Sokakta yürürken, Metro’da seyahat ederken veya AVM gezintilerimde tanıyıp yanıma yaklaşanlardan en çok gelen, ”Son zamanlarda sizi ekranlarda göremiyoruz” sorusu oluyor.
Ne diyeceğimi pek bilemiyorum.
Desem desem şunu söyleyebilirim: Yazılarıma son verildiği gün televizyonlarla da ilişkim bitirildi. Sürekli katkıda bulunduğum program/lar/a da, zaman zaman davet edildiğim kanallara da artık çağrılmıyorum.
Bunu söylemek ağırıma gittiği için, merak sahiplerine hafifçe tebessüm çakarak, ya da ”Artık kendimi bu işlerden çektim” türü genel bir cevapla yetinerek mukabele edip durdum.
En ağır gelen, toplumun tartıştığı konulara yazılı-sözlü katkılarımın neden sona erdirildiğini, gazeteler ve televizyonların benden uzak durmaları talimatının kimden geldiğini bilememem…
Yanlış anlaşılmasın, dışarıdan bakanların kolayca sanabileceği gibi, kendimi ‘mağdur’ hissetmiyorum; hatta bir yönüyle ‘mağrur’ olduğumu bile söyleyebilirim.
Hatta ‘şanslı’…
Gazetecilik, bizde de başka ülkelerde de, askerlikten sonra en fazla ‘şehit’ verilen mesleklerden sayılıyor. ‘Söyletmen, vurun’ anlayışının hâkim olduğu bütün coğrafyalarda, hâkim düşünceye ters veya konulara farklı yaklaşan insanlar ‘tehdit’ olarak görülüyorlar ve ‘icaplarına’ bakılıyor…
Başa gelen en hafif ceza, kalemin elden alınmasıdır.
Demokrat Parti (DP) döneminde kendisine karşı ‘suikast’ girişiminde bulunulmuş (1952) Ahmet Emin Yalman, aslında 1950 öncesinde DP’ye destek veren, CHP’ye en sert muhalefet eden yazarlardandı; Cumhuriyet’in kuruluşundan kısa süre sonra muhalefeti sebebiyle yazı yazması engellenmiş, nice yılların ardından, Atatürk, kendisine yeniden yazma izni vermişti.
Meraklılar basın tarihimizde daha feci örnekler de bulabilirler.
İttihat ve Terakki Partisi’ne muhalif gazeteci Hasan Fehmi 6 Nisan 1909’da Galata Köprüsü üzerinde öldürülmüştü. Aynı âkıbet bir yıl sonra arkadaşı Ahmet Samim’in başına geldi; o da öldürüldü.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu ‘Hüküm Gecesi’ romanında o dönemi ve gazeteci-yazar tayfasının maruz kaldığı ölümcül tepkileri anlatır.
Şimdilerde o günlerin şartları yok elbette, ancak yine de gazeteci milleti tek durmuyor, yine hâkim düşünceye ters şeyler yazabiliyor; eh, başa gelen çekilir dememiz gerekmez mi?
Ben öyle diyenlerdenim.
Artık sadece haberdar olanlar ile zahmete katlananların erişebildikleri bu sitede görüşlerimi açıklayabiliyorum. En son da, merkez medyadan dışlananlardan Ruşen Çakır’ın internet ve sosyal medya (Periscop) imkânlarını kullanarak yaptığı canlı yayına katılma imkânım oldu.
İnternet sitemden yazmaya başlamam Twitter hesabıma korsanların saldırısını getirdi.
Yılmadım; neden yılayım?
Medyascop’ta yayınlanan 45 dakikalık mülâkattan yapılan özet alıntılar ise birilerinin hoşuna gitmedi.
Gitmeyebilir; ‘her söylediğim herkesin beğenisini kazanacak’ diye bir kural mı var?
Edebi alanda da elini denediği için kendisinden düzey beklediğim bir yeni milletvekili, ”Tabii gazetelerde yazamıyor da ondan bu eleştirileri” anlamına gelen bir mesaj atmış…
Hani vahşi bir eleştirim olsa, neyse…
Ne yani? ”Bir türlü ‘kim’ veya ‘kimler’ olduğunu öğrenemediğim odağı mı ele veriyor?” diye düşündüren bir çıkış bu. Eleştirirseniz gazetelerde yazı yazmanızı engelliyorlar, mecburen kitlelere ulaşmak için alternatif yollara başvurduğunuzda, bilmiş bir ifadeyle, ”Eh, tabii eleştirir, gazetelerde yazdırılmıyor ya” diyorlar.
Yine Medyascop’ta söylediklerimin bütününe bakmayıp acele özetle yetinen başkaları ise, 17-25 Aralık sürecinde kaleme aldığım ve ”Müslüman kimlikli biri Dârülmâl’e el uzatır mı, yolsuzluk yapar mı, yalan söyler mi, bunları yaparken çoluk çocuğunu yanlış işlerine bulaştırır mı? Asla inanmam” yazımı dillerine dolamış, ”Geçmişte överdi, şimdi eleştiriyor” diyebilmişler…
Buna da ”Eyvallah” diyorum.
Zor bir işe kalkıştığımın farkındayım. Başka ülkelerdeki meslektaşlardan benimle aynı yolu tutanlar hayli fazla, ama alternatif görüş açıklama yöntemi sayabileceğimiz düzenli biçimde internet sitesinden yayına geçen pek az kişi var bizde; onların bir bölümü de çok sayıda çalışanı bulunan sitelerde görünüyorlar.
Takdir etmediğim sanılmasın, onları da çok takdir ediyorum.
”İllâ eleştireceğim, yanlış olduklarını ispat edeceğim” diye bir derdim geçmişte de olmadı, bundan böyle de olmaz. Benim için önemli olan ülkemdir, ülkemin de içinde yer aldığı daha geniş bir coğrafyadır… Ve hatta bütün dünyanın geleceği de beni ilgilendiriyor.
Kalemimi hep bu yolda kullandım; şimdiden sonra da aynı hassasiyetle kullanmaya devam edeceğim.
Bazı günler bir yazıyla da yetinmeyip iki hatta üç yazıyla karşınıza çıkmam bundan…
Sizleri buraya sürekli bekliyorum.
ΩΩΩΩ