Ahmet Altan serbest bırakıldı; umarım kalıcı olur.. Ve, darısı başkalarının başına…

26
Reklam

Bazen kendimi karanlıkta göz kırpan biri gibi hissediyorum; her gün yazdığım ve yazdıklarım devamlı okurlar tarafından yorumlanmaya, başka siteler de yazdıklarımı iktibas edilmeye değer gördükleri halde böyle bu…

Yazar olarak ben ve yazılarımı yorum yapmaya değer bulanlarla birlikte bu site, üye olmadan girilemeyen bir kulüp gibi. Kulübümüzün hak etmeyenler tarafından keşfedilmesini, başkalarınca rahatsız edilmeyi sanki istemiyoruz. 

Son baktığımda Twitter’da 340 binin üzerinde takipçim vardı; ama ben o mecrayı kırk yılda bir bile yeni okurlar çekmek amacıyla yazdıklarımı duyurmada kullanmıyorum. Okurlar da her gün buraya uğradıklarının bilinmesini istemiyor tavrındalar.

Ne yalan söyleyeyim, bu durum özellikle hoşuma gidiyor.

Kuyuya her gün bir taş atıyorum, taşın suya değdiği sesi işitiyorum; o taşların bir gün suya da baskın geleceği umudu beni ertesi gün yeniden yazı masasına oturmaya zorluyor.

Özgürlük gibisi var mı?

İnanması zor olduğu için konuyu buraya taşımaktan çekiniyorum; ancak içeride tutulmalarının yanlış olduğunu ara sıra tekrarladığım isimler hiç mübalağasız her gün zihnimi tırmalıyor. Bir bölümü yazıları ve kitaplarını okumaktan zevk aldığım, bir bölümünün de okurum olduğunu bildiğim isimler bunlar.

Ahmet Altan 4 yıl 6 ay ve 21 gün cezaevindeydi.

Reklam

Osman Kavala cezaevine düşeli 1261 gün olmuş.

Dostum Alaeddin Kaya’nın cezaevi günlerinin sayısını tutan yok, galiba onun davasını doğru dürüst takip edip çıkması için çaba gösteren de yok.

Çanakkale Üniversitesi eski rektörü Prof. Sedat Laçiner de hücresinde çile çekiyor.

Sonunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) hakkında verdiği kararın etkisi görüldü ve Yargıtay Ahmet Altan için verilmiş hapis cezası kararlarını bozdu.

Daha önce de benzer bir durum yaşandığı için endişem var, fakat özgürlüğüne kavuşmasının bu defa kalıcıya dönüşmesini ummak istiyorum.

Hep yazdığım üzere, artık farklı değerlerin etkinleştiği değişmekte olan bir dünya var ve bu dünyada ayakta kalmanın yolu öncelikle değişimi anlamaktan sonra da ona uygun davranmaktan geçiyor. 

Ahmet Altan ve ötekilerin cezaevinde tutulmasının mümkün olduğu bir dünyada yaşamıyoruz artık.

Osman Kavala’nın ve ‘darbe’ sözcüğünü duyduklarında içleri nefretle dolan, kendilerinin ‘darbe’ sözcüğü ile ilintilenmesini kabullenmeleri mümkün olmayan başka cezaevi sakinlerinin de, yapılan yanlışlık anlaşılarak, serbest kalacaklarını da ummak istiyorum. Bekliyorum.

Reklam

Siyasiler kontenjanından cezaevinde bulunan Selahattin Demirtaş ve Ömer Faruk Gergerlioğlu gibilerin de….

Dünya değişiyor, biz de değişmek zorundayız

Türkiye’ye yakışan bir tablo değil şu anda içinde yaşamaya zorunlu tutulduğumuz… Bizim yanında durmayı ve kendileriyle birlikte değerlendirilmemizi uygun göreceğimiz insanlar ve ülkelerle -şimdilerde olduğu gibi- aramızda kilometreler bulunması gerekmiyor.   

Hakkımızda iyi düşünmeyen, ayağımızı kaydırmak, zora sokmak isteyen, duvara çarpmamız için elinden geleni yapan, ekonomik sıkıntılara sürüklendiğimizde veya terör azdığında -azdırıldığında- bayram edenler olabilir; ancak onların hesaplarını boşa çıkarmayan, ocak yakmak için çıkartılmış ateşe odun taşıyan da bizleriz.

Siyasilerimiz -sağcısı, solcusu, iktidarı, muhalifi- kolayca doğru yoldan şaşabiliyor. Onlar yüzünden tarihimizin hiçbir döneminde olmadığı kadar ortasından yarılmış bir görüntü veriyoruz. Kişisel/kurumsal/örgütsel/partisel yararı bunda görmeye meyyaliz. 

Değişen dünyaya ayak uydurma yolunda adımlar atılmaya dışarıdan başlandı. Bu da bir şey. İçeride yaşanan sıkıntıların temelinde dışarıya dönük maceralar da var. Dışarıda ‘düşman’ varlığı içeride de ‘düşman’ algısının yaratılmasına yarıyor. İçeride farklı olanları kazanılması gereken ‘potansiyel dost’ görmek yerine yok edilmesi gereken birer ‘düşman’ olarak görmek biraz da dışarıdaki ‘düşman’ algısından kaynaklanıyor.

Kendimize benzeyen insanlardan müteşekkil bir dünya hayalinin peşinden gitmenin anlamsızlığını ne zaman idrak edersek yolun yarısını kat etmiş olacağız. Bir virüsün ardından meydana gelen zorunlu alt üst oluşlar, bizlere -herkese, bütün dünyaya- insanoğlunun farklılıklarına rağmen aynı kaderi paylaştığını öğretmiş olmalı.

İki Ramazan’dır camilerde teravih namazları kılınamıyor bizde.

Dünyanın başka yerlerinde de, Hıristiyanlar, Museviler, Budistler ve diğer inanış sahipleri, önemli günlerinde ibadethanelerinden uzak tutuluyorlar; ‘Kovid-19’ tehdidi yüzünden…

Bunun bir anlamı yok mu?

Ortak bir kaderi paylaştığımız gibi bir anlamı?

Hepimizin aynı gemide seyahat ettiğimiz anlamı? 

Zorunlu olarak evlere kapanarak geçirdiğimiz şu günler özgürlüğün değerini düşündürmüyorsa yazık bizlere…

Kuyuya atılan son taş

Herhangi bir yanlış sebeple -hatta gerçekle örtüştüğüne kendimizi inandırarak- bir insanı özgürlüğünden bir gün bile mahrum bırakmanın muhasebesi, en iyi, günümüzde yapılabilir.

Ne zaman elime fırsat geçse, yazarak veya konuşarak, bütün bireyleri benim gibi düşünen, benim gibi yaşayan insanlardan oluşan bir çevrede/ülkede/dünyada yaşamak istemeyeceğim görüşünü paylaşmışımdır.

Çevresini dar tutanlara aykırı bakmışımdır.

Siyasetin ‘bizimkiler’ ve ‘başkaları’ ekseninde yürütülmesini ise hiç anlamamışımdır.

Ne yapılacaksa, aradaki bütün aykırılıklara rağmen, birlikte yapılacak.

Ahmet Altan hapiste diye Washington Post’ta çıkan ilan.. Cezaevide gazeteci-yazar bulunduran ülkelerin yarısı İslam Dünyası’ndan..

Ahmet Altan hayatının 4 yıl 6 ay ve 21 gününü cezaevinde değil de kendi evinde geçirseydi kime ne zararı olabilirdi? Onun cezaevinde geçirdiği günlerde, kendisinin cezaevi duvarlarına sığmayan yazar şöhreti -hemen bütün romanları değişik dillere çevrildiği gibi içeride yazdığı son kitabı yalnız yabancı dillerde yayınlandı- ülkemizi dünyaya kötü tanıtmaktan başka bir işe yaramadı.

Herkes bize düşman değil; bizim kendi kendimizi düşürdüğümüz yanlışlıklar, dışarımızda bulunan, hakkımızda iyi düşünmediklerini çıkardıkları seslerden bildiğimiz ve ‘düşman’ bellediğimiz bazı çevreleri de aldıkları tavır yüzünden rahatsız ediyor.

Bundan emin olabiliriz. Hiç değilse ben eminim.

İçimi mi boşaltıyorum? Evet öyle. Bu yazı da kuyuya en son attığım taş yerine geçsin.

ΩΩΩΩ

Reklam

26 YORUMLAR

  1. Demirtaş için üzgün görünüyor sunuz.o çok önemsediğiz, abd de Demirtaş’ın vukuatlarinin sizce cezası ne olabilir.ornegin binlerce Amerikan askerini öldüren,vazgeçtim binlerce den bir tane Amerikan askerini öldüren herhangi bir örgütün üyesi ve yöneticisinin ABD kanunlarında yeri neresidir…. herkese demokrasi çiçekleri dağıtan Amerika’da bu işler nasıl oluyor,iyi takip ettiğiniz için bizleri de aydinlatsaniz….

  2. Uğur bey “Bazen o ateşe çalı çırpı kabilinden bir şeyler bulup atmayı istediğim de oluyor.” diyerek alçakgönüllülük göstermişsiniz; yoksa her fırsatta fitne ateşine odun taşıyıp benzin dökmekte kimseler elinize su dökemez!
    Sn.bernar gibi kalemşörü bile özgüven bunalımına sokup/tavla kutusunu da koltuk altına sokup taylanda postaladın ya burdan, brawo!
    Tevazunun gereği yok yani…

    • Bernar Bey’in bir yere gittiğini düşünmüyorum. Ruhunun aramızda dolaştığından hatta kulaklarımıza fısıldadığından kuşku duymuyorum.
      Maalesef ki Rahmetli’nin ara ara abartılı tepkiler vereceği tutuyordu.
      Birinin yazdıklarını beğenmeyebilirsin elbette. O vakit yapacağın iş kendince hatalarını göstermek, eleştirmek olmalı. Anlamıyorsa da kendi bileceği iş, tavır koymanın, “O oynayacaksa ben oynamayacağım” hırçınlığının bir alemi var mıydı?
      İyi ki sahadaki top Fehmi Bey’e ait. Yoksa Bernar Bey’in olsaydı, koltuğunun altına alıp çoktan gider, belki de gözümüzün önünde o topu bıçaklayıp,”sizi de işte böyle dımdızlak bırakırım” diyerek uzaktan ortada kalmış halimizi bıçkın bakışlarla izlemeyi yeğlerdi.

  3. Sonunda İstanbul da büyük devrim gerçekleşti. Yarından tezi yok Ekrem cumhurbaşkanlığına adayın en güçlü ismi, demedi demeyin. Kim demiş İstambul da icraat yapmıyor diye. İşte ilk ve tek en büyük icratı.
    İstanbul Belediyesi sivrisinekle mücadele cep telefonuna taşınıyormuş…
    Buna “e-mücadele” denecektir.
    “Sivrisinek bildirim sistemi” adında bir “app” yapmışlar, uygulama yani. Bunu cebine indireceksin.
    Hayır, bazı açgözlü CHP’li belediyeciler gibi ceketinin cebine değil, cep telefonuna.
    İmdi… Uygulamayı indirdin mi, indirdin.
    Ve de bir sivrisinek gördün.
    Önce sivrisineğin fotoğrafını çekeceksin.
    Hep “selfie” çekecek değilsin ya, bu sefer de bunu çek.
    Lakin buna “story” uydurmak zor.
    “Kanalıma hoşgeldiniz arkadaşlar” deyip de sivrisinek resmi gönderilmez. Hani şöyle kedi yavrusu falan olsa neyse de…
    En iyisi, sen onu İstanbul Belediyesi’ne göndereceksin.
    O arada sivrisineğin de uçup kaçmayacağını kabul ve taahhüt eylemesi şart.
    Diyelim ki rahat durdu…
    O uygulamada birtakım sinek türleri belirtilmiş, senin resmini çektiğin sinek hangisine benziyorsa onu işaretleyeceksin, yani tıklayacaksın.
    Gerisini Ekrem’e bırak. Her şey çok güzel olacak.

  4. Almanyalı
    14 Nisan 2021 At 20:08
    Almanyalı arkadaş, generaller tarikatlara girebiliyordur da; aynı şekilde tarikatlar da alman ordusuna girebiliyor mu diye de bi sorsaydın keşke? Yani girişler tek yönlüyse, o bizde de eskiden beri uygulanıyor zaten, nato standartlarıdır yani:)

    • Söylemek istediğim, ülkenin anayasal düzenini kabul eden, politik bir amacı olmayan, insanların inançlarını yaşamak için bir araya geldiği tarikatlar inanç özgürlüğü kapsamında görülmelidir. Böyle tarikatlardan ne ülkeye ne de orduya zarar gelir. Kendim dindar bir insan değilim ama çervem değişik dinlerden çok iyi anlaştığım dindar insanlarla doludur.

  5. İlhan İrem’in ; nakaratı , ”Sen bir garip beni buldun , oynuyorsun ” olan ”Gözünü seveyim ” adlı bir şarkısı var . Devlet de herhalde biz 65 yaş üstündekilerle oynuyor , buna başka ne denir!
    Peki biz iki doz aşıyı neden olduk , o bir işe yaramıyor mu ! Daha doğrusu yarıyor mu ! Melih Aşık antikor testi yaptırmış , sıfıra yakın çıkmış ! Bizim burda iki doz aşıyı da yaptıran iki kişi de hayatını kaybetti !
    Bu antikor oluşumu konusunda kimse bir şey demeyecek mi , bir açıklama olmayacak mı !
    Herkese selamlar saygılar

    • Melih aşığı boşver git kendi testini yaptır,eğer sendede olusmadiysa ,imkanın varsa Avrupa,ABD,yada Brezilya ya at kendini.orda ihtiyarlara daha iyi davranıyorlar.

      • Bak güzel kardeşim ; keşke sözlerimden yanlış bulduğunuzu , güzellikle
        eleştirip doğrusunu yazsaydınız ! Böylece hem benim hatamı düzeltmiş ve iyilik etmiş hem de gönlümü kazanmış olurdunuz ; öyle değil mi ?
        Lütfen bizler değil , fikirlerimiz çarpışsın !
        İyi geceler dilerim.

  6. Kadının da yeğeni olan şımarık bir genç ; muziplik olsun diye önünde yürüyen Nasrettin Hocaya yavaşça yaklaşarak ensesine bir şaplak indirir ! Neye uğradığını şaşıran ve son derce öfkelenen hoca efendi bağırarak,
    – Sen ne yapıyorsun , bu yaptığın ne demektir ! Terbiyesiz adam !
    Delikanlı işi pişkinliğe vurur ve sırıtarak bir arkadaşına benzettiğini , o nedenle bir yanlışlık olduğunu ileri sürer .
    Bunlara inanmayan Nasrettin Hoca , bu terbiyesiz ve şımarık delikanlıyı , yeğeni de olsa gider kadı efendiye şikayet eder ve hakkını arar .
    Kadı efendi haliyle zor bir durumdadır ; yeğenini koruyup kollamak ve misilleme ile tokat yiyerek gururunun incinmemesi için kıvranır durur !
    Nihayet kendince bir çıkış yolu bulur ve delikanlıyı hoca efendiye 5 kuruş ödemeye mahkum eder . Delikanlı evden parayı almak için dışarı çıkınca , bu kararı haksız ve taraflı bulan Nasrettin Hoca da kadı efendiye yanaşır ve olanca gücüyle ensesine bir şaplak patlatır ve arkasından da şöyle der,
    – Bana ödenecek olan o 5 kuruşu artık sen alırsın !
    Selamlar saygılar

  7. Fehmi beyın bu günkü yazısını 3 kez okumama rağmen halen daha tamamını çözemedım.
    Galiba şu an biraz çõze bildim! Şimdiye kadar yazdıkları yazıları “Cuntacılar’dan tutunda diktatör’lere” kadar bütün karanlık idolejiler’ın kendisini yıpratıp susturabilmek için iftiralar tehditler,vb uğraşmalarına rağmen kendisine en ufak bir suç unsuru oluşturacak iftira dahi becereme’melerının, nedeni, Mesleğini ve insanları iyi taniması.
    son 5 yıldır sitesi adeta topun ağzında ve troller’i de dahıl Sayin Koru vasıtası ile kendi kendileri’ni de şifre ettiler… Bütün kirli çamaşırları ortaya döküldü. Gazetecilik dediğin böğle olur.
    Kendi idolejisini değil mesleğın’ın gereğ ne ise onu yerine getırıyor.

    İlk bahrımızı son bahara çevirenlere’de bakın sizin gücünüz ancak yerdeki çimenlere yeter ve onlari sarartabilir ağaçlar’a ve çiçeklerine yetmez…
    Yaziyi nihayeti anlayabildim.
    Korkakların korkulu ruyası mazlumların ışığ Koru gibi gazeteciler’dır.
    Ahmet Nesinde çok dürts mesleğinin hakkını veriyor fakat! Fehmi Koru gibi Kendini bunlara karşı korumasını pek beceremiyor..
    Allah her zaman dõğruların yanında’dir.
    Sağlıklı ve nice uzun yıllara sevdiklerinizle birlikte karanlık amellerin korkulu ruyası olmaya devam etmeniz dileklerim’le en güzel günlerin siz ve sizin gibilerine olsun.

  8. Türkiye demokraside çok kötü bir sınav verdi. Son 20 yıllık iniş çıkışlarda artık dibe çok yakınız. Bu sevindirici küçük haberler bile maalesef umut olamıyor.

    Demokratlar bu iktidarı yıllarca destekledi. Gelinen noktada demokrasinin tabutuna çivi çakılmasına az kaldı. İktidar, hep iktidarda kalmak hırsıyla hiç bir sınır tanımadan tüm kuralları, kurumları, içerde ve dışarda tüm ittifakları yıktı geçti. Toplumu sürekli gerdi. Artık korku salarak iktidarını sürdürebiliyor. Tüm devlet gücünü tek elde topladı. Denetimden, eleştiriden, şeffaflıktan tamamen uzaklaştı.

    Yapılan yıkım çok fazla. Buradan dönüş olur mu görmek çok zor. Ahmet Altan bir örnek sadece. Bu kadar açıkça insan haklarının ihlal edildiği, konuşmanın ve yazmanın suç olduğu, özgürlüklerin tamamen rafa kalktığı bir ülkede demokrasiye dönüş umudu da gün gün azaldı.

    Elbette hiç bir iktidar ilelebet kalıcı değil. Ancak dönüp baktığımızda, yapılan yıkımı gördüğümüzde, nasıl bu ülke ve toplum tekrar huzur bulacak kendi kendime soruyorum. Yapılan haksızlıklar ve adaletsizler hala büyük bir kesim tarafından sessizce geçiştiriliyor. Yapılan adaletsizliklerin faturası sonra yıllarca ödeniyor. İsteseniz de istemeseniz de.

    Yine de enseyi karartmayalım. Demokrasi bir uzun yol. Bugün demokrasisi sağlam ülkeler yüzyıllarda bu noktaya geldiler. Bizimkisi ise oldukça kısa bir tarih. Bu darbeleri de atlatıp daha sağlam bir şekilde çıkmayı umut edelim.

    • Ender, biraz da dünya tarihi ya da siyasi tarih oku istersen; demokrasi denilen kuşu da o kadar abartmayalım yani…

      • Okuyalım. Türklerin tarihinde bilim yok, sanat yok, ticaret yok, üretim yok, varsa yoksa fütuhat var. Buradan da barış, demokrasi ve refah çıkmıyor elbette. Avrupa’ya bu kadar yakın olup da hiç bulaşmaması hayret bir durum.

  9. İnşallah aklı selimin galip geldiği ve hak ettiğimiz güzelliklere kavuştuğumuz zamanların habercisi olur bu günlerimiz…

    • Cihan bey hadi gene iyisiniz; “hak ettiğimiz güzelliklere kavuştuğumuz zamanların habercisi günlerinizi” hemen altta sayın yk çok güzel haber vermiş bile:
      “Ağaç yada bitkiler,
      Önce yaprak ve çiçek açarak gözümüze hitap ediyor,
      Daha sonra güzel bir koku ile burnumuza,
      Daha sonra envai tat ile dilimize damağımıza,
      Son olarak ta her türlü vitaminle tüm vücudumuza.”
      Eh, ağaç kökü yesinler desek suç oluyor; allah söyletmiş işte…

  10. Sayın Koru
    İki gündür yazı başlığınızın arka fonunda ilkbahar sembolü olarak çiçek açmış bir ağaç kullanıyorsunuz.
    Ağaç yada bitkiler,
    Önce yaprak ve çiçek açarak gözümüze hitap ediyor,
    Daha sonra güzel bir koku ile burnumuza,
    Daha sonra envai tat ile dilimize damağımıza,
    Son olarak ta her türlü vitaminle tüm vücudumuza.
    Müthiş bir sanat.

  11. Türkiye için en iyi ne olacaksa onu istediğinize şahidim. Okunuyor olmanızın bir nedeni de bu bence. Farklı fikirlerden birçok zeki, etkili ismin, iş kendi dünya görüşlerine aykırı bir isim ve fikre geldiğinde, menfaatlerinin zedeleneceğini hissettiklerinde, çok ağır da olsa daha iyi ifade edecek bir kelime bulamıyorum, içlerinden bir canavarın çıkışına şahit oldum. Türk basınında bir sağduyu adası, bir deniz fenerisiniz. Sağlık, mutluluk dolu çok uzun bir ömür diliyorum.

  12. Her gün birkaç kez bu siteye uğramaya kendimi zorunlu hissediyorum. Kuyuya atılan bir taş sesi duyduğumdan değil, koyu karanlığın soğuğunda yakılmış bulduğum bir ateşin karşısına geçip ona doğru ellerimi uzatmak için. Bazen o ateşe çalı çırpı kabilinden bir şeyler bulup atmayı istediğim de oluyor.

    Bir insan hayatı için 4 yıl 6 ay 21 gün çok uzun bir süre. Ancak bu süre Ahmet Altan’ı gerçek manasıyla Türkiye sınırlarına taşıdı, onun dünya çapında bir yazar olarak kabul görmesini sağladı. Hapis onun reklamını yaptı. Şöyle bir şey hatırlıyorum: Ünlü bir ses sanatçısına “sesinizin bu kadar güzel olmasını neye borçlusunuz?” diye soruyorlar, adamın “anam küçükken gırtlağıma çok çöküyordu, herhalde ondandır” diye cevap verdiğini hatırlıyorum. Ahmet Altan gibilerin durumu da buna benziyor. Gırtlağına çöküldükçe adamın sesi daha güzel çıkıyor.

    O gırtlağa çökmeden olmaz mı peki? Bunun cevabı bugünkü yazıda geçen “içeride farklı olanları kazanılması gereken ‘potansiyel dost’ görmek yerine yok edilmesi gereken birer ‘düşman’ olarak görmek” cümlesinin şifresinde geçiyor.

    O şifreye benim cevabî şifrem şudur:
    Kişi, taşan arzularını düşman olarak kabul etmeyi başarabilirse, başka düşmana ihtiyacı kalmayacaktır. Çünkü arzuların sınır ihlali, o sınırın bekçilerini sınırı korumaya sevk ediyor.

    Bugünkü notum, yazarın ” Okurlar da her gün buraya uğradıklarının bilinmesini istemiyor tavrındalar.” cümlesini yansıtan örneklerden biri oldu gibi,varsın olsun…

    • Uğur bey nfk öldüğünde 105 sene hapse mahkumdu; nasıl uzun mu?
      Senin “şifrenle” yazacak olursak:
      Ancak bu süre n.fazıl’ı gerçek manasıyla Türkiye sınırlarına taşımadı, onun dünya çapında bir yazar olarak kabul görmesini de sağlamadı. Hapis onun reklamını da yapmadı(zindanlar:)
      “Gırtlağına çöküldükçe adamın sesi daha güzel çıkıyor.” demişsin de evet; devlet anamız üstadın gırtlağına öyle bir çökmüş işte…
      Ama “anadolu kıtası büyüklüğündeki dava taşını” da onun takipçileri gediğine koydu elhamdülillah!
      Ç.altanın meme fetişisti tosuncukları da artık mapusta değil evinde balkaymak ve baklava börekle “çile” doldursunlar hayırlısıyla…

    • Gazeticileri mesleklerinden dolayı tutuklarsanız veya sürgünde yaşatırsanız, o ülkeyi batırmış olursunuz.

      Bizde 15 Temmuz darbesi Gazeticiler ve Bilim adamlarını yok etmek için yapıldı ve çokta başarılı oldu.

      2002 sonunda AKP Gemisi karaya oturmuş bir Türkiye’nin yönetimine talip oldu.
      O zamanın AKP kadrosun’da görev alanlar batıyı ve Arap alemini çok yakından taniyip bilenlerdı. Bilahassa oralarda okmuş görev yapmış onlar tarafından tanınan bir ekipti.
      Sezere rağmen kisa sürede Türkiyeyi dünyaya tanıtılar ve kendilerinide kabul ettirdiler.
      Yalnız! O ekip ıçlerindeki cahilleri deşifre edip temizlemek yerine adam etmek istediler ve çokta uğraştılar! Fakat cahiller’ı adam edeyim derken ilk başta kendilerini kapı önünde buldular ve bile bile ülkeyi batırmaları için adeta onlara peşkeş çektiler. Zaten bizim millet’ın hali evlere şenlik.

      Şu an dünyada söz sahibi olan ve
      dünya ekonomisinii elinde tutan ülkelerin halk kütüphane sayılarına baktığımız zaman!Türkiyeyi dahi tanımayan halk: Ahmet Altan ve Osman Kavalan gibilerini neden
      yakındann tanidığı’ni bize gösteriyor.

      ABD’den bir örnek: özel ve resmi kütüphanelerın haricinde sadece 16,000 halk kütüphanesi var.
      Bunların her birinde Altanın kitapların’dan birer tane dahı olsa o kıtapları miliyonlarca insan okuyor.
      Okumayi seven bir millet hangi rejimde olursa olsun her zaman başarılı olur.
      Bızm millet gibi yalancıları dinliyenlerde zenginin parası fakirin çenesini yorar misalı olur.

      Dünyada en fazla kütüphanesi olan devletler.

      Çin – 56,miliyon . ABD- 55, miliyon, Kanada- 54, miliyon, Rusya 47,5
      ,miliyon.
      Sayın Koru’nun, “Bazen kendimi karanlıkta göz kırpan biri gibi hissediyorum;’ sserzeniş’ının sebeplarinden biride cahaletlikle mucadelesinden olsa gerek.

      • Nurdan abla “Bizde 15 Temmuz darbesi Gazeticiler ve Bilim adamlarını yok etmek için yapıldı ve çokta başarılı oldu.” demişsiniz de; bildiğim kadarıyla gazeteci olarak bir yenişafak muhabiri, bir de bilimadamı olarak da prof. Varankı kaybetmiştik, ruhları şad olsun!
        Ama öyle darbeciler başarılı oldu denebilecek bir sonuç yok ortada; 15temmuzun kahraman gazetecileri hande fırat, nedim şener olsun, kafasına silah dayanan televizyoncular, şehit bilimadamımızın bugün bakanlık yapan kardeşi varank; hepsi dimdik ayakta ve gururla, yüzakıyla mesleklerini ve görevlerini ifa ediyorlar…
        Darbe gecesi ekranlarda orası burası oynayan haşhaşi medyasının elemanları şimdi neredeler, isterseniz bir de onlara bakın?

      • Bizde 15 Temmuz darbesi Gazeticiler ve Bilim adamlarını yok etmek için yapıldı ve çokta başarılı oldu.
        ANLADİNİZ NİHAYET

        ABD Usaklarinin neden yaptığını

      • “Kadın insanına bak yahu ! Sanki bu köşenin sahibi kendisi ! Hem bu köşede ahkam kesiyor hem de bilgiçlik taslıyor ! Yahu insanda biraz nezaket olur ; sende hiç biri yok ! Aklın sıra yazara gaz veriyor bir de ayartmaya kalkışıyorsun ! Zırvaların da cabası ! Allahını seversen sen nerden geldin , Ay’dan mı Mars’tan mı yahu ,anlayamıyorum !
        Doğrusu nasıl tahammül edip de senin şu saçmalıklarını yayımlıyorlar , onu da
        anlamıyorum ve ne yalan söyleyeyim tasvip de etmiyorum !”

  13. “…içeride yazdığı son kitabı yalnız yabancı dillerde yayınlandı- ülkemizi dünyaya kötü tanıtmaktan başka bir işe yaramadı.” buyurmuş yazarımız.
    Ne güzel, başka türlüsü de olamazdı zaten; didemin de dediği gibi:
    bir yılanın verebileceği tek şey zehiridir!
    &
    “Siyasilerimiz -sağcısı, solcusu, iktidarı, muhalifi- kolayca doğru yoldan şaşabiliyor. Onlar yüzünden tarihimizin hiçbir döneminde olmadığı kadar ortasından yarılmış bir görüntü veriyoruz. Kişisel/kurumsal/örgütsel/partisel yararı bunda görmeye meyyaliz.”
    diyerek hem “kutuplaşmaya” karşı çıkıp hem de

    “Kendimize benzeyen insanlardan müteşekkil bir dünya hayalinin peşinden gitmenin anlamsızlığını ne zaman idrak edersek yolun yarısını kat etmiş olacağız. Bir virüsün ardından meydana gelen zorunlu alt üst oluşlar, bizlere -herkese, bütün dünyaya- insanoğlunun farklılıklarına rağmen aynı kaderi paylaştığını öğretmiş olmalı.” diyerek kendinizi yine kutuplaşmanın güçlü kollarına bırakmış olmuyor musunuz?
    Çünkü “…Kendimize benzeyen insanlardan müteşekkil bir dünya hayalinin peşinden gitmenin anlamsızlığını” idrak ettikçe “ortasından yarılmış bir görüntü veriyoruz.”
    Yoksa birlikte otlayıp birlikte geviş getirmenin kime ne yararı var değil mi?
    Lütfen okurlara saygılı olalım;
    yakındığınız “yarılmaya” karşı ilaç olarak bize “tek kutuplu bir toplum” öneriyorsunuz!!!

    Yalnız bu “Bir virüsün ardından meydana gelen zorunlu alt üst oluşlar” ifadeniz bana; mapusdamından salıverildiğini muştuladığınız darbesevici ucuz roman yazarının “çok büyük kanlı altüst oluşlar”la bizi korkutmaya ve terbiye etmeye çalıştığı günleri hatırlattı(gözün aydın sn.bernar:)

    “İki Ramazan’dır camilerde teravih namazları kılınamıyor bizde.

    Dünyanın başka yerlerinde de, Hıristiyanlar, Museviler, Budistler ve diğer inanış sahipleri, önemli günlerinde ibadethanelerinden uzak tutuluyorlar; ‘Kovid-19’ tehdidi yüzünden…”
    buyurmuşsunuz ki elhak öyledir…

    Her şerde vardır bir hayır:
    Hijyen şart!
    Temennimiz; ibadetin yalnız ve gizli yapılmasında çok büyük faydalar olduğunu herkesler kavramış olsun…
    “Temiz olan kazansın!”
    Ey oruç; tut bizi:)

    • Adama bak yahu ! Sanki bu köşenin sahibi kendisi ! Hem bu köşede ahkam kesiyor hem de bilgiçlik taslıyor ! Yahu insanda biraz nezaket ve edep olur ; sende hiç biri yok ! Aklın sıra yazarı eleştiriyor bir de çatmaya kalkışıyorsun ! Zırvaların da cabası ! Allahını seversen sen nerden geldin , Ay’dan mı Mars’tan mı yahu ,anlayamıyorum !
      Doğrusu nasıl tahammül edip de senin şu saçmalıklarını , edepsizliğini yayımlıyorlar , onu da
      anlamıyorum ve ne yalan söyleyeyim tasvip de etmiyorum !

Yoruma kapalı.