You are currently viewing Gazeteci dediğin ne yapar eder sorusunu sorar

Gazeteci dediğin ne yapar eder sorusunu sorar

Gazeteci milletinin ‘‘Git, filancayla şu konuda görüş’’ türü bir görevi üstlendiği andan itibaren gözü kimseyi görmez.
Zihninde mesleğe girdiği ilk günden başlayarak en sık duyduğu ‘‘Aptalca soru yoktur’’ vecizesi, kendisinden cevabı istenen konuda muhatabını en iyi nasıl konuşturacaksa öyle davranır.
Hem başbaşa görüşmelerde hem başka meslektaşlarıyla bir arada bulunduğu basın toplantısı gibi ortamlarda.
Yöntem gazeteciden gazeteciye değişebilir.
Ben yumuşak başlangıç sorularıyla karşımdakinin güvenini kazanmaya, rahatlamasını sağlayıp yalnız onun istediğinin değil, ama benim için önemli olanın da ağzından çıkmasını bu yolla garantiye almaya çalışırım.

Trump’ı sarsan Michael Wolff’un kitabını okumaya başladım; konuştuğu insanları rahatlatmayı başardığı anlaşılıyor. Her şeyi onun önüne dökmüşler âdeta.

Hiç unutmadığım bir-iki olay
Daha önce İstanbul’da görev yapmış deneyimli bir yabancı gazeteci ülkesi dışişleri bakanlığında 3 numaralı koltuğa getirilmişti. Görevi üstlendikten kısa süre sonra basın özgürlüğü konusunda görüş aktarmak üzere Türkiye’ye gönderildi. Davetli bir grup gazeteci arasında ben de vardım. Hem ortamın en kıdemlisi olduğum, hem daha önce de tanıdığı için ilk soruyu sorma işini bana bıraktı. Her zamanki gibi yumuşak bir soruyla başlamayı uygun gördüm.
Katılanlardan genç bir yazar, ertesi gün, sütununda, günün manşeti yumuşak soruma verilen cevapla alındığı halde, beni bu yüzden eleştirdi.
Kimi öyle ortamları kendisinin muhatabından fazla konuşulmasını sağlayacak manevralar için kullanır.
Gazetecilerin zihinlerinde taşıdıkları ‘‘Aptalca soru yoktur’’ vecizesini onların karşısına çıkanların da unutmamasında yarar vardır.
Avrupa ile ilişkilerimizin en hafif deyimle ‘şekerrenk’ olduğu şu günlerde Fransa’ya giden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın evsahibi Emmanuel Macron ile katıldığı basın toplantısında yaşananlar bana bu yazıyı yazdırıyor.
Dün Türkiye’yi yakın takibi altında tutan bazı ülkelerin televizyonları Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Fransız gazeteci Laurent Richard arasında geçen şu muhavereyi döne döne izleyicilerine yansıttı:
‘‘Richard: Terörle mücadelede size güvenilir mi? Neden Suriye’ye silah gönderdiniz? Türkiye’nin selefi grupları desteklemesi için ne diyorsunuz?
Erdoğan: Suriye’ye kim silah gönderdi?
Richard: MİT’e ait TIR’larda silahlar bulundu.
Erdoğan: Sen FETÖ ağzıyla konuşuyorsun.
Richard: Ben gazeteci gibi konuşuyorum
Erdoğan: O operasyonu yapanlar şu anda içeride. Onlar FETÖ’nün savcılarıydı. Onlar hapisteler şu anda. Operasyon yaptılar. İstihbarat teşkilatlarının bu tür operasyonlarına yönelik kamyonlarla silah taşıma gibi yetkileri vardır. Sen bana bu soruyu soruyorsun da, ABD’nin 4 bin TIR gönderdiği silahları niye sormuyorsun? Bunları da araştırsaydın gazetecisin ya. 4 bin TIR. Bunları yazın. Sorularınızı sorarken başkası ağzıyla konuşmayın. Bunları yutacak biri yok karşınızda. FETÖ ağzıyla konuşmamayı da lütfen öğrenin.’’ 
Fransız meslektaş, belli ki, basın toplantısına hır çıkarmak amacıyla gitmiş; sonuçta istediğini almış olduğu anlaşılıyor. Toplantının hemen arkasından attığı Twitte soru-cevap bölümünün videosuyla birlikte ‘‘Bugün sadece Türk gazetecilerin artık soramadığı soruları sormaya çalıştım’’ cümlesini paylaşmış.
Haksızlık bu.
Devlet yöneticileri ve siyasilerin karşısına çıkan gazeteciler Türkiye’de de halkın merak ettikleri soruları onlara yöneltebiliyor. Şahsen artık o tür bir gazetecilik yapma fırsatım olmuyor, ancak olduğu dönemlerde katıldığım ortamlarda karşımızdakileri şaşırtan incelikte sorular sorulduğunu hatırlıyorum.
Şimdilerde de durumun fazla farklı olduğunu sanmam; soru sorulamayan ortamlar gazeteciliğin yapılamadığı ortamlardır çünkü.

Cezaevlerindeki gazeteciler

Paris’teki basın toplantısındaki o soru ve cevabın Batı kamuoylarında bırakacağı tortu, hem Türkiye’de basın özgürlüğü uygulaması hakkındaki önyargıları pekiştirecek, hem de Türk basını hakkında olumsuz izlenimler bırakacaktır.
Hatta aynı basın toplantısında bulunan Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un konuğunu karşılamaya hazırlanırken yaptığı Türkiye’yi otoriter rejimler arasında sayma saygısızlığını unutturacak kadar…
Sayıları her sayana göre değiştiği halde en azı bile Türkiye’yi ‘dünyanın en çok gazeteci hapseden ülkesi’ halinde takdim etmek dışında bir işe yaramayan hapisteki gazeteciler de görüntüyü iyice flulaştırıyor.
O flulukta.. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Fransa’daki o basın toplantısında da yaptığı türden.. AB ülkelerinin Türkiye’yi birlik içerisine almamak için sergiledikleri gerçekten çirkin ve çifte standartlı engellemelere yönelik eleştiriler.. dinleyenlerin bir kulağından girip öteki kulağından çıkıyor.
Gazetecilerinin devleti yönetenlere her soruyu soramadıkları görüntüsü hiçbir ülke için hoş değildir.
Katar Devleti beni de danışma kuruluna aldıkları bir ‘basın özgürlüğü merkezi’ oluşturmuştu da, Arap ve İslam Dünyası’nda medyanın daha özgür çalışması şartlarını yerleştirme amaçlı girişim adına yaptığımız basın toplantısında gazetecilerden gelen ilk soru, ‘‘İyi diyorsunuz, ama burada Katar’da 2 gazeteci cezaevinde, buna ne diyeceksiniz?’’ olmuştu.
2 gazeteci. Sadece.
Merkez o gün bugündür âtıl.

ΩΩΩΩ