En zor iş, kendinin adamı olmaktır.
Hayatımın gerçeği bu giriş cümlesinde gizli.
Arada kesintiler yaşasam bile, 1984 yılından bu yana, her gün en az bir yazıyla okur karşısına çıkıyorum; bazı günler birden de fazla.
Bir ara.. hem çalıştığım gazetede ‘Gündem’ ve ‘Kulis’ olarak iki yazı yazıyordum, hem de aynı gün İngilizce bir gazetede bir yazı; akşamları da dördüncü bir yazı olarak kaleme aldığım yorumu Kanal-7 ekranlarında okuyordum.
Günde dört yazı.
30 küsur yıldır sürdürdüğüm verim 20 binden fazla makale anlamına geliyor.
Bunlar görüş açıkladığım yazılarım benim.
Hiçbir yazıyı ısmarlama yazmadım.
Yazarlık ilkelerim
Elbette benim de herkes gibi hassasiyetlerim var. Hatta herkesten fazla.
Kendime yakın hissettiğim insanlarla ilgili kınayıcı veya incitici tek bir yazıma rastlayamazsınız. Eleştirmişimdir, ama o kadar…
Üzülmesini istemediğim kişiler veya gruplar ile ilgili eleştirel bir yazı yazacaksam, genellikle, kendi buluşum olan ‘tersten çakma’ yöntemini uygularım…
En karşı olduğum tiplere bile yazılarımda lâkap takmam, insanların isimleriyle, görünüşleriyle alay etmem.
“O bana şunu dedi, ben de ona şöyle çakayım…” diye konuşan iç sesimi yazı hayatımda bir kez bile dinlememişimdir.
Karşı çıkışlarımı hep dengeli götürmüş, mutlaka tarihten, kitaplar-filmler-gerçek olaylardan örneklerle ne demek istediğimi anlatmaya çalışmışımdır.
Sürü işi bana göre değildir; kendi doğrularımı başkalarınınkinden –o başkaları kim olursa olsun– daha önemli bulurum.
Yazarların yazdıkları kayda geçtiği için hesaba çekilmeleri kolaydır; o hesaplaşmada üste çıkmak gibi bir derdim vardır.
Günlük hayatımı, insanlarla ilişkilerimi de buna göre ayarlamışımdır.
Ya politika?
Politik hayat içerisinde yer alan insanları her zaman takdir etmiş, iktidar-muhalefet fark etmez, varlıklarını bir fedakârlık olarak görmüşümdür. Daha değerli işlere ayırabilecekleri vakitlerini.. ülkesine, ülkesi insanlarına veya savunduğu fikirlerin yayılması için harcayan insanlar olarak…
Ancak, bir yazar olarak kendime uyguladığım zor şartları, hiçbir zaman hiçbir politikacıdan beklememem gerektiğini yolun çok başlarında öğrenmişimdir.
Onlar kendilerini farklı ölçülere tâbi bilir ve ona göre davranırlar.
Kiminin tutarlı olmak gibi bir derdi vardır, kiminin öyle bir derdi de yoktur.
Sevdiğim, kendimi yakın hissettiğim, ya da kendisini bana yakın hissettiren her partiden dostlarım olmuştur; ancak en yakın bilindiklerimle bile, gerektiğinde eleştirebilmek amacıyla, arada bir mesafe bırakmayı bilmişimdir.
Ara ara birileri ‘falanca politikacının dostu-arkadaşı’ gibi sıfatlarla söyleyip yazdıklarımı benden başka kişilere mal ederler… Etsinler, ben alınmam.
Oysa alınmam gerekir. Ismarlama yazı yazmadığım veya yazarken başkalarının eğilimini değil.. kendi düşüncelerimi yansıttığım için…
Kimsenin sözcüsü olmadım bugüne kadar…
“Ne derler?” hesabı yapmadığım için yakın bilindiğim politikacıları üzmüşümdür de…
Geriye baktığımda vardığım sonuç şu: İyi de yaptım.
Farklı davransam, kendime has düşünceleri değil de bana ters gelse bile yakını olduğum bilinen insanların görüşlerini ön planda tutan yazılar yazsaydım, onlara hiçbir faydam dokunmaz, yanlış yaptıklarında yanlışlarının süregitmesine katkıda bulunmuş olurdum.
AK Parti’nin çıkışında.. iktidar olma yolunda.. sandıktan birinci çıkıp ülkeyi yönetme görevini üstlendiğinde.. o günden bugüne karşılaştığı her zorlukta.. onun yanında yer aldım…
Doğruları yaptığında da…
Yanlışlarında? Hiçbir yanlışını, yanlış olduğuna inandığımda, hiçbir zaman savunmadım.
Vahim yanlışlarında ise, gözünün yaşına bakmadan, her zaman karşı çıktım.
Yine “Ne derler?” diye zerre kadar düşünmeden…
Bunun yığınla örneği vardır.
Gazeteci kime denir?
Takdir beklemedim, ama doğrusunu söylemem gerekirse, yıllar sonra tekdir geleceğini de aklımın ucundan hiç geçirmedim.
Bugün, günlük gazetelerde köşem yoksa.. ancak adresini bilenlerin erişebildiği kendime ait bu siteye (fehmikoru.com’a) sığınmış, dünya ve Türkiye’den önemli haberler sunan ocakmedya.com’la meşgul isem.. tekdire uğramışlığımdandır…
Üzülüyor muyum? Hayır. “Gazeteci yanağına konan öpücükten değil yanağındaki tokat izinden belli olur” sözüne inandığım için gönendim bile.
Yine doğru bildiklerimi yazabiliyor.. her gün daha fazla artan sayılarda siteme uğrayan sadık okurlarımla buluşabiliyorum ya.. bu bana yetiyor.
Uzun yazı hayatım boyunca her şeyi anladım da bir şeyi bugün bile anlamakta zorlanıyorum: Kendileri de istedikleri sıklıkta yazı yazabilecek ve yazdıklarını yayınlatabilecek durumda olan insanlar.. neden düşüncelerini paylaşmakla yetinmez.. veya ille başkalarının görüşlerine cevap verecekse.. bunu adam gibi yapmak yerine.. sonuçta kendilerini hiç değilse benim gözümde küçülten.. tavırlar sergilerler?
Belki de şaşırmamam gerekiyor.
En başta ne yazmıştım; “En zor iş, kendinin adamı olmaktır”, değil mi?
ΩΩΩΩ