
    Devamını her zaman bekleriz.
    En güzel hizmetlerden birisi bence.
    Her şeye çok daha geniş perstperktiften bakmamızı sağlar.
    Daha nice kitap veya kaynak tavsiyeleri alma dileğiyle çok sağ olun.
    Sağlıklı sıhhatlı huzurlu çok uzun ömürler dilerim.
    Etrafınıza bütün ışığınızı uzun yıllar boyunca yayın.
    Tekrar geçmiş olsun.
    En kısa zamanda eski sıhhatınıze kavuşmanız dileğiyle.

Yoruma kapalı.