İktidar partilerinin ömürleri uzadıkça seçimlerde oylarının düşmesi işin doğasındandır. Uzak-yakın geçmişe bakıldığında hemen bütün partilerin iş başındayken gittikleri seçimlerde -ilkinde değilse bile ikincisinde- oylarının azaldığını görebiliriz.
[Bir fikir olsun diye Demokrat Parti’nin 1950 (53.35), 1954 (57.50) ve 1957 (47) seçim sonuçlarını, onun devamı sayılan Adalet Partisi’nin 1965 (52.9), 1969 (46.5), 1973 (29.76) ve 1977 (36) oy serüvenini aktarmış olayım.]
Tek istisna, 2002 yılında yüzde 36 ile iktidara gelip bugüne kadar yapılan neredeyse bütün seçimlerde oylarını artıran AK Parti’dir.
AK Parti de 7 Haziran 2015 tarihinde yapılan seçimde kendisinden önceki iktidar partileri gibi oy sarsıntısı geçirdi, beş ay sonra (1 Kasım 2015) seçimi tekrarlayarak yine oyunu artırmayı başardı.
Bu defa ne olabilir?
En zorlanacağı seçime gidiyor AK Parti
Galiba 24 Haziran, AK Parti için, şimdiye kadar girdiği en netameli seçim macerası olacak.
Derdini anlatmakta zorlandığını herhalde sizler de fark ediyorsunuzdur.
AK Parti genel başkanlığını da üstlenmiş olan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan dün partisinin ve kendisinin seçim beyannamesini açıkladı. Her seçim beyannamesi gibi bu defaki de çekici vaatler içeriyor. Daha önce açıklanan ve derhal gereği yapılan emeklilere bayramlarda biner lira ikramiye vaadine ek olarak, belirli görevlerdeki devlet memurlarının maaşlarını artırmaktan belli başlı kentlerin eskiden başka amaçla kullanılmış geniş alanlarını büyük parklara çevirmeye kadar bir dizi yeni vaat de pakette yer alıyor.
“Yeni döneme yepyeni bir anlayışla başlıyoruz; çünkü vakit birlik vakti, vakit Türkiye vakti” dedi Cumhurbaşkanı Erdoğan…
Onun vaatler paketini açıkladığı günün akşamı CNN-Türk kanalına konuk olan cumhurbaşkanlığı yarışındaki rakibi CHP’li Muharrem İnce, “Peki de, bunları neden daha önce yapmamış?” sorusuyla zihninde zaten aynı soruyu taşıyan insanları yanına çekmeye çalıştı.
Soru hiç kuşkusuz yerinde.
İnce, bazı vaatlerin kendilerinin geçmişte gündeme taşıdığı, ancak iktidardan ilgi görmemiş projeler olduğunu söylemeyi de ihmal etmedi. İşlevsiz kalacak Atatürk havalimanın park yapılması vaadi için de, “Göreceksiniz, bir punduna getirip oraya da gökdelenler dikecekler” beklentisini dillendirdi.
Aynı gün tanık olunan bu söz düellosu iktidarın en önemli sorununu herkese göstermiş olmalı: İnandırıcılık…
Evet, ben de 2007 yılına kadar ülkeye pek çok yeniliği AK Parti’nin getirdiğini, 2010 yılına kadar da iktidar partisinin demokratikleşme yönünde ciddi adımlar attığını biliyorum. Ülkenin gördüğü en yenilikçi partilerden biri AK Parti. Ancak, 2010 sonrasında FETÖ yüzünden giderek artan biçimde yaşanan ve yaşatılanların geçmişi unutturacak etkisini de görmezden gelemeyiz.
Ülke son iki yıldır temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan OHAL uygulamalarıyla yönetiliyor, nasıl unutabiliriz?
İnandırıcılık sorununu çözecek bir formül var
Yine de AK Parti’nin elinde inandırıcılık konusundaki sorunun hiç değilse kısmen üstesinden gelmeyi sağlayacak bir fırsat bulunuyor.
Anlatayım.
Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın açıkladığı bayağı kapsamlı (360 sayfaymış) seçim beyannamesinde en önemli bölüm, demokrasi, temel hak ve özgürlükler ile yargı bağımsızlığına ayrılmış. O bölümü özetlerken şunları söyledi Cumhurbaşkanı Erdoğan:
“Seçim beyannamemizin üçüncü bölümünde milletimizle güçlü demokrasi hedefimizi paylaşıyoruz. Biz demokrasiyle kalkınmayı birbirinin tamamlayıcısı olarak gördük ve tüm çalışmalarımızı bu anlayışla yürüttük. (..) 24 Haziran seçimlerinden sonra da demokrasimizi geliştirmeye devam edeceğiz. 24 Haziran seçimlerinden sonra Türkiye’yi ekonomide olduğu gibi demokrasi liginde de bir üst sınıfa çıkartacağız (..) Devletin siyasi, idari, adli ve ekonomik düzeninin temel haklar merkeze alınacak şekilde geliştirilmesini sağlayacağız.”
Güzel vaatler bunlar.
Ancak, bu cümleler arasında yer alan “Yeni dönemde cemevlerine hukuki statü tanıyacağız” cümlesinin de akıllara düşürdüğü bir zaafı da içerisinde barındırıyor. Elinde fırsat varken ve o yolda ilk adımlar da atılmışken cemevlerinin de içinde yer aldığı dini anlayışla ilgili sorunu erteleyen AK Parti olmuştu.
Temel hak ve özgürlükler ile demokrasi iddiasına nakise getiren uygulamalar da bu alanlarda ülkeyi bir üst lige çıkarma iddiasını sakatlıyor.
Fırsat, işte bu konuları seçim sonrasına bırakmak yerine hemen ele alarak vaatlerin yerine getirileceğine dair güçlü bir mesaj vermektir. OHAL‘den cezaevlerindeki gazeteciler ile siyasilere kadar Türkiye’nin dışarıdaki imajını zedeleyen uygulamaları sona erdirmek iktidar partisinin elinde.
Bu yolda derhal atılacak adımlar iktidar partisinin yüz yüze kaldığı ekonomik sorunları bütünüyle ortadan kaldırmasa bile yumuşatacaktır.
Yumuşatacaktır, çünkü beyannamesini açıklarken Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın da ifade ettiği gibi, “Demokrasi ile kalkınma birbirinin tamamlayıcısıdır.” Demokrasiden fedakarlık edildiğinde ekonomide sıkıntılar peyda olduğunu yaşayarak bizler de öğrendik.
Zor mu bu? Hayır, hiç değil. Meclis olağanüstü toplantıya çağrılır ve halen milletvekillikleri devam eden iktidar mensuplarının da oylarıyla OHAL sona erdirilebilir; aynı oturumda tutukluluk hallerini kısıtlayacak ve sözgelimi cumhurbaşkanı adayı olan Selahattin Demirtaş‘ın serbest kalmasını da sağlayacak yasal düzenlemelere gidilebilir.
Demokrasi vaadinde samimiyet sınavından seçim öncesi geçmiş iktidarın başka konulardaki vaatleri de böylece daha inanılır hale gelebilir.
Aksi halde?
Onu da AK Parti yöneticileri düşünsün.
ΩΩΩΩ
NOT: Fotoğraflar Hürriyet gazetesinden…
Sayın Koru, Demokrasi özgürlükler aflar vs. gayet güzel geliyor kulağa da şu sorunun bir cevabı da verilemez mi ? Demirtaş ne diye içeri de bşr söyleyin hele yahut yorumculardan biri insaf etsin merağımı gidersin ? Gazetecilerin içeride olması demokrasiye aykırı deniyor Allah lillah aşkına gazeteciler suç işlemek konusunda özgür mi olmalılar. Tamam ben de tutklu yada gözaltındakilerin hepsi mutlak suçludur demiyorum lakin bu adamlar suçluysa bir düzenin parçalarıysa dışarı salsan yeniden aynı suçu işlemeyeceklerinin garantisini Sayın Fehmi Koru ve bu konuda fikirdaş olanlar mı verecek. Ben bu değerlendirmenizi insaf ve objektiflikten uzak buldum. Maalesef öteden beri olageldiği gibi Türkiye muhalefetinin (her kesimi kapsıyor) müzmin hastalığı iktidarı zedelemekle memleketi zedelemeyi eşdeğer görüyorsunuz. Size ve fikirdaşlarınıza göre bunların hepsi Tayyibin suçu (elbetteki 16 yıldır ülkeyi yöneten biri bunun mesuliyetini üstünden atamaz) ve verdiği her karar yanlış. Bu sıradan insanalrdan beklenebilecek bir şey ancak Fehmi Koru kalitesinde bir yazara yakışmıyor. Dün Eren Erdem çıkmış devletin sırlarını Muhalif partinin yöneticilerinden aldığını bunların tarafına yayınlanmak üzere verildiğini söylüyor siz bu muhalefeti kurtarıcı olarak sunuyorsunuz. Siz de mi sayın Koru siz de mi sırf iktidarı haksız çıkararak devrilebişeceğini düşünüyorsunuz. Üstelik sizin gibi tecrübeli ve dünyayı bilen birinden çözüm önerileri beklerken. Hadi bize açıktan yazmayın da muhalefete birşeyler önerin bari eskaza seçim kazanırlarsa verdiğünğz fikirlerden ülke faydalansın zira gördüğümüz kadarıyla bu seçimde de muhalefet cephesinde fikir proje vs yok.
1994 yılında şöyle bir olay yaşandı.bosna hersek icin hem gülen cemaati,hemrefah partisi yardım topladı.
gülen cemaatı toplanan yardımı kapatılan zaman gazetesi binasında aliye izzet begovicin yardımcısına törenle
verdiler.aslında aliya izzet begovic davet edilmişti.savaşdan dolayı gelemedi.
refah partisi ise topladıgı parayı necmettin erbakanın (merhum)emriyle kentbanka FAİZE YATIRDI.
kent bank batınca olay ortaya cıktı ve mercimek davası diye kamuoyuna yansıdı.sorumlu 4 kişi
belli sürelerde ceza aldı.toplanan para ic edildi.
bu sürecte refah partisinde idim.hemen ayrıldım ve bir dahada hic güvenmedim.
diger bir olay ise kayıp trilyon davası.yine mahkeme ve belgelerle ispat.sonuc ceza verildi.
bunları şunun icin irdeledim.dindar denilen refah ve devamı bunları hiç sorgulamadı.sanki normalmış gibi
devam etti.şimdide saadet partisinden medet umuluyor.eger daha önce yaptıkları gibi aynı düşüncede iseler
vay halimize.FAİZ NORMAL,CALMAK NORMAL.islam bunu kim yaparsa yapsın kabul etmez.
böyle kişilerin bu vatana verecekleri hiç bir şey yoktur.ak partidede aynı düşünceler hakim maalesef.
tek kurtuluşumuz, eli harama uzanmayan,cıkar icin her şeyini ortaya koymayan,ahlaklı,dürüst,vatanını seven insan yetiştirmektir.bunlar zaten dinimizin bizden yapmamızı istedikleri emirlerdir.böyle insanı kim yetiştirirse yetiştirsin bu devlet kazanacaktır.aksi halde mevcut durum devam edecektir.
birileri statüko,birileri sermaye,birileri milliyetci,birileri solcu der dururuz.
Bugün MSN’de (https://www.msn.com/en-ca/money/news/who-really-owns-most-of-the-worlds-gold/ss-AAxMokD?li=AAggNb9&ocid=mailsignout#image=21 ) rastladığım bir haberi paylaşmak istedim. “Dünyadaki altının çoğu aslında kimin elinde?” başlığı altında Türkiye altını stoklayan 30 ülke arasında 11. sırada gösteriliyor. Tercüme ettiğim kadarıyla şöyle denmiş: “Türkiyenin, altını kırılgan bankacılık sistemini dengelemenin en iyi aracı olarak gören ülkelerden biri olduğu düşünülüyor. Türkiye kendi altın kaynaklarından yararlanmak için bir çaba içersinde. Altının Türkiye topraklarında milattan önce 9000 li yıllarda keşfedildiği sanılıyor, ancak uluslararası altın firmalarının ilgi alanına girmesi oldukça yeni bir sayılır”
Aynı listede, İsviçre 1000 ton ile 8., Fransa 2450 ton ile 5, IMF 2800 ton ile 3, ve 8133 ton ile ABD 1. sırada.
Anlamadığım konu, Türkiye’nin stokladığı bu 600 tonluk altın milletin kara-gün dostu olarak tasarruf ettiği bilezik türü altın mı, yoksa devletin kasasında stokladığı külçe altın mı? Bilgisi olan varsa yazsın.
YENİLDİK VE YANILDIK”
Sever, kitabında halen İsveç’te yaşayan Cengiz Çandar’la yaptığı söyleşiye de yer verdi. Çandar, AKP ile ilgili yaşadığı hayal kırıklığını şöyle anlattı:
“Yenildik ve yanıldık. (…) Bu hayatı yaşadığım için ne pişmanım, ne kimse tarafından kandırılmış ya da aldatılmış duygusuna kapıldım ve ne de kendimi kullanılmış olarak görüyorum. Ama gelinen noktada büyük bir yanılgıya kapılmış olduğumu da görüyorum. Bugün Türkiye’nin başında bulunan bazı insanlara ve en başta ‘Tek Adam’ olarak ortaya çıkan şahsa dair yanılgılar yaşamış olduğum da bir gerçek. Mevcut iktidar mensuplarının, ‘derin devlet’ denilen ve ömrüm boyunca karşısında mücadele etmeye çalıştığım yapıya bu kadar kolay teslim olabileceğini, onun bir parçası haline geleceğini, açıkçası, düşünemedim. Zalim olma kapasitelerini fark etmedim. Müslümanlığın asgari ahlak ölçülerine sahip olmak gerektiğini varsaydığım için akıl almaz derecede yalancı olabileceklerini aklıma getirmedim. (…) Ne var ki, gelinen noktaya bakarak, ‘Bu kişilerle beraber olarak tekrar aynı mücadeleyi verir miydin?’ diye bir soru sorulsa, büyük bir gönül rahatlığıyla ‘Evet!’ diyemem doğrusu. En azından, 28 Şubat’ta yükseköğrenim hakkından yararlanamayan ve kamusal alanda ayrıma uğrayan başörtülülerin hakkı ve özgürlüğü için mücadele vermiş olmaktan ötürü, bunu bir demokratik hak olarak görmeye devam ettiğimden ötürü pişman değilim ama o başörtülülerin bir bölümünün bugün ne kadar insafsız, vicdansız, benim gibilerin karakter katlinde ne kadar ön aldıklarını görerek, yine aynı durum ile karşılaşsak, kendimi bundan yirmi yıl önceki gibi helak edeceğimi hiç sanmıyorum. Sorulsa, ‘Haklarıdır!’ derdim kuşkusuz ama kendimi onlar için helak etmezdim doğrusu. Doğrusu, benim gibi bir insana bunları söyletmeyi başardıkları için, durup düşünmek lazım. Duyduğum, ne pişmanlık, ne aldatılmışlık, ne de kullanılmışlık. ‘Peki ne?’ diye sorulursa, kısaca söyleyeceğim şu: Büyük bir hayal kırıklığı!
Evet bende büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorum.
Cengiz Çandar, kendisine olan hem haklı hem de kabul edilir düzeylerdeki özgüveni ve öz-hayranlığı dolayısıyla, “Berbat biçimde aldatıldım. . .” diyememiş, “büyük bir hayal kırıklığı” sözcükleriyle dile getirmiş yaşadığı duyguyu. Sizi bilmem ama, bende var olan ve giderek derinleşen duygu, çok açık bir yanılmışlık ve çok berbat bir öngörüsüzlük duygusu. Erdoğan’ın vesayetle mücadele döneminde kendisine kelle koltukta sahip çıkmış Mümtazer Türköne, Ahmet Altan, A. Turan alkan, Ali Bulaç, Nazlı Ilıcak gibi insanları tanımı güç bir vicdansızlıkla cezaevlerinde süründürebileceğini, bu ülkeyi tarihinde belki ilk defa her meselenin özgürce konuşulabildiği ülke haline getiren, hem Türklere hem Kürtlere kaybettiren ilkel bir milliyetçilikle yüzleşilmesine vesile olan aynı adamın bugün Tansu Çiller’in, Mehmet Ağar’ın diliyle konuşan bir adam haline gelebileceğini öngörmek şöyle dursun, bir olasılık olarak bir saniye bile aklımıza getiremedik. “Düş kırıklığı” çok hafif kalıyor.
Aldandık, aldatıldık.
Evet haklısınız hayal kırıklığı ifadesi hafif bir tabir olarak kalmış. Ders niteliğindeki yorumlarınızın devamı dileğiyle kalın sağlıcakla.
BERNAR Bey yorumlarınız çok hakkaniyetli. Hergün acaba ne yazacak diye merak ettiğim yorumculardansınız. Sizde”,Dalımızı kıranın ağacını kökünden sokeriz”mantığı yok. Sizin hayat hikayeniz beni çok duygulandirmistı. Başınıza gelen onca şeye rağmen hala hakkaniyetli düşünüyorsunuz. Sizin gibi insanların var olmasi bana umut veriyor.Hangi dünya görüşüne sahip olmanızin bir önemi yok. Temelde iyiyi doğruyu isteyen ve yüreği her mazlum için merhamet dolu birisiniz ve bunları sadece düşünüp konusmakla kalmayıp ,bunlar için epey uğraş vermissiniz. Hangi noktada durursaniz durun, eğer bir siyasetçi olsaydınız size oy verirdim. Sağlıcakla kalın.
Yüreklendirici ifadeleriniz için teşekkür ederim. Benim temel kaygım, Sayın Koru’nun yazılarını süreki izleyen okurlar arasındaki dar bir gurubun yorumlarıyla kendiliğinden oluşturduğu ve giderek bir tür platform halini alan bu sitede kendi düşüncelerimle hemfikir olunması arzusu değil inanın. Tam da söylediğiniz gibi, hangi dünya görüşüne sahip olduğumuzun önemi yok. Asıl olan, gerçek bir saygı temelinde, düşmansı duyguları kışkırtmadan, farklı arkaplanlardan gelen insanlar olarak gerçek bir diyalog geleneğine mütevazi ölçülerde katkıda bulunmamız.
Farklı kültür, düşünce, inanç guruplarından gelen insanlarla tanışıklık kurmak gerçekten çok öğretici ve zenginleştirici bir deneyim. Her birimiz, farklı kaynaklardan yola çıkarak, ya da o farklı kaynakların her birinden yararlanarak, aklın, vicdanın ve samimi bir adalet duygusunun bir araya geldiği bir duruşa sahip olabiliriz. Böyle yapabildiğimizde, ülkücü gelenekten gelen sıradışı bir düşünce ve vicdan adamı olan, 65 yaşında olup yalnızca köşe yazıları yüzünden iki yıldır cezaevinde tutulan, hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapsi istenen değerli ve çok sevgili Ahmet Turan Alkan, bu toprakların yetiştirdiği en yürekli insanlardan biri olan Ahmet Altan gibi insanların varlığından umut devşirir, bu güzel insanlara reva görülenlere bakıp ruhumuzda ve kalbimizde acı hissederiz. HDP içinde barışcıl demokratik mücadele fikrinin bayraktarlığını yapan bilge adam, barış ve kardeşlik dostu güzel Kürt insanı Ahmet Türk’e şamar atan PKK komiserinin sefilliğine öfke duyarız. (PKK, HDP’li her bir milletvekilinin peşine, onları denetleyip kontrol etmek üzere adına ‘komiser’ dediği ilkel militanlar takmıştır, ama her HDP’liyi PKK militanı sayan cahil arkadaşımız bilmez bunu; başörtüsü mücadelesinin simgesi olan, 28 Şubat’ta iki kızıyla birlikte cezaevine tıkılan Hüda Kaya’nın neden HDP’de siyaset yaptığını da merak etmez) İster dindar, ister ülkücü, ister solcu olsun, aklını ve yüreğini düşmansı duygulara teslim etmemiş, içinde yaşadığı toplumun meseleleri üzerine gerçek anlamda kafa yoran herkes benim kendilerinden umut ve güç devşirdiğim güzel insanlarım. Siz de sağlıcakla kalın.
Necip Güven (25 Mayıs 2018 at 20:42) efendi, kolaycılığa kaçan konformist bir vitrin sergiliyor. Gladyo gelisen ve degisen sartlarda elverisli ne bulursa onu kullanir. Bu bazen milletin arasinda cikmis bir kac kesimi birbirine tokusturmakla da olur. Bu kesimler nasil kullanildiklarini anlamayacak kadar ezbercidirler (ah su ezberci muslumanlik!)….
Beyza hanımın yazdıkları kendine göre %100 dogru orta şekerliye göre yalan, yani % 0 doğru. Normal, tarafsız vatandaş bunun ortalamasını alır. Böyle bir şeyin doğru ya da yanlış olması ihtimali %50 dir. Bu da madalyonun bir yüzünde oturan orta şekerlinin yere-göğe sığdıramadığı kayıtsız-şartsız desteklediği “kılavuza” yeter, çünkü %50 çok büyük bir yüzde payı. Ve şu kural “KULA BELA GELMEZ HAK YAZMADIKÇA… ALLAH BELA YAZMAZ KUL AZMADIKÇA” onun ve onu bu hale getiren reisçi takımı (yakın çevresi) için de geçerlidir. Bu azınlığa devletin imkanlarını kullandıkları için hesap verebilirlik açısından hiç birşey olmamıştır. Bu durum sistemin (ki sistem dediğimiz mekanizma partilerin geçici oldugu kabulüyle hareket eden partiler-üstü bir yapı olmuş olmalıydı) sağlam/zinde olmadığını bir sefer daha göstermiştir. İş bilmez, ezberci, yeteneksiz kılavuzlar sayesiyde olan millete oluyor, olan ülkeye oluyor. Bu olanlar adalet, köklü devlet kültürü yerinde bir başka ülkede olsaydı, herşeyden önce yamukluklara adı karışmış kişiler istifa ederlerdi (başka ülkelerde çok örnekleri var). Dahası, kendisine “ak”lık yakıştırılan o PARTİ ve genel SİSTEM, yamukları düzelmesi için ana suçluları adalete teslim eder yoluna devam ederdi.
Fetö bu ülkeye abd ve natonun , bir zamanların askeri vesayetçi derin devlet ile birlikte 1960 larda başlayarak yerleştirdiği gladyodur. Samimi müslüman vatandaşları din ve hizmet kisvesi ile yanıltmış ve maddi manevi kullanmıştır. Devlet askeri vesayetçi derin devletten kurtulmaya başlayınca bu gladyoyu da içinden söküp atma kararını verdi. Bu temizlik devlet emin olana kadar devam edecek ve Ohal sadece bu temizliği kolaylaştırmakla ilgili. Belli bir temizlik eşiği geçildikten sonra ohal de kalkacak. Yüzbinlerle ilgili bir konuda yanlışlıklar ve mağduriyetleri engellemek maalesef kolay değil ama eninde sonunda bunlar da düzeltilecek. Bize gösterildiği kadarına göre yorum yaptığımız için olayın boyutunu belki tam olarak göremiyoruz ama kesinlikle öyle geçiştirilecek kadar ufak bir çapı yok. Bu yüzden bir müddet ohal ile yaşanacak gibi görünüyor.
Tarihte Türk devletlerinin hiç birinin 17000 kadın 800-900 çocuğu zindana tıkarak temizlik yaptığını duymadık ,velev ki güçlü suçluluk delilleri var kelepçe ile hapset,bunun hastası kadını çoluğu çocuğu var.Biz kılıç bırakan düşmana bile vurmamış karısına çocuğuna dokunmamış bir milletiz,her zamanda zulme uğrayanın yanında olmuşuz.
Bizzat yakınlarımdan birisinin başına geldiğinden biliyorum dışardan gösterilmeye çalışıldığı gibi değil,bekliyoruz ki hakça olsun ama değil malesef,intikam kin iftira talimatla verilen kararlar delil yokken tutukluluğa devam kararları(burunları sürtülsün hesabı) yakışıyomu bize !
Sizin söylediğiniz gibi eline kılıç alıp açıkça karşısına çıkan düşmana, kılıç bırakırsa vurmayan bir milletiz. Ama maalesef ne eline açıkça kılıç alan, ne düşmanlığı, ne yeri ne de kim olduğu belli olmayan her yere sızmış namert bir düşmanla karşı karşıyayız. Bu durumda adil bir ayıklama kolay olmayabilir, ama devlet buna bir çare bulacak, mağduriyetleri de giderecektir eninde sonunda. Ama kimseyi mağdur etmeyim diye hiçbir mücadele yapmamak devletin yapabileceği birşey olamaz maalesef.
Ormandaki çeşitli tür hayvanları kafese atıp , haydi fil olmadığınızı ispat edin diye Zebra ya sormak , gergedanı bu konuda savunma yapmaya çağırmak kadar komik çalışan bir adalet mekanizmasına güven endeksi de sofırlandı.Hakimler korkularından davaları görmeyip erteliyor beyefendi . Daha davalarda 1 kelime konuşulmadan 3-4 ay sonraya erteleniyor . Müebbet hapis alan harp okulu öğrencileri var . Sorumluluk almayan ve vicdanı olmayan bir adalet mekanizması bir şeyi çözemez . Bu düzen devam edemez . Hiç kimse kendi varlığını , başkalarının hayatını mahvetmek üzerine inşa edemez .
AK Parti ile Cemaat şeflerinin bu ülkeye yaptıkları en büyük kötülük, iktidar hırsı içinde, inançlı insanların ortaklaşa değer verdikleri ve haklı olarak yücelttikleri vicdan duygusunu alabildiğine köreltmek oldu. Şu ifadelere bakar mısınız: “Bu durumda adil bir ayıklama kolay olmayabilir, ama devlet buna bir çare bulacak, mağduriyetleri de giderecektir eninde sonunda.” Siz insanlardan ve insan hayatlarından söz ettiğinizin bile farkında değilsiniz, Necip Güven.
Sadece vicdanınız değil, aklınız da körelmiş olmalı ki, söylediğiniz şeyin insanı gerçekten karamsar kılan vicdansızlığınızın açık bir itirafı olduğunu bile göremiyorsunuz: “Evet kardeşim, benim ölümüne savunduğum liderim insanları toplar cezaevlerine tıkar, sonra da bunlar arasından suçlu ile suçsuz olanlar zaman içinde ayıklanır.”
Savunma mekanizmanızın ebelek gübekliği de pek bir sırıtıyor doğrusu: “Ama kimseyi mağdur etmeyim diye hiçbir mücadele yapmamak devletin yapabileceği birşey olamaz maalesef.” Kim “Mücadele verilmesin” diyor ki? Size böyle bir soru sormak da anlamsız aslında. Hiç birimizin Cemaat’in karanlık yüzüyle hesaplaşılmasının bir kenara bırakılmasını önermediğini siz de aslında biliyorsunuz. Ama, aldığınız tutum öyle sefil ve savunulamaz bir tutum ki, elinizden söylenmiş sözleri çarpıtarak bir savunma mekanizması geliştirmeye çalışmaktan başka bir şey gelmiyor.
Ne sizin de militanca savunduğunuz partinizin Cemaat’in karanlık çekirdek kadrosu ile mücadele etmek gibi bir derdi var. Savcı Zekeriya Öz’den Adil Öksüz’e, Ekrem Dumanlı’dan bilmem kime varıncaya kadar gerçek sorumluluların hepsinin ellerini kollarını sallaya sallaya çıkıp gitmelerine SİZ göz yumdunuz. Şimdi, Gülen’le mücadele ediyoruz yaygaraları arasında, bu cemaate gönül vermiş, okulunda öğretmen olmuş, para yardımında bulunmuş sıradan insanların hayatları üzerinden bize FETÖ ile mücadele hikayeleri anlatıyorsunuz.
Güneş balçıkla sıvanmaz. Soldan sağdan, ateistinden dindarına, herkes gerçeği görüyor: Gülen örgütünü asıl palazlandıran, onlara “istededikleri her şeyi veren”, Ankara’da ve diğer illerde devlet arazilerini “parsel parsel” bunlara veren sizin lideriniz ve sizlersiniz. Eğitimden ekonomiye varıncaya kadar hemen her şeyde olduğu gibi, Gülen’e karşı mücadeleyi de elinize yüzünüze bulaştırdınız. İnsanlar kör ve ahmak değiller, Necip Güven. İnsanlar görüyorlar. . .
Adalet duygusu körelmemiş, aklını parti militanlığı ile kötürümleştirmemiş, adaletin ve sağduyunun yanında olduğunu iddia eden herkes, darbe girişiminde rol almamış, Cemaat denilen örgütün yöneticiliğini imamlığını vs. yapmamış sıradan Cemaat gönüldaşlarının yaşadıklarına sessiz kalmamalı. Herkes için tarafsız, adil yargılama hakkı talep etmeli. Bank Asya’ya para yatırdı ya da parasını o bankadan çekmedi diye cezaevine atılan insanları aşağılamayı hüner ve vatanseverlik sayan zihniyete duyurulur: 16 yıl boyunca Bank Asya’nın üç farklı departmanında en üst yönetici olarak çalışmış olan A. Fuat Taşkesenoğlu, geçtiğimiz ayın ortalarında, AK Parti’nin Bakanlar Kurulu kararı ile, Sermaye Piyasası Kurulu Başkanlığı’na atandı. “Bu ne iş?” diye sormazlar mı adama, Necip Güven Bey?
Bernar bey bahsettiğiniz kişinin geçmişine baktım ve aşağıda paylaşıyorum.
1988-1996 yılları arasında Faisal Finans Kurumu A.Ş.’de baş uzman olarak görev yaptıktan sonra, 1996 yılı Ekim ayında göreve başladığı Asya Katılım Bankası A.Ş.’de sırasıyla, Proje Pazarlama Müdür Yardımcılığı, Merter Şube ve Sultanhamam Şube Müdürlüğü, Genel Müdürlük Kredi Tahsis Birim Müdürlüğü ile Kredi Tahsis Genel Müdür Yardımcılığı görevlerinde bulunan Taşkesenlioğlu, 2012 – 2014 tarihleri arasında Türkiye Vakıflar Bankası T.A.O Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yaptı.
’17 -25 Aralık’ sonrası tutuklanan Süleyman Aslan‘ın yerine Halk Bankası Yönetim Kurulu Üyeliğine seçilen Taşkesenlioğlu, aynı gün Halk Bankası Genel Müdürü olarak atandı.
Görüldüğü gibi o kişi 1996 dan 2012 ye kadar Bank Asyada çalışmış. Daha sonra Vakıflar Bankasına geçmiş ve 17-25 Aralık sonrası da Halk Bankasına Gn Müdür olmuş. Yani söylendiği gibi 16 yıl orada değilmiş ve esas problemli süreçte o bankada yönetici değilmiş.
Esasında bu kişinin durumu sizin tabirinizle ” darbe girişiminde rol almamış, Cemaat denilen örgütün yöneticiliğini imamlığını vs. yapmamış” bir kişinin vaktiyle onların içinde bile olsa dışlanmadığına bir örnek gibi geldi bana.
Tabii ki hiçbir hata olmamıştır diyecek bir bilgim ve durumum yok ancak devletin bu tür durumlarda uyguladığı ve incelediği 30-40 farklı kriterin olduğunu, bu kriterlerin büyük çoğunluğunun bir kişide mevcut olduğunun belirlenmesinden sonra bir kişi hakkında işlem yapıldığını biliyorum. Bu kriterler fetömetre olarak adlandırılıyor, internette yazıp araştırabilirsiniz detaylı bilgilerini.
Ben yine sizin tabirinizle ” adalet duygusu körelmemiş, aklını parti militanlığı ile kötürümleştirmemiş, adaletin ve sağduyunun yanında olduğunu iddia eden ” bir kişi olarak yargının en kısa zamanda reorganize edilmesinin gerektiğini ve bunun sonucunda hem haksız olarak fetöcü olarak nitelenenlerin hem de geçmişte ve halen mevcut fetöcü hakimler tarafından haksız yere cezalandırılanların yeniden muhakeme edilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Ancak takdir edersiniz ki ne yargıdaki fetöcülerin temizliği hemen yapılabilecek ne de yargının kuvvetlendirilmesi. Sabır ve zaman isteyen bir süreç içindeyiz ve bence başkanlık bunu da kolaylaştıracak imkanlar içeriyor.
Saygılar.
Önceki mesajımda, ölçüyü kaçırarak “yorumcuya saygı” ilkesininden biraz uzaklaşmış olduğumu görüyor, kışkırtıcılıktan tamamen uzak kalarak sakince verdiğiniz karşılık için teşekkür ediyorum, Necip Bey.
Bu konuda düşüncelerimizin birbirine yaklaşamaycağı açık. Sizin sözünü ettiğiniz “Fetömetre”‘yi, orada sıralanan kriterleri ciddiye almamı beklemeyin benden. Aklıselim olana, adalet duygusu olana, gerçekler uzun uzadıya anlatmaya gerek olmayacak kadar açık: FETÖ yakıştırması, AK Parti’ye muhalif olan herkese yakıştırılıyor, muhalifleri susturmak için bir silah olarak kullanılıyor. Cezaevlerinde tutulan, işlerinden atılan, gündelik olarak aşağılanıp vatan hainliği ile suçlanan sıradan Cemaat yandaşı insanlara gelince. Gülen’e inanmış insanların saysının en mütevazi tahminlerle birkaç yüz bin olduğunu hepimiz biliyoruz. Bana, sayıları bu kadar büyük olan bu onbinlerce insanın darbe yanlısı olduğunu, darbeyi desteklediğini, sivillerin üzerine ateş edilerek katledilmesine rıza gösterdiklerini anlatmayın lutfen. Hukuksuzlukla, zalimlikle bu insanların üzerine çullanıp hayatı o insanlara dar etmek, Gülen’in en çok arzu ettiği şey olur. Ben kendimden biliyorum: Dinsel ya da siyasal inanç körleştirir, yanılgıları çok çok kolaylaştırır. Gülen çetesi ile gerçekten mücadele edilmek isteniyorsa, yapılması gereken, söz konusu onbinlerce insana vakti zamanında nasıl bir yanılgıya sürüklenmiş olduklarını gösterip onları Gülen gerçeğine ikna etmektir. Cezaevlerine tıkmak, işlerinden güçlerinden etmek, yakınlarını komşularını bu insanları aşağılayıp hiçleştirmeye kışkırtmak değil. Gülen çetesinin çekirdek kadrosunu, darbecileri, o darbe girişiminin bilnçli planlayıcı ve yandaşlarını tespit etmek ve yargılamak hiç de zor bir iş değil. Üç beş yüz kişinin vebalini onbinlerce insanın omuzlarına yükleyemezsiniz. Hem Cemaat savcıları hakimleri, polisleri, hem AK Parti’nin yandaşı olan savcılar, hakimler eliyle, korkutlup sindirilmiş omurgasız savcılar, hakimler eliyle, ortada hukuk adalet falan kalmadı, yargı tümüyle çöktü kaldı. İster CNN Turk, ister Habertürk, ister bir başka televizyon kanalındaki tartışma programına göz atın. Hep aynı yalaka, sefil adamları kadınları çıkarıyorlar karşımıza sözüm ona memleket meselerinin tartışıldığı programlara. İki lafı bir araya getiremeyen, birer papağan gibi bilindik lafları tekrarlayıp duran iktidar yalakası üç beş tipin karşısına diziyorlar üç beş Kemalist ya da fikir yoksunu muhalif tipi, bunların insana baygınlık veren saçmalıklarını da memleket meselesi tartışılıyor diye yutturmak istiyorlar bizlere. Bu aşağılık medya düzeninden, bu sefil yargı düzeninden ne gerçeklerin açığa çıkması beklenebilir, ne de gerçek bir adalet. Neredeyse benim yaşım kadar Cemaat’in tepe yöneticiliğini yapmış Gülerce gibi iğrenç insanları, kendini kollamak ya da birilerinin ayağını kaydırmak için ona buna FETÖcü yaftası yapıştıran sefilleri televizyon ekranlarında dolaştıra dolaştıra insanları ikna edemezsiniz, aksine, pek çok insanın yaşadığı kafa karışıklığı ve kuşkuları daha da derinleştirirsiniz. Bu ise, sıradan Cemaat üyelerinin Gülen gerçeği ile yüzleşerek bu adamdan ve onun çetesinden gönül bağını koparmasına değil, Gülen’in masum olduğu ve komplolara kurban edildiği kanaatinin güçlenip yerleşmesine neden olur.
Bernar bey son cevabınızda yorum açık olmadığı için buraya yazıyorum. Bekın bu cemaat olayı öyle bir şey ki burada hiçbir suça karışmamış kişilerin çoğunda büyük bir inanmışlık var. Bana 15 temmuz gecesi ölen 250 vatandaşın ölmediğini, bunlara otopsi yapılmadığını söyleyenler bile oldu. Kişiler onyıllar boyunca hizmet diyerek bu gurubun toplantılarına katılmışlar, himmet, yardım diyerek paralar dökmüşler ya da parasal destek almışlar, bir ticaret ve iş çevresi oluşturmuşlar, kataloglardan bakıp evlilikler yapmışlar, o kişinin mehdi olduğuna, halife olacağına, peygamberin gölgesi olduğuna inandırılmışlar. Yıllarının, paralarının, inançlarının, akrabalarının, eş dostlarının bir hayal uğruna hatta ne olduğu bile tam belli olmayan bir suç-terör-istihbarat-düşman ülkeler adına boşuna gittiğine inanmak kolay birşey değil. Devlet de bu topluluğun ne,nerede, kim olduğunu nerelere ne kadar sızdığını tam olarak belirleyemiyor ve şaşkın. Bu yüzden bu iş öyle naif bir biçimde bir hırsızlık suçu gibi kolay bulunup ispatlanamıyor maalesef. Bunu böyle söylemek de bu insanlara ne olursa olsun demek değil. Sadece çözümün zor ve meşakkatli olduğunu, mağdur üretmeye müsait olduğunu belirtmek istiyorum.
Yeniden merhaba,
Anlaşamayacak göründüğümüz mesele şu: Evet, F. Gülen’e inanmış insanların bu gurubun toplantılarına katıldıkları, himmet, yardım diyerek bu guruba paralar döktükleri doğru. Evet, ticaret ve iş çevreleri oluşturdukları, kataloglara bakıp evlilik yaptıkları da muhtemelen doğru. Evet, Gülen’in mehdi olduğuuna, halife olacağına, peygamberin gölgesi olduğuna inandıkları da doğru. Sizin görmek istemediğiniz basit gerçek şu: Bu saydıklarınızdan hiçbirisi kendi başına bir yargı konusu olamaz. Bırakın yargı konusu olmayı, bir soruşturma veya sorgu konusu bile teşkil etmez. Adı A ya da B olan bir diğer cemaatte de böyle şeylere rastlıyoruz. İsteyen istediğine inanır. Bu kadar basit. Hatta, darbe gecesi 250’ye yakın vatandaşın öldüğüne inanmamak, bunları siyasal iktidarın bir seneryosu olduğuna inanma hakları da vardır. Bu da hiçbir şekilde bir suç teşkil etmez. Sizin bir türlü anlamak istemediğiniz şey bu. Benim demokrasi ve özgürlük anlayışıma göre, bütün bunlar iddia edilebilir, gazetelerde, TV ekranlarında ileri sürülebilir inançlar. O inançların beş para etmezliği ayrı şey, böyle şeylere inanmayanları aşağılayıp cezaevlerine tıkmak çok, ama çok başka bir şey. Suç olan şey, askeri darbeye girişmektir. Darbe hazırlığı yapmaktir. Eğer darbenin arzu edilir bir şey olduğunu düşünmek suç ise, bugün CHP, Vatan Partisi gibi partilere oy veren seçmenlerin en azından yarısını kollarından tutup cezaevine yollamanız gerekir. Ben seküler cenahı bir hayli iyi tanıyorum. Erdoğan’ın bir darbe yoluyla devrilmesi halinde ellerinde bayraklar alanlara doluşup İzmir Marşı terennüm edecek hayli şaşkın var o cenahta. Ne yapacağız? Sayısı 10 milyona yaklaşan bu insanları da cezaevlerine mi tıkacağız?
“Bu yüzden bu iş öyle naif bir biçimde bir hırsızlık suçu gibi kolay bulunup ispatlanamıyor maalesef.” diyorsunuz. Bence bu ifadeniz, eli ayağı az çok düzgün bir hukuk sistemi açısından bile gülünesi bir iddiadır: At onbinlerce insanı hapishanelere, onbinlercesini işlerinden güçlerinden et, ailelerini çökert. Sonra, “Durun bakalım, bu işin acelesi yok. Suçunuzu ispatlamanın bir yolunu bulacağız, sonra savunmanızı alır, kararı veririz” diyeceksiniz.
Adaletsizlik ve vicdansızlık, yanlış inançların yanlışlığının görülmesini değil, o inançların inanç sahiplerinde daha da derinleşip pekişmesini sağlar yalnızca. Hukuk devletinde her savcı, ilkin atılı suçu ispatlamakla mükelleftir. Benim bilncim, “Mazlumun kimliği sorulmaz” desturuyla biçimlendi. Bilincim, adalet duygum, yönetici kadrosunun karanlık bir çete olduğunu çok iyi bildiğim Gülen Cemaati’nin sıadan bir üyesinin salt bu örgüte gönül verdiği için saçının bir teline dokunulmasına bile karşı çıkar. Devlete düşen şey, eğitim, adalet, gerçek bir hukuk devleti yoluyla sol, sağ, seküler, dindar sapkınlıkların yeşerip boy vermesinin önüne geçmektir. Devlet ve siyasal iktidar, kendi beceriksizliklerinin, kendi iki yüzlülüğünün hesabını vermeli. . . Sizin dünya lideriniz de dahil olmak üzere, Demirel’inden Ecevit’ine kadar tüm parti liderleri ve partiler bu cemaatin önünü açmak için ellerinden geleni yaptılar, bir diğer deyişle, “Ne istedilerse verdiler”. Bunu da kabul edilemez bir gerçek olarak bir kenara not edelim derim. . .
Bernar bey iyi akşamlar. Ben cemaatin tabanı ile ilgili sizin de yorumladığınız ifadeleri, sizin ”bu insanlara Gülenin kötülüklerini gösterip ikna etmeliyiz”demenize cevaben , durumlarının iknaya elverişli olmadığını anlatmak için yazdım. Yoksa her cemaat mensubunu içeri atalım diye değil. bunu neden anlatamıyorum bilemiyorum. İçeri atılması, mahkeme edilmesi gerekenler tabii ki bu tür inananlar değil suça karışanlar, darbeye kalkışanlardır. Ama sanki bu cemaat mensupları sadece 15 temmuz geceki kalkışmayla bir suç işlemiş, başka hiçbir işlenen suç yok diye düşünmek de ne kadar doğru acaba? Farklı amaçlarla devlete sızmış, sızdırılmış, çalınan sorularla veya değişik yöntemlerle polis, memur, asker olmuş ve görevinin gerektirdiği hassasiyeti göstermemiş, insanları dinlemiş, dinletmiş, devlet bilgilerini sırlarını abilerine iletmiş, kişileri listelemiş, hatta geçmişten bugüne Hırant Dink benzeri cinayetlere kalkışmış insanlar araştırılacak, bulunacak ve yargılanacak tabii ki. Ama maalesef küçüklü büyüklü bu tür işlere karışan kişilerin sayısı bir, beş on değil, yüzlerle binlerle maalesef. Hem sayı hem de içerdiği tehlike bu kadar büyük olunca ister istemez mağduriyetler oluşuyor . Evet gerçekten geçmişte birlikte oldular ama amaçta ve bu yapılanlarda nereye kadar birlikteydiler acaba? Ve bu birliktelik sona erdi, bir taraf diğerinin suçlarına kötülüklerine karşı mücadeleye başladı. Artık hala eskiden beraberdiniz demenin pratikte bize ne yararı var ki. Yani eskiden beraberdiniz o zaman göz yumsunlar mı dememiz gerekiyor. Diyelim ki iki kişi ortaktılar. Ortakların birisi diğerinden gizli kanunsuzluklar yaptı. Diğer ortak da bunu farketti ve ortaklığı bitirdi ve kanuna başvurdu. Kanun ortaklıkla ilişkisiz alanlarda ve kanuna aykırı işler yapan ortakla, durumun farkına varan diğer ortağı sorumluluk açısından bir mi tutmalı yani. Ya da ”zaten eski ortağın katlan olana bitene” mi demeli? Ayrıca ben dahil dini inançları olan insanların çoğu geçmişte bu cemaate katılmasa bile, görünürdeki okul, hayır, dini eğitim, Türkçe olimpiyatları ve benzeri faaliyetler sebebiyle bu cemaate en azından sempati duyuyorduk. Zaman zaman haklarında çıkarılan olumsuz haber ve yorumlara da pek aldırış etmiyorduk. Çünkü o zaman devlet dine ve tüm inananlara aynı şekilde hoyrat ve karşıt davranıyordu. Ancak çözüm sürecindeki oslo olayları ile dershane kapatılma olaylarında ve ardından 17-25 olaylarıyla birlikte bu durum değişti. Siyasete bulaşmayacağına yeminler eden bir önder peşindekilerin siyasi emellerle neler yapabilecekleri açığa çıktı. Bu aşamada cemaat içinde bir uyanış olması gerekiyordu esasında. Ama maalesef 15 temmuz gibi bir olay bile bağlıların gözünü açamadı. Siz hiç cemaat içinden bir özeleştiri duydunuz mu şimdiye kadar? En azından yakalanıp suçu sabit olanlarda bile yok! Ama bol bol mağduriyet edebiyatı olanca gücüyle sürdürülüyor. O zaman insan bu edebiyatın bir propaganda olduğunu düşünmeden edemiyor. Yine olan gerçek mağdurlara oluyor sonuçta.
Size de iyi akşamlar, Necip Bey,
Son yorumunuzda dile getirdiğiniz düşüncelerin bir kısmına katılıyorum. Gülen cemaatinin masum olduğunu, ya da işlediği suçların abartıldığını hiçbir gün düşünmedim. Soru da çaldılar; Oslo görüşmelerini de istismar ettiler; kadrolarını kullanarak, hayli uzun zaman boyunca gizlice telefon görüşmelerini dinlediler ve AK Parti iktidarını gayrı-meşru yollardan devirmek için 17-25 Aralık olaylarını da tezgahladılar. Bunların hepsi doğru, soru çalanından darbede sivil halka ateş edene, darbe planları yapana kadar hepsi cezalandırılmalı. Gülen’in en başından beri gırtlağına kadar siyasete batmış olduğu, gizlice yetiştirdiği kadrolarıyla ve yabancı istihbarat örgütlerinin de desteğiyle devleti ele geçirmeye oynadığına da tereddütsüz inanıyorum. Adı Gülen Cemaati olur, Vatan Partisi olur, bir Erdoğan muhalifi olarak onun meşru hükümetine karşı girişilebilecek her türlü gayrı-meşru girişimde, 15 Temmuz gecesi olduğu gibi, tereddütsüz AK Parti yığınları arasında yerimi alırım.
15 Temmuz darbe girişimi Gülen yandaşlarının gözünün açılmasına vesile olmuş mudur? Bilemiyorum. Onbinlerce insandan söz ediyoruz. Tekil örneklerden yola çıkarak bir sonuca varmak mümkün değil. Ben bunların Kanada merkezli The Circle adlı Internet sitesinde yayımlanan ropörtajlarını, o röportajlara yapılan yorumlarını okudum tek tek ve haftalar boyunca. Zihni karışmış, sadece Gülen değil o yapının bütününe karşı derin bir kuşkuya düşmüş hayli insan vardı. Bir o kadar da Gülen’e toz kondurmayıp masumiyet iddiasında bulunan. Bilemeyiz.
Burada, sizinle beni ayıran temel mesele, “suç” ve “hukuk” kavramlarına, “adalet” duygusuna yönelik derin farklılığımız. Siz, “15 Temmuz gibi bir olayın dahi gözlerini açmadığı, hala daha bu adama ve örgütüne yakınlık duyan insanların” da cezalandırılmaları gerektiğini düşünüyorsunuz. Ben ise, kanun dışı bir işe karışmadıkları sürece, 15 Temmuz’a rağmen, cemaatin masumiyetine inanan insanların temel hukuk devleti ilkeleri açısından cazalandırılamayacaklarını düşünüyorum. Devlete düşen, suça bulaşmış olanın suçunu gerçek ve adil biçimde ve mutlaka evrensel hukuk ilkeleri temelinde kanıtlamak ve suçluyu cezalandırmaktır. Kalbinde hala daha Gülen sempatisi veya yandaşlığı taşıyan insanları, salt bu nedenle yargılayamaz, işinden gücünden edemezsiniz. Kanun dışı ve gizli ilişkiler içine girerlerse, ya da kanun dışı bir eyleme yeltenirlerse, gerçek kanıtlarıyla alır, bunları adalete teslim edersiniz.
Cemaat konusunda benden ve daha başka pek çok insandan gelen haklı yakınmalar “bol mağduriyet edebiyatı” değil. Gözünü gerçeklere kapatmak istemeyen herkes biliyor ki, Eskişehir örneğinin de açıkça gösterdiği üzere, binlerce insan, kendilerine atılan iftiralar dolayısıyla, “gizli tanık” gibi garabet uygulamlarla işinden gücünden oldu, hapse atıldı. Korku içind sinmiş savcılar hakimler, başa bela almamak için önüne geleni tutukladılar. AKP yandaşlarının “FETÖ” etiketiyle yaftalamadığı insan kalmadı desek yeri var. Meral Akşener Fetöcü, CHP’lisi HDP’lisi FETÖcü. . . Erdoğan’a kim muhalif ise, kafadan, FETÖcü ya da bu karanlık örgütün değirmenine bilerek ya da bilmeyerek su taşıyan vatan hainleri ya da ahmaklar. Tam da sizlerin her taşın altında FETÖcü keşfeden bu akıldışı tavrınız dolayısıyla bu örgütle mücadele sulandırılıyor. Bırakın Gülen yandaşlarını, bu örgütün ne olduğunu siz Erdoğan’ın işaretiyle ortalığa FETÖ çığlıklarıyla dökülmenizden çok önceden beridir iyi bilen benim gibi insanlar bile olan biteni haklı bir kuşkuyla izliyor.
Sizi kızdırmak ya da kışkırtmak istemem, ama sizin hakikat gibi bir derdiniz olduğuna gerçekten inanamıyorum. Siz yalnızca liderinizin şu ya da bu siyasal konjonktürdeki manevralarına göre tutum alıyor, onun size verdiği argümanları hiç sorgulamadan tekrar edip duruyorsunuz. Erdoğan doğru bir şey yapıyor, Kürt Açılımı diyor, alkışlıyorsunuz. “Ne açılımı kardeşim! Bunların alayı PKKcı” diyor, yinr alkışlıyor, dahasıher birimizden bir PKK ya da FETÖ militanı çıkarmakta birbirinizle yarışıyorsunuz. “Gel artık ülkene güzel adam” diye çağırıyor Gülen’i onun Türkçe Olimpiyatları’nda, pek bir içleniyorsunuz. “Ulan meğer bunların alayı vatan haini imiş!” diyor, tanrı inancı bile olmayan adamlar dahil hepimizi FETÖcü ilan ediyorsunuz. Devlet Bahçeli’ye en ağır ifadelerle saydırıyor, alkışlıyorsunuz. Aradan üç ay geçiyor, Devlet Bahçeli’yi ülkenin bekasını savunan ulusal kahraman ilan ediyorsunuz. “Kardeşim Abdullah Gül!” diyor, “İşte bizde yoldaşlık ve kardeşlik budur!” diye övünerek alkış tutuyorsunuz, “FETÖcülerin emellerine alet olan bir kendini bilmez!” demeğe getiriyor Gül için, yine alkışlıyorsunuz. “İşte dış politikamızın mimarı! İşte Yeni Türkiye’nin Yeni Başbakanı!” bağrışları arasında kürsüye davet ediyorsunuz Davutoğlu’nu, adam seçimlerden AK Parti oylarını artırarak çıkıyor, bir Pelikan dosyası ile defterini dürüp gönderiyorsunuz. Daha onyıllar boyunca birlikte siyaset yaptığı, onlarla birlikte parti kurduğu adamları yanında tutamayan bir liderden ülkeyi bütünleştirecek dünya lideri çıkarmaya çalışıyorsunuz. 28 Şubat’ın mağdurlarının başında gelen merhum Mirzabeyoğlu nihayet mapushaneden çıkıyor, lideriniz bu insanı çağırıp görüşüyor. Sonra çok çileler çekmiş bu insan vefat ediyor, liderinizin yandaş medyasında küçücük bir haber. . .
Sonra, en az beş yıl Erdoğan ve AK Parti’nin arkasında durduğu için gözü Kemalizm garabtiiyle körleşmiş anne babası tarafından evlatlıktan reddilmiş, eski sosyal çevresinden selam verecek tek bir dostu arkadaşı kalmamış, olmadık aşağılamalara muhattap kılınmış benim gibi bir adama siyaset dersi vermeye kalkışıyor, pek çoğunuz “Aman başımız derde girmesin” diye fısıl fısıl konuşurken Taraf Gazetesi baş sayfasından tüm ordu bürokrasisine kafa tutup Erdoğan’a sahip çıkan Ahmet Altan’ı FETÖcü ilan edip ömür boyu hapisle yargılıyorsunuz.
Hemen her şeyi araçsallatırdığınız için, insanlarda adalet duygusu bırakmadğınız için, inandırıcılığınızı yitirdiniz. Muhtemelen önümüzdeki seçimlerin her ikisini birden yitirecek, başta dindarlarımız olmak üzere, bu halkı yine Eski Türkiye’nin partilerinin eline düşüreceksiniz.
AK Parti, beş altı yıldır Eski Türkiye Partisi, ve seçimleri kazansa bile kaçınılmaz yazgısınan kurtulamayacak, Eski Türkiye patilerinden biri olarak sahneyi terk edecek. Bir iki seçim dönemi daha Eski Türkiye partilerinin elinde yoksullaşıp cefa çekecek bu halk. Ardından, ya yeni bir parti inşa ederek, ya da Saadet Partisi’ni dönüştürerek özlenen Türkiye’ye doğru taşıyacsk bizleri. Bunlar, pek çok AK Parti muhalifinin aksine, benim özlemim ya da arzum falan değil. Onyıllardır yakından izliyorum ülkeyi ve insanlarını. İstesek de istemesek de, yakında yaşayacaklarımız bunlar. Arzum ve inancım o ki, bu halk, Türküyle Kürdüyle, seküleri dindarıyla, 8 yıl (umarım daha kısa sürer) gibi bir kaybedilmiş zaman dilimi sonrası, Yeni Türkiye’nin yeni partisini doğuracak.
Yüzleşmeye hazırlanın bence: AK Parti bitti. Ama, bu tükeniş ne PKK ne de Gülen Cemaati vesilesiyle oldu. AK Parti kendi kendisini Erdoğan eliyle bitirdi. Şimdi sizlere kalan, bir liderin her sözüne alkış patlatan partizanlığın sonuçlarıyla yüzleşmek olacak. Hem kendim, hem ülkem, hem sizler için üzgünüm, Necip Bey. Yüzbinlerce insanın umutlarını tarumar ettiniz. . .
Bernar bey öncelikle ben hala şu görüşümü tam anlatamadım; Ben suça karışmamış normal cemaat mensuplarının da cezalandırılması gerektiğini asla savunmuyorum. Sadece olayın karmaşıklığından, sayılarla suçların çokluğundan ve giriftliğinden devletin de hissettiği tehditin büyüklüğünden dolayı ne kadar ayrılmaya çalışılırsa çalışılsın suçlu ile suçsuzun neden tam olarak ayrılamadığının ve mağdurlar ortaya çıktığının bir açıklamasını yapıyorum kendimce. Bir şeyin nedenini açıklamaya çalışmak o şeyin haklılığını veya haksızlığını savunmakla alakalı değildir ki. İnşallah bu sefer suça bulaşmamış insanların sadece mensubiyetleri dolayısıyla suçlanmalarına karşı olduğumu açıklıkla belirtebilmişimdir.
Bundan sonraki siyasi analizlerinizle ilgili olarak söyleyebileceğim birçok şey var ama artık sadece şu kadarını belirtmekle yetineceğim. Siz bile bu kadar siyasal görüş evrilmesi yaşamış bir insan olarak bazı noktalarda sabitlenip değerlendirmelerinizde şu hataya düşebiliyorsunuz; Siyasal düşünce ve tavırları ortamının şartlarına göre düşünememek.
Örneğin Kürt açılımını sadece Erdoğan söyledi desteklediğimi, sonra o vazgeçince bu sefer de onu alkışlayıp vazgeçtiğimi ifade ediyorsunuz. Yani durumumu sadece otomatik bir biat ve takipe indirgiyorsunuz. Ama öyle değil. Sadece ben değil bu milletin bir ara %80 i bu açılımı destekledi çünkü onların geneli bu milletten duygu düşünce ve inanç olarak ayrı bir pozisyonda değil. Yüzyıldır süregelen savaşın ne Kürt ne de Türk halkına bir fayda getirmediğinin de her ikisi de farkında. Süreç desteklendi çünkü o zamanki ortam ve şartlarda iç ve dış konjonktür de buna uygun hale geldi ve en önemlisi Kürt aktörlerin hepsi de buna uygun tepki vermişti ve en önemli sebep de buydu. Örgütün silah bırakma ihtimali herkeste bir umut doğurdu ve genel bir destek aldı. Ancak ne zaman siz yine kızacaksınız belki ama emperyalist odaklar bu barışmanın kendi lehlerine olmayacağını düşünüp ortamı çeşitli etkilerle bozdurdu ve pkk silahlı eylemlere başladı polisleri yatağında öldürdü o zaman artık sürecin bitmesi kaçınılmazdı. Karşı taraf silaha ve şiddete devam etmeye karar verdiğinde daha ne süreci yürütebilirsiniz ki.
Tüm verdiğiniz diğer siyasal olaylarla ilgili olarak size bu tür karşı analizler yapabilirim çünkü siyaset o anki şartlara göre şekillenen dinamik bir süreçtir. En az iki tarafın olduğu bir oyunda en azından karşı tarafın hamlelerine göre oynamak ve hamle geliştirmek zorunda kalırsınız.
Bütün Erdoğan karşıtlarının yaptığı en temel hata onun tavır ve davranışlarının yaşandığı zamanın şartlarına göre nasıl değiştiğini gözardı etmektir. Esasında onun başarısı da şartlara çok çabuk uyum sağlayıp bir müddet sonra şartları istediği yöne çevirebilmesinden kaynaklanmaktadır. Göreceksiniz ki kendi oluşturmaya başladığı başkanlık sürecinde o da başkanlığın şartlarına hemen uyacak, kendini dönüştürecek ve çok farklı bir Erdoğan olacak. Bu millet başkanlık sistemine geçen sene karar verdi ve geri dönmeyecek. Bu sistemi getiren haricinde biriyle devam etmeyecek dere geçerken at değiştirmeyecektir. Davulu Erdoğana tokmağı başkasının eline ise hiç vermeyecektir. Bunu ömrümüz yeterse bir ay sonra birlikte göreceğiz. Bu milletin okumuşunu da okumamışını da öyle çok bilinçsizce birinin peşinden giden, ne der ne yaparsa alkışlayan bir güruh gibi de görmeyin. Evet öyle küçük bir kısmımız var ve onlar da maalesef hoca diye birilerinin peşine takılıyorlar belki ama milletin çoğunluğu bir feraset ve basirete sahip.
Hayırlı geceler.
Orta S V. Beyza hanima yazdığınız yorumunuza benim yorumum.
17/25 Aralik yalanmi?
Madem yalan niye Hsyır sever iş adamıníz her ayrıntı tarıh ve yer ve şahısları ile İki hafta da ancak bitire bildi.
Siz hirsızlara ve rüşvetcilere inanıp yiyeninizi terörist ilan edecek kadar yalanci ve iftıracılara tapmiş biri olarak yiyeniniz gene size kibar davranmış sadece kovmuş.Size karşı kalleşlık yapmamış fakan sız ona karşı yapmışsiniz Terörist diyerek şikayet etmişsiniz hiç utanmadan birds butada gururla ilan ediyorsunuz.
Beni o tarafı ilgılrndírmez de yaptığınız vijdandısizlığı sanki haşa Allah yapmiş gibi Allaha iftıra ediyorsunuz.
15 Temmuz Allahın Lütfü fiyen yakında Siz ve sizin gibilere ahirette sızlerin reis tarafından torpilli olarak rn iyi makamlarda ağırlanmanıx için şahıtlık etsin diye ateşe dayaník demirden yapılmış birer mafalya takar.
Zalimler için yaşasın cehennem.
Bu bilmeceyi bilene koccccamaaaaan bi aferin var:
Daha önce de Amerikalıların kendisini arayıp FETÖ ile ilgili sonradan yalanlanan iddialarda bulunduğunu söylemiş olan
CHPnin adayı Muharrem İnce; dün CNN canlı yayınında herkesin gözünün içine bakarak:
The İttiak’ın yönetici ortakları konumundaki avrupa ıülkelerin büyükelçileriyle yaptığı görüşmede;
The İttifak’ın batılı batılı ortaklarının kendisine;
“Erdoğan’ı yargılayacak mısınız?” diye sorduklarını söylemişti.
Olaydan 10 saat sonra ise tweeter daki hesabından :
“AB Büyükelçileri ile yaptığımız görüşmede Büyükelçiler bana “Erdoğan’ı yargılayacak mısınız sorusunu sormadılar. Ben de bu sorunun sorulduğu yönünde bir söz söylemedim” açıklaması yaptı…
Bu açıklamalardan biri doğru biri yalan… Bilin bakalım hangisi…
Lütfen kopya vermeyelim…
“Erdoğan kardeşlerinin sonuncusunu ne yaptiyisa, vede ne kadar uğraşti ise bir türlü kurduğu tuzağa düşüremedi. O tuzaklara kendine menfaatleri gereği tapanlar hariç içerde hiç bir vatandaşını, dişardada birkaç geri kalmış ülkelerin diktatör liderleri haricinde hiç kimseyi inandíramadığı onun en mutlu günlerinden biri olan 15 Temmuz 2016 gecesi kardeşini darbecilere yardım eden bir hain olarak ilan edeceği an birde ne görsün onun Allah’ın Lütfu olarak kabul ettiği o geceyi ondan daha önce eski yol arkadaşı ve manvi kardeşi o gúnü ve geceyi lanetli bir faleket olarak dünyaya ilan etmiş ve yapanlarıda kınamış.” (Buraya kadar olan yabancı bir yazarın yorumundan çevri yapílmış bir paragraf).
Erdoğan’ın A pilani başarılı olmayınca vakıt kaybetmeden B pilanını devreye sokarak daha önceden hayır sever iş adamı uğruna anadolu sermayesin çökertmek için başlattığı yok etme girişimini Kardeş memlektlisi iş adamlarını darbeci ve hain ilan edip mallarına el koyup sahiplerinide hapise attırdı’ki kardeşi buna tepki göstersın’ki onunda boynuna darbrci ve vatan haini madalyasını kolaylıkla taksın.Maalesef B pilanıda tutmadı çünkü bu seferki kardeşi onu çok iyi taniyordu onun için onun eline daha fazla milletı kandıracak imkanı vermiyerek onunla mucadeleyi kendisi değilde halk yapabilmesi için bunun sonunda ekonominin çökmesi de olsa bile hiç değilse halka kendinden başkasına yaşam hakkı tanimiyan birinin gerçek yüzünü herkes görüp bilsinki bundan sonra halk bireylerin çenlerine değil de icraatlarína göre karar versin. Buraya kadar olan sitelerde yapılan yazılar ve yorumlardan topladığım bilgiler.
Biz Türk insanlarını tanımak için ayrintiya girmeye hiç gerek yok sadece bu sitedeki yorumları arda birde olsa okuyan herkes bilir ve tanır
Bir insanın hayatı milleti aldatmakla geçerse, o insan hayatta ne kadar başarılı olur? Tıpkı Abdüllatif Şener baş bakan yardımcilıği döneminde sir kendi adamlarından iki kişiye devlet arazisini onlara peşkeş çeke bilmek’için önce Şeneri ikna etmesi gereki’ ki onu imzalasın.
Peki bunu nasıl yapacakti? Sener kafkas kökenlii ya o zaman bu iş kolay 3.ortak Çeçenler.Aradan aylar geçiyor ses seda yok bir kac ay ara ile Şenerden onu imzalamasını istiyor fakat her defasında Şener daha okumadığını okuduktan sonra kara vereceğini söyleyip geçiştiriyor Bu sefer taktik değiştiriyor.”Hanimlarla birlikte seyhata çıkıyorla son duraklari İngiltere yer ortaklardan biri olan Babacanin bacanagının evinde gene imza isteniyor.Sonunda ne kadar uğraşsada başaramiyor o işi Sener red ediyor ve dosyayi kapatiyor.Hani herkesi azarliyan korkutan Şenere gelince çok kibarca” yahu kapatın bari bunu başbakan istemedi deseydi ya” diye sitem ediyor.
Bu olayi bundan bir süre önce reise sordular reis o soruyu soranlar nerde ise dövecekti.Tabii yalanliyamiyor Üç ülkeye üç bakan eşleri ile gezmeye gitmişler sırf Şeneri yolsuzluklarına alet etmek için başaramamışlar ve herşey ortada.
Bu olay bize neyi gösteriyor CHP kadrsuna satılmamiş dürüst politikacılarından oluşturiyor ve bizleri gelecek için umutlandırıyor.
Ben önceden bir karar almıştım Erdoğan’ın terörist ve hain ilan ettikleri terör örgütleri veya örgütü isminin geçtiğı hiç bir yaziyi okumama kararidi.
Bu tip yazılari yazan hergün okumak için sabirsızlikla bekledığim değerli yazarımız sayın Korunun yazılarda dahil.
Fehmi beyin dünkü yazısına onceden göz atmadığım için okumuştum bu gün gõz atinca o kelimeyi gördüm ve yaziyi okumadım fakat yorumlardan içeriğini biraz anladım.
Onun için önceden okumuş olduğum bazi yazılardan özetleri bir araya getirerek yorum yazdım.
Geç de olsa Abdullatif Şenerin dedikleri hep gerçekkeşti ve Reisin hakkinda ne söyledi ise bir tanesi dahi yalanlanamadı.
Neden acaba?
Bende bunu merak ediyorum.
“OHAL‘den cezaevlerindeki gazeteciler ile siyasilere kadar Türkiye’nin dışarıdaki imajını zedeleyen uygulamaları sona erdirmek iktidar partisinin elinde.” demiş Sayın Koru…
Daha birkaç gün önce Filistin’de ve daha pek çok yerde; sorgusuz sualsiz yargısız suçlamasız
gazeteci ve her türlü suçsuzu katleden ve katledenleri alkışlayan;
lanetli guantanamo ve başka işkencehanelerde on yıllarca her türlü insanlık dışı işkenceleri uygulayan
Batılı hakim güçler tarafından;
içimize yerleştirilen truva atlarının deşifre edilmesinden rahatsız olup
Türkiye’yi cezalandırdığını hepimiz öğrenmiş olduk…
Mevcut sıkıntılar; ekonomi kaynaklı olmadığı için;
Çözümünün de sadece ve sadece…
Hapiste olan darbeciler, darbe türkücüleri ve terör sevicilerin
serbest bırakılarak batılı efendilerimizi memnun etmekten ibaret olduğunu
“Söylememiştin, uyarmamıştın” denmesin diye aptalların bile anlayacağı açıklıkta”
yazmış Sayın Koru…
arkadaşlar sayın bahçeli eqonominin kötü gidişine çare bulmak için kurmaylarıyla görüştü kim mi alaattin çakıcıyla ve aralarında şöyle bir konuşma geçti
bahçeli:ekonomi kötüye gidiyor ne yapmalıyız
çakıcı:ingiltere başbakanının bacaklarına sıktıralım mı
bahçeli:bilmiyorum başka yol nedir acaba
çakıcı:trump ın kızını kaçırıp fidye istiyelim
bahçeli:başka fikrin var mı
çakıcı:las vegasın haracını türkiyeye aktaralım kısa sürede kalkınırız
bahçeli:daha başka bir yol olmalı
çakıcı:merkelin çıplak fotoğraflarını çekip fidye istiyelim olur mu
bahçeli:bilmemki
çakıcı:ya baba sen de ona olmaz buna olmaz sonra da ülke niye bu halde…tabi bu halde olur bütün kalkınma planlarımıza karşı çıkıyorsun
Korkarım hem Sayın Fehmi Koru, hem de yorumlarda bulunan arkadaşlar, bana önemli görünen bir soruyu dikkate almıyorlar. Vaad edilenleri hemen şimdi yapmak ya da yapmamak meselesinin Sayın Erdoğan’ın göstereceği bir arzuya ve onu takip edecek bir karara bağlı olduğunu düşünüyorlar. Önemli saydığım soru şu: Erdoğan, Fehmi Koru’nun önerdiği adımları atmanın hem partisi hem de ülke için iyi olacağını görse bile, bu adımları atabilir mi? Benim bu soruya verdiğim yanıt, güçlü bir “Hayır, doğruluğunu ve gerekliliğini görse dahi bu adımları istese de atamaz” şeklinde.
Bizimki gibi kendi içinde hepsi birbiriyle çatışma içinde görülen kültürel, etnik, siyasal cemaatlere bölünmüş toplumlarda, bu cemaatlerden hiçbirisi bir diğer cemaat ile koalisyon kurmadan tek başına iktidar olamaz. Seçim kazanmak, gerçek anlamda iktidara sahip olmayı garanti altına almıyor. AK Parti’nin kuruluşundan bugüne kadar yaşadığı siysal serüven, bunun en çarpıcı örnekleriyle dolu.
O güne kadar hep ötekileştirilmiş ve devletten ötelenmiş dindar yığınların partisi olan AK Parti, daha kurulur kurulmaz yoksul ve bıkkın yığınlar tarafından tek başına iktidara taşındı. Devlet bürokrasisinde yer edinmiş olma, devleti çekip çevirecek bürokratik kadrolara sahip olma anlamında çok hazırlıksız yakalandı. Bu can alıcı sorunu aşmak için, diğer üç temel sosyolojik cemaatten (seküler-Kemalistler ve ordu; Kürtler; Gülen Cemaati) biriyle stratejik işbirliğine gitti: Gülen Cemaati. Bu dinsel cemaat, zaten onyıllardır devlet bürokrasisi için gizli ve sabırlı bir hazırlık içindeydi ve elinde binlerce kadro vardı. Hem AK Partili dindarlar hem de Gülen Cemaati, otoriter-vesayetçi seküler iktidarlar döneminde çok çekmişlerdi. Bu ikisi arsındaki çıkar birliği, kendi aralarında koalisyon kurmalarını kolaylaştırdı. AK Parti, vesayet güçlerine karşı Batı’yı da yanına çekebilmek için, ılımlı bir İslami söylem geliştirdi, sıkça tekrarlanan ve gözle görülür bir demokrasi savunusunu da buna ekledi. Bu sayede, artık toplumda inandırıcılığını yitirmiş eski vesayet güçleriyle bir yere varamayacağını gören Batı, AK Parti ve Erdoğan’ın arkasında durdu. Vesayet güçlerine karşı hamleleri sayesinde hayli sol-liberal insanın da desteğini kazandı.
Zaman içinde devlete gerçek anlamda hakim olmaya başlayan bu iki sosyolojik aktör, Fethullah Gülen’in Barış Süreci’ne gösterdiği gerici tepki de dahil olmak üzere, Gülen Cemaati’nin kendisine daha fazla güç verilmesi talebi Erdoğan tarafından reddedilince, birbiriyle amansız bir iktidar savaşına tutuştu. Erdoğan’ın bu savaştan galip çıkması için, şimdi yeni bir ortağa ihtiyacı vardı: Seküler-Kemalist cemaat. Gülen’in savcılarının cezaevine gönderdikleri içeriden çıkarıldı, saygın ve madur kahramanlar olarak, Erdoğan ile birlikte bu kez Gülen savcılarını, polislerini, valilerini vs. içeri gönderdiler. Bu süreç, aynı zamanda, AK Parti’nin içinden çıktığı dindar yığınlardan da uzaklaşma süreciydi. Dindarların geleneksel sözcüleri parti içinde tasfiyeye uğradılar. Bugün “danışman” adı altında Erdoğan’I çevreleyen Yiğit Bulut gibi insanlar, dindarlıkla ilgisi olmayan seküler dünyanın insanları. Tam da Doğu Perinçek’in daha cezaevindeyken iddialı bir biçimde ilan ettiği üzere (“Cemaat’i Erdoğan’a bitireceğiz! Kısa bir süre sonar biz çıkacağız, Cemaat savcıları polisleri bizim yerimize içeri girecek!”), karanlık ve darbeci yüzünü benim de çok iyi bildiğim F. Gülen ve şürekası, kesin bir yenilgiye uğradı. OHAL ve KHK’ların asıl işlevi, Cemaat yandaşlarını ve muhalifleri devlet bürokrasisinden tamamen silmek, bunlardan boşalan yere seküler-milliyetçi geleneksel vesayet bürokratlarını doldurmak. Erdoğan, yeni kurduğu koalisyon (seküler-geleneksel Kemalistler ve milliyetçiler) tarafından rehin alındı ve zayıflatıldı. Bugün ortada gerçek anlamda AK Parti yok. Bu iktidardan nemalanan inşaat şirketleri, belediyelerde küçük ölçekte nemalanan yerel parti bürokrasisinin ileri gelenleri var. Bütün bunlar, herkesin şaşırdığı ve açıklamakta zorlandığı MHP-Erdoğan ittifakını da açıklıyor.
Erdoğan’ın ve kendilerinin hala iktidarda olduğunu sanıp ölesiye bu iktidarı savunanlar, gerçeği görme becerisinden yoksunlar. Bugün iktidarda olan, 2000’li yılların ortalarında olanın aksine, dindar muhafazakarlar değil. İktidar bütünüyle geleneksel-seküler aktörlerin elinde. Erdoğan, nihai olarak kendisinin de altını oyan çok yanlış bir koalisyon kurdu geleneksel vesayetçi devlet bürokrasisi ile. Bunlar, ilkin kendilerinin gerçek rakibi olan Gülen Cemaat’ini bitirdiler. Bu ahmakların giriştiği darbe girişimi de vesayetçi bürokrasinin işini kolaylaştırdı. Ekonominin çöküşü, doların hızla yükselmesi, işsizlik, yoksulluk. . . Bunların hiçbirisi seküler bürokratik güçlerin umurunda değil. Çünkü, halk yığınları, her türlü başarısızlığı Erdoğan ve AK Parti’ye yazacaklar, böylece Gülen Cemaat’inden sonra, Erdoğan ve AK Parti de tasfiye edilmiş olacak. CHP ve Akşener’den demokrasi ve özgürlük bekleyenler ham hayaller kuruyorlar.
Ülkeyi bugün Erdoğan’ın arkasında çekip çeviren seküler-milliyetçi güçleri geriletebilecek yegane güç, yeniden Milli Görüş çizgisinin geleneksel takipçisi Saadet Partisi’ne yönlecek dindarlar ve dindar demokratlarla muhafazakar Kürtlerle PKK’ya mesafeli demokrat ve barışcıl Kürtler. Zaten geleneksel-seküler bürokrasi bunu gördüğü için, ortada ne kadar marjinal Türk solcusu varsa HDP’ye doluşmasını teşvik etti, HDP’yi manipüle etti. Yeni strateji, HDP’yi marjinal-otoriter Türk solunun artıkları ve PKK çizgisine yakın tippler eliyle olabildiğince zayıflatıp bu partiyi muhafazakar Kürtlerden koparmak.
Burada ve diğer sitelerde akıl almaz bir körlük içinde Erdoğan’ın yaptığı her şeyi destekleyen AK Parti yandaşlarına fısıldamak isterim: Kendi ayağınıza sıktığınızın farkında değilsiniz. Eğer gerçekten dindar yığınları koruyp kollamak istiyorsanız, elinizde yegane potansiyel seçenek olan Saadet Partisi’ne sahip çıkarsınız. Geleneksel seküler bürokrasiyi geriye itebilecek yegane aktör, hızla güçlendirilecek Saadet Partisi ile bu partinin CHP ile değil, vesayet karşıtı liberallerle kurcağı dayanışma olabilir. HDP’yi Stalinist Türk solundan ve PKK şeflerinin vesayetinden kurtarabilecek yegane güç de dindarların Saadet Partisi aracılığıyla girişecekleri demokratik hareketidir.
Gerçekten demokratik ve kalkınan bir Türkiye isteyen AK Parti muhalifi arkadaşlara gelince: Ne CHP ne de İyi Parti gerçek seçenek. Bu iki partiye verdiğiniz destekle MHP, CHP ve İyi Parti’yi control eden geleneksel vesayetçi devlet bürokrasisini güçlendiriyorsunuz ama farkında değilsiniz. . .
Güzel güzel giderken birden kara saplanıp kalan kamyon misali yorumunuz.
” CHP ve Akşener’den demokrasi ve özgürlük bekleyenler ham hayaller kuruyorlar.” sözünüzde samimi iseniz;
Bütün yatırımları durdurup; Türkiye’yi soğan-sarmısak cumhuriyetine dönüştürmek için
bunlarla ittifak kurup; Ak Partiyi devirmek isteyen Saadet Partisini
bize çözüm olarak sunmanız komik bir iddia durumuna düşüyor.
Bir de; tüm varlığını, hatta kuruluşunu kuruluşunu bile PKK terör örgütüne borçlu HDPyi
sanki eskiden dindar bir Kürt partisi imiş de;
sonradan marjinal solcularla doldurulmuş gibi lanse etmeniz de aynı kaderi paylaşıyor.
Sapla saman böyle karışıyor işte…
Benim şu andaki Saadet Partisi’nden söz etmediğim çok açık. Ve dile getirdiğim şey, anlamak açısından, öyle atla deve bir şey değil: Tek partili ceberrut devletten çok partili hayata geçildiği yıllardan bu yana, ülkenin demokratik ve sivil kanadını temsil eden siyasal gelenek, Demokrat Parti, Milli Selamet Partisi, Özal’ın Anavatan Partisi, ardından da devletçi ve sıradan bir parti durumuna geldiği son beş yıllık dönemi saymazsak, AK Parti’dir. Türkiye’de değerli okunmaya değer üç beş gerçek toplumbilimciden biri olan Şerif Mardin, bu gerçeği, “Aslında Türkiye’de sağcılar solcu, solcular sağcı” diyerek dile getirmiştir. Tam da böyle olduğu için, CHP, Adalet Partisi, MHP, Doğru Yol, geç-dönem Ana Vatan Partisi aslında vesayet rejiminin partileridirler. Sivil alanın temsilcileri değildirler.
2002 yılında AK Parti’yi yaratan ve yığınsal olarak bu partiye omuz veren kitleler, bir devlet partisi haline gelen AK Parti’yi de siyaset sahnesinden silecek. Bu yığınların önünde iki seçenek var: Ya yeni bir partinin kuruluşuna vesile olacaklar, ya da Saadet Partisi’ni dönüştürecekler.
Sizin içinde yaşadığınız toplumu gerçekten anlamak gibi bir derdiniz olduğundan kuşkuluyum. Basit, slogancı, partizan peşinhükümler sıralıyorsunuz. Yüzeysel ve basit savları birbiri ardına sıralamak değil yorumculuk. “Saadet Partisi, AK Parti’yi devirmek isteyen bir parti.”, “HDP, PKK’nın kurduğu ve sadece onun taşeronu olan bir parti. . .”
Hiçbir konuda hemfikir olmak zorunda değiliz. Ama, böyle yüzeysel iddiaları ardı ardına sıralamak yerine, bir şeyler söyleyin, ama “gerçekten” bir şeyler söyleyin.
Ben ne Saadet Partili’yim, ne de bu partiyle uzaktan yakından ilgisi olan bir insanım (özgürlükçü sol fikriyattan besleniyorum). Kendi çıkarımın ve bu toplumun çıkarının seküler-devletçi (ve otoriter) vesayet aktörlerine karşı sivil aktörleri desteklemekten geçtiğini düşünüyorum.
Bugünkü Erdoğan’nın yüzünü yıkayın, ardından Doğu Perinçek ve seküler-devletçi MHP’nin başındaki Devlet Bahçeli çıkar. Siz hala duygusallığı ve çoşkusallığı olan biteni anlamaya çalışma çabasının önüne geçirin ve vesayet aktörlerinin değirmenine su taşıyın. Ben size bir kere daha ve sakince fısıldamış olayım: Vesayet aktörlerinin aslı dururken Erdoğan’ı yeğlemez bu bürokratik vesayet aklı. Erdoğan onların tüm beklentilerini yerine getirmekle de bir yere varamayacak. Hep birlikte AK Parti’nin çözülüşünü ve siyaset sahnesinden silinişini izleyeceğiz önümüzdeki birkaç yıllık dönemde. 28 Şubat’a teslim olmayan sivil güç (yani geniş halk yığınları), ne devletleşmiş AK Parti’yi sırtında taşır, ne de en mükemmel sembolik örnekleri Deniz Baykal, Meral Akşener, Devlet Bahçeli, Muharrem İnce olan geleneksel vesayet partilerini. Önümüzdeki seçimlerde devletçi Erdoğan zihniyetinin yerini alacak yeni devletçi-bürokratik koalisyon, en fazla iki seçim dönemi sonrası yerini Saadet Partisi iktidarına, ya da sivil siyaseti temsi eden halk yığınlarının kuracağı yeni partiye.
Sizin yorumunuzun bir kismina katılıyorum.
Darbe konusunda yabancı yazarların aylar değil nerrde ise yılar önce yazdıkları ve sonrasındaki tesbitleri bana tarafsız ve gerçeğe daha yatkın.geliyor.
1.ordudaki dindar subayların tafsiyesi.
2.İslamla alakasí olmayan cahil cemaatlarin çoğalmasına zemin hazırlanması.
Bütün bunlar AKP yi ele geçirmış kendilerini gizlemesini iyi bilen gizli bir gurubun cemaatede sızması ve zamanla
Rüşvetler ailelerin anaiden servrt sahibi olmaları vb gibi birçok nedenler AKP de bariz bir şekilde ortaya çıkması.
Cemaata gelince onların yurt dışına açılmasından sonra sirf onlar kullanarak yurt dışına çıkmak için aralarına sızan menfaatcılar genelde AKP ihtidarı döneminde sayılarında azınsanmiyacak kadar artış olmuştur.
ve bu insanlarda başları tutarak fakir fukaranın yardımlari ile cep doldururlarken milleti hem dinden uzaklaştırıp hemde dindarları birbirine düşürmek bir tarafa onlara Hırsızlık ve Rüşvete de bulaşmalarına vesile olarak milletin gözünde itibarsızlaşmalarıni sağladílar.
Peki darbryi bunlarmi yaptı?
Hayir darbryi onlar değil kim araştırmayı saptıriyorsa onlar kimlerin yaptığını diş devletlr bildiği gibi onlarda biliyorlar.
Yanı hırsız başka yerde aratiyorlar ve buda ülkeyı iflasa sürükliyor.
Cemaatın o kadar çok yalnışları varki o yalnışlar irdelrnmesin diye onların üzerıne yapışmiyacak çamürü attilar oda yapışmadığı için Türkiyenin hem içerde hemde dışarda hızla güven endeksi ve enerjisini sıfırladılar.
Doğrular her zaman yalnışları yener hiç bir zaman mağlup olmazlar.
Rusya devlet televiziyonu sürekli Türkiyenin aktivilerini vidiyolar eşlığinde İranın yardímı ile Düyaya teşhir ediyordu.
Bunlar yaparkende Erdoğan ve ailesini hedefe koyuyordu.
O yayınlar her hangı bir batı ülkesinin başbakanına ve ailesine ait olsa idi o başbaka istifa eder ülkesının araştırma yapması için götevi bırakırdı.
Bizimkiler değil istifa etmrk o iddaları dahı yalanlamiyorlarlrdılar.
Sonrda ABD niye PKK nin ortağına silah yardımı yapmaya başladı?
Türkiyenin tek bir sorunu var oda koltuğunu birakmak istrmeyen politikacılarına itaat eden her yalanına inanan halk bizler’iz.
Paylaştığımız ve paylaşmadığımız kanaat ya da izlenimlere sahibiz sizinle. Ben, F. Gülen ve onun başında bulunduğu çekirdek kadronun, bunların medya, ordu, yargı kurumlarındaki imamlarının vs. karanlık ve darbeci insanlar olduklarına inanıyorum. F. Gülen, daha yola koyulduğu ilk günden itibaren, erdemli bir dinsel hareket kurmayı değil, deevlet iktidarını ele geçirmeyi hedefledi. Onyıllar boyunca bunun hazırlığını yaptı. Tam da bu nedenle, 12 Eylül darbesini yapan generallerin ardında hizalandı, sözde demokratik parlamenter dönemlerde Adalet Partisi, CHP, Doğru Yol gibi vesayet rejminin partilerini destekledi. 28 Şubat’a direnişte, başörtüsü için verilen mücadelelerde Cemat yoktu, devletin safındaydı. Çünkü, Gülen’in derdi, beklediği gün nihayet gelinceye kadar, devletle ilişkilerini iyi tutarak sabırla sürdürdüğü ve onyıllara yayılan kadrolaşma hareketini kollayıp büyütmekti.
AK Parti’ye karşı bayrak açmasının asıl nedeni, Erdoğan’ın başlattığı Barış Süreci oldu. Kürt sorununu çözen, Kürt halkını PKK vesayetinden kurtaran bir Erdoğan ve AK Parti’nin çok güçlenerek kendisine olan bağımlılığını azaltacağını görerek, Erdoğan’a meydan okudu. Ama, hiç bekleediği ve hesap etmediği şey gerçekleşti: Birden Kürt açılımını bitiren ve seküler-Kemalist cenahla yeni bir koalisyon kuran Erdoğan, olanca gücüyle Cemaat üzerine yüklendi. Seküler-Kemalist cenaha güven verme telaşı içinde Ergenekon davalarını “Milli Orduya Kumpas!” çığlıkları arasında hiçleştirdi, hızla devletçi-miliyetçi bir çizgiye savruldu. Cemaat’in yokluğunda tek başına ayakta kalamayacağını biliyordu. Üç dört yıllık bir zaman dilimi içinde, benim de destekçisi olduğum sivil AK Parti gitti, dindar demokratlar ve Milli Görüş geleneğinden gelen kadrolar tasfiye edildi. AK Parti halkın değil, devletin partisi haline geldi. MHP de tam bu noktada yön değiştirdi zaten.
Erdoğan ne yaparsa yapsın, küllerinden yeniden doğan vesayet aktörleri, bugün bir devlet partisi haline gelmiş olan AK Parti’yi öyle uzun süre kabullenmez. Son derece pragmatik bir lider olan Erdoğan’a fazla güvenmez, ilk fırsatta kendisine yeni koalisyon güçleri aramaya başlayacağından ürker. Yanısıra, devletin başında olmanın verdiği avantajla nemalandıkça nemalanan AK Parti elitlerine de yedirmez devlet zenginliğini.
F. Gülen denen adama gönül vermiş sıradan insanlarımıza gelince. Onların tarumar olan yaşantıları karşısında gerçek bir üzüntü duyuyorum. Karanlık yönetici kadrolar kendilerini yurt dışına attılar, olan sıradan, olan bitenden haberdar olmayan insanlara oldu. Bu talihsiz insanlara, destekledikleri F. Gülen adlı şarlatan adamın ve bu karanlık çetenin gerçekte ne olduğunu anlamaları için, thecircle adlı Internet sitesindeki ropörtajları ve o ropörtajlar altına girilen uzun yorumları okumalarını öneririm. Hem kendileriyle ropörtaj yapılan insanlar Cemaat üyeleri, hem de yorum giren insanlar Cemaat gönüldaşları. Bunları okuyun ve kendinize dersler çıkarmaya çalışın.
Bernar bey, kürt açılımı ya da çözüm süreci serüveni cemaat projesimiydi yani, ben bizzat sayın Erdoğanın projesi sanıyordum. Ama hatırladığım kadarıyla PKK nın o sürecin sonuna doğru olayı suistimal ettiğine dair çok haber vardı, hatırladığım samanyolu tv de bir tartışma programında PKK nın süreci toparlanmak için kullandığı, sivil insanlara silah dağıttığı ve dağ kadrosunu güçlendirdiğinden bahsediyorlardı. Nitekim de devam eden süreçte sur operasyonları tüneller hendekler.. Bence o dönemde devlet o tünellerin kazılma aşamasında mudahale etmeliydi, istihbarat zaafiyeti olduğunu düşünmüyorum. Bilemiyorum ne düşündüler de izin verdiler. Diğer taraftan ergenekon mahkemeleri de bir muamma, ortada danıştay cinayeti var, öncesine gidilince Eşref bitlis suikasti, uğur mumcu suikasti , Turgut özal’ın ani ölümü, güneydoğuda terörü büyüten etkenler, netice ne oldu takip etmedim ama belki bu olaylar aydınlanırdı. Bunların çoğu birbiriyle ilintili belkide, ortak noktaları PKK ile mucadele gibi görünüyor danıştay olayı apayrı görünse de.
Fetoden çok mağdur olan oldu dediğiniz gibi yönetici kadroları kaçtı filan ama siz bakmayın arada mağdurlar var kabul ediyorum ama soruları önceden verilip formaliteden sınavlara giren haketmediği makamlara kurulan insanlara da merhamet etmemek gerektiğini düşünüyorum. Bunların mağdur edebiyatına kanmamak lazım. Valla zor süreç Allah haksızlığa uğrayanlara yardım etsin, kılı kırk yarmak lazım. Onlar da az değil, inş gerçekler anlaşılınca gönülleri alınır.
Hayat hikayenizi duymadım ama bir yorumcu sizden bahsetmiş, sizi daha fazla tanımak isterdim doğrusu. facebook kullanıyormusunuz ya da mail adresiniz varsa.
Merhaba Alper Bey, yorumunuzu henüz fark ettim. Hem kısa tutmaya çalışarak ilgili konudaki düşüncemi paylaşayım, hem de dostça bir diyalog ve dostluk beklentisiyle e-mail adresimi vereyim size (teknoloji düşmanı değilim, ama Facebook, Twitter gibi araçların yararlılığına inanmıyorum ve bu tür sosyal medya araçlarından uzak duruyorum).
F. Gülen’in su katılmamış ilkel bir Türk milliyetçisi olduğunu çok iyi biliyorum. Böyle bir adamın ve onun sürüklediği cemaatsal yapının Barış Süreci’ne düşman kesileceği, sürecin akamete uğratılması için her türlü kumpası kuracağı daha baştan belliydi. Bu adam ki, içinden çıktığı ve sonra köprüleri atarak onlardan ayrıldığı Nur Cemaati’nin lideri Sayid-i Nursi ile iki kez yüz yüze tanışma fırsatı çıktığını, çok sevip çok saymasına rağmen Nursi ile tanışmayı salt Kürt olduğu için istemediğini, “Böyle ulu bir alimi neden biz Türkler çıkaramadık. . .” diye için için hüzün duyduğunu kendi kitabında anlatır.
Barış Süreci, HDP’nin büyümesinden ve kolay kontrol edilemez hale gelebileceğinden ürken, savaştan ve kandan beslenen PKK ile, Cemaat’le kurduğu koalisyonu bitirip seküler-Kemalist vesayetçi cemaat ve ordu ile yeni bir koalisyon kurmaya karar veren Sayın Erdoğan tarafından tarumar edilmiştir. Bu konuda da zihnim bir hayli net doğrusu. Selamlar Yazışalım isterseniz: ktl.bernard@yandex.com
Erdoğan ‘ ın en belirgin özelliği bence kararlılık, karar verdiğinde davranışlarıyla, eylemleriyle o kararın içini doldurup aksiyona çevirebiliyor. Tabii bu karar sürecinde etrafındaki insanların sunduğu verilerin etkinliği doğal olarak belirleyici oluyordu, oluyor. Fetocuları nasıl radikal bir kararla etrafından koparıp attıysa bence mevcut çevresini de kısa sürede değiştirebilir, yani bu potansiyeli görüyorum ben. Takdir edersinizki darbe teşebbüsünden çok önce başlamıştı tasfiye süreci, (yani cemaatle yollarını ayırma kararını vermek o dönemde zor bir karar, alınan riski büyük,) darbeden sonra da yaptıkları girişimin misliyle karşılığını gördüler. Gerçi bu karşılık daha kontrollü ve organize olabilirdi, yani verilen kararların altını doldura doldura gidilseydi, kimsenin eline koz verilmemiş olurdu, ekonomi de çok daha az etkilenirdi. Erdoğan şu evrede bile söylemini değiştirse yine deseki ben 80 milyonun başkanıyım, birlik, bütünlük vb milli konuları işlese, dilini biraz yumuşatsa, seçim sonrası zaten çevresi az çok yeniden şekillenecek. Devleti yönetmeye namzet bir lider olma yolunda potansiyel bir lider hala.Ama diğer taraftan da sayın Koru’nun dediği gibi bütün bunların hepsinin önünde inandırıcılık gibi aşılması şart bir engeli de var. Temel Karamollaoğlunun söylemleri ideal, fikirleri çoğunlukla optimum ama bu fikirlerdeki kararlılığını test etme olanağımız yok, ekibini de göz önünde bulundurmak lazım, vizyon, liderlik vasfı, yaş bütünsel değerlendirdiğimizde vasatın üstü tabii. Saadete genç ve dinamik bir lider lazım. Erdoğanın baş danışmanı olsa, çok ciddi bir koruyucu refleks kazandırır. Karar vermek zor ama daha çok gün var, izleyelim bakalım zaman ne gösterecek, illaki bir karar verecez. Bu arada yazınız yine on numara çok istifade ettim yine.
Ben surdan baslayim hani akp yep yeni bir anayasa yapacakti daha øzgurlukcu daha demokratik nerde?ben adim kadar eminim ki AKP ulke yønetimi icin degil sahsi cikarlari icin bir bakin insana yatirim varmi?varsa yoksa insaat luks tuketim soruyorum bir cumhur baskaninin kac ucagi olur?bizde tam on adet ABD min bile 2 adetken alman Mercedes bize calismis bence secmen bir ders vermeli bazi akil fukaralari erdoganin ben gidesem ulke biter lafini yiyorlar bir deneyin haketen cøkecekmi
AKP bu saatten sonra ne yapsa boş.
Millet T A M A M dedi bir kere.
pek çok akpli de TAMAM artık. erdoğanın izlenme oranı karamollaoğlu’nun bile gerisine düşmüş. aşağıdaki haber de, akpye oy verenlerin bir başka TAMAM haberi.
http://www.cumhuriyet.com.tr/video/video_haber/982620/AKP_liler_de__TAMAM__dedi.html
Klavuzu karga olanın burnu “şey”den kurtulmaz
diyen bir atasözümüz var bizim…
Ortak Şekerli Vatandasin icine sanki H. Gayret kacmis gibi.
15 yıldır ülkemize hizmet etmiş, yollarımızı, hastanelerimizi yenilemiş, Hava yolunu halkın yolu yapmış, bizleri hızlı tren, hava ambulansı, deniz altı üstü köprülerle ile tanıştırmış,savunma sanayinde epey mesafe almış, 80 yıldır çözülmeyen muhafazakarların meseleleri(Başörtüsü) çözülmüş, horlanmaktan, itilmekten,kakılmaktan kurtulmuşlar devlet katında saygın görülmeye başlanmışlar. İMF den kurtarmış memleketimizi, bendeniz 50 yaşındayım bunları bu iktidar döneminde gördüm, yaşadım. FETÖ konusunda toplum alarak(özellikle muhafazakarlar) aldatıldık,aldandık ne desek boş Allah Af etsin ama 18/25 Aralıktan sonra seküler kesim FETÖ ye sahip çıkıyor bu durum parodoks teşkil ediyor İnşe Allah DEVAAAAAAAAAAM İnşe Allah
ümit, matematik bilgin var mı?
varsa yaptığınız bütün yol ve köprülerin maliyetini çıkar.
birkaç tane hizmet yaptınız, ülkeyi yığınla borca batırdınız. topladığınız paraya bir de yaptığınız hizmete bak. insan utanır 16 yıldaki 3 tane hizmeti “şunları da yaptık” demeye. 2 milyar dolarlık yid ile yaptırılan köprü ve yollar için ülkeyi 20 milyar dolar borçlandırdınız. hala “hizmet yaptık” diyorsunuz.
çıkart akpnin 16 yılda yaptığı yolların ve köprülerin maliyetini. boş boş konuşma. hepsi de o zaten. başka yaptığınız birşey yok.
Erdoğan şimdiye kadar toplumu bölerek, ayrıştırarak geldi.
Alevilerle ilgili Cemevi söylemini yerine getirmemiş olması da bu politikanın sonucu.
Söz veriyor fakat verdiği sözü unutuyor veya tutmuyor.
Toplumun bölünmüşlüğü şu yazının altına yazılan yorumlarda bile net olarak görülüyor.
Yorumcuların bazısı OHAL den memnun olduğunu bile yazıyor.
Yani ülke padişahlık rejimine geçse eyvallah diyecek insanlar var.
Sanıyorlarki erdoğan ne kadar güçlü olursa ülkeyi o kadar kolay kurtaracak.
Yo kardeşim Erdoğan ın ülkeyi kurtaracak dermanı filan kalmamış.
Ülkeyi yönetememe beceriksizliğini OHAL ile kapatmaya uğraşıyor.
Yıllar önce Erdoğan şöyle söylemiş:
“Bizde bir adet var, ülkede başımıza bir şey geldiği zaman hemen dış güçler deriz, yabancılar deriz, şu deriz bu deriz. Onlara isimler de buluruz. Bunlar sebebiyle biz ayağa kalkamıyoruz, kalkınamıyoruz, birliğimiz beraberliğimiz bozuluyor filan…
Yani bu doğru da olabilir. Ancak ben buna katılamıyorum. Eğer sizin bünyeniz sağlamsa, güçlüyse virüs hiçbir zaman size zarar veremez…”
Kendine çok güvenen bir Erdoğan varmış bir zamanlar.
http://www.diken.com.tr/erdogan-onayladi-yurtdisina-para-cikarana-yuzde-40-ceza-yasalasti/
bu haber ülkeden insanların kaçtığının resmen kabülüdür.
Bu haber muhaliflerin sindirilmesinin bir başka boyutudur.
Bu haber, “dolar istediği kadar yükselsin, milletin anası ağlasın, fakat benim umurumda değilm, ben yine bildiğimi yaparım. Faiz enflasyonunun nedenidir” zekasının dışavurumudur.
Artık iktidarın basireti bağlıdır.
Ne yapsalar boş…
OHAL in kaldırılmasını ancak fetöcüler , pkk pyd tikko velhasıl tüm türkiye düşmanları istiyor. biz ohalden memmnunuz .
OHAL kalksın diyenler yeni darbeyi daha kolay yapalım ve kökünüzü kurutalım diyenlerin argümanıdır..
retöcülerle fetöcülerin birbirinden hiçbir farkı. ikisini gördüğümde de sinirlerim tepeme çıkıyor.
bu ülkeyi birlikte mahvettiler. hala utanmadan kendileri düzgünmüş gibi, başkalarını tehdit ediyorlar.
ohalde bu haberleri havuz medyasında göremezsiniz.
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/982537/_Ne_istedilerse__aldilar__dunya_rekoru_kirdilar_.html
kendiniz namusluymuşunuz gibi başkalarını tehdit etmekten vazgeçin.
benim gözümde retöcüler de fetöcüler de aynı. bu ülkeyi birlikte aranızda pay pay ettiniz.
sayın koru el insaf diyorum Fransa da 12 kişi hunharca öldürüldüğü için OHAL ile yönetiliyor ülkemiz ise 15 Temmuz gecesi 2. istiklal harbi yaşadı 250 şehidimiz, 2000 kadar gazimiz var tutturmuşsunuz OHAL kalksın. OHAL vatandaşa değil devlete ilan edildi vatandaş olarak OHAL ile ilgili sıkıntımız yok. sıkıntısı olanlar terör örgütleri (PKK, FETÖ vb.) bu örgütlerle devletimiz nasıl mücadele edecek devletin bütün kılcal damarlarına kadar sızmış FETÖ den nasıl temizlenecek hepimiz biliyoruz ki kıripto fötöcü çok yakınen tanıdıklarımız var ismen tanıdığımız . FETÖ cüler mert değiller bir tanesi bile kabul etmiyor fetöcü olduğunu darbeye karıştığını
Ümüt. .
Sen uzayda yaşıyorsun. . Yaşamaya devam et. .. FETÖ yu ülkenin başına kim musallat etti… işinize gelmediği için bunu görmezden geliyorsunuz.. Fetö yu 1. Derecede yönetimde olan kişiler Besledikleriniz. .
Şimdi dönüp masumları ibadet kismini cezalandiriyorlar.. senin Vicdanın Nerede. ..?
ümüt uzayda yaşamıyor da, iktidar tarafında yaşıyor. bu ülkede iktidar ve iktidar olmayanların ayrı ekonomisi, hukuku, siyaseti, ayrı özgürlüğü, ayrı dini, ayrı ahlakı, ayrı kültürü, ayrı vicdanları, ayrı milleti var. onlar baas partisi üyeleri. onun için, dolar dolsa da dolmasa da onların keseleri dolu. onlar evlerine ekmek götürme derdinde hiç olmazlar. onlar düşünceleri nedeniyle, iddianame bile hazırlanmadan 18 ay cezaevinde kalmazlar. onların malları elinden alınmaz, tam tersine birilerinin el konulan malları onlara peşkeş çekilir. onlar yakınlarının işlediği suçlar nedeniyle ayrıca cezalandırılmazlar. onlar yasal derneğe üye oldukları için işten atılmazlar. evlerini geçindirmek onlar için çocuk oyuncağı. onun için onlar bu düzeni sonuna kadar savunurlar. bu düzen olmasa, onlar şu anki rahatlığı bulamazlar. yoksa olanları görmemek gibi birşey mümkün değil. lise talebesi bile durumu kavrar. fakat onlar hiçbir zaman kavramazlar. çünkü işlerine gelmez.
Sayın Koru görüşlerinize aynen katılıyorum.
Akp ve de Erdoğan da çok iyi biliyor ki bu vaatleri yap(a)mazlar. Artık belirlenen rota ana güzergahtan çıkmış çamurlu, tozlu, taşlı yollardır. Ve en önemlisi Erdoğan’ı yöneten güçler buna izin vermez. Kimler mi? Onu da okuyucu düşünsün. Bu arada Beyza Hanım gibi benzer durumda olanların mazlumiyetleri Akp ye tokat olarak inebilir. Ama Akp nin umurunda mı? Ama Allah’ın umurunda!
Gerçek oyunu gören ender yorumculardan birisiniz. İçtenlikle kutluyorum.Tam da dediğiniz gibi: Yapmazlar değil, yapAmazlar. Hem AK Parti’liler hem de muhalifleri Erdoğan ve dindarların hala iktidar olduğunu sanıyorlar. İktidar son 3-4 yıldır geleneksel-seküler bürokrasinin eline geçmiş durumda. Ama gel de anlat anlatabilrisen AK Parti yandaşlarına ve CHP ya da İyi Parti vasıtasıyla ülkeye demokrasi geleceği yanılsamasına sahip Erdoğan muhaliflerine. Allah kimsenin gözünü yüzeysel bir parti militanlığı ile köreltmesin. . .
yapamazlar…
benim naçizane bir teklifim vardı, arkadaşlar hemen itiraz ettiler. itiraz gerekçesi de çok komik “bak o zaman, nasıl yola getirdik” derler, diye…
teklifim şuydu: CB Erdoğan çıksın ve desin ki, “toplumu günden güne saran gerilim ve kutuplaşma bizim tercihimiz veya isteğimiz değildir, biz de buna biraz sebebiyet vermiş olabiliriz, ancak tüm 80 milyon bizim vatandaşımızdır, kardeşimizdir. biz aynı vatanda, aynı toprakta beraber yaşıyoruz, kader birliğimiz vardır. bu seçim propaganda döneminde bizden kavga, gürültü, ayrıştırıcı-ötekileştirici söylem sadır olmayacaktır. herkese ve her kesime kulak vereceğiz, 16 yılda yapılması mümkün yanlışlarımızdan da rücu edeceğiz, mümkün olan en hızlı şekilde ekonomik alanda sosyal alanda yapılması gereken icraatları yapacağız…” ben biraz genel yazdım ama özelini de kendisi yapabilir… her şey bu kadar kolayken, gelinen noktada en tedirgin parti akparti ve öyle muhtemel ki bu üst üste yapılan yanlışlar seçimi dahi kaybettirecek kendilerine… ancak danışmanlar öyle uygun görüyorsa öyle olmalıdır… danışmanlardan daha mı iyi biliriz ki biz…
Faiz
Klasik iktisatçılara göre faiz artarsa halk yatırım yapmaz, parayı bankaya yatırır. Böylece para piyasadan çekilir. Dolaysıyla para kıymetlenir. Dövizin değeri düşer. Bu bir yanı ile doğrudur. Keynes ise bunun yanlış olduğunu halkın tasarruf meylinin, faizle değil gelirle alakalı olduğunu ileri sürmüş ve buna dayanarak para piyasaya sürülmüş ve kriz atlatılmış idi.
ABD’de faizi artırırsanız, zenginler arasında dolaşan dolar, dünya piyasasından ABD bankalarına gider. Dünyada dolar krizi olur. Düşürürseniz dünyaya dolar yayılır dolar rahatlar. Ne var ki şimdi faiz arttığı için bankaya dönen Dolar yarın faiz ile birlikte piyasaya çıkınca dolar yeniden yükselmeye başlar.
Türkiye Tük Lirası’nın faizini artırırsa piyasada hiçbir şey olmaz çünkü Türkiye’de yatırımcı yoktur. Tasarrufu ancak zenginler yapmakta, onlar da yatırımı Türkiye dışında yapmaktadırlar. Faizde düşüş yalandır. Önce doları suni olarak yükselttiler. Sonra da faizi yükselttiler. Dolar suni kadar düştü ve aslında geçici olarak duruyor. Yani oyun oynanıyor.
Faizi yükselttiniz. Halk doları bozdu, TL’ye çevirdi. Dolar ucuzladı. Piyasadan para çekildi. TL ile iş yapanlar sıkıntıya girdi. Üretim biraz daha düştü. Yarın hem ürün bulunmayacak hem de piyasaya para faiziyle iade edilecek. Fiyatlar fırlayacak.
Faizi artırarak, fiyatları artırarak enflasyonun düşeceğini iddia eden ya zır cahildir ya da zır haindir. Akevler ürettiği formülle herkesin kabul ettiği bir iktidar yaşattı. Kırgızistan Cumhurbaşkanı ile çıkardığımız Som yalnız Kırgızistan’ın değil tüm eski Sovyetlerin paralarını %500 enfeksiyondan kurtarmıştı. Bütün Sovyet ülkeleri Adil Düzen sistemi ile kendilerini yıkılmaktan kurtardılar.
Tekrar ediyorum. Erdoğan Akevler ile irtibat kursun. Faizler düşecek. Enflasyon da düşecektir. Erdoğan bol bol vaatler veriyor. Parti başkanı sıfatı ile konuştuğu için yanlışlarını gösterme yetkimiz var. Ne yapılacağı değil nasıl yapılacağını söylemek gerekir. Krizler yatırımlar sebebiyledir. Gerekli tedbir alınmadan yatırım yapmak veya israf mertebesinde halkı refahta yaşatmak çıkar değildir. Artık(artan) emekten fazla yatırım yapmak ülkeyi borçlandırmak demektir. Bunun sonu da Osmanlı’nın sonuna benzer, devletimiz yıkılır.
sayın Koru görüşünüze tamamen katılıyorum.
Geçtiğimiz şu sıkıntılı günlerde yapılacak ilk işin OHAL in kaldırılması ve tutuklu
gazetecilerin tutuksuz yargılanmasını sağlayarak serbest bırakılmasını temin etmektir.
Ülkeye nefes aldıracak ve ülkemiz üzerindeki kara bulutları bir nebze de olsa
kaldıracaktır. Umarım iktidar da bu önerileri görmezden gelmez. Ah kral çıplak
diyecek yanında samimi dostları olabilse sayın Erdoğan ın.
Beka sorunu çözülmeden sizin bahsettiğiniz adımlar atılır mı?
Ahmet bey belkide beka sorununun oluşmasının sebepleri bunlardır. Ve bu sorunlar gitmedende beka sorunu bitmiyecektir.
Kesinlikle söylediklerinize katılıyorum. 21 aydır eşi içerde olan ve daha ilk Mahkemesi dün görülen bir mağdur eşiyim. Üç çocukla hayatını bin bir zorlukla geçirmeye çalışan ben ve benim yavrularımı cezalandıran bu devlet hiç düşünüyor mu acaba bu insanların öfkesi nasıl dinecek? Ben bu güne kadar her oyumu Akp ye verdim. Ama şimdi bana nereye gidersen git deniyor. Ne yaparsan yap deniyor. Ne halin varsa gör deniyor. Evet ilk defa bu iki yıldır döktüğüm gözyaşı için, hala daha 600 gündür tutuklu olan eşimi bu kadar beklettikleri için, bebeğimi babasız dünyaya getirmek zorunda kaldığım için, her gece ıslanan yastığım çocuklarımdan sakladığım gözyaşlarım için, mahallede “kocası yok bunun nerde belli değil” dedikodularına maruz kalıp namusumu korumak için korku içinde uyukladığım, babasını soran çocuklara her gün az kaldı diyip dilimi ısırdığım için, okullarında babalarının yokluğunu öğretmenler hissetmesin diye bin bir cambazlık yaptığım için, elime akrabalar tarafından sıkıştırılan paraları her aldığımda yerin dibine geçtiğim, kapının önünde erkek ayakkabısı gören çocuğun eve koşarak girip babam mı geldi dediğinde yaşadığım burukluğum için, babamızı her ziyarete gittiğimizde dünya paraları yollara döktüğümüz için(maalesef Türkiye’nin diğer ucunda), o üç tane yavruyu boynu bükük bıraktıkları için ve bu ülkede her türlü suçu işleyip çıkanları görüp benim eşimin 600 küsür gündür içerde olduğunu bilip delirme noktasına geldiğim için OYUM ASLA ve ASLA artık Sana gitmeyecek Ak parti asla.. Alternatifin Yok biliyorsun sende ama hayır bu sefer sen benim canımı yaktın. ohali kaldırmadın oyaladın oyaladın. Hesaplaşmamız öbür tarafa kaldı ama bu sefer oyumla ilk hesabı ben keseceğim.
Allah yar ve yardimciniz olsun … Rabbim biran önce esinize kavusmanizi nasip etsin.
“KULA BELA GELMEZ HAK YAZMADIKÇA…
ALLAH BELA YAZMAZ KUL AZMADIKÇA”
Yorumcunun samimi olduğunu varsayarak yazıyorum…
(Çünki tuzu kuruların; sadece ajitasyon için; kendisine ait olmayan hikayeleri bulabildiği her ortamda; yalanlarla süsleyerek yaydığını görüp duymuşluğum var…)
Hikayeninizin yeğenimin hikayesiyle çok benzerlikleri var…
İlk satırları okurken; yazanın yeğenim olduğunu sandım bir an…
Şimdi hemen hemen aynı şeyleri (üç çocuk, benzer süredir hapiste olan eş vb.) yaşamakta olan
yeğenime ve eşine daha o zamanlar;
(17-254 Aralık öncesi sonrası süreçte toplu lanet okuma seansları düzenledikleri günlerde)
hatırlatmıştım o atasözünü… Daha kesin delil istiyorsan şu ayeti oku diyerek;
“Başına gelen her türlü iyilik Allah’tan; başına gelen her türlü kötülük de senin kendindendir” NİSÂ-79.
Öyle öfkelenmişlerdi ki beni evlerinden kovdular.
Eğer Müslüman isek şunu bilmek zorundayız.
Başımıza gelen tüm iyilikler Allah’tan; bütün musibetler de kulların kendi seçimleriyle ve elleriyle yaptıklarından kaynaklanır.
Bu gerçek; Kur’an-ı Kerim de pek çok yerde ve hiçbir şüpheye fırsat verilmeyecek şekilde öğretilir.
Anlayabilelim diye akıl da lutfetmiş Rabbim hepimize…
Anlayan anlar… Anlamamamakta ısrar edene Rabbim öyle bir anlatıyor ki sorma gitsin…
Rabbim en önce benim ve sonra tüm Müslümanların ve iyilerin hallerini ıslah etsin.
Allah size benim yaşadıklarımın hiç birini yaşatmasın..
Biz müslümanların (bana göre sözde müslüman) başına ne geliyorsa acaba siz gibilerin böyle konuşmalarından mı geliyor başına ne geliyorsa? Yazık valla.. gözümden sicim sicim yaşlar dökülerek yazılan bu satırlara karşılık yazdıklarınıza. Acaba biz ne zaman böyle olduk? Bir müslüman kardeşiniz size yüreğinizi açıyor ve siz “ kul azmadıkça” diyorsunuz. Ne biliyorsunuz nerden biliyorsunuz nasıl insanlar olduğumuzu? Genele bakıp neye göre karar veriyorsunuz? Hani adalet? Şurda bile yazılan iki satırda bile yargısız infaz.. İşimizi aldılar elimizden, babamızı aldılar.. Siz bu boynu bükük yavruların hala daha hüküm bile verilmemiş babaları ile ilgili geçiremediği gün ve gecelerin hesabını kim verecek onu söyleyin o zaman? Ben isyan etmedim yavrularımla mücadeleye devam..Başımı önüme eğecek hiç bir şeye karışmadan hem erkek hem kadın gibi yaşıyorum. Gurur duyuyorum.. Azmadık şükür.. sadece ve sadece yavrularımı bu vatana bu millete ve daha da önemlisi Rabbime layık kullar olarak yetiştirmeye çalıştım ve halada öyle. Bunu azgınlık olarak nitelendiren siz bence kendi bildiğiniz insanlara ve çevrenize göre değerlendirip benim hakkıma giremezsiniz. Bizler hayattan kendimize ders çıkarmasını biliriz şükür. benim yerimde bir başkası olsa intiharın eşiğine gelirdi ama şükür ki inanç ipine sarıldık mı bize kimse bişey yapamaz.
Sizi incitmek veya üzmek için değil, gerçekten merak ettiğim için sormak istiyorum, Beyza Hanım: Ergenekon davaları sırasında, Cemaat’in polis şefleri, savcıları ve hakimleri, Ergenekon ile uzaktan yakından ilgisi olmayan bir sürü insanı salt bürokraside kendisine yer açmak için, Cemaat’e muhalif gazetecilere haddini bildirmek için cezaevine yolladığında hiç vicdani bir huzursuzluk duyarak mensubu olduğunuz cemaati sorguladınız mı? Dininizi doğrudan kutsal kitabınızdan öğrenmek varken, aslında son derece sıradan bir adamı kutsallaştırıp adeta peygamber ya da mehdi gibi görürken, burada yanlış bir şeyler var mı diye bir an olsun tereddüt geçirdiniz mi? Yoksa, bütün coşkunuz ve mutluluğunuz Cemaat’inizin daha da büyüyüp güç kazanması mıydı? Gülen adlı o adamın gırtlağına kadar siyasete bulaşmış, bütün derdi ve davası siyasete yön vermek olduğunu, bunun için her yolun mübah olduğunu görmek bu kadar mı zordu? Adalet talebiniz, adil yargı talebiniz haklı ve meşru bir talep. Bu acı deneyimlerden sonra, sizden başkaları için de adalet talep etme iradesi gösterir misiniz gelecekte?
Yorumsuz “Ey iman edenler, adaletli şahidler olarak Allah için hakkı ayakta tutanlar olun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet edin, takvaya en yakın olan odur. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”
(5-Mâide 8)
Beyza hanım, siz ve sizin gibilerin sayesinde bizler bu ülkeyi ve İslamı satanların gerçek yüzlerini öğrendık,
Sizlere yapılan bu zülümler olmasaidi bizler halen daha onlara inanırdık.
Sizin yaşınız benden küçük olduğuni tahmin ettiğim için size bir tavsiyem olacak.Siz etrafınızdaki parazitlere ve onların yapacakları dedi kudulara hiç aldırmayın.
Hatta evinizde erkek olmasa dahi Erkek kardeşlerinizin ve akrabalarınızın kullanmadıkları ayakkablarınıdan 4/5 çift kapinizin önunde süreki bulundurun varsın cahiller dedikudunuzu etsinler, kula köle olanlara asla taviz vermeyin.
Zaten Müslümanım diyenlere bir bakın!
Türkiyede kadin ve babaklere yapılanların binde biri dahi hani ağızları köpürerek kafir dedikleri ülkelerde yapılsaidi o ulkelerin halklari yapanlari analarından doğduklarına pişman ederlerdi.
İnşAllah 25 Temmuz sabahı bütün iftiraciların felaketi mazlumların refahi olan bir gün olur.
25 Temmuzda Bahçeli çok dua alacaga benziyor
Hayırlısı Allahtan.
Allaha emanet olun.
HAKLISINDOĞRUSUN YÜCESİN MASUMSUN SABRET BACIIIIIIM.
Kac kisinin umurunda ohal , kac kisinin umurunda cemevleri kimin umurunda demokrasi ekonomi altust olmussa ?
Sahi kimin umurunda tuzu kuru uc bes burjuva disinda ?
Olumlanan ve vaad edilenler, bir tık önceki halin ikrarıdır. Yani yapmayı ve düzeltmeyi düşündüğünüz herşey zıddıyla vakidir.
“Evet; bunca yıllık iktidar dönemimiz de biz, bu saydıklarımı sorun ve eksiklikleri çözüp, tamamlayamadık.”
Koru doğru söylüyor, e hadi hemen yapmaya başlayın; hemen şimdi..Bunların bir çoğunu yapmaya hem vaktiniz var hem de nakdiniz..pardon gücünüz…
İnanıyorsanız başarırsınız.
“inandırıcı olabiliyorsanız” kazanırsınız da…
Neyi olacak?
Seçimleri!
Kim söylemiş beni
Süheyla’ya vurulmuşum diye
Kim görmüş ama kim elene yi öptüğümü
Yüksek kaldırımda güpe gündüz
Melahat’i almışım da sonra
Alemdar’a gitmişim öyle mi
Onu sonra anlatırım fakat
Kimin bacağını sıkmışım tramvayda
Güya Galata’ya dadanmışız
Kafaları çekip çekip orada
Alıyormuşuz soluğu
Onu da sonra anlatırım
Ya o Mualla’yı sandala atıp
Ruhunda hicranını söyletme hikayesi
Geç bunları anam babam geç bunları
Bir kalemde
Bilirim ben yaptığımı
GEÇ BUNLARI ANAM BABAM GEÇ BUNLARI
BİR KALEMDE
BİLİRİZ AKP ‘NİN YAPTIKLARINI
Yorum yazmak için yazmıyorum ülkemin tabutuna son çiviyi çakılmadan son kez ümitle görmek için yazıyorum kazanmasa da gitmez kazansa da yapamaz akp anlattıklarını yapamaz Fehmi bey niye yapamaz çünkü ajandası ona müsait değil onun için akp nin derdi ülkeyi ve ülke insanını ajandasında ki şablona göre şekillendirmek , net söylüyorum , fikri , idari , yasal, hukuksal ve gayri hukuksal , yaptığından bir adım öteye atacak ve devam edecekler , asla ve kata geri adım atamayacak neden siyasal islam , devlet ele geçmişti artık kutsaldır , devleti geri verme lüksü yok onun için verirse bir daha ulaşmak için yüzyıl çalışması gerekecek onu iyi biliyorlar.
Bir düşünün iran nı mollalar verir mi
Bugünki yazınızda eleştirilecek hiç yer yok. Her cümlenize katılıyorum özellikle İNANDIRICILIKkonusuna. Eğer AK parti bu dediklerinizi yapsa bence ilk turda seçimi garantiler. Şu anda iktidarda olan parti AK parti, pekala bahse konu olan icraatlarına başlıyabilir, niye beklesinki 24 haziranı. Dış güçler ekonomik darbe yapıyorlar iseler 25 haziranda AK parti kazandığında darbeye neden son versinler.
Vucudumuza bir mikrop girdiğinde, bağışıklık sistemimiz o mikrobun detaylı analizini yapar, daha sonra sadece o mikroba duyarlı olan antikor dediğimiz maddeler üretir, bu antikor dediğimiz maddeler bir anlamda işaretleyicidirler, antikorlarla işaretlenmiş zararlı hücre ve yapılar vucudn asker hücreleri tarafından bertaraf edilirler. Dışardan zerk edilecek hiçbir antibiyotik veya başka bir ilacın etkinliği bağışıklık sisteminin etkinliğiyle kıyas dahi edilemez. Lakin bazı durumlarda ya da bazı insanlarda diyelim, nadiren bağışıklık sisteminin yanıtı normalden şiddetli veya uzun sürer, örneğin Hepatit B virusu bulaşmış hücreleri hızla yok etmeye odaklanmış asker hücreler çok kısa süre içinde karaciğeri yok edip hayatın sonunu getirebilir ya da kronik hepatit B enfeksiyonunda olduğu gibi yıllarca karaciğere zarar verebilir. Hedef, virus olmasına rağmen virusla birlikte karaciğer hücrelerini de yok etmektedir. Bazende ortamda herhangi bir mikrop ya da zararlı madde yok iken dahi bağışıklık sisteminin bazı hücreleri, sağlam ve işini iyi yapan hücrelerimize saldırabilir, organize bir saldırı olmaz belki ama her gelip geçtiğinde bir çentik atar, o zamanda otoimmun hastalıklar dediğimiz hastalıklar ortaya çıkar, örneğin bütün romatolojik hastalıklar bu sınıftadır. Vucutta standart dışı bir hücre oluştuğunda da bağışıklık sistemimizin asker hücleri devreye girer ve derhal o hücreyi öldürür. Böylelikle vucudumuzda kanser oluşumu önlenmiş olur. Bağışıklık sisteminin aşırı çalışmasıda tembel olması da hastalıkları beraberinde getirir…
Yoruma kapalı.