You are currently viewing Olağanüstü hal… 140 yıl öncesinden bugüne hep aynı çözüm…
Osmanlı Meclis-i Mebusanı, 1877

Olağanüstü hal… 140 yıl öncesinden bugüne hep aynı çözüm…

Arşive bakınca öğrendim: Prof. Bülent Daver iki yıl önce vefat etmiş… Hoca hâlâ aramızda olsaydı, başarısız darbe girişimi sonrasında hükümetin Meclis’e sunduğu ve AK Parti ile MHP çoğunluğu tarafından kabul edilerek yürürlüğe giren ‘Olağanüstü Hal’ (kısası ‘Ohal’) konusunda hepimizi fazlasıyla aydınlatırdı.

1980 ortalarında, Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde siyaset bilimi doktora programına katıldığımda aldığım derslerden biri Prof. Daver’indi ve ‘Olağanüstü Hal Rejimleri’ adını taşıyordu.

Hoca daha 1961 yılında ‘Fevkalâde Hal Rejimleri’ adıyla çıkardığı kitabını, artık 1980’lerde olmamıza rağmen, derste tefrika ediyordu; öğrencilerin konuyu başka alanlara çekme girişimlerine her seferinde yenik düşerek…

imageSağolsun, yeterlilik sınavıma da katılmıştı Daver Hoca ve hiç unutmuyorum, bana, ”Osmanlı’da yürülükte olan Kanun-u Esasi’ye göre Olağanüstü hal’in esası nedir?” sorusunu yöneltmişti.

Evet, ‘Olağanüstü hal’ adıyla yeniden ülke siyasetinin gündemine giren yönetim biçimi, bu topraklarda, Osmanlı döneminden beri tartışılıyor ve karşılaşılan her fevkalâde durumda da yeniden uygulanıyor.

1876’da nasıl anlaşılıyordu?

Yeterlilik sınavım öncesi, Daver Hoca’nın, her satırının altını çizerek ve günümüz Türkçesindeki karşılığını da aklımda tutarak hatmettiğim kitabında, Kanun-u Esasi’nin ilgili maddesi (m. 36) şöyle aktarılır:

”Meclisi umumi mün’akit olmadığı zamanlarda, devleti bir muhataradan veyahut emniyet-i umumiyeyi halelden vikaye için bir zaruret-i mübreme zuhur ettiği ve bu bapta vaz’ına lüzum görülecek kanunun müzakere için Meclis’in celp ve cem’ine vakit müsait olmadığı halde, Kanun-u Esasi ahkâmına mugayir olmamak üzere, Heyet-i Vükelâ tarafından alınan kararlar, Heyet-i Mebusan’ın içtimaiyle verilecek karara kadar bâ İrade-i Sen’iye muvakkat kanun hüküm ve kuvvetinde olup ilk içtimada Meclis-i Mebusana arzı lâzımdır.”

Meşrutiyet dönemiyle ‘meclisli bir saltanat’ (monarşi) halini almış olan Osmanlı İmparatorluğu’nda, başta hâlâ Osmanlı hanedanından bir Sultan vardı, ama günlük işleri görmek üzere Meclis’in içinden çıkmış bir Sadrazam (başbakan) ve bir de hükümet bulunuyordu. Meclis’in merkezinde yer aldığı bir yönetim biçimi getirmişti Meşrutiyet ve onun yaptığı anayasa (Kanun-u Esasi).

Kanun-u Esasi adıyla 23 Aralık 1876’da kabul edilmiş olan ilk anayasamız, bir ara (1878) askıya alındıktan sonra 24 Temmuz 1908’de yeniden yürürlüğe konulmuş ve 20 Nisan 1924’e kadar yürürlükte kalmıştır.

140 yıldan fazla bir süredir, anayasalı, meclisli ve tabii seçimli bir ülkede yaşıyoruz.

Daver Hoca’nın bizdeki ilk ‘fevkalâde hal’ izni olarak gördüğü Kanun-u Esasi maddesi, aslında, bugünkü deyimiyle ‘kanun kuvvetinde kararname’yi tanımlıyor.

Meclis o sırada toplantı halinde olmayacak… Ülkede ciddi bir güvenlik sorunu çıkacak… Böyle bir zorunluluk hali ortaya çıktığında alelacele Meclis’i toplantıya çağırmak ve çıkarılacak kanunu görüşmek mümkün olamayacak…

Böyle bir durumda… Anayasa’ya aykırı olmamak şartıyla… Hükümet tarafından alınacak ve Padişah tarafından onaylanacak kararlar… Kanun yerine geçer…

Tabii Meclis’in ilk toplantısına kadar geçerlidir o karar ve ilk toplantıda Meclis’in onayına sunulur…

Günümüzde nasıl?

Günümüze gelene kadar ‘Ohal’ uygulamaları çok daha çetrefil özellikler kazandı.

Oylama öncesi görüşmelerde de gördük, muhalefetin üzerinde en fazla durduğu, ‘Ohal’ ilân edildikten sonra hükümetin çıkaracağı kanun hükmünde kararnameler konusuydu. Meclis sürekli toplanır haldeyken hükümete böyle bir yetkinin verilmesine itiraz ediyordu muhalefet…

Ancak, Cumhuriyet döneminde ilân edilmiş bütün Ohal uygulamalarında, hükümetler, ‘kanun hükmünde kararname’ ile dönemi değerlendirme yoluna gittiler; aldıkları normal-ötesi kararları herhangi bir denetime tâbi olmadan derhal uygulamaya koydular.

Şimdi de hükümetin yapmak istediği bu.

Ne kadar süreyle?

Hükümet sözcüsü Prof. Numan Kurtulmuş Meclis’ten üç aylık bir süre için izin aldıklarını, ancak bu sürenin yarısını kullanmak niyetinde olduklarını açıkladı. Buna karşılık, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, yabancı medyaya verdiği mesajlarda, üç aylık sürenin yetmeyebileceğini ve Meclis’ten yeniden üç aylık bir süre daha istenmesi gerekebileceğini söylüyor.

Kuvvetli bir duyum değil, ama Meclis’ten istenecek ‘Ohal’ süresinin, Cumhurbaşkanlığı ile hükümet arasında ihtilâf konusu olduğu, hükümetin, özellikle ekonomi ile ilgili sebeplerle, süreyi kısıtlı tutmak ve bir an önce normal düzene dönmek için gerekli olduğu savıyla ‘3 ay’ sınırlamasında ısrar ettiği söyleniyor.

Doğru olma ihtimali güçlü bir söylenti bu.

Ekonomi hükümet için önemli

Önümüzdeki dönemin en kritik alanı ekonomi… Standard & Poors’un MGK toplantısının sona ermesini bile beklemeden Türkiye’nin notunu düşürmesi, Fitch’in bankalarla ilgili açıklaması, özellikle ekonomi çevrelerinde kaygıyla karşılandı. Bu işleri bilenler, yatırımcılar ile büyük mevduat sahiplerinin ‘Ohal’ yetkilerinin hükümet tarafından nasıl kullanılacağını izleyeceklerini ve ona göre tavır alacaklarını söylüyor.

Bu durumda, hükümetin ‘Ohal’ süresini kısa tutması ve o süreyi bile kullanmak istemediğini açıklaması yerinde.

Tadında kalmalı

Türkiye, evet, hiç beklemediği bir yerden ağır bir darbe yedi; bu sebeple aynı oldu-bittiyi bir daha yaşamamak için kapsamlı tedbirler almak zorunda. Bu tedbirlerin bir bölümünün ‘demokratik hukuk devleti’ ilkeleriyle uyumsuz olması da gerekebilir; ancak bir ölçüye kadar… O ölçü kaçırıldığı ve geniş çaplı bir mağdurlar kitlesi oluşturulduğu taktirde, bunun getireceği sorunlar beklenenin tersi bir etki de yapabilir.

Galiba hükümetin, yaşananlardan olağanüstü rahatsızlık duyduğumuz için alınacak her tedbiri kabule hazır olan bizlerden çok, Türkiye’yi yatırım yapılır bir ülke olarak gördükleri için ekonomimize katkıda bulunmuş yabancıları ikna etmesi gerekiyor. Yabancı gazeteler her gün ‘darbe girişimi’ ile ilgili kafa karıştırıcı haberler ve o haberler üzerine yapılmış yorumlar yayımlıyor çünkü.

Girişte yazdığımı bir kez daha tekrarlayayım: Daver Hoca vefat etmeseydi, doktora tezini bu konuda yapmış bir uzman-kişi olarak TV’lere çıkar ve Kanun-u Esasi’den 140 yıl sonra yeniden tartışma gündemimize giren ‘Ohal’ rejimi hakkında, bizi de yabancıları da aydınlatırdı.
ΩΩΩΩ