Suriye’ye ABD liderliğinde ve İngiltere ile Fransa desteğiyle gerçekleştirilen askeri saldırı -Donald Trump bunu ‘görev’olarak adlandırmakta- seçilmiş hedeflere füze yağdırarak gerçekleşti.
O saldırılara sebep teşkil eden, Beşşar Esad rejiminin kendi halkına karşı Guta’da ‘kimyasal silah’ kullandığı ve elinde ‘kitle imha silahı’ bulunduğu iddiasının yol açması beklenebilecek herhangi bir siyasi sonuç doğurmadan başladığı gibi bitti operasyon…
Üstüne üstlük, Fransa başbakanı Edouard Philippe parlamentoda yapılan özel oturumda, “Biz Suriye’ye ve Beşşar Esad’a savaş açmış değiliz, Fransa’nın düşmanı Suriye ve Esad değildir” cümlesini birkaç kez tekrarladı.
Düşman ‘DEAŞ’ da denilen IŞİD imiş…
Ne o, yoksa şaşırdınız mı?
Şaşıranlar için biraz tarihi arka-plan
ABD başkanı George W. Bush ülkesine yönelik 11 Eylül saldırıları sonrasında, o saldırılarla hiç ilgisi bulunmayan Irak’ı işgal etmeye kalkıştığında yanında İngiltere’yi bulmuştu.
Fransa o karşı-saldırıdan uzak durmayı yeğlemişti.
Almanya da öyle…
Bush’un bu iki ülkeyi hedef alan ‘eski Avrupa’ suçlamasını hatırlıyor olmalısınız.
Söz konusu ülke Suriye olunca, bugün ABD’nin yanında, hem de en yakınında, Fransa’yı görüyoruz.
Irak’a müdahaleye karşı çıkan Jacques Chirac ile Trump’ın yanına koşan Emmanuel Macron arasında kendini belli eden farktan mı söz edeceğiz, yoksa tavır değişikliğinin daha derin bir sebebi olabilir mi?
Daha derin bir sebep var: Fransa açısından Suriye hayati öneme sahip bir ülkedir. Geçmişte Suriye yüzünden İngiltere ile çatışmayı bile göze almıştır Fransa…
İlk dünya savaşı sırasında, Hicaz merkezli Şerif Hüseyin vasıtasıyla Arapları Osmanlı’ya karşı isyana kışkırtmada ve Filistin cephesinde Osmanlı ordusuyla savaşta başı çeken İngiltere, savaş sonrasında Suriye’yi kendi payı olarak görmüş ve oraya Şerif Hüseyin’in oğullarından Faysal’ı kral tayin etmişti.
Fransa allem etti kallem etti, İngiliz askeri gücünü ve Faysal’ı Suriye’den çıkardı.
İngilizler Faysal’ı kral olarak Irak’a taşımak zorunda kaldılar.
Bugün Suriye’de mezhebi bir azınlığın yönetimi elinde tutabilmesi de büyük çapta Fransa sayesindedir.
İşgal altında tuttuğu dönemde askeri okullara aynı azınlığa mensup gençlerin girmesi teşvik edilmiş, birbiri ardına darbelere maruz kalmış ülke sonunda o mezhepten bir askerin yönetimi altına girmişse, bunda Fransızların etkisi belirleyici olmuştur.
Hafız Esad Baas Partisi saflarında yükselmiş, 1966’da yapılan ve azınlık mensubu subaylardan Salah Cedid’i cumhurbaşkanlığına taşıyan ilk Baas askeri darbesinde önemli bir görev üstlenmiş, dört yıl sonra da (1970’de) iktidarı demir yumrukla güçlendirme iddialı ikinci Baas darbesiyle Cedid’i devirerek kendisi liderliği ele almıştır. Bir yıl sonra da kendisini cumhurbaşkanı seçtirmeyi bilmiştir.
Tarihi arka-planı anlatmamın sebebi, sağda-solda çıkan ve Fransa’nın Suriye konusunda fotoğrafın içerisinde bu denli yer almasını anlayamadığını belli eden yorumlardır.
Suriye konusunda Fransa hep fotoğrafın içerisindedir. Hafız Esad’ın ve şimdilerde de Beşşar Esad’ın ülke yönetiminde bulunmaları açık-gizli Fransa desteğiyledir.
Soğuk Savaş döneminde devreye Sovyetler Birliği’nin girmesi, devlet yönetiminde görev alacak Suriyeli aydınların eğitim için Moskova’nın yolunu tutmaları bile bu gerçeği değiştirmiyor. Soğuk Savaş bitince Fransa yeniden Suriye üzerinde etkisini artırma arayışına girdi ve bugün de o konuda Putin Rusya’sıyla çekişmekte.
Fransa’nın üçlü cephedeki misyonu ve Türkiye
Bir çoğunuzu şaşırtmasını beklediğim bir tezimi de paylaşayım: Fransa, ABD ve İngiltere ile birlikte Suriye’ye karşı düzenlenen askeri operasyon içerisinde yer almıştır; ancak diğer iki ülkeden farklı olarak üçlü ittifak içerisindeki hassasiyeti, müdahalenin Suriye’deki siyasi dengenin değişmesine kadar gitmesini engellemeye yöneliktir.
Esad Ailesi ve arkasındaki Baas Partisi’nin varlığına karşı değildir Fransa, tam tersine BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto imtiyazını sürekli o yönde kullanmaktadır; çoğunlukla diğerlerini de yanına çekmeyi başararak…
Suriye’de Esad’ın işbaşından gitmesini isteyen bir tek Türkiye var.
ABD ve İngiltere de, tıpkı Fransa gibi, Esad yanlısı bir politika izliyorlar.
Üçünün arasında hassasiyet ve yaklaşım farkı bulunsa da, sonuçta, Esad’ın yerini terk etmesiyle oluşacak boşluğu dolduracak demokratik alternatiflerin hepsi onları rahatsız ediyor.
Esad’ın işbaşında kalmayı sürdürmesini Suriye’nin birlik ve dirliğinin güvencesi olarak gösteriyorlar, ama gerçek bunun tam tersi: Halkının yarısını yerinden etmiş, onların yarısının da sürgüne gitmesine yol açmış, 500 bine yakın insanın canına kast etmiş rejimin devamıyla, Suriye’nin, ‘devlet özelliğini kaybeden devlet’ statüsüne kayması kaçınılmazdır.
Üçünü birleştiren de işte bu amaç: Yanlış ellere geçeceğine Suriye’nin hep sorunlarla boğuşmak zorunda kalması…
ΩΩΩΩ
“Adam zamanla duzeltcem dedi ama biran da ic savas cikti.”
Iste o anda yapilan buyuk hata Esad’in devrilecegi ihtamilinin yuksek oldugunu yanlis hesaplanmasi idi.
Bunda neler etken olmustur?
1) Suriye’deki olaylar, 11 Şubat 2011 tarihinde Mısır cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek istifasından hemen sonra ilk olarak Dera’da, 15 Mart 2011 tarihinde başlamıştır.
Ozellikle son olarak Mubarek’in gitmesi, ve buna ek olarak Arap bahari baglaminda Tunus, Libya ve diger ulkelerdeki hukumet ve diktatorlerin devrilmesi ve degismesinin verdigi buyuk ozguvenle, dalganin Suriye’de de devam edecegi beklentisi..
2) Amerika’nin Esad’in gitmesi gerektigi yonunde, Erdogan’in bu yondeki beklentilerini arttirici olarak yaptigi telkinler ve aciklamalar, onun Misir-Suriye-Turkiye olarak çekirdek Islam Birligini gerceklestirme umutlarini arttirmasi.
3) Rusya faktorü agirligi yanlis hesaplanmasi
4) Sadece Esad degil arkasindaki aile yapisinin etkisinin yeterince dusunulmemesi
Bugün goruluyorki Esad ile Erdogan, Arinc ve digerlerinin yaptigi konusmalarda yapilmasi gereken, ona kaybetmesi kesin olan bi secime gitmesi (sen yine secilirsin telkinleriyle) gibi absürt bi israrda bulunmak yerine:
Esad, biz isyancilarla konusup, olaylar buyumeden onlari ikna edebiliriz, sen yeterki silah kullanma olmaliydi.
Ama devirme arzusu, sukunet arzusuna baskin cikti…
Sermayenin Denge Formülü
Sermaye sıvaştırır. Sonunda yenilene yardım eder, galip getirir ve masada kendi istediği haritayı çizer. Haritada dikkat ettiği hususlar vardır. Önce dengeyi kurar yani birini mutlak galip gelecek şekilde değil de eşit güçte olacak şekilde haritayı çizer. İkinci kuralı ise devletlerarası daima nizalı yerler bırakır. Böylece aralarını hep gergin tutarak hakimiyetini sürdürür. Üçüncü kuralı ise iktidarlara o devletin halkına yakın olmayanları başa getirir ve halkı ile sorunu olan yöneticiyi iktidarda tutar. Dördüncü ilkesi de dine karşı olan ateist bir yönetimle halkı dinsiz, ahlaksız hale getirir.
Birinci Cihan Savaşı sonunda dengeyi kurmak için Suriye Fransızlara, Irak İngilizlere bırakılmıştı. Suriye’nin yönetimine de Sermaye azınlık mezhebinde olan getirilmiştir. İşte Hafız Esad bu kişidir. Beşar Esad da budur. Araplar arasında birlik olmasın diye Arap Baharı’nı çıkarmış, Kuzey Afrika Arap Baharı’ndan yararlandırılmış, Asya Arapları ise bundan mahrum edilmiştir.
Bugünkü üçlü ittifak Sermaye’nin ürettiği S400 ve onları durduracak silahların denemesinden ibarettir. Sermaye İmparatorlukları yıktı. Şimdi de Sovyetler’i, İngiltere’yi, ABD’yi tahtından indiriyor. Ne var ki faizli düzenin artık çalışması mümkün değildir. Dolaysıyla Sermaye akıllılık eder, Adil Düzen, Tevrat ve Kuran Düzenine gelirse varlığını sürdürecektir. Yoksa tarihin derinliklerine gömülecektir. Ben bunu 1960’larda beyan ettim. İlk kitapta geçmiştir. Bugün yarım asırdan fazla bir zaman geçmiştir. Söylediklerim bir bir geçekleşmiştir. Kahin olduğumdan değil, müspet ilim ve Kuran’dan öğrendiğimden.
Halk savaş istemiyor, yöneticiler savaş istemiyor. Sermaye de mütereddit. Kuran düzeni gelinceye kadar bu böyle devam edecektir. Kuran düzenini getirme gücü bugün Erdoğan’da vardır ama kullanamıyor. AK Parti’liler el birliği ile onu Adil Düzen’den uzak tutuyorlar. Ekonomi bozulmaktadır. Terör olayları dünyanın her tarafına yayılmış bulunmaktadır. Yöneticiler diken üzerinde oturmaktadır. Herkes şaşkın ve kararsız.
İsteyen Kuran’a kulak verir. Vermeyenler helak olurlar. Bu ilmin ve Kur’an’ın söyledikleridir.
Ne de güzel seçmişler meğer seni Fransızlar,
Sana müslüman kanı vadetmişler, o arsızlar !
Değer miydi Esad, bu kadar kan dökmeğe ?
Peygamberler diyarında, bu kadar can yakmağa?
Belki, geleceğine has korkundu buna sebep,
Nedense bir türlü guvenemedin, zulmettin hep!
Değer miydi Esad, ne getirdi ki bu güvensizlik?
İlk iş iletişim idi, zulüm düpedüz dinsizlik…
Gaz verip, nefsini okşayınca yaban elleri,
Seninle kan kusturdular hep onlar, kan elleri!
Değer miydi Esad, iki günlük fani dünyada?
Nasıl bir andaç, şeref bırakacaksın arkanda?
Hangi yüzle çıkacaksın, Allah’ın huzuruna?
Nasıl ödeyeceksin hakkını, O’nun kuluna?
Değer miydi Esad, kanlı elle uydun onlara?
Yıllarca nefes aldırmadın şu müslümanlara?
Yanılmışız devlet adamı sanıyorduk biz seni
«Ya ben” dedin “ya da hiç”, harabettin ülkeni
Değer miydi Esad, kontrol edemedin nefsini
Zalimlere ait ne varsa, elde ettin hepsini…
Zannettin ki şu dünyaya çakacaksın kazık,
Yazıklar olsun sana Esad, ebediyyen yazık!
*******
Iyi de sadece esed degil onun babasi da zalimdi. Hafiz esed 80lerde hama ve humus kiyaminda bir gecede 30.000 muslumani hava bombardimaniyla yok etmisti. O olunce yerine besar getilmek istendi ama yasi kucuktu, kanunda degisiklik yapilarak baskanlik koltuguna oturtulabilmisti. Amcasi rifat esed fransada yasardi ve tum avrupanin uyusturucu ihtiyacini karsilardi.
Ben bi ipucu verdim. Bu işin tarihini iyi biliyorsan, anasını babasını, sülalesini de sen anlat, gördüğün gibi kafiyeli olarak!…
Hamza Akyol bey, size dünkü yazıdan bir cevap yazdım. Dilerseniz bir bakın
Nedense bizdeki politikacılar ve sıradan vatandaşlar hep günlük yemek yer gibi dünyadakı gelişmelerin bir kaç gün öncesini dahi unutup günlük politikalarla olayları o günkü hali ile değerlendırıyoruz.
Son Süriye’deki gelişmeleri bir de o üçlü (Türkiye,Rusya ve İran) liderlerının fotoğraflardan kimler rahatsız olduğunu ele alip enine boyuna incelemeden basit bir şekilde tartışmaya açarsak, kimler kimlerle kedinin fare ile oynadığı gib oynadığını görmemek için hem kör hem de sağır olmak gerek.
O üçlü birlikte, Süriye sorununu barışçı bir şekilde çözeceklerının mesajını veriyorlardı.
Açıkçası ayni zamanda müttefik olarak da dünyaya mesaj verir gibi bir havada idiler!
Sonrakı gelişmeleri yazmama gerek yok zaten tazeliğini koruduğu için millet unutmamıştir. HERHALDE!
Benim şimdi súrekli batiyi gunah keçisi olarak görenlere o fotoğraftaki kişilerden hangisi batının oyununa gelip olaylara balıklama daldığını ve anında dostlarını sattı ve bir gün õnce azílı dúşman olarak ilan ettiklerinin yanında yer aldığını sormek istiyorum?
Peki şimdiye kadar bu kadar yanılan kendi lafı ile “kandırıldık” diyen bir ülke liderini tanıyan, bilen var mi? Veya şimdiye kadar böyle birisinı gören oldu mu?
İşte batılılar onlara meydan okuyanlarla böyle oynar ve Müslümanlıktan dem vuran birisine mubarek üç aylarda müslúmanları bombalayarak onun kendilerini nasıl alkışladığını dünyaya bõyle gösterırler…
Tipki İran Devlet başkanının dediği gibi” siz hangi delillere dayanarak kimyasal sılah atıldığını idda ederek o ülkeye füzeler yağdıranlarla beraber oldunuz”?
Ben bu yorumuma cevaba, her suçu başkalarına atanlardan yorum yapmalarını istiyorum.
Her beceriksizliklerinin suçlusu batililar’ mi yoksa onlara kayıtsız şartsız biat edenler ve onların kendileri mi?
İnsaf be insan biraz aklını kullanmalı politikacílarn gúnlúk çíkarlarını korumak için akillarını onlara kíraya vermemelı.
Unutmaiyalím Rızkı veren Allahtír onlar değil.
Yalancının mumu yatsiya kadar bile yanmadı.
Hani erken seçim yoktu?
Şimdi kimin yalancı kimin doğrucu olduğuna gözlerinizi kapatıp Koru’nun refarandumdan önceki Bahçeli ve Türkiye’nin geleceği hakkında yazdıkları yazıları ve altındaki sizlerden gelen yorumlarınızı bir zahmet okuyun, belki o zaman doğrulara ulaşırsiniz.
Her ne kadar yarın 13:30’u beklemek gerekse de Fehmi Beyin erken seçim öngörüsü ve iddiasına mâşâAllah diyorum.
Batılılar konusunda sizinle aynı görüşte değilim Nurdan Hanım. Hakkı savunan ve haksızlığa meydan okuyan bir lideri her vicdan arzular. Hakkı kendine yontan batılıların verdiğini düşündüğünüz veya verebileceği dersler bizden bir şey eksiltmez. Darbeci Sisi’yi alkışlayan, Esed’in zulmünü izlemekle yetinen batılılardan Macron, kimyasalla mücadele adına gönderdikleri füzelerin hemen ardından, asıl hedefin Esed değil Daeş olduğunu beyan ediverdi. Bunlara boyun eğip ağam, paşam demektense meydan okumak yeğdir. Ayrıca müslümana aldatan olmaktansa aldanan olmak yeğdir.
Son olarak, zulmün sadece kimyasal silahlarla yapılan katliamdan ibaret olmadığını bir süredir dillendiriyoruz. Konvansiyonel silahlarla yapılan zulme seyirci kalmak gelişmişlikse, onların olsun. Bizim bu bağlamdaki arzu ve gayretimiz Esed’in zulmüne son vermek olup, pozisyonumuzda tutarsızlık yoktur.
Fehmi abi, yarinki yazi basliginiz icin önerim:
“Bahceli yapti yine yapacagini” …
Almanyadan güzel selamlar…
Pyd nin suriye sınırımıza yaptığı yığınaktan da anlaşılıyor ki bu mesele bizim de iç işimizmiş! Ayrıca suriyeli mültecilere kucak açarak türkiye o yoksul insanların milyonlarcasını ölümden kurtarmış oldu, bi zamanlar saddamın halepçe katliamından kaçan 500bin kürt kardeşimizi kurtardığı gibi…
İster Filistin’deki İsrail işgali olsun, İster Irak’ın ya da Suriye’nin işgali. . . Ne zaman Batılı emperyal aktörler Orta Doğu’da yeni bir yeniden paylaşım savaşına girişse, Türk medyası ve İslami duyarlığıyla bilinen yazarlar, kurulmuş plak gibi, Sayın Koru’nun bu yazısında da olduğu gibi, emperyalist ülkelerin bölgeyle olan ilişkilerini, kendi aralarındaki stratejik çıkar mücadelelerini konu alan sayfalarca ve sayfalarca yer tutan yazılar kaleme alıyorlar. Bu, onyıllardır böyle. Burada tuhaf ve rahatsız edici olan, her biri müslüman olan, ve her biri bölgedeki bir ve birden çok ükeyle rekabet ve çekişme içinde olan bu bölge ülkelerindeki müslüman halkların yönetici elitlerinin emperyalistlerle işbirliğini, bu halkların bu diktatöryal elitlerin elinde nasıl onyıllardır yönetilebildiğini, mezhepsel düşmanlıklarla nasıl birbirlerini boğazladıklarını vb. konu alan tahlillerle pek az rastlaşıyor olmamız. Doğru, emperyalistler pek bir kurnaz, acımasız ve çıkarcı. Peki ya onlara bu kudreti veren müslümanlar? Bu emperyal oyunların sonu gelmedi, gelmeyecek. Böyle bir durumda, asıl yararlı ve işlevsel olan, bölgede yaşayan milyonlarca insanın nasıl olup da onyıllardır bu değişmez duruma razı olduklarını çözümlemek ve tartışmaya açmak değil midir? Suriye’ye bir bakın. Düzinelerce irili ufaklı müslüman gurup birbiri ile çatışıp duruyor, ve her biri emperyalist bir aktörün sahadaki temsilcisi, yani piyonu. Nereden doğdu bu mezhepler? Yüzlerce yıldır hep İslam’a ve müslümalara zarar verdikleri çok aşikar olduğu halde, nasıl varlıklarını hep güçlendirerek var olmayı sürdürdüler? Milyonlarca müslüman nasıl oldu da adil ve özgürlüklere saygı duyan siyasal yapılar kuramadılar? Bu ve benzeri sorular değil midir asıl üzerine kafa yorulması ve yazılar yazılması? Tarihin de işaret ettiği üzere, rızaya dayanmayan hiçbir diktatöryal rejim uzun yıllar ayakta kalamaz. Üzücü gerçek o ki, mezheplere bölünmüş ve birbirine kindar bölge ülkeleri halklarını hep bu halde tutan kokuşmuş dindar cemaat önderleri ve dini kontrol eden dini kurumlardır, bu mezhepsel yapıların sözde üniversiteleri, sözde aydınlarıdır. Her biri İslam’ın ve müslümanların bu durumundan nemalanmalarıdır sürekli emperyalizmden söz etmeleri ve ama bu yakıcı sorunları bir mazlumiyet edebiyatı ile geçiştirip durmaları.
Mezhepler inancımızın yıldızlarıdır bize yol gösterirler, zarar vermezler! Fitne ateşine kendini atan cahili durdurabilmek için eğitim şart diicem ama boş laf… Cebine devletin binlerce dolarını koyup yükseklisans doktora yapsın diye yabanellere gönderdiği badem bıyıklı haşhaşilerin ettiği gördük! Disiplin şart:)
Sn. Koru, tarihi ilintileri özetlemeniz iyi olmus, Osmanli tarihinde ogrendiklerimizden böyle şeyler hatirlamiyorum. Yani, desenize Osmanli hükumranligi doneminde muslumanlarin çoğunlugu sunni oldugu icin Fransizlar onlara karsi farklı bir grup olarak hristiyanları değil de özellikle alevileri ön plana çıkardi ve Suriye’de koltuğa oturttu. Emperyalistler müslumanlari böle böle birbirlerine düşürduler, kenardan seyrettiler. Onların yapmaga çalıştiklarina Alevi kardeşlerimiz de fransız kaldilar herhalde. Halbuki Kuranda bir çok ayet var ki müslümanların bölünmemeleri için büyük ikazda bulunuyor. Misal, Peygamberimiz (s.a.v)’e hitaben: “Şu dinlerini parça parça edenler ve kendileri de grup grup ayrılmış olanlar var ya, (senin) onlarla hiçbir ilişiğin yoktur…” Enam 159. Bölmeye çalışan yabancılarla işbirliği yaparak çok çok öte gitmişler.
Ezbere müslümanlığın, Kuran’dan bihaber oluşun, ve bunun neticesinde şeytana uyan nefsin azgınlık derecesinin bir başka örneğidir bu Esad olayı. Halbuki diyorum o müslüman ahaliyi şiddet kullanarak bastıracağı yerde kenara çekiliverseydi n’olurdu? Misal, TV ekranına çıkarak “Bismillahirrahmanirrahim! tamam kardeşlerim, siz de haklısınız. Bundan böyle sizin dediğiniz, çoğunlugun dediği olacak. Buyurun hep birlikte seçimlere. Yalnız benim de seçilme hakkım var, ben de adayım”. Yahu, bunu diyebilseydi n’olurdu yani? Suriye’de bayram olurdu o an! Değer miydi bu kadar insanın ölümünden birinci derecede sorumlu olmağa? Kenara çekilseydi tarihe geçerdi, genç oldugu için eminim eninde sonunda meşru olarak tekrardan seçilirdi.
Esed dürzidir, alevi değil. Suriyeli caferi kardeşlerimizle dürzileri bir kefeye koyup haksız ithamlarda bulunarak asıl fitneyi siz yaratmaya çalışıyorsunuz. Ayıptır!
Aleviler, Esede’i destekliyor.. bunu biliyor musunuz??
Ehlibeyt cemaati gerçek insandır…
Burada fikir alışverişinden ziyade para/menfaat karşılığı dolaşan, varmı bana yan bakan edasıyla ona buna sataşan ey yorumcu. Buradaki varlıgına/statüne bişey dediğim yok ey partizan, ancak biraz da okuduğunu anlasan?! İthamın bol ama muhakemen kıt, yazdıkların sana uymuş tıpa tıp! Kendine müslümanlığın dışında şablonlar biçerek ayrıcalık isteyen, ayrıcalık yapan ve çeşitli grubları birbirine katmağa çalışan fitneci birine benziyorsam, partizanlık senin gözlerini şaşı etmiş! Kardeşim ifadesi kullandim, bana dert olan alevilermiş gibi bir çıkarımda bulundun. Asıl dert olanın müslümanlar arasındaki bölünmüşlük olduğunu vurgulamağa çalıştım anlamadın. Müslüman olarak dayanagım da Allah’ın rehber kitabı Kuran(dı).
“Ezbere müslümanlığın, Kuran’dan bihaber oluşun, ve bunun neticesinde şeytana uyan nefsin azgınlık derecesinin bir başka örneğidir bu Esad olayı” derken bunun alevilikten veya caferilikten kaynaklandığını anlamışa benziyorsun! Doğru anla biraz ey yorumcu, ha gayret! Osmanlı tarih bilgimin sınırlı oldugunu ifade ederek başladim, keşke Fehmi bey bazı ifadelerinde daha açık olsaydı. Neyse, ithamın üzerine, “dürzi”lerin kim olduğu konusuna bakmama vesile oldu. Bu konuda şiilerin bir kolu diyen de var, hristiyanlara daha yakın diyenler de var, kökünü Hititlere vardıran da var. Olabilir ve benim onlarla da bir derdim yok, hepsi ademoğlu! Benim eleştirim Esad’ın ortaya koyduğu kötü amel. Müslümanım diyorsa bu ezbere bir müslümanlık, kötü bir örnek. Ve daha da önemlisi Fransızların bunu emperyalist amaçla kullanmış oldugu (ve kullanıyor oluşu). Anlayışını/yaklaşımını değiştir, yapma Ayıptır!
Söz konusu yorumunu tekrar oku, kullandığın ifadelere iyice bak. Özellikle de ilk bölüme! Sonra da bu cevabını ve ithamlarını tekrar gözden geçir. Çok okumak lazım! Üslubu beyan ayniyle insan…
Yahu, aleviler veya da dürziler ne farkeder? ne onlar, ne de berikiler hedef. Konu belli; bölünmüşlük! hala anlamadın mı? Demek ki sadece oraya kadar okudun, oportünist olarak alel acele daldın! Usluba bak usluba!
Adam zaten ulkeyi duzeltecekti ha diyince olmuyor. Cogunlugun dedigi olsun diye ulke yonetimini sunnilere verdigin an sunni diktatorlugu olur bu sefer aleviler soykirima ugrardi. Ulkede ne islam ne demokrasi hic bir sey oturmamis hadi secim yapalim da sunniler kazanirsa onlar yonetsin dese esad ya darbe ile giderdi ya da cidden sunniler yonetime gelse hemen onlar aynisini yapardi tarih ornekleriyle dolu toplum denokrasi hazir olmadan demokrasi getiremezsin. Adam zamanla duzeltcem dedi ama biran da ic savas cikti.
Mısır halkı demokrasiye hazırlık ve seçim aşamasını başarıyla tamamladığı halde seçilmiş lider mursi askerler tarafından hapse atıldı. Suriye halkı da demokrasiye hazır olmayı bırak, demokrasiye açtır! İki yüzlü batı ülkeleri sisiyi tebrik etmek için sıraya girdiler. Bizim tüsiad başkanı da bugün demiş ki ohal altında seçime gitmek batıya karşı türkiyeyi zorda bırakırmış! Başka bir emriniz?
Abd nin, bilimum ortaklarının hatta Rusya ve İranın Suriyede Esadın kalmasını açıktan ya da gizli niyet olarak desteklemesini gayet normal buluyorum. Çünkü onların hepsi için Esad kullanışlı bir araçtır. İçeride halkın desteğine dayanmayan bir yönetimin lideri olduğu için dış desteğe muhtaçtır. Dış desteği alırken de ülkesinin ve halkının menfaatylerini değil kendi iktidarını önceleyeceği de açıktır. Normal bulmadığım ise bu ortadayken, hatta Fehmi bey bile bunu kabul etmişken bizim taraftan bakanların neden hala Esada sahip çıktığıdır.
Esadın gitmesinden dış güçlerin korkmasının esas sebebi ise yerine gelebilecek kişi ve rejimin ne olacağından emin olmamalarıdır. Esad giderse bu çağda yerine başka bir kral atayamayacaklarına göre bir şekilde seçim yapılması gerekecektir. Eğer bu seçim demokratik yani halkın iradesini gösterecekse de sonuçta halkın seçtiği kişinin, bugüne kadar Suriye halkına en fazla yardımcı olan, onların canını korumaya dikkat eden bu uğurda kanını canını veren Türkiyeye yakın bir kişi olacağı açıktır. İşte bu yüzden Esadın gitmesi istenmiyor. Ama bu bir şekilde mukadder. Şu anda sadece iş uzatılmaya ertelenmeye çalışılıyor. Yaşayan görür.
Bu çağda esedin yerine atanacak bi kral bulunamasa da bi başka pilot albay hep bulunur. Mısırda olduğu gibi ya da 15 temmuz darbe girişimindeki havacı generali hatırlayalım… Türkiye ağzıyla kuş tutsa bile bir kısım arap intelijansiyasına (Özellikle filistin, mısır ve bae) asla yaranamaz. O yüzden esed sonrası bizim lehimizedirin garantisi de yok yani.
Süriye iç savaşından en fazla zarar gõren Türkiye ve Súriye’nin fakır halkı oldu.
Türkiye’yi yönetenler biraz olsun koltuk derdini birakip ülke menfaatlerine odaklansalardı ne olurdu? kötúmü olurdu?
2011de Süriye iç savaşı başladığında CHP, Túrkiye Süriyenın iç işlerine karışmasına karşı çıkıyordu.
Zamanın başbakanı Kılıçdaroğlu ve CHP’ye demediğini bırakmadı.
Ne oldu şimdi Trump, hem kendi başkanlığını korumak hem de Rusya ile el aktından ortak hareket edip yanına da Fransa ve İngiltereyi alarak Esadı kahramanlaştırıp yerini iyice sağlamlaştırdı.
Bizimkilerde Tepişen fillerın altında halkı ezdirtmeye devam ediyorlar.
Fehmi beyın bu gúnkü yazısına havuz yazarları ve trollerin vereceğí tepkikeri merak ediyorum.
Yoruma kapalı.