Hürriyet satıldı mı, yoksa el mi değiştirdi? ‘Devlet gazetesi’ ne demek?

26
Hürriyet'ten..
Reklam

Hürriyet’in satılışını yorumlayan yorumlayana. Satış süreci olağanüstü sessiz götürüldüğü ve anlaşma birdenbire açıklandığı için olmalı bu. Yoksa Hürriyet ilk kez el değiştirmiyor.

Erol Simavi 1991 yılında Hürriyet’i satmaya karar vermiş, ilgi duyan bir yabancı ile görüştükten sonra, onun teklif ettiği fiyatın neredeyse yarısına gazetesini Aydın Doğan’a devretmişti.

Şimdi de Aydın Doğan Erdoğan Demirören’e devretmiş oluyor Hürriyet’i… Kimileri bunun daha önce açıklanmış piyasa değerinin bayağı altında gerçekleştiğini ileri sürüyor.

Gazeteyi satan Erol Simavi ülkeyi terk edip İsviçre’ye yerleşmişti; bütün hayatı İstanbul’da geçmiş, geniş çevresiyle tanınan biri olmasına rağmen…

Doğan Ailesi yerlidir, fertleri herhalde burada kalacaktır; bazıları “Onlar da gidecektir” diyorlarsa da…

Satıldı mı, el mi değiştirdi?

Her gazete satılır, fakat bazı gazeteler için kullanılması daha doğru olan ‘el değiştirme’ fiilidir.

Hürriyet 1991’de el değiştirmişti; şimdi ‘Hürriyet Daily News’ adını taşıyan İlhan Çevik tarafından 1961 yılında Ankara’da kurulmuş Turkish Daily News gazetesi de 2001 yılında el değiştirdi; daha fazla ödemeye hazır alıcılar varken İlnur Çevik tarafından Aydın Doğan’a devredildi gazete.

Robert Maxwell ölene kadar dünyanın en büyük ikinci medya patronuydu. Operasyonu İngiltere merkezliydi, ama başka ülkelerde de gazeteleri ve yayın organları vardı. Cumhurbaşkanı Turgut Özal aşırı muhalif Simavi’nin Hürriyet’iyle baş edemeyince Maxwell’i Türkiye’ye ısındırdı; Simavi-Maxwell görüşmeleri satış kararıyla sonuçlandı da.

Ancak ne olduysa oldu, daha sonra yatından düşüp ölecek ve İsrail’de ancak en değerli kişilere ayrılan Zeytin Dağı eteklerindeki mezarlığa gömülecek Robert Maxwell Hürriyet’in sahibi olamadı…

İlk yayınlandığı 1948 yılında, kurucusu Sedat Simavi’nin en son teknolojiye sahip bir gazete çıkartacak sermayesi bulunmadığı bilindiği ve makinalar Burla Biraderler tarafından sağlandığı için, rakipleri Hürriyet için “Yahudi sermayesi” tezviratını devreye sokmuşlardı.

Aynı yıl İsrail devleti kurulduğu için inananı da bol olmuştu bu tezviratın.

Kıbrıslı Simavi Ailesi için ‘Selanikli’ yakıştırması yapanlar da çıkmıştı.

“Türkiye Türklerindir” başlığı

Cevap Sedat Simavi’den gelmişti:

“Bu gazeteye on paralık yabancı sermaye sokmadım; ben yüzde yüz su katılmamış Türk’üm ve Türklüğün ideallerini tahakkuk ettirmek için bu gazeteyi çıkarıyorum…”  (11 Aralık 1949)

Simavi, bu cevaptan bir ay önce de (Kasım 1949’da), gazetenin logosunun yanına “Türkiye Türklerindir” sloganını yerleştirmişti.

Hatırlayacaksınız: Bir ara ‘Türk’ sözcüğü yerine ‘Türkiyelilik’ yaygın kullanıma sokulduğunda, birileri “Türkiye Türklerindir” sloganının kaldırılması yolunda bir kampanya açmış, gazetenin o zamanki yönetmeni, Ertuğrul Özkök, köşesinde şu şaşırtıcı açıklamayı yapmıştı:

“PATRON BİLE / Bazen çok liberal çevrelerde, ‘O cümleyi çıkarmayı düşünmüyor musunuz’ sorularıyla karşılaşırım. / Her defasında verdiğim cevap şudur: / ‘O cümleyi oradan çıkarmaya ne benim, ne de Hürriyet’in sahibinin gücü yeter.’ /İstesek de çıkaramayız.”

İşte böyle; ‘patron’ konumundaki kişinin tasarruflarının sınırlı olduğu bir gazetedir Hürriyet.

Bu sebeple de, “Hürriyet aslında devletin gazetesidir” iddiasını seslendirenler vardır.

Devletin gazetesi mi?

Röportaj yazarlığına Hürriyet’te başlamış Nuriye Akman, 2002 yılında, başka bir gazete adına eski patronuyla görüştüğünde, usta bir manevrayla, ‘devletin gazetesi’ olma iddiasını da sorularının arasına sıkıştırıvermişti.

“Hürriyet’i parası olan herkes satın alabilir mi?” sorusuna Aydın Bey’in atlatma bir cevap vermesi üzerine, bu defa Milliyet için “Mek parmak solda” tespitini onun ağzından duyunca başka bir deneme yapıyor Nuriye Akman.

Sorusu şu: “Milliyet mek parmak soldaysa Hürriyet nerede?”

Bakın konuşma nasıl gelişiyor:

“Nuriye Akman (NA)- Siyasi görüşünüzü açıklarken, ‘mek parmak soldayım’ dermişsiniz.

Aydın Doğan (AD)- Evet, ben onu Milliyet gazetesi için söyledim.

NA- Nedir ‘mek’? Bir Kelkit lafı mı?

AD- Evet, çok az demek…

NA- Milliyet ‘mek parmak’ soldaysa, Hürriyet nerede?

AD- Hürriyet devlet gazetesi daha çok.

NA- Güzel! Demin devlet gazetesi olduğunu kabul etmiyordunuz, şimdi itiraf ettiniz. (Kahkahalar)

AD- Bunun için fazla konuşmamak lazım. (Kahkahalar) Ben bir kadeh içmiş olsaydım, sen beni felaket konuşturacaktın demek.

NA- Hürriyet’i herkese verirler mi derken, bunu demek istiyordum.

AD- İyi ediyordun. (Kahkahalar) Ne diyeyim?”

Görüşmenin burasında Aydın Bey’in kasketini yere çaldığını da daha sonra öğrenecektim.

İşte böyle bir gazetedir Hürriyet ve şimdi Demirören Ailesi’nin eline devredilmiştir.

Anılarda yazılacak mı?

Aydın Doğan anılarını yayınladığında bu konuya da girecek midir acaba merakındayım.

Kendi ağzından anlattıkları yazıya döküldü ve önce biri, sonra bir diğeri olmak üzere iki farklı yazar neredeyse bin sayfayı bulan metin üzerinde çalıştı. Aydın Doğan, anılarına daha kolay okunmaya yarayacak son şekli vermesi için, metni, gazetesinin önemli bir yazarına teslim etti.

Son zamanlarda evinden fazla dışarı çıkamayan o yazar herhalde anılara son dokunuşları yapma fırsatı bulmuştur.

“Medyada yeni bir dönem başlayacaktır” deniliyor; bakalım nasıl bir dönem olacak bu yeni dönem…

ΩΩΩΩ

Reklam

26 YORUMLAR

  1. Herkese Merhaba, Evet son zamanlarda iyicene hissedildi…. Mesela, kö$e yazarlari Sayin Ahmet Hakan, nerede o eski hastaneye yatmadan evvelki yazilari………. Sayin Özkök mesafeli yaziyor, isterse döktürür ! Nerede Sayin Mehmet Y. Yilmaz, Spor ve Ask yazilarina döndürüldü…. Nerede Sayin Murat Yetkin, Sevdigim ve hala saydigim insanlar. 3 Gazete köse yazarlarini takip ediyorum, Cumuriyet, Sözcü ve YeniCag. Herkese iyi pazar’lar Köln’den Selamlar.

  2. El degistirme onemli degil. Biz okurlar umursamayizda. Yeterki satilmasin..medya bizden yana tarafsiz olmali. Sabah aksam ayni zevatlari dinlemek zorunda kalmayalim. Hele bir siyasi partinin kuklasi olacaksada batsin o kurulus derim.

  3. Necip Bey,

    Yanıt oluşturan yorumunuzu ilgiyle ve dikkatle okudum. İlk metninizde olduğu gibi, militan bir taraftarlıktan ve ucuz hamaset dilinden uzak, fikirlerle örülü, muhattabınıza saygıyla yaklaşan bir üslubunuz var. Bunu yüreklendirici buluyor ve teşekkür ediyorum. Fikir ve gözlemlerimiz arasında farklılıklar, hatta çok derin farklılıklar olabiliir. Buna rağmen saygı temelinde bir diyalog kurabilmek, diğer insanların neler düşündüklerine gerçek ve içten bir merakla kulak vermek, sanırım hepimize kazandırır, hiçbirimizden bir şey eksiltmez. (Bu arada, gerçek ismim Bernar Kutluğ).

    Ben de sizin gibi ülkeye ve dünyaya ilşkin yorumlarda bulunurken ideolojik bir ısrarcılık, belli bir siyasal partinin, siyasal liderin veya siyasal bir akımın körü körüne takipçisi olma gibi zaaflardan uzak kalıyorum, uzak kalmaya çalışıyorum.

    Yeni yorumunuzda özetle şunu söylüyorsunuz: “Sayın Erdoğan ve partisi AKP, önceki yıllarda başlatmış ve bir süre devam ettirmiş olduğu topyekün ve köklü değişim sürecini önümüzdeki yıllarda nihai sonucuna erdirecek yegane lider ve siyasal partidir.” Sizin sözlerinizle doğrudan aktarırsam eğer, bu görüşünüzü şöyle sürdürüyorsunuz: “Özellikle 15 temmuz badiresini atlattıktan sonra artık ülkenin özgürlük, bağımsızlık, birlik ve bütünlüğü için doğru bir noktaya geldiğini düşünüyorum.”

    Daha önce de dile getirdiğim gibi, Erdoğan ve AKP, iktidara gelişini takip eden 7-8 yıllık dönemde, oligarşik bürokrasinin (buna vesayet rejimi de diyebiliriz) tüm direnişine ve tehditlerine rağmen, ülkeyi derinden ve çok olumlu bir dönüşüme uğrattı. Söz konusu dönüşüm, yalnızca dindarların haklı ve meşru haklarını tanımaktan ibaret değildi. Ülkede tüm kesimler gerçek bir demokratik özgürlük havasını yaşadı (onlar bunu kabul etmeseler de, o yılları da “Erdoğan diktatörlüğü” vs. terimlerle yaftalasalar bile, gerçek o ki, ülkemizdeki tüm insanlar, daha önceki vesayetle geçen on yıllarla karşılaştırılamayacak kadar özgürce konuşur, tartışır, hak talep eder haldeydiler). Ekonomik açıdan da benzersiz bir ilerleme kaydetti AKP. Uzun on yıllar boyunca hep gözardı edilmiş yoksul kesimlerimiz üretilen zenginlikten pay alabildiler; sağlık sektörü yine halk yararına olacak şekilde iyileştirildi. Bütün bunlar ve daha bir dizi olumlu icraat dolayısıyla, özgürlükçü bir sosyalist olarak, Erdoğan’a ve o dönemin AKP liderliğine, bu partinin ardında saf tutan milyonlarca dindarımıza ancak gönül borcu duyabilirim. Onlar vesayet rejiminin belini kırmasalardı, bugün Türkiye çok daha geri bir noktada olurdu, bundan kuşkum yok.

    Benim ilk yorumumda da dikkati çekmeye çalıştığım gibi, son 7-8 yıldır, artık aynı Erdoğan’dan ve aynı kuşatıcı, dönüştürücü, lider AKP’den söz edemeyeceğimizi düşünüyorum. Günümüzün Erdoğan’ı ve AKP’si, onyıllar boyunca çok çok yakından tanıdığımız o devletçi-bürokratik oligarşinin iradesine ve ideolojisine yenik düşmüş görünüyor. Bunda, dindarların kolektif aklının ve iradesinin partiden uzaklaştırılıp tasfiye edilmesinin de önemi payı olduğunu düşünüyorum. Bugün AKP’yi biçimlendiren, ona istikametini veren kadrolar (bütün o danışmanlar, medyada Erdoğan şakşakçılığı yapanlar dindar siyasal gelenekten gelen insanlar değiller; Mehmet Barlas’dan Yiğit Bulut’a, Cem Küçük’ten Kuruluş Tayiz’e kadar bütün bu adamlar ve kadınlar, seküler dünyanın içinden gelen ve her devrin adamı/kadını olan tipler) ve entelektüel akıl ve düzey, daha önceki dönemlerin aksine, yerlerde sürünüyor. Erdoğan ve AKP, yine ilk dönemde olandan tamamen farklı olarak, artık toplumun önüne yeni bir vizyon, yeni ve kuşatıcı projeler koyamıyor. İçe kapanmacı “Yedi düvele karşı mücadele ediyoruz, ardımızda safları sıkıştırın, yakınmayın hiçbir şeyden, çünkü bir beka sorunu ile karşı karşıyayız!” retoriğinden, mükün olan her kanaldan içi boş bir Türklük ve millyetçilik söylemi boca etmekten başka elde pek bir şey kalmamış görünüyor. Yukarıda ki yorumlardan birini kaleme alan arkadaşın ima ettiği üzere, söylemsel düzey çok açık biçimde Doğu Perinçek söylemi, ve bu adamın “AKP ve Erdoğan dediğimize geldi. . .” iddiası dikkate değer bir gerçeklik payına sahip. Bu geleneksel devlet ideolojisi ve bu “her devrin adamı” olan omurgasız tiplerin tüm medyaya hükmederek akıllı ve sağduyulu dindarları FETÖcü ilan ederek onlara dünyayı dar etmeleri, hiç de hayıra alamet değil, son derece tedirgin edici. FETÖ denilen karanlık örgütle mücadelenin, tam da Cem Küçük, Yiğit Bulut ve benzeri sekülerlerin, Doğu Perinçek’in istediği doğrultuda, giderek tüm dindarlara yönelen bir “dinarlığı geri püskürtme” hamlesine evrildiğini sadece ben değil, aklına, erdemine, inandırıcılığına, tutarlığına tereddütsüz saygı duyduğum, çok çok uzun zamandır dindar dünyanın içinde olan dindar entelektüeller ve dindar kanaat önderleri de söylüyorlar. Çok yazık ki, AKP, Cemaat’den bağımsız kadrolar yetiştirme işine hem fırsat bulamadı, hem de bunun önemini ve aciliyetini yeterince kavrayamadı. Gülen ve etrafındaki cemaat baronları daha çok iktidar talebine karşılık alamayıp namluyu bu kez Kemalist kadorlardan bizzat Erdoğan ve AKP’ye yönelttiklerinde ve Erdoğan’ı yıkmak istediklerinde, Erdoğan ve AKP’nin elinde bu karanlık teşkilatın adamlarından boşalan devlet kadrolarına getirebileceği insan havuzu yoktu. Kaçınılmaz olarak, yüzünü bu kez eski vesayet rejiminin seküler-Kemalist, devletçi-milliyetçi, dindar karşıtı kadrolarına döndü. Erdoğan’ın ideolojik ve siyasal söylemindeki keskin dönüşün nedeni budur bence.

    Şöyle söylüyorsunuz:

    “Devlet aklının geçmişteki yanlışlıklara karşın özellikle 15 temmuz badiresini atlattıktan sonra artık ülkenin özgürlük, bağımsızlık, birlik ve bütünlüğü için doğru bir noktaya geldiğini düşünüyorum.”

    “Bağımsızlık”, bizlere eski vesayet rejiminin Kemalist ideolojisinin yutturduğu bir yalandır, Necip Bey. Kulağa hoş gelir, insanın ruhunu okşar, ancak gerçeklikte bir karşılığı yoktur. Tam da böyle olduğu için, üzerimize onyıllarca bağımsızlık retoriği boca ederek aklımızı uyuşturmuş bütün o vesayet dönemi partileri, gerçekte dış politikada silik, ABD’nin her dediğini yapan, hep İsrail yandaşı dış politikalar izlediler. Dış siyaset, öyle bağımsızlık çığlıkları üzerine inşa olmaz. Üretime dayanan istikrarlı ekonomik büyüme, etkin ve etkili bir eğitim sistemi, sözü dinlenir bir bölge aktörü olma yolunda doğru ve bilgece adımlar atabilme becerisidir asıl olan. Bürokratik oligarşi, ardı ardına Erdoğan’a yanlışlıklar yaptırıyor. Irak Kürdistanı’nı kontol eden ve bundan hem ekonomik hem de stratejik olarak yararlanan Türkiye’den, yeniden tüm Kürtleri ve tüm Kürt aktörleri PKK ile eşitleyen o köhne politika ve retoriğe geri döndük. Yine gündelik olarak kaç PPK’lı öldürdüğümüz haberleri manşetlerde, yine “Kökünü kazıyacağız bunların!” iddiasıyla muhattabız. Tıpki Süleyman Demirel, Deniz Baykal, Tansu Çiller, Bülent Ecevit, vs. yıllarında olduğu gibi. PKK, 40 yıllık deneyimin de tartışmasız işaret ettiği üzere, öyle günde şu veya bu sayıda PKK militanı öldürmekle bitirilemez. PKK’yı ancak ve ancak Kürtler bitirir. PKK, Kürtlerin kanından ve mazlumiyetinden beslenen, Kürtlerin çıkarlarına değil, kendi Stalinist şeflerinin çıkarlarına göre hareket eden soysuz bir örgüttür. Barış süreci, eski MİT müşteşarının da heyecanla ve defalarca söylediği gibi, son derece doğru, son derece yaşamsal bir adımdı. Doğru olan, PKK’nın oyununa düşmeyip, o süreci devam ettirmek, yüzbinlerce Kürt dindarını, savaştan ve yıkımdan bıkmış ve tüm olanaklarıyla barışın arkasında durmuş Kürt yığınlarını cesaretlendirmeye devam ederek, onların demokratik örgütlerini ve kanaat önderlerini destekleyerek PKK’yı marjinalleştirmeye doğru yol almaktı. Erdoğan, tam da vesayetçi güçlerin istediğini yaptı. Hem içeride hem de dışarıda, geleneksel Kürt düşmanlığına “Türk’ün Türkten başka dostu yoktur!” sayıklamasına geri dönüldü. Ne kadar farkındasınız bilemiyorum: PKK ile eşitlenen Barzani ve Irak Kürdistan’ı artık bizim çok çok uzağımızda, İsrail ve İran’ın pek yakınında. Saddam sonrası Irak yeniden şekillenirken, Kürtler kırmızı çizgimizdi, o çizgiler kayboldu, Irak Kürdistan’ı doğdu. Şimdi aynı oyun Suriye’de oyanıyor. Kolay ama yanlış olan, bu tür yorumlarda bulunanları FETÖcü ya da PKK yandaşı ilan ederek susturmak -hele de Afrin operasyonu başarıyla tamamlanmış ve ortalığı bunun yaratmış olduğu heyecan sarıp sarmalamışken. Yazılanları ve söylenenleri akıl süzgecinden geçirmye çalışan, olabildiğince büyük resmi görüp seçmeye çalışanlar ise, yaşananları huzursuzluk ve tedirginlikle izliyorlar ve güçlü bir bölge gücü olacak Türkiye’nin yolunun gerçek üretime dayanan, istikrarlı bir ekonomiden, çok iyi bir eğitim sisteminden, ülkede Alevi-Sünni, Kürt-Türk, seküler-dindar ayrışmalarını olabildiğince, zaman içinde, ama mümkün olabilecek en kısa dönemde gidermekten geçtiğini düşünüyorlar. AKP’nin devindirici ve dönüştürü gücünde hatırı sayılır bir rol oynamış olan dindar eğitimli orta sınıfın da giderek ve derinleşerek sözünü ettiğim huzursuzluğu ve tedirginliği yaşadığını hatırlatmak isterim. Bunun farkında olabilmek için, bugün Erdoğan’ın arkasında duran ve ama Erdoğan’a kendi arzuladığı politikaları izlettiren İstanbul Medyası’ndan (Sabah, Milliyet, Hürriyet, vs.) farklı, adı sanı pek bilinmez yayın organlarına, dindar entelektüellere kulak vermek gerekiyor.

    Seçenek, sizin de söylediğiniz gibi, mevcut siyasal partilerden ve mevcut siyasal liderlerden hiçbiri değil. Bu konuda hemfikir görünüyoruz. Belli ki, şimdilik ve öngörülemez bir zaman dilimi boyunca, Erdoğan ve AKP, devletçi-milliyetçi söylemle, yeri geldiğinde Mustafa Kemal ve Cumhuriyet güzellemeleriyle, Perinçek ve seküler-oligarşik yapıların arzuladığı istikamette yol almaya devam edecek. Türkiye yeniden içe kapanık, insanlarına dört bir tarafımızın düşmanla sarılı olduğunu vaaz ederek onların itaatini talep eden bir ülke haline gelmeyi sürdürecek. Nereye kadar? Bilemiyorum. Tek umudum ve inancım, sessiz yığınlar. Milliyetçi-devletçi hamasetin karın doyurmadığını, ülkenin iyiye gitmediğini düşündükleri, yeniden o eski, kuşatıcı ve reformcu AKP’ye dönmenin gerektiği düşündükleri noktada, tıpkı daha önce yaptıkları gibi, yeni bir AKP yaratırlar kendi içlerinden, ülkeyi hepimizin yarırına olacak şeilde eski rayına sokarlar.

    Benden de size içten selamlar.

    • Bernar bey iyi akşamlar. Yorumunuz ve hakkımdaki olumlu düşünceleriniz için çok teşekkür ederim. Açıkça şunu söyleyeyim tespitlerinizin çoğuna katılıyorum ama tespitlerden sonraki yorumlarınızın bazılarında fikir olarak sizden ayrılıyorum. Örneğin son yıllarda ortaya çıkan her devrin adamları eleştirinizi sonuna kadar destekliyorum. Hatta Erdoğanın bile buna katıldığını ve bunlardan pek hazzetmediğini düşünüyorum. Ancak son yıllarda Erdoğandaki değişimle ilgili düşüncelerinize pek katılmıyorum. Ben Erdoğanda her politikacıda olduğu gibi iki yön görüyorum. Birincisi şartlara göre oynamak zorunda olan gündelik siyasetçi yönü. Zaman içinde görülen değişim ve dönüşüm bu yönle ilgili. Şartlara göre gereken dönüşümleri yapamayan bir siyasetçi uzun müddet kalıcı olamaz yeterli oyu toplayamaz. Bu yönden hepimiz her zaman eleştirecek birşeyler bulabiliriz ancak 16 yıldır oyunu artırarak korumasu bu açıdan başarılı olduğunu ispatlar . İkinci yönü devlet adamlığı. Yeri geldiği zaman kendi aleyhine bile olsa ülkenin ve devletin menfaatine kararlar alabilmesi. Erdoğan özellikle çözüm sürecinde bu yönünü de bence ispatlamıştır. Dediğim gibi hem iç hem de dış siyasetinde hepimiz eleştirecek taraflar bulabiliriz ama bana göre temelde yaptıkları doğru yönde. Mesela çoğu devletin yönetimleriyle zaman zaman kötü oluyor özellikle yakın coğrafyada ancak aynı anda o ülke halklarıyla çok yakın olabiliyor. Kürtlerle ve Araplarla bu özellikle böyle. Bu durum uzun vadede ülkemiz lehine bir ortam yaratacaktır. Bakmayın pkk ya haliyle atıyor ama önce çözüm süreciyle o yöredeki halkı yanına çekti, yoksa süreç bozulduğunda silahlı kalkışmaya karşı halk desteğini sağlaması imkansız olurdu. Süreci bozan dış destek dolayısı ile pkk idi. Ne yazık ki bazı meselelerimiz sadece iç politika ile halledebilecek basitlikte değil. Erdoğanın da dediği gibi eğer sadece demokratik açılımla terör bitseydi 2-3 yıllık süreçle birlikte orada silah patlamaması gerekirdi ama patlattılar. Ben Erdoğana kendi bildiğinin aksine bir yön çizebilecek bir güç olduğunu düşünmüyorum. Başta abd destekli görünüyordu belli bir aşamada kendi yoluna döndü. Bir ara the cemaat ile beraber idi onlara savaş açıp devlet temizlemeyi başarabilen bir devlet adamı oldu. Süreç zamanı bölgeyi pkk ya teslim etmekle suçlanıyordu, sonuçta halk desteğini alarak hem içerde hem dışarıda silahlı pkk yı temizleyen biri olmaya doğru hızla ilerliyor. Bu yüzden devlet içinde birilerinin veya basın veya ekonomik çevrelerin güdümüne girdiği gibi bir fikrin doğru olmadığını düşünüyorum. Ülke uzun zamandan beri ilk defa bir liderin etrafında bütünleşebildiği için ben yönümüzü olumlu görüyorum. Bu tür tartışma ve yazışmaları çokça yapmış biri olarak da biliyorum ki farklı dinden, farklı takımdan ve farklı siyasi görüşten birini konuşma veya yazışma yoluyla ikna etmek imkansıza yakın bir ölçüde zordur. Bu yüzden sadece makul bir şekilde karşılıklı olarak görüş açıklayabilme imkanı bulmak bana yetiyor. Çoğu ortamda çabucak iş hakarete, fikir ile yapamadığını küfür ile yapmaya dönebiliyor maalesef. Bu yüzden böyle güzel bir fikir teatisi için ben de size çok teşekkür eder, hayırlı akşamlar dilerim.

  4. Bu bileSeneye yapilacak başkanlık seçiminin galibinin cumhur ittifakı olacagina dalalettir.Aydın Doğan kabullenmistir durumu Sanırım Erdoğan da artık heyete falan girdi,Kurtlar vadisi pusu gibi derin devlete kendini kabul ettirdi artık,Bahceliyle ittifaklar,Gülen denen soytarininin tasfiyesi

  5. Onbir milyon gazete basarmış Pravda
    Hey gidi hey! neredeydi, şimdi n‘oldu
    Boyalı basın olmayı başarmış Pravda
    Eskinin modası geçti, renkleri soldu!

    Onbir milyon gazete basarmış Pravda
    Bugün modaya uydu, dudaklar boyalı
    Şimdi yüz bin, yani bu kadarmış Pravda
    Belki daha mutlu, hürriyetine kavuşalı!

    Boyalı basın sembolü ki Hürriyet
    Hep ondaydı dikkatler, herkesin aklı
    Cazibesi yerinde, el atmış devlet
    Çeki düzen verirse, değişim haklı!

    Nasıl, kime çalışıyor devletin aklı,
    Şayet şeffaf değil de, kestirmek zorsa
    Devlet el değiştirir, değişim haklı!
    Dönme dolaplar, bir bit yeniği varsa…

    Havanda su dövmeyelim, herşey izafi
    Doğru yoldan şaşmasın devletin aklı
    Mutlak değerler aslolan, bu kadar kafi
    Devlet el değiştirir, değişim haklı!

    Kaynaklarımız az, boşa geçmesin zaman
    Bıktı usandı artık, şu yap-boz tahtası
    Hata yapılmasın, dikkat edilsin aman
    Nefse oyuncak olmasın, Allah rızası…
    *******

  6. Aydın Doğan baskıya, tehdite, şantaja boyun eğdi. Medyadan çekildi. Medyasını maalesef Demirören’e sattı. Demirören 5 sene önce Vatan’ın ve Milliyet’in içine etmişti şimdi de Hürriyet’in içine edecek. Demirören’in Hürriyet’i alması demek tarikat yuvalarında çocukların ırzına geçildiği zaman bu haberi Hürriyet’te göremeyeceğiz demek. Muhalif sesler kısılacak. Fikri ve irfanı hür kalemler susturulacak. Demirören, Vatan’ı devraldığı zaman ilk işi Selahattin Duman’ı kovmak olmuştu. Bakalım Hürriyet’ten kimleri kovacak? İktidar, Hanefi Avcı gibi dürüst insanların da seslerini kısmak istiyor. İstedikleri Mehmet Metiner, Nagehan gibi muhtelif çap ve ebatta yandaş muhteremin dört bir yanı sarması. Hanefi Avcı’yı artık Habertürk’e çağırmıyorlar. Neden? Çünkü Hanefi Avcı fikri hür bir adam. Habertürk’te aynen şöyle söyledi: “Ahmet Altan’ın hapiste ne işi var!” Hanefi Avcı’ya kara çalamazlar. Çünkü hiçbir yamuğu yok. Yapabilecekleri tek şey üzerine sükut külü dökmek.

  7. Bugün, KanalD’deki Ahmet Hakan ile haberlerde değişiklik hemen hissedildi. Düne kadar on haberden hemen hemen sekizi muhalefet ağzıyla olurken bugün tam tersi oldu. Haberlerde iktidarı köpürten haberler dikkat çekici çoğunluktaydı.

  8. Iyi bir tüccar olduğu söylenen Aydın Doğan satış için iyi bir zaman seçmiş olamaz mı? Bugün Ocakmedya’da seçilmiş yazılar bölümünde, Kemal Öztürk’ün „Medyanın geleceği ne“ başlıklı yorumunu mutlaka okumak lazım.

  9. Kiymeti harbiyesi kendinden menkul mevkuteler! Kor saticinin sasi alicisi olurmus:) artik alman bild gazetesi sahibi de “turkiyedeki muhataplarimiz el degistiriyor” diye zirlamaya baslar herhalde:)))

  10. Fehmi bey yirmisekiz Şubat ın mağdurlarından biri olarak ,Aydın Doğan ve medyasının ,hiç değilse o dönemki rolünden bahsetseydiniz biraz. Doğan medyasının tarihçesi pek ilgi çekici bir konu olmamış. Suya sabuna dokunmayip, topu yorumcuya atmışsınız. Bu konu daha çok su götürür.

  11. Hürriye ti hiç te efsaneleştirmeye gerek yok.
    Zaten yazılı basın işi bitmiş durumda.
    70’li yıllardaki toplam gazete tirajıyla bugünki toplam tiraj arasında dağlar kadar fark var.
    Üstelik nüfusumuz o zamanlara göre 2 kattan fazla artmışken.
    Ekmek aldığım bakkal aynı zamanda gazete bayisi.
    Sabah gelen ve gazetelliğe konan gazetelerle akşam duranları karşılatırıyorum.Gelen gazetelerin yarısı bile satılmıyor.
    Kendimi bildim bileli bir gazetekolik olan ben bile neredeyse 4-5 yıldır gazete almıyorum.
    Asıl üzerinde durulması gereken Hürriyet değil bence CNN Türk.
    Çünkü daha çok kişiye hitap ediyor.
    Amerikan CNN TV si nin sahipleri CNN markasının kullanılmasına izin verecekler mi onu da merak ediyorum.
    Herşey bir tarafa yapılan operasyonun psikolojik etkisi olduğu muhakkak.
    Muhalefetin sesinin daha da kısılacağı aşikar.
    Artık Meral Akşener, K. Kılıçdaroğlu, T.Karamollaoğlu v.s. seslerini duyurmak için daha çok bağırmak zorundalar.
    2019 a giderken AKP bütün engelleri ve engebeleri temizliyor.
    Bakalım bu işin sonu nereye varacak?
    Ekinim diyen, harmanına yetişebilecek mi?
    Zamanla göreceğiz. Allah ömür verirse…

  12. medya toplumu şekillendiren en öncelikli kanallardır. hürriyet renkli ve zengin içeriği ile her zaman bu önemli kanallardan biri oldu. aydın doğan gazeteyi 94 te aldı, refah-yol koalisyonu hükümetteydi. 11 ay sürebildi. laiklik-İslamcılık tartışmaları laiklik zedelendi gerekçesi gösterilerek darbeye evrildi. arkasından da akıl almaz uygulamalar devreye konuldu. ve aydın doğanın hürriyeti tavrını politikasını yayın stratejisini laikliği savunmak üzere, mevcut hükümete karşı, askerin yanında onların uygulamalarını meşrulaştırmak üzere konumladı. bu laiklik ise dini inançlara bakışı özgürlükçü hoşgörülü bir sekülerizmden çok Fransız menşeili bir militer laiklik anlayışı idi. sadece yönetimde değil hayatın her alanında dinin tüm ilke ve kurallarını dışarda tutmayı amaçlayan bir laiklik anlayışı idi. ” ben bu şekilde laik yaşayacağım ve sen de bu şekilde laik yaşayacaksın ” anlayışında bir laiklik anlayışı idi… ve toplumu şekillendirme gücünü böyle kullandı. dönemin başlıklarına örnek vermeye gerek görmüyorum. bu süreç akp hükümetini getirdi. seçmen bu süreci asla affetmedi ve akp hükümeti de bu sancılı süreci pek çok olayla yaşamaya devam etti ve yine bu süreç kendini güvensiz hisseden akp hükümetinin içerde ve dışarda yanlış arkadaşlarla birlikte yürümesine de neden oldu. hürriyet akpnin kapatılmasına da e mıhtıralara da cumhuriyet mitinglerine de vs vs hep alkış tuttu…
    bugün gelinen toplumsal kutuplaşmanın en büyük emekçilerinden biridir hürriyet gazetesi.
    halen ” öğrenciler okulda namaz kıldı ” flaş haber olarak ilk sırada yer alır. falan hoca asansörde halvet olunur dedi haberi asıldır. elbette yanlış bir uygulama varsa haber olmasını toplumu bilgilendirmeyi yanlış buluyor değilim, bunun haber değil, yayın politikası olmasını , insanları bilgilendirmeyi değil rahatsız etmeyi ve doğal olarak manipüle etmeyi amaçlıyor olmasını eleştiriyorum.
    ve hürriyet satıldı, hayırlı olsun diyorum.
    hastalıklı laiklik tezviratlarından kurtulmuş olmayı umuyorum. bunun toplumsal barışa faydası olmasını da umarım. laiklikten anladığımız herkesin inancına saygı ve eşit mesafede durmak olmalı değil mi?
    bugün başörtülü bir genç kız istediği okula gidebildiği gibi, başı örtülü olmayan genç kız da istediği okula gidebiliyor. kamusal alanda hep beraber çalışabiliyor. olması gerektiği gibi. bu kadar basit bir şeye ödenen bedel ne kadar yüksek oldu ve ne çok hataya mal oldu ve maalesef halen oluyor…

  13. …”mek parmak soldan” sağa kayan amiral gemisi…Demirören’in memleketinde, “mek parmak” tabirine eş anlamlı ne kullanılır bilmem ama Doğan Medyanın el değiştirmesi aklıma ‘devletin medyası olur da partisi olmaz mı’ sorusunu düşürdü.

    Aslında devletin bir partisi olduğunu hep biliriz, CHP…
    Şimdi hala böylemidir diye soracak olsam “ne alaka” diye itiraz edeceklerin çoğunlukta olacaklarını söyleyebilirim.

    “Devletin partisi var ama artık o, CHP değil AK Partidir” diyenlere, AK Parti tabanından “tabi ki, parti de bizim devlette…” kabulunün ikrarını duyacağımızdan emin olabiliriz.

    ..vee 999’larda “Türkiye’de Siyasal İslam yükseliş trendinde, sizi iktidara taşıyalım” teklifini merhum Erbakan ve Yazıcıoğlu elinin tersiyle iterken buna razı olanlar, onlara inanan kitleleri arkalarından sürüklemeye hala devam ederken, muhafazakar-İslami söylemin yerinde yeller esiyor..devletçi-milliyetçi naralar da havada uçuşuyor.

    Tamam anladık “CHP’ye el değiştirmeden devlet yeni bir parti edindi, AK Partiyi..peki MHP? sorusuna nasıl cevap vermeli?

    Ey Devletim! Sen nelere kadirsin diyemem, lakin çok çok şeylere gücün yeter..diyebilirim

  14. işlerim yoğun bu nedenle üzerinde çok düşünmediğim bir konu fakat hemen aklıma gelenleri yazmak istiyorum. 1: heryerin daha çok karardığı hissi. yenilmişlik duygusu ve hürriyet gibi bir gazetenin bile bu duyguları oluşturduğu bir ülkede yaşadığımız gerçeğinin tekrar hatırlanmasının hüznü. 2: Aslında en güçlü zannedilenlerin, en güçlü olduklarını düşündükleri dönemde aslında en zayıf olduklarını gösteren tarihteki pekçok olayı hatırladım. ama bu durumun tersi tarihsel olaylar da var. her iki düşünce arasında gidip geliyorum. acaba türkiyede hangisi olacak. güç herşeyi uzun süre kontrol edecek mi yoksa aslında en zayıf zamanı mı? 3: Hürriyetin de havuz medyası olmasıyla, havuz medyasındaki ve akpdeki iç kavgalar şiddetlenecektir. hem de ciddi bir şekilde artacaktır. 4: Demirören sermayeyi akpye yüklemiş. akpnin iktidardan düşmesinin anlamı demirörenlerin batması anlamına gelebilir. 5: hürriyetin de satılması, okurları yeni haber kaynakları arayışına yönlendirecektir. bu durum karar gazetesi gibi, t24 gibi, fehmikoru.com gibi tali medya (ya da hangi isim verilirse)nın önemini daha bir artıracaktır. yani okur sayıları artacaktır. Bununla birlikte, hürriyet üzerindeki baskı artık bunlara yönelecektir.
    6: herne kadar tali medyanın önemi artsa da toplum tek yönlü bilgileneceği için tam bir mühendislik eseri olacaktır. 7: toplumun toplum mühendisliğinin ürünü olması, yapılacak hataların üzerini örteceği için, daha fazla hata yapılacak, bu hatalar da görülmeyeceği,görülse bile eleştirilmeyeceği, eleştirilse bile etkisi olmayacağı için birikerek daha da büyüyecek, gizlenemez kadar büyüdüğünde ise tam bir çöküş olacak ve telafisi güç olacaktır.

  15. El değiştirdi

    Yazar satılmadı, el değiştiriyor. Anlamı ne? Türkiye’de hiçbir gazete – Milli Gazete dahil – künyesinde görünen isme ait değildir. Kurulurken halktan para toplanır. Sonra el değiştirir. Sermaye onun bir yolunu bulur ve ele geçirir. Görünürdeki isimlerin anlamı yoktur. İstediği zaman birine borç verir, o satın alır, güya satın alan sahip olur. Esasında ise Sermaye’nindir. Bunlar artık basitçe bilinen şeyler.

    Devlet gazetesi ifadesi yanlıştır. Sermaye bunları yaparken devlete mal eder. Aydın Doğan’ın görevi bitmiş olduğu için Sermaye onun elinden alıp Demirören’e devretmiştir. Hürriyet’i yöneten patronlar değil gizli Sermaye’dir. Devletin gücü Sermaye’yi yönetmeye yetmeyecektir. Dolar varlığını sürdürdükçe tüm dünyanın paralı işleri onun olacaktır.

    Tek çare Altın Bonosu’dur, İstanbul’da kurulacak ve Altın Bonosu çıkaracak Kuyumcular Kooperatifi’dir. Bu kooperatif tüm dünya kuyumcularını ortak edecektir. Altın Bonosu uluslararası Pazar olacaktır. Parayı üreten de kuyumcular kooperatifi olacaktır. Kuyumcuya altın veren Altın Bonosu alacaktır. Altın Bonusu veren kuyumcudan üzerinde yazılı altın gramı alabilecektir.

    Bu bono her ülkede ulusal para ile borsada serbest satılıp alınacaktır. Uluslararası pazarda altın değil Altın Bonosu olacaktır. Dünyanın bütün kuyumcuları altının gramını altın bonusu ile fark koymadan alıp verecektir.

    Türkiye, İran, Rusya ve Çin bu kooperatifi kurabilir. Sermaye’nin yerine onlar oturur ama halkı sömürmez, sömürüyü önler.

    • merhaba.
      sermaye diyorsunuz, derin devlet gibi. nedir bu sermaye. aydın doğan sermaye degil midir? kukla mıdır maşa mı. herkes mi maşa. mesela iktidar?
      derin devlet senaryoları gibi sermaye söylemi de degerini yitiriyor. ya da daha anlaşılır hale getirmek gerekiyor.

  16. O devlet aklı daha önceki onyıllarda Türkiye’nin ‘bekası’nı, ‘büyüyüp güçlenmesi’ni, nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan dinarları “öteki”leştirmekte, siyasal ve ekonomik iktidarı seküler bürokrasinin ve seküler medyanın eline vermekte görmüştü. Sonucun ne olduğunu hep birlikte gördük. Yığınlar, haklı olarak bütün o siyasal partileri tarih sahnesinden sildi, ve kendi seçeneği olarak Adalet ve Kalkınma Partisi’ni iktidara getirdi ve hayli uzun bir süre kararlı bir şekilde bu partinin arkasında durdu. AKP, iktidarının ilk yıllarında, pek çok açıdan ülkeye çağ atlattı, benim gibi özgürlükçü solcuların hem gönlünü hem oyunu kazandı. Bürokratik oligarşinin zincirlerini kırdı; dindarlara ellerinden çalınmış haklarını kazandırarak onları hep toplumsal yaşamın hem de siyasal yaşamın içine, merkezine taşıdı. Bürokrtik oligarşinin partisi olan CHP’nin sol ile, halk ile bir ilintisinin olmadığının apaçık ortaya çıkmasını sağladı, demokrasi ve halk desteğine yaslanmak konusunda bürokratik oligarşinin partilerinden (CHP, Adalet Partisi, Doğru Yol, vs.) çok daha ileri olduğunu gösterdi. Bütün bunlar, vicdanlı ve hakkaniyetli olmayı becerebilen tüm özgürlükçü solcuların “ama”sız kabul etmesi gereken gerçekler.

    Bugün neredeyiz?
    Ben, bugün, Türkiye’nin artık Erdoğan’la yürüyemeyeceği noktaya doğru ilerlediği kanısındayım. AKP ve Erdoğan, sorun çözücü parti olma yeteneğini yitirerek devletçi bir parti niteliğine büründü. Yığınları toparlayıcı, onları harekete geçirici bir parti olmaktan çıkarak, onlara artık devletçi, milliyetçi, millici bir retorik dışında sunabileceği pek bir şeyi kalmamış bir parti haline geldi. Ekonomik olarak, topyekün çöküşe doğru yol aldığımızı ben değil, dürüst, sözünü esirgemeden söyleyen değerli bir ekonomist olan Karar gazetesi yazarı sayın İbrahim Kahveci söylüyor bugünkü yazısında. Erdoğan, siyasal destek açısından, artık yalnızca kendi seçmenine dayanıyor, toplumun diğer kesimlerini ikna etme kapasitesini tümüyle yitirdi.

    Necip Bey’in ima ettiği türden bir “devlet aklı” var mıdır, blemiyorum. Olsa da, kendisine “devlet aklı” denen şey, ülkenin ve ülke insanının ali çıkarlarını kollayıp gözeten, siyaset-üstü bir akıl değildir bu (gerçekle ilintisiz, Necip Güven Bey ve diğerlerinin zihinsel bir tasavvurudur, hiç olmamıştır, hiç olmayacaktır), olsa olsa bürokratik aygıtın aklıdır. O akıl, eskiden azınlığın iktidarına oynadı, kaybetti. Bugün, AKP ve Erdoğan’da ısrar ederse (ki bürokratik devlet iktidarı olduğu için böyle yapacak, yapmak zorunda) yine kaybedecek.

    Çözüm ve umut, İyi Parti’midir? veya muhalefet partilerinin ittifak ya da siyasal koalisyonu mudur? Elbette değil. Umut, dindar yığınların artık Erdoğan ve AKP ile gidilebilecek fazlaca bir yol kalmadığını görmelerinde, ve tıpkı 15 yıl önce yaptıkları gibi, kendi sağduyulu, demokratik, toplumu kuşatan bir siyasal partiyi doğurmalarında. Türkiye geleceğe ne faşizan CHP solu ile, ne miyadını öoktan doldurmuş İyi Parti siyasetiyle ne de Erdoğan ile yürüyebilir. PKK tahakkümünü ve kontrolünü parçalayıp atacak barışcıl-demokratik bir Kürt hareketi ile dindar yoksul-emekçi yığınların, adalet ve daha iyi yaşama talep eden insanlarımızın bir araya gelişindedir yegane umut. Ben, özgürlükçü bir sosyalist olarak, gözümü Saadet Partisi’ne dikmiş durumdayım -ne artık devletin bürokratik partisi olan AKP’ye, ne faşizan Türk sosyalistlerine, ne faşizan CHP’ye, ne de 20-30 yıl öncesinin siyaset tarzına sıkışıp kalmış İyi Parti’ye. Geleceğimizi dindarlarımızın sağduyusu, onların iyi yaşama, adalet ve birleştirici olma talebi belirleyecek.

    • Açık sözlü yorumunuza katılıp birkaç hususa açıklık getirmek isterim. Emin olamadığımdan isminizle hitap edemediğim için kusuruma bakmayın.
      Öncelikle devlet aklı dediğim tabii ki sizin de belirttiğiniz gibi bir bürokratik aklı da içerir ama sadece ondan da ibaret değildir. Tarihsel süreç içindeki tecrübi bilgi ve sezgileri de ihtiva eder. Evet belki biraz soyuttur ama tamamen de yadsınamaz, örneğin kamuoyu veya milletin sağduyusu gibi. Geçmiş dönemde devlet hatalar yapmıştır fikrinize sonuna kadar katılıyorum ancak o hatalar devlet aklı devrede olduğundan mı yoksa olmadığından mı yapılmıştır doğrusu bundan tam emin değilim. Belki de bugün devletten temizlenmeye çalışan vesayetçi akıl veya sadece sizin sözettiğiniz bürokratik aygıt daha etkili olduğundan kasti olarak yapılmıştır , bunu zaman ortaya çıkaracaktır. Ama devlet aklı her devlet için geçerlidir kanısındayım, örneğin SSCB nin hiç kansız ve iç savaşsız olarak Rusya ve birçok başka devlet olarak bölünmesinde Rus devlet aklının bilinçli tercihi olduğunu düşünüyorum. Mustafa Kemali Anadoluya tüm devlet kadrosuna karşı tam yetkili olarak mücadeleye gönderen de zamanın devlet aklı olabilir.
      Yorumunuzda mealen, başlangıçta Akp nin özgürlükçü ve gerçek solcuların desteğini aldığını ve doğru işler yaptığını ancak artık bu işi götüremediğini belirtiyorsunuz. Ben ilk kısmına katıldığım bu yorumun son kısmına katılmıyorum çünkü yaptığı başlangıcı tamamına erdirebilecek olanın da mevcut şartlarda Akp ve Erdoğan olduğu fikrimi halen koruyorum. Devlet aklının geçmişteki yanlışlıklara karşın özellikle 15 temmuz badiresini atlattıktan sonra artık ülkenin özgürlük, bağımsızlık, birlik ve bütünlüğü için doğru bir noktaya geldiğini düşünüyorum. Erdoğanın fiiliyatta 15 yıllık ama yaşananlara bakıldığında neredeyse yüzyıllık bir iç ve dış siyaset tecrübesinin kolayca bir kenara atılıp, herşeyi yeniden tecrübe edecek bir siyasetçiye bu devletin mevcut konjonktürde teslim edilmesini aklı başında kimsenin düşünebileceğini zannetmiyorum. Geri dönülemeyecek bir noktadayız dünya siyaseti açısından.
      Erdoğanın artık sadece kendi seçmenine dayandığı diğer kesimleri ikna etme kapasitesini kaybettiği fikrine de iştirak etmiyorum. Erdoğan ne akılsız bir siyasetçi ne de doğruları göremeyen bir devlet adamı. Esasında toplumun tüm kesimlerine açılıma bir müddettir başladı ve seçime kadar ki bir buçuk yılda ivmesini çok artırarak buna devam edecek. Geçmişte katı şekilde bir cepheye dayandığı doğrudur ancak 15 temmuz öncesi 3-4 yılda yaşadıkları risk ve tehditler bunu zorunlu kılıyordu. Böyle yapmasaydı 15 temmuzda devleti korumaya çağıracağı ve onu takip edecek kimseyi bulamayacaktı. 15 temmuzda sokaklarda ne Chp li ne Saadetli ne Hdp liler ne de bugün İyi partide olan Mhpliler vardı bunu açıkça belirtmemiz gerek. İçgüdüsel olarak sokağa çıkan Mhpliler de bugün doğal olarak Akp ile ittifaktalar. Ancak artık tüm halkımız 15 temmuzda bu ülkeye yönelen tehdidin boyut ve niteliğini gördü, Erdoğanın şahsında Türkiyenin hedef alındığını anladı. İç politikaya dayalı bir rekabetin artık bu ülkede anlamı yok. Tüm ülke olarak ortak menfaatimiz bu ülkeyi demokratik ve ekonomik olarak gelişmiş bir dünya devleti haline getirmektir. Erdoğan önümüzdeki süreçte ömrü yettiğince bu idealin görünür yüzü ve lideri olacaktır. Yürüyeceksin millet yürüyecek arkandan sözü, asıl anlamıyla öndeki yürüyeni değil arkadan gelen milleti özne yapmaktadır.
      Çok uzattım sanırım şimdilik bu kadar yeter. Selamlar.

      • Necip bey şu cümleniz beni biraz şaşırtı.”SSCB nın hiç kansız ve iç savaşsız bölünen devletleri.”
        Ukranya, Çeçenistan,Azarbeycan, şu an hatırladıklarım bunlar. Size gerçek hayat hikayesi olan şu romani okumanızı tavsiye ederım
        “My Jihad” zannedersem bunun Türkçe ye çevrilmişde var ama isim olarak Cihadım mi oluyor onu bilmiyorum. Google İngilizcesini yaz Türkcesi ne olduğunu görürsünüz.
        Yazarı 2016 da Rahmetli olmuş.
        Amerkalı sonradan Múslüman olmuş.
        Geç bir çocuk Cihat yapmak için gittiği yerleri anlatiyor.
        Hoşca kalın

        • Nurdan hanım iyi akşamlar. SSCB nin bölünmesiyle 15 devlet ortaya çıktı. Normalde bu tür bir durum anca bir dünya savaşı sonrası parçalanan imparatorluklarda görülür. Örneğin Osmanlı. Ben böyle bir dünya savaşı hatırlamıyorum siz hatırlıyorsanız bilemem. Tabii ki bahsettiğiniz ülkelerin ayrılmasında bazı karışıklıklar oldu ama tarihte parçalanan başka imparatorluklar gibi olmadı çünkü sovyet devleti ilerde telafi etmek üzere buna mecburen razı olmuştu. Onu anlatmak istedim.

  17. Ben son 5-6 yıldır devlet aklı ile Akp ve Erdoğanın amaçta bütünleştiklerini, Türkiyenin bekası ve büyümesi güçlenmesi için yapılması gerekli düzenlemelerde karşılıklı olarak anlaştıklarını düşünenlerdenim. Devlet aklı önümüzdeki 10-15 seneyi Erdoğanın önderliğinde bu ülkeyi dünya çapında ileri ülke yapmayı kafaya koymuş, bunun mevcut konjonktürde olabilirliğini görmüş durumda ve Erdoğanın liderliğinin halkı bunu sağlayacak motivasyona ulaştırabileceğini tespit etmiş durumda. Eğer Hürriyet bir devlet gazetesi ise bu el değiştirme de bunun hem kanıtı hem de bu durumun gereği oluyor. Uzun lafa da hacet yok zannımca.

    • Necip Guven,
      İktidarın hangi tarzı ya da icraati “dünya çapında ileri ülke” olmayı sağlayabileceğine sizi ikna ettigini gercekten merak ettim.
      Bizzat iktidar eliyle ortaya çıkan; ülkenin bölünmüşlüğü ve her bir gun farkli farkli toplum kesimlerinin ve düşuncelerinin hain ve dusman ilan edilmesi mi, adaletin tam anlamıyla ortadan kalkmış olması mı,topluma -iktidar yanlılari dahil- yayılmış korku iklimi mi,akıl almaz ekonomi ve dış siyaset salvoları mı, igrenclik ve haydutluk seviyesine ulasmis rant ve talan mı,din-vatan-millet gibi değerlerin alenen somurulmekte ve bu sekilde içinin boşaltılması mı ve daha neler neler…
      Siz, 7/24 ekranlardan,gazetelerden ve katııimın zorunlu tutuldugu mitinglerden yayılan soylemlerle bu fikre kapıldınız zannımca.
      Ama onlar, söylem, propaganda ve maalesef gerceklerle örtüşmüyor.O soylemlerin hepsinin yarın degismeyeceginin bir garantisi de yok,hatta durumun gidişatına gore değisecektir de.
      Yani uzgunum ama fikrinizin bir tutarlılığı yok.

      • Halil bey Allaha şükür internet sayesinde her görüşten günde 10-15 gazete, köşe yazarı ve farklı kitaplar okuyan biri olarak hiçbir zaman okullarda ezberletilmeye çalışılanlar dahil farklı mecralardan yayılan söylemlere aklıma fikrime uymayan görüşlere kapılmadım. Doğduğumdan öldüğüm zamana kadar bir kişiye bir partiye bir takıma ve benzerlerine körü körüne bağlanacak bir kişi değilim. Sadece kıyas yöntemiyle mevcut durumu analiz ederek o an dilimi için görece iyi ve görece kötüyü belirlemeye çalışıyorum. Anlattığınız olumsuzlukların müsebbibi maalesef durduğunuz yer ve baktığınız açıya göre değişebiliyor. Bu kadro ilk geldiğinde daha hiçbir icraat yapmadan zaten hain ve düşman ilan edilmişti bir kısım çevre tarafından. Bu olumsuzluklar bunlardan evvel de vardı ve ben arttığı değil azaldığı kanaatindeyim. Etrafımda da herhangi bir yaygın korku iklimi falan da hissetmiyorum. Ama hissetmek çoğu zaman kişinin kendisiyle psikolojisiyle ve bakış açısıyla ilgilidir biliyorsunuz gerçeklikle değil. Düşündüğünüzün tersine de görüşlerimi oldukça tutarlı bulmaktayım, çok dağıtmadan ilgili ilgisiz örnekler vermeden net olarak maksadımı açıklayabildiğimi düşünüyorum. Şartlar değişirse de yeni şartlara göre tutumumu tekrar gözden geçirebilecek bir ferasete de sahibim. Ama belli bir müddet yukarıda açıkladığım görüşlerimin doğruluğunu devam ettireceğini zannediyorum. Cevabınız için teşekkürler selamlar.

    • perinçek, akp ve mhpnin aynı çizgiye geldiği söyleniyor. daha doğru ifade ile, perinçek, akpnin kendi çizgilerine geldiğini söylüyor. Sizin devlet aklı ile akpnin buluşması dediğiniz olgu perinçekin ifade ettiği durum mu? Yani akp perinçekin çizgisine mi geldi. Yani devlet aklı perinçek mi? Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
      Bir de bu devlet aklı ile derin devlet denilen oluşumların aklı aynı mı? yani devlet aklı=derin devlet aklı mı yoksa farklı mı?

      • Ben Perinçeki siyaset ile alakalı bir faktör olarak görmüyorum. Onu devlet ile ilgili veya ilgisiz olabilir ama normal siyasetten ayrı kulvarda bir oyuncu olarak değerlendiriyorum. Dolayısıyla Akp nin geldiği nokta Perinçekin bugünkü konumunda onayladığı bir yer olabilir ama bu Akp nin Perinçek çizgisine geldiği anlamına gelmez. Derin devlet aklı ile devlet aklı da birbiri içine geçen daireler gibi birbirini içerebilir ama yine de bu birbirlerinin aynı ve tek oldukları anlamına gelmez. Genellikle derin devlet tabiri devletten güç alan kurumların ve kişilerin bu gücü yanlış ve kötü maksatlarla kendi görüş ve çıkarları istikametinde kullanma durumlarında olumsuz anlamda kullanılır. Devlet aklı tabirini ise devletten güç alan kişi ve kurumların bu gücü o ülke vatandaşlarının ortak çıkarları istikametinde ama bazı kanuni ve ahlaki değerlere bağlı kalarak olumlu amaçla kullanması anlamında düşünüyorum.

Yoruma kapalı.