Şimdi sizinle paylaşacağım görüşe bugün gelmiş değilim; uzun yıllar öncesine kadar gidiyor bu görüşüm…
Görüşüm şu: Herkesin aynı düşündüğü, aynı şekilde davrandığı, aynı türden beklentilere sahip olduğu bir ortamda yaşamak istemezdim…
Buradan varılacak sonucu sizler de çıkartabilirsiniz: Tekdüzelik bana göre değil…
Hasan Cemal ile Doğan Akın’ın basın kartları
Günün geçerli eğilimine uymakta zorlandığını fark ettiğim bir medya patronuna, vaktiyle, “Doğru bildiğiniz yoldan ayrılmayın, size göre yanlış da olsa kendi görüşlerini okurlarıyla paylaşan yazarlarınıza da sakın ha dokunmayın” aklını vermiştim.
Aynı konuda fikrim sorulsa bugün de aynı aklı verir miyim, kuşkuluyum. Görüşüm yanlış olduğu için değil, uyulduğunda tehlikeli sonuçlar doğurabileceği için…
Hasan Cemal ile Doğan Akın’ın sürekli basın kartlarının iptal edildiğini öğrenmem bana bunu düşündürdü.
İslâm nedir, Müslüman kimdir?
Müslüman yeryüzünü geçici bir konaklama yeri olarak bilir; onun esas gayesi, kalıcılık kazanacağı ‘öte dünya’ya hazırlanmaktır. ‘Orası’ için makbul bir insan olabilmenin yolu ise bu dünyada önüne çıkarılan sınavlarda başarılı olmaktan geçer…
Kâinatın yaratıcısı, Allah, eğer isteseydi, bütün insanları her bakımdan eşit yaratırdı; oysa dünyada hemen fark edilen, insanlar arasındaki çeşitliliktir…
Farklı ırklar, uluslar, diller, inançlar, görüşler, eğilimler var dünyamızda…
Sınav, bu farklılıklarla birlikte varlığımızı sürdürmeyi de kapsıyor…
Allah vergisi olan ‘aklımızın’ yardımıyla…
Doğrunun ölçüsünü öğrenmemiz için gönderilmiş Kur’an-ı Kerim’de en fazla övülen kişiler ‘akıl sahipleri’dir… Düşünen, akleden, önüne çıkan görüşler üzerinde tezekkür ve tefekkür eden insanlar… Kur’an-ı Kerim’de, 300 kadar âyette, insanlar, düşünmeye davet ediliyor.
Elbette her insan düşünecek, ancak akılların aynı tarzda düşünce üretmesi gerekmiyor. Farklı düşünceler de olacak. Oluyor da. Karşımıza çıkan farklı düşüncelerin hepsine kulak verecek, içlerinden ‘en güzelini’ bizler seçeceğiz.
Kur’an âyeti (Zümer: 18) bunu öngörüyor.
Çeşitliliğin olmadığı bir dünyada ‘en güzelini’ seçmemiz mümkün olmayacağına göre…
Yanlış görüşlere bile yer var
Peki ya yanlış görüşler?
İlk işittiğimizde kulağımıza kötü veya çirkin görünen, insanları yanlış yollara sevk edebilecek sözlerin serbestçe ifadesine de izin veriyor mu dinimiz?
İslâm Peygamberi’nin sevgili eşi, bütün inananların annesi Hz. Ayşe ile ilgili bir olay anlatılıyor Kur’an-ı Kerim’de (Nur: 11-26). Dönemin münafıkları kulaktan dolma bir bilgiyi Hz. Ayşe hakkında bir ‘iftira’ya çevirerek dolaşıma sokmuşlardı; âyetler işin doğrusunu anlatıp Hz. Ayşe’yi aklıyor…
İftirayı üretip dolaşıma sokanlara karşı ise herhangi bir yaptırım öngörmüyor… İslâm Tarihi kitaplarında ‘ifk olayı’ diye bilinen iftira ve onu üretenlerle ilgili uzun uzadıya bilgiler yer alıyor; ancak onu üretenlere karşı bir cezai uygulamadan söz edilmiyor…
Günümüz dünyasında üzerinde en fazla durulan ‘düşünce ve ifade özgürlüğü’ kavramının en geniş biçimde uygulandığı bir coğrafya olmak zorunda İslâm Dünyası…
Zorunda, ama herhalde öyle olduğu söylenemez…
Müslümanlara tebliğ edilen ilk emrin “Oku” olduğu bir dünyanın bugünkü halinin sebebi de, hiç kuşkunuz olmasın, düşünce özgürlüğüne değer vermemesidir
Oysa, Kur’an-ı Kerim sadece düşünce özgürlüğünü değil, düşüncelerin hiçbir korkuya kapılmadan en geniş biçimde ifade edilmesini de öngörüyor.
Nereden mi biliyorum?

İndirildiği dönemde putatapıcılar Kur’anın Allah sözü olduğunu inkâra kalkıştılar. Hz. Peygamber’in onu uydurduğunu, söylediklerinin onun kendi sözü olduğunu iddia ettiler.
Kur’an (Hud: 13; Yunus: 37-38; Bakara: 23-24) bu iddialara şöyle cevap veriyor: “De ki: Uydurulmuş 10 sureyi de siz getirin, eğer gücünüz yetiyorsa, davanızda samimi iseniz… (İsterseniz) Allah’tan başka gücünüzün yettiği kimseleri de (yardımınıza) çağırın…”
Bu kadar…
En hassas konularda bile, düşünceyi ve onu ifadeyi yasaklamak yerine, o düşünceyi kendisi ifade edip ondan sonra yanlışlığını ortaya koyan, bu arada doğrusunu da anlatan bir yaklaşım bu.
Yanlışlıkları pattadanak yanlışta olanların yüzüne vurulmuyor, çok sayıda âyetlerde (Bakara: 259; Âl-i İmran: 137; Gasiye: 17; Rum: 9; Araf: 185; Abese: 24; Tarık: 5; Yusuf: 109) olduğu gibi, onlara sorular yöneltilerek konu üzerinde yeniden düşünmeye davet ediliyorlar…
Ortaçağ: Batı’da karanlık, İslâm Dünyasında apaydınlık
Evet, biliyorum, ‘İslâm ülkesi’ olmakla övünen ülkelerin çoğunda, farklı görüşlere sahip olanları ciddiye almak, görüşlerini ifadesine imkân vermek yerine, onları en ağır cezalara çaptırmak geçerli bir yöntem. Farklılıkların cezalandırıldığı bir coğrafya görüntüsünde İslâm Dünyası…
Acaba Müslüman ülkelerin geriliklerinin sebebi bu olmasın?
Düşüncenin yeşermesi için özgür bir ortama sahip olması gerekiyor çünkü; sadece düşünebilmek değil, onu ifade edebilmek de özgürce olmalı. Böyle ortamlar ülkelerin daha çabuk kalkınmasını, ilerlemesini getiriyor…
Ortaçağlar’dan Batı’nın kurtulması bağnazlığı geride bırakıp özgürlükçü bir anlayışa ulaşmasıyla mümkün olabildi.
Bunun yolunu Batı’ya açanlar ise, aynı dönemde özgür bir ortamda yaşayan Müslümanlardı.
Şaşırtıcı gelebilir, ama gerçek şudur: Batı için ‘karanlık’ olan Ortaçağ, İslâm Dünyası’nın ‘en aydınlık’ çağıdır. O dönemin parlak zihinleri, yalnız kendi kaynaklarıyla yetinmemiş, İslâm öncesi dünyanın temel eserlerini de bulup onları zamanın bilim diline (Arapçaya) çevirerek kaybolmalarını da engellemişlerdir…
Eski Yunan ve Roma’ya ait pek çok değerli eserin bugün orijinalleri yoktur; Arapça tercümeleri sayesinde varlıklarından haberdar olunuyor…
Arada ne olduysa oldu ve roller değişti ve Batı ileriye fırladı.
Sebebini bulmak hiç zor değil.
İstisnalar kuralı bazen bozuyor
Ülkemiz İslâm Dünyası’nda bir istisnaydı, aman o özelliğini sakın ha bozmayalım.
Bugün ‘istisnai’ özellikler taşıyan bir dönemden geçiyor ülkemiz; daha önce başvurulmayan ‘istisnai’ uygulamalara sahne olunuyor.
Adı üstünde ‘Olağanüstü Hal’ (OHAL) uygulamaları var.
Geçmişte benzer durumlar söz konusu olduğunda, durumdan vazife çıkaran birileri eliyle, istisnai durumlar istismar edilebilmiş, ülkenin temelde özgürlükçü ekseni kaydırılabilmişti.
Yine de farklı düşünceler yok edilemedi.
Edilseydi, yakın geçmişin ‘tehlikeli’ ilân ettiği bir düşüncenin siyasi hayatta kendine yer edinmesi, hele iktidara ulaşması mümkün olamazdı.
AK Parti varsa bugün ve iktidardaysa, muktedirlerin onayıyla olmadı bu; onlara rağmen ve özgürlükçü ortam sayesinde oldu.
Hasan Cemal ve Doğan Akın’ın basın kartları iade edilmeli, düşünceleri beğenilmediği için meslekleri elinden alınan, görevlerine son verilen, cezaevlerine gönderilenler varsa, onların durumları da yeniden gözden geçirilmelidir.
Benim bu görüşüm beğenilmeyebilir, ama zaten herkes beğensin diye yazılmadı bu yazı.
ΩΩΩΩ