Medyada eleştiri, kavga, mücadele olur, ama bu alana ilkeler getirmemiz de şart…

31
Reklam

Gazeteleri elime alarak değil internetteki sitelerinden takip ediyorum. Bu da benim nal büyüklüğünde harflerle yapıldığını düşündüğüm manşetlerden etkilenmememi sağlıyor.

[Yine internetten istediğim takdirde bütün gazetelerin ilk -ve hatta bütün- sayfalarını görebileceğimi biliyorum elbette, ama ben onlara bakmamayı yine de tercih ediyorum.]

İyi ki de öyle davranıyorum.

Nedenini anlatacağım.

Kavgada araya girilmez, davet gelse bile girilmez…

İki gazete hayli zamandır birbirleri hakkında yaralayıcı yayınlar yapıyor. Sadece yaralayıcı değil, yok edici de… Bazı gün gazetelerin neredeyse bütünü karşı gazeteyle ilgili haberlere ayrılmış gibi; aynı gün daha önceki günlerde de okuduğumuz haberler bir-iki yenisiyle birlikte gazetede yerini buluyor.

Gazetelerin köşe yazarları da -hiç değilse önemli bir bölümü- başka konuları bir tarafa bırakmış, diğer gazetenin ve yazarlarının ne kadar kötü olduğunu anlatmak için kalem parçalıyor.

Artık yazılar kalemle yazılmadığı için yukarıdaki cümleyi ‘bilgisayar parçalıyor’ diye bitirmem gerekirdi. Yazıları okurken, yazarın önündeki klavyeyi parmaklarıyla ezdiği sesi bile tahayyül edebiliyorum çünkü.

Reklam

Küçüklüğümde aldığım öğüde her zaman uymuşumdur, iki kişi kavga ederken araya girmem. Bizim ülkemizde, sokakta dövüşenleri ayırmak isteyenlerden bunu yapayım derken hayatını kaybedenler çoktur. Birbirlerini bırakır, araya girmeye çalışana düşmanlıklarını kusar kavgacılar.

Öyleyse bu yazı ne için?

Şunun için: İki taraf da haklarında haber yaptıkları, yazı yazdıkları gazetenin okurlarını etkileme gayretindeler; oysa birinin okuru diğerinde ne yazıldığını bilmiyor bile. Tek taraflı okumalarla karşı gazete ve yazarları hakkında bileniyor okurlar…

Gazeteler açısından bu kavga varoluşsal öneme sahip. Bunu anlıyorum. Çok daha basit sebeplerle patlak veren kalem dalaşlarında, hatta fikir münakaşalarında bile hep aynı üslup ortama hakim oluyor.

Herkes oklarını karşı tarafa gönderirken, hakkında bir şeyler söylediği veya yazdığı tarafın kendini nasıl savunduğunu kendi etrafına duyurmuyor.

Fikir münakaşalarından gazete ve dergi sayfalarına yansıyanlardan söz ediyorum.

Benim de başıma geldiği oluyor.

Yapılması gereken ne?

Reklam

Dün akşam bir dostum gönderdiği mesajla bir ekranda açıklanmakta olan görüşleri takip etmem uyarısında bulundu. O sırada meşgul olduğum için mesajlara bakmak aklıma hayli zaman sonra geldi. Televizyonu açtığımda izlemem istenen program çoktan sona ermişti.

Adım gibi bildiğim gerçek şu: Eleştiri oklarından nasibime düşenleri bana doğru savuranlar, yazdıklarımı ekranda okuduktan sonra diyeceklerini demiyor, anladıkları kadarıyla veya çok kez de çarpıtarak bunu yapmayı yeğliyorlar.

Son zamanlarda, dini konularda farklı düşünenleri İslam’dan çıkmakla suçlayanlar ve bu yüzden öldürülmelerini caiz gördüklerini açıklayanlar da çıkmaya başladı. Daha çok sosyal medya kullanılarak yapılıyor ölüm tehditleri. Ölümle tehdit ettikleri kişiler ne yapmış, eğer suçlanan yazıları veya kitapları okumamış iseniz, suçlayıcının söz veya yazısından bunu öğrenmeniz mümkün olmuyor.

Suçlayan yazara güvenip sizin de aynı sonuca varmanız isteniyor. Belki bundan daha ilerisi bile bekleniyor.

Aynı tavrı bazı siyasilerde de görüyorum, onlar da siyasi rakiplerinin sözlerini işlerine geldiğine göre yorumlayıp karşı tarafın aklından bile geçirmediği görüşleri muarızlarına atfederek kavga başlatıp yürütebiliyor. Ama onlar siyasi ve siyaset alanında bu tür şeyler yaşanması çoktandır normal kabul ediliyor.

Biri öyle yapınca karşısındaki de aynı yola başvuruyor ve öyle öyle herkes asılsız suçlamalarına çevresinden destek buluyor.

Kutuplaşma, ötekileştirme deniliyor ya, işte onun sebebi bu.

Doğru olan nedir?

Yazı hayatıma başladığım ilk günden beri, girdiğim hemen bütün kalem münakaşalarında da hep uyguladığım ilkem, hakkında yazı yazdığım kişinin görüşlerini onun ifadeleriyle olduğu gibi aktarmaktır.

Ne anladığımı değil, muhatabımın ne anlattığını okurların onun ifadeleriyle bilmesini istemiş ve mutlaka alıntılarla bunu gerçekleştirmişimdir. Karşı tarafın aynı hassasiyeti göstermeyeceğini bilmeme ve öyle de yaptığını gözlemlememe rağmen…

Böyle yapılmadığı zaman ortalığa saçılan iddialar sadece muhatabı yaralamaz, o tartışmanın sürdürüldüğü alanı ve mecrayı da lekeler.

Nitekim, yapılan bütün araştırmalarda, gazetecilik ve gazetecilerin itibarının yerlerde süründüğü görülüyor. Bizde hayli zamandır böyleydi de, bu eğilim giderek global planda da geçerli hale geliyor.

Varoluşsal bir mücadele olduğu için son medya kavgası kolay biteceğe de benzemiyor.

İşimiz zor yani.

ΩΩΩΩ

Reklam

31 YORUMLAR

  1. Sn Koru
    Sizde bu gazetelerinin birinin sahibinin cemaat (!) evlerinde yetiştiğini defaaten söylediniz.
    Ama mahkemeye gittiğinizde “Siz öyle anlamıştınız” gibilerinden bir savunma ile ortada bıraktınız.
    Aslında bu konu sizin açık net şahitliğine ihityaç var.Ne dersiniz.

    • Tıpkı şu aralar köşe başlarını tutanların AKP li göründüğü gibi, bir zamanlar da herkesin cemaatçi görünme çabaları olduğu herkesin malumu. Olay İşte böyle bir zamanda ya menfaat gayesi yada itibar kaygısıyla benim oğlumda cemaat okullarında okudu demesini Fehmi bey in ifade etmesinden ibaret. Başka bir mana aramaya gerek yok. Fehmi Bey’in bir okuru olarak sizin sorunuza konu olan olaydan benim anladığım bu.

      • Ancak
        Hem ilgili kişiler hemde Sn Koru nun savunmları bu şekilde değil.
        Sözcü sahipleri “siz cemaat dediğinizde biz her zaman küfrediyorduk sen iftira atıyorsun” der.
        Sn Koru da “ben öyle anlamışım pardon ” der.
        Ki Fehmi bey öylesine anlayacak biri değildir.
        Kaldı ki cemaat(?) evlerinde yetiştiğini ifade etmek o mahalle için hiçbir zaman iyi bir şey olmadı.Ne bugün nede eskiden.Eskiden de en sert muhalefeti F tipi örgütlenme diyerek aynı kişiler yapardı.
        Bu durumda Övünmek için bile söylemiş olsa bu sizce normal midir.?
        Ben tedbir ve sızma olsun diye mason localarına sokulan kişileri bildiğimden bana pekde şaşılacak birşey gelmiyor.
        Şaşılacak olan Sn Koru gibi fikri takip yapan birisinin iddiasından bu kadar çabuk vazgeçmesi.

        • Ateist ve komünist fikriyata sahip olduğu halde, hatta piyasada dinin kutsallarina en ağır küfürler içeren kitapları olduğu halde sırf ben de sizdenim demek ve topluma şirin görünmek için müslüman olduğunu özellikle vurgulayan ve dini konulari referans alan yazılar yazanları görmüyor musunuz Serdar bey. Hayatta hiç olmaz denilen şeyler oluyor. Neyse benim bu konuda soyleyabileceğim bu kadar. Sevgiyle kalın.

          • Aynen işte hayatta olmaz denilen şeylerden biri.
            ancak Sn Koru nun eskiden iddia ettiği örnek de sizin verdiğiniz örneklerde pek masum ve olur böyle vakalar değil.
            Hepsi gayet planlı ve proje işleri.
            Bu nedenle geçiştirilecek kadar basit konular değil.
            Bende Fehmi Bey nasıl bu iddiasından bu kadar kolay vazgeçti onu anlamadım çünkü iddiaları gayet açık ve net idi.
            sevgiler.

          • Merhum Muhsin Yazıcıoğlu bile ”bizim tarlayı sürmüşler , çok sonra öğrendik” demek durumunda kaldıysa, bu ülkede kimsenin büründüğü ve dıştan göründüğü kimliğine safça inanıp kanmamak gerekiyor. Maalesef bugün durum aynen hatta daha artarak devam ediyor, kimin kim ve ne olduğu söyleminden, görünüşünden, söylediklerinden anlaşılmıyor. Kişilere, kurumlara güven kaybı ve çok şikayet edilen liyakat sorunu da bundan kaynaklanmakta.

  2. Mesele sadece gazeteler arası kavgadan mi ibaret kuşkuluyum. Popüler siyasetçiler arasında her şey normal mi? Amerikalıların duyduklarında gözlerini faltaşı gibi açıp bir eliyle de ağızlarını kapatarak “oh my god” diyecekleri türden sözler söyleniyor kavgalarda. Önceki gün Pompeo’ nun ” bi taraf olan bertaraf olur” sözünü hatırlatan ” ya özgürlüğü seçersiniz ya da kargaşayı” sözünü hatirlayinca acaba diyorum Ardan Zentürk yanılmış olabilirir mi. Hani ” emperyalist güçler varoşlardan saldiracaklar” diyordu ya…acaba ters köşe mi yaptılar, Kadıköy, Ortaköy, Bakırköy ve Ankara dan mi?……
    Yoksa ahvalin tabiatı gereği kendi halinde mi gelişiyor…. Ben gene de ikincisi gibi olduğunu düşünüyorum.

  3. herkesi evinin önünü süpürürse, şehri temizlemek kolay olur.
    herkes herkesin kendi gibi düşünmesini beklemezse ilke getirmek te kolay olur.
    bir düşünceyi, fikri eleştirmekle, bir düşünceye , fikre saldırmak aynı şey değildir. fikri eleştirmek, ileri sürülen fikri yanlışlığı varsa ortaya koymakla, yerine de farklı fikir/ fikirleri açıklamakla olur. fikre saldırmak ise fikri ve fikir sahibini aşağılamakla olur. oysa söz de yazı da sahibini bağlar, sahibini tanıtır, sahibine döner.
    hemen her yorumunda kendi gibi düşünmeyen insanları trolcü, Erdoğancı olmakla suçlayanlar, başkalarının şucu bucu dediğini eleştiriyorlar. bizim temel gerçeğimiz tam da budur. ahlakın en basit tanımı kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma-dır. başkasından istiyor ama kendimiz yapmıyorsak bu da ahlaksızlıktır. saygı bekliyor ama saygı göstermiyoruz, anlayış bekliyor ama anlayışlı olamıyoruz. dinin en basit teklifi de yanlışı karşı da değil, kendinde görmektir. oysa biz buna hiç ama hiç yanaşmıyoruz.
    Bir adamcağız kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bektâş-i Veli’nin dergahına kurban olarak bağışlamak ister. (O zamanlar dergahlar aynı zamanda aşevi işlevi görüyordu.)
    Durumu Hacı Bektâş-i Veli ‘ye anlatır ve Hacı Bektâş-i Veli helal değildir diye bu kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam Mevlevi dergahına gider ve ayni durumu Mevlâna’ya anlatır, Mevlâna ise bu hediyeyi kabul eder.
    Adam aynı şeyi Hacı Bektâş-i Veli ‘ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlâna’ya bunun sebebini sorar.
    Mevlâna şöyle der:
    – Biz bir karga isek Hacı Bektâş-i Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.
    Adam üşenmez kalkar Hacı Bektâş-i Veli dergahı’na gider ve Hacı Bektâş-i Veli’ye, Mevlâna’nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektâş-i Veli’ye sorar.
    Hacı Bektâş-i Veli de şöyle der:
    – Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlâna’nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.
    bazen bir şeyi anlamak herşeyi anlamayı sağlar.

    • Hanımefendi didem çok teşekürler! Ne güzel bir menkıbe paylaşmışsınız… İşte türkün mayası, işte türkün metafizik bilgisi, işte türk romantizmi, işte türkün efendiliği! Türk milleti sen çok yaşa…

  4. Ebu Ümame (ra) anlatıyor: Resulullah (sav) buyurdular ki:
    “Kim haksız olduğu bir münakaşayı terk ederse, kendisine cennetin kenarında bir ev kurulur. Haklı olduğu bir münakaşayı terkedene de cennetin ortasında bir ev kurulur. Kim de ahlakını güzelleştirirse, ona da cennetin en yüksek yerinde bir ev kurulur.”
    (Tirmizi, Birr 58)
    Ah bilebilsek Ah bildiğimizi yaşayabilsek !

  5. İki gazetede birbirine ölümüne saldırıyor kavgada söylenmeyecek şeyleride söylüyorlar . Sır olarak sakladıkları enteresan şeyleride böylece öğreniyoruz özellikle S.ylçn ve S.Önkbr ın yazdıkları ilginç

  6. İki Sorun
    Dünyanın iki sorunu var. Basın ve bürokrasi. İşçilik sisteminin sonucu olan tekel bunları kullanarak insanlğa zulmediyor. Bizzat yazara ve görevliye zulmediyor. 1960’a kadar yazarların ve bürokratların kötülüklerinden bu zulmü yaptıklarını sanıyorduk. 60’larda gördük ki bunlar bizden daha mazlum.
    Bürokratlar da zulüm çarkı içinde eziliyorlar. Yazarlar da. Birbirine saldıran iki yazarın aynı meyhanede içki içtiklerini görmeniz mümkündür. Öyle yapacaklar ki okunsunlar.  Ben iki yazardan başkasını okumuyorum. Koru ve Diler. İkisini de eleştiriyorum. Eleştirmem onlara karşı bile kendimi savunmam içindir. Hiç okumasam olaylardan habersiz olarak günümü yaşayacağım. Okursam etkileri altında kalacağım. Okuyorum ve Akevler.org’da yayınlıyorum.  Ocak Medya yazılarımı iktibas ediyor. Takvim ise duymuyor bile. Olsun ben onlar için yazmıyorum ki. Sadece kendimi koruyorum.

    • Size katilmiyorum. Dunyanin bir sorunu ve bir cozumu var. Sorun sermaye, cozum de akevler. Gerisi hikaye 😀
      Uzun uzun yazmayin, yorulmayin, akevlerin adreslerini verin, Turkiyedeki ve dunyadaki tum siyasetciler oraya gitsin dogruyu ogrensin.

  7. Şahsiyet,karakter, Değerler ,genellikle ,Aileden,okuldan,Çevreden alınır .Değerlerde aşınma varsa bunun yerini şimdi çok şikayet ettiğimiz kötü ahlaki davranışlar alır ,maalesef günümüzde vazgeçilmez ve değiştirilmesi düşünülemez ilke MADDE-MENFAAT olmuş ,iyilik ,güzellikle ilgili çok az örnek olay ve davranış varken kötü örnek ve davranış ile ilgili sayısız örnek ve davranış var. İnsanın doğumundan ölümüne kadar hiç vazgeçmemesi gereken temel insani- İslami değerler varken bunlar günlük çıkarlara feda ediliyor. İslamlık,İnsanlık,Ahlak,Doğruluk,iyilik,vakar,Tevazu ,Hak,hukuk,Adalet sadece lafta yaşayan değerler haline geldi ,Toplum olarak acilen arınmaya ihtiyacımız var keşke müslümanlar inandıkları değerler konusunda samimi ve ilkeli olsa

    • Din dediniz de aklıma geldi. Arslan Bulut 16 Ocak ta ” Türkiye’nin Lat. Uzza ve Menat lari” başlıklı bir yazı yazdı. Okumayan varsa öneririm. Türkiye’nin dini durumunu harikulade bir şekilde anlatmış.

    • İlkeli olmak; gak guk atalet değildir! Hayır dediğin başkanlık sistemine bir de utanmadan aday çıkarmaktır:)

      • Meydanı boş mu bırakaydılar H.Gayret . Senin ki de laf.
        Başkanlık sistemine geçmeseydik 150 vekile maaş vermiyor olacaktık .
        Birileri 46 yaşında emekli olmuş ben olamıyorum 55 yaş erken diyorlar ,
        ama birileri 18 yaşında vekil seçilip emeklilik hakkı elde edebiliyor .
        Demokrasiymiş . Hadi ordan . Elit zümreler ayrıcalıklı dünyası .

        • Tamam çok güzel de; peki ortalığı boş bırakmayıp sonra da ne diye seçimlere şaibe bulaştırmaya çalışıyosunuz kardeşim? Hem yarışa katılıp hem çıkan sonuca niye itiraz ediyorsunuz? Beğenmiyorsan oynamiicaksın!!!

  8. Kısacası Kraldan çok Kralcı vardır Ülkemizde. Birilerine yalakalık yapayım derken başkasını karalamak hoşlarına gidiyor. Her iki gazeteyi de az çok herkes tahmin edebilir. Reklam olmasın diye isim vermek istemem. Allah ıslah etsin diyorum. Kulla kulluk değilde Allah’a kulluk yapılsa hiçbir neden kalmaz.
    SAYGILAR SEVGİLER

    • Çözüm kullukta kölelikte mi yani nusret bey? Bahsedilen gastelerden gerçekten haberim yok; iyi ki de reklam etmemişsin, sağol…

      • Kölelik değil; Biat meselesi… Her iki gazete de gerçekleri yazsa ve iktidar ve ana muhalefetin yanlışları dile getirse hiçbir sorun kalmaz. Ama nedense ikisi de körü körüne bağlanmışlar. O yüzden Kuldan değil de Allah’tan korksunlar, gerçekleri halka aktarsınlar.
        SAYGILAR SEVGİLER H. Gayret bey…..

  9. GAZETELERİMİZİN DURUMUNU EN AÇIK GÖSTEREN ARALARINDA OLAN BU ÇEKİŞMELER GÖZLER ÖNÜNE SERİYOR.
    BAZEN GAZETELER ARASINDA Kİ KAVGANIN ÇOK FARKLI NEDENLERİ VARDIR VE FARKLI SONUÇLAR DOĞURURLAR.
    Burada da farklı sonuçlara evrileceğini sanıyorum.

  10. Ne yalan söyleyeyim. İdeolojik olarak sayın Koru ile hiç yan yana gelmedik ve kendisini hiç tanımam. O’nu özellikle de şimdilerde takip ediyorum.
    Güçlü ve dirençli bir kalemi olduğu kesin; aklı da iyi kullanıyor. Ama bir tarafı var ki sayın Koru’nun o tarafını bir türlü benimseyemedim: İKTİDARI APACIK VE CESURANE ELEŞTİREMEYİŞİ…
    Ben, hergün ilk önce Koru’ nun makalesini okuyarak güne başlıyorum. Beni kişilerin düşünceleri ilgilendirir. Keşke muhafazakar cephede yer alanlar da Koru gibi olabilseler… Saygılar..

    • Sayın koru’ya akıl öğreten eleştiri bağımlısı çok bilmişlerden yorulduk artık! Neden gidip havuz medyasında yüzmüyorsunuz?

    • Doğuda 60 hanelik (şu an 3 emekli aile kaliyormuş) bir köyde dünyaya geldim 12 yaşina kadarda orda büyüdüm.
      Dünyada ne kadar irk varsa abartisiz hepsini yakindan tanıdım.
      Yaşadiğim ülkelerde dünyanin her tarafindan buralara göç etmiş insanların torunlari buralarda dünyaya gelmiş ikinci ve üçüncü kuşak olmalarina rağmen birbirleri ile diyaloklarını hiç kesmezler ve en az ayda bir toplanirlar. Hemde ayni dinden olmamalarina rağmen. Birbirlerine öyle bizdeki gibi sen ocusun bucusun diyde dışlamazlar, vede korurlar.
      Cocuklarinada kendi dillerini ve kültürlerini unutturmazlar.
      Ya bizim Turkiyeden göçenler! Ataturkçü,Nurcu, Suleymancı, sağcı, solcu vb.herkes kendisini üstün görür, karşı tarafa aşağılarlar, gende şimdiki kadar Hem cahil hemde bu kadarda DÜŞMAN değildiler.
      Bu ülkeye! Müslumanlik adina yola çıkan AKP ihtidarinin yaptiği tahribati yedi duvel gelseidi yapamazdı.
      Internette hani siteyi tikliyorsak, ilk karşilastiğimiz Baskanin birilerini tehdit edip meydan okumazi oluyor.
      Demeki o iki gazetede Başkanin izinden gidiyor.
      Eğer F Korunun günlüğü olmasaidi, bizler durmadan karekter degiştirip sayilarini abartıp fazla gösterebilmek için bir kaç kiliğa giren trollerden habarimiz olmazdı.
      Burada bazi yorumcular Fehmi beye,
      “neden bildiklerini yazmiyorsun” diye sitem ediyorlar…
      Fehmi bey bildiklerini yazmasina yazarda yalniz bildiklerini sadece özet olarak yazsa dahi en az bir iki ayini alir. Eger, yazacak olursa, o zaman silivrideki 11.köye gitmesi gerekir. zaten ordada yazmak yasak.

      • Nurdan hn AKP yi eleştirin ancak yaşadığımız tüm sıkıntıları ona yüklemek haksızlığına düşmeyin. Turkiye de yaşamadığınız için başı örtülü hanımların insan yerine konulmadığı 28 şubatları hatırlamazsınız.Sırf imam hatipli diye 2. sınıf insan yerine koyup eğitim hakları elinden alınanları bilmezsiniz.Çok şükür bunlar artık yaşanmıyor.
        Öbür taraftan cemaatin insanlara iftira atarak ergenekon vs. de hayatları kararttıklarını bilmezsiniz.
        Maalesef dün bunları yapanlar benzerlerini bugün tekrarlıyorlar. Yok birbirimizden farkımız . Hepimiz karşı tarafı türlü iftiralarla yoketme çabasındayız.Hepimiz aynı ……. soyuyuz.

        • Ahmet bey! Halan daha kâbus goriyorum nasil bilmem! 28 Şubat donemi ve öncesini hem de ilİkklerime kadar yaşadim. Askerler başini örten ve namaz kilan arkadaşlari toplayip hepimize “sizin bu ülkede yaşam hakkiniz yok defolun Irana gidin” diyerek bizi kovdular( tabiiki lafla) fakat ben irana değil Kanada’ya gittim.
          O toplantida arkedaşlar benim ağzimi kapattilar,o şeytanlara o zaman cevap veremedim.
          Daha sonra, beni kapanacak isyerine sürgün ettiler.
          Kendilerini çok akilli zannederek güya beni cezalandirabileceklerini zannetiler. Yeni işe başlamiş gibi bütün kidemlerimi sıfirlatacaklarini umdular.
          Ben kanunlari(o zamanda tam olmasa bile) iyi bildiğim için üstelik de üç aylik maaşimde ödiyerek emekli ettiler. O kadar israr etmeme rağmen işten attik yazmadilar. Ve o gün agzimi kapadiklarindan dolayı Iran konusunda veremediğim cevabin bin kat daha fazlasini işten attiklarinda onlara söyledım.
          O zaman baş örtümden dolayi sadece beni değil
          okulda oğretmenleri çocuklarimin dahi hakkini yediler notlarini dahi vermiyorlardi.
          En düşük diploma notu ile lise bitiren oğullarım buradaki dunya siralamasinda ilk 20 ve 35 giren üniversiteleri ilk 10 da bitirdiler.
          Hemde bir değil ikişer Universite.
          Neyise derdimi tazelediniz.
          Saglicakla kalin.
          Not: bizlere zülüm eden müdüre Allah öyle bir aci verdiki….hem de nasil.
          Etme kulum bulursun zulum misali.
          Mahsunlarin ahi yerde kalmaz.
          AKP nin icratlari 17 senede Turkiyeyi ve insanlığı yok etmek oldu.

  11. Edep, ahlâk, iz’an, vicdan…daha ne denilse ki?
    Değindiğiniz alana bu ilkeler getirilse…ilke yerine geçer mi bilmem ama bunlar başlı başına birer değer ve hayata ilk başladığında insana verilmesi gereken hasletler.
    Bu şubelerden az biraz nasiplenmiş olunsa sorun fazla uzamadan çözülür..yok yok, belki de sorun oluşmaz.
    Edep ya Hu!
    “Erdem” ya Hu!

    • Gene mi ilkeler ittifakı hasan bey! Bırak yesinler birbirlerini:) millete saldırmasınlar da…

Yoruma kapalı.