AK Parti’ye bakarak düne ve bugüne dair bir dizi sorum var.. Hazır mısınız?

59
Reklam

Yazımı okumaya başlamadan önce lütfen şu sorunun üzerinde biraz düşünün: “AK Parti bu hallere düşecek bir parti miydi?”

Kuruluşuna giden günleri gözümün önüne getiriyorum… 

Ardından seçim öncesi ve sırasında yaşananları… 

İktidara geliş ve seçim zaferi sonrasında kurulan ilk hükümeti… 

Hükümet programı hazırlıklarını… 

Yeni hükümetin kendisini de sınırlayan ilk 100, 500 günlük icraat programlarını… 

Çeşitli meslek örgütlerinin görüşleri alınarak ve RTÜK tarafından düzenlenen bir medya zirvesine hiçbir ayrım gözetmeden çağrılan gazetecilerin de katkılarıyla hazırlanan Türkiye’nin en özgürlükçü basın yasasının çıkarılmasını…

Avrupa Birliği (AB) ile yakınlaşma ve Kopenhag zirvesinde tam üyelik sözü alınmasını…

Reklam

Ortaklık müzakerelerini bile beklemeden Avrupa’da geçerli ilkelerin benimsenip uygulamalara yansıtılmasını…

O günlerde yaşanan heyecanları…

Bunların hepsinin yakın tanığıyım.

Kimler geldi, kimler geçti

Ankara ve İstanbul’da kuruluş öncesi istişare mahiyetinde bir çok toplantı yapıldı. O toplantıların çoğunda katılımcı olarak bulundum. 

Şimdi bakıyorum da, o toplantılarda görüşleri alınmaya değer görülmüş değişik meslek gruplarından, eli kalem tutan, akademik araştırmalarıyla, değişik mecralarda açıkladıkları görüşlerle temayüz etmiş kişilerin neredeyse hiçbiri yerlerini ve konumlarını korumuyor. Sahnenin dışındalar…

Partinin kuruluş metinleri, parti programı, başında Prof. Beşir Atalay’ın bulunduğu araştırma kurumu ANAR’da yine çok yönlü ve katılımı zengin toplantılar eşliğinde kotarıldı. O metinlere temel teşkil eden çalışmalar, ayrı bir parti fikri ufukta görünmezken, değişik kurumlar için ve farklı amaçlarla ANAR’ta yapılmaktaydı zaten. Partileşmeye gidilen yolda icraata dönük hazırlıklar, daha önce Devlet Planlama Teşkilatı’nda (DPT) daire başkanlığı yapmış Beşir Atalay’ın bir araya getirdiği bir kadronun eseridir.

Beşir Atalay bugün AK Parti’de değil. Onun hazırlıklarda birlikte çalıştığı ülkenin parlak beyinleri bugün ya DEVA Partisi ya da Gelecek Partisi saflarında…

Reklam

Onları dışladı AK Parti.

İlk hükümeti Abdullah Gül kurdu. Yıllardır siyasi alanda eleştirisi yapılan ne kadar sorunlu konu varsa hepsini -hem yeni parti içerisinde hem de hükümet olarak- değiştirip dönüştürmeye dönük bir kararlılıkla işe başlandı. 

Ülkeye çoğulculuğu, insan hak ve özgürlüklerini, hukuk devleti ilkelerini -kısacası demokrasiyi- ancak parti içi demokrasiyi AK Parti’ye benimseterek getirebilecekleri bilinciyle…

Türkiye’yi çevre ülkelerde gözü olan işgalci bir güce dönüştürme ve topraklarında yabancı bir ülkenin askerlerini sürekli bulundurma girişimi olan 1 Mart (2003) tezkeresi o sayede en az 100 AK Parti milletvekilinin de katılımıyla reddedilebildi.

Abdullah Gül’ün başbakan olduğu hükümet yetkin bir bakanlar kadrosu ve gerçekçi bir programla işe koyuldu. Abdullah Gül en kısa zamanda siyasi yasaklı Tayyip Erdoğan’ı Meclis’e taşımayı ve başbakanlığı ona devretmeyi amaçlayan bir çizgi izledi. Daha sonra başarılı bir dışişleri bakanlığı ile ülkeye AB üyeliği kazandıracak temaslar yürüttü. Zamanı geldiğinde bütün engellere rağmen cumhurbaşkanı oldu ve AK Parti açısından övünülecek bir performansı Çankaya’da sergiledi.

Bugün Abdullah Gül de AK Parti saflarında değil.  

Gül’ün siyasete kazandırdığı Ali Babacan AB ile başlayan ortaklık müzakerelerini yürüten isim oldu. Bir yandan pula dönmüş TL’yi yeniden değerli bir para haline dönüştürüp üzerinden altı sıfır atarak neredeyse ‘1 TL = 1 Dolar’ dengesine kavuşturan ekonomiden sorumlu bakanlık görevini yerine getirirken, diğer yandan da AB üyesi olmaya namzet ülkenin bunu sağlayacak yasal düzenlemelerini bir bir yerine getirme çabası gösterdi Ali Babacan

Nerede bugün Ali Babacan? O da AK Parti’de değil.

Medyası yoktu AK Parti’nin. Gazeteler ve televizyonların geniş bir cephe halinde karşısına dikildiği, yanında sayabileceği sadece bir-iki gazete ile tek TV kanalının bulunduğu, benimsediği ilkeler ve onları hayata geçirme iradesine güvenerek kendisine destek çıkan kalemlerin sayıca az olduğu bir partiydi AK Parti.

Şimdi ise her denilene “Oley” çeken geniş bir medya ordusu, muhaliflerini yıldırmak için kılıçlaşan kalemleri, eleştirenlerin üzerine her türlü münasebetsizliği reva gören trolleri ve troliçeleri var. 

Kendisini ilkesel olarak destekleyen, iktidarı sırasında herhangi bir talepte bulunma tenezzülü göstermeyen kalemler ve görüş sahipleri ise sayelerinde ortadan kayboldular. Yeni gelenler onlardan ‘medeni ölü’ olarak söz etme terbiyesizliğini gösterebiliyor.

Filmi başa sarabilsek…

O günlerle bugün arasında zihinsel yolculuk yapar ve “Kimler vardı, şimdi kimler var?” mukayesesi ile devirlere bakarken işte o soru gelip takılıyor aklıma:

“AK Parti bu duruma düşecek parti miydi?” sorusu…

Acaba ülkenin makus talihini değiştirecek bir yapılanmaya gönüllü olarak katılmış, kuruluş öncesi ve sırasında yeni parti oluşumu için beyinlerine fazla mesai yaptıranlar olmasaydı da bugün AK Parti’nin itibar ettiği kalem erbabı ile ekranlara çıkartılan destekçileri o görevi yapsalardı…

Beşir Atalay’ın başında bulunduğu ANAR ve onun bir araya getirdiği parlak isimlerden oluşan kadro yerine şimdi doğru-yanlış bakmadan her icraatı iyi gösterme amaçlı raporlara imza atanlar ilk parti programını hazırlasalardı…

İlk AK Parti hükümetini Abdullah Gül kurmasa, hükümet programı farklı insanların eseri olsaydı…

O sıralarda AK Parti kadroları ile siyasi çizgisine şaşı bakan meslektaşların yakından tanıdığımı bildikleri için bana ısrarla ama inanmaz ifadelerle sordukları “Erdoğan’ın önünü açıp başbakanlığı bırakır mı Gül?” sorusu aklıma her geldiğinde, “Acaba Gül yerine herhangi bir başka isim onun konumunda olsaydı bunu yapar mıydı?” diye düşünmeden edemiyorum.

Sahi yapar mıydı?

Yukarıda andığım isimler ve onların temsil ettiği görüşler uzun yıllar AK Parti içerisinde varlığını sürdürmeseydi, 1 Mart tezkeresi reddedilebilir, hükümetin önüne kurulmak istenen -darbe hazırlıkları gibi, parti kapatma davası gibi, 367 rezaleti gibi- tuzakların üstesinden gelinebilir, askeri vesayet aşılabilir miydi?

Sorulacak daha çok soru var, ama onları da sizler düşünüp kendi kendinize sorun.

Benden bu kadar.

ΩΩΩΩ

Bir not:

En baştaki “AK Parti bu duruma düşecek parti miydi?” sorumu beğenmeyip ya da yadırgayıp “AK Parti’de bugün bu soruyu hak edecek ne var?” karşı sorusunu sorabilecekler çıkabilir. Bir başlangıç olarak onlara şu metni [https://www.karar.com/ali-babacan-yalovada-1594998] okumalarını öneririm. (FK)

ΩΩΩΩΩ

Reklam

59 YORUMLAR

  1. Baslangictan beri Ak Parti´yi destekliyorum ,ondan önce Refah Parti,1992 öncesi siyasetle ilgilenmiyordum,Babam Demirelci ailem Adalet Parti´li, 1980 sonrasi bir kismi Anap öbürü Dyp´li.
    Ben Ak Parti´den memnunum ,en büyük hizmeti de Fetullahcilari tasfiye etmesi olarak görüyorum .
    Bu yaziyi da Firat Erez isimli bir kişi arsivlik bir yazi diye övdugü icin okudum.
    Yazdigi her iddiaya cevap vermek mümkün ama gerek yok

    • metin çakır! sana mı inanayım yoksa sana mı inanayım.
      – ya sen yalan söylüyorsun. ya da sen yalan söylüyorsun.
      – yani ikinizden biri sahtekar. ya sen sahtekarsın ya da sen sahtekarsın.
      – ya baştan beri ak partiyi desteklemedin, ya da ak partiyi fetö ile mücadelesi nedeniyle desteklemiyorsun.
      – hangisi yalancı? sen mi yoksa sen mi?
      insanları ikna etmek için söylemeyeceğiniz yalan yok.

  2. Siyasi-sosyal sorunların ve bunlara ilişkin olayların değerlendirilmesinde, konuya taraf olan kişilerin söz ve davranışlarındaki yanlışlar veya tutarsızlıklar üzerinden değerlendirme yapılması gerekli fakat yeterli değildir.

    Örneğin R.T.Erdoğan’ın önemli kişilik zaafları var. Sıkıştıkça müttefik değiştiriyor, tutarsız söylemlerde bulunuyor. Doğal olarak bu tavırları eleştirilecektir tabi ki. Fakat siyasi mücadele bundan ibaret olmamalı ve esas sorunlar Erdoğan’ın zaaflarından bağımsız olarak da tartışılmalıdır. Bunun yeterince yapılmaması, Erdoğan’ın kişilik zaaflarını sorun etmeyenlere onun gerçek hatalarını göstermeyi zorlaştırmaktadır. Aynı gerçek muhalefet hatta vesayet rejimi için de geçerlidir.

    – Rakibinin yanlışlarını göstermek kendi tezinin doğru olduğu anlamına gelmez. Ayrıca kendi tezinin doğru olduğunu kanıtlamak gerekir.

    – Yalan söylemeden doğruyu söylememek mümkündür. (Erdoğan ve siyasal İslamcılar medrese kültürünün tarihi birikimi ile bu hususta beceriklidirler. Fakat başka kesimler de pek becerikli olamasalar da bu yönteme başvurmaktadırlar.)

    Türkiye’de sosyal ve siyasal tartışmalar gerçekten çok düzeysiz yapılıyor. Fikir fakirliği nedeniyle rakibin zaafları üzerinden belaltı çalışmak ençok tercih edilen yöntem. Ne demek istediğimi daha iyi anlamak için David Rubenstein’ın Bloomberg TV’deki programında önemli misafirlerine sorduğu sorulara ve onların verdiği cevaplara bakılabilir.

    • Mesela alaturka başkanlık sisteminin başarısız hatta kötü olduğunu gördük ve haklı olarak eleştiriyoruz. Fakat iyileştirilmiş ve güçlendirilmiş parlamenter sistem önerisini artık tanımlamak gerekmiyor mu? Bu kapsamda siyasal partiler yasasının da iyileştirilmesi gerekiyor mu?

  3. Zübük, Aziz Nesin’in en önemli romanlarından biridir.

    1980 yılında Kemal Sunal’ın başrolde oynadığı Zübük filminin senaryosu bu kitaptan uyarlanmıştır.

    Roman, 1992 yılında الدغري adıyla Suriye’de başrolünü komedyen Dureyd Lahham’ın oynadığı 20 bölümlük bir televizyon dizisine çevrilmiştir.

    Özü itibarıyla, Türkiye’de siyasetin ve siyasetçilerin yükseliş öyküleri yoğun bir karamizah diliyle anlatılmıştır. Zübükzâde İbraam’ın halkı kandırmasına rağmen önce belediye başkanı, sonra milletvekili seçilmesi, hiçbir vaadini tutmamasına karşın desteklenen adam olması kitabın konusudur.

    “ Şimdi çok iyi anladım ki, Zübük bir tane değil, biz hepimiz birer zübüğüz.
    Bizim hepimizin içinde zübüklük olmasa, bizler de birer zübük olmasak, aramızdan böyle zübükler büyüyemezdi. Hepimizde birer parça olan zübüklük birleşip işte başımıza böyle zübükler çıkıyor. Oysa zübüklük bizde, bizim içimizde. Onları biz, kendi zübüklüğümüzden yaratıyoruz. Sonra, kendi zübüklüklerimizin bir tek Zübük’te birleştiğini görünce ona kızıyoruz. (…)” (A.N.)

  4. ülkenin içinde bulunduğu şartlara rağmen akp nin hala ilk parti olması, bir başarı hikayesi değil, bunun altında yatan sosyolojik gerçekliklerle ilgili. siyasi ve ekonomik bunalımlar ve islami kesimin yaşadığı uzun bir mağduriyet döneminin ardından akp ve erdoğan doğru bir zamanda ortaya çıkarak, sadece bu kesime umut oldu. nispeten başarılı olan ilk 10 yıl geniş bir kesimin partiyle ve markası erdoğanla bir aidiyet ve özdeşlik ilişkisi kurmasını mümkün kıldı.
    pek çoğumuz duygusal bir gereksinim olarak zaten bir biz olma isteği, bir birlik, beraberlik duygusu bir aidiyet hissi taşıyoruz. bunun üzerinden bir figür ile özdeşlik kuruyoruz. burada sıkıntı bir özdeşlik kurduğumuz figürün dünyasına giremediğimiz için onu kendi dünyamıza alıyor kendi dünyamız üzerinden bir gerçeklik yaratıyoruz ve onun üzerinde kendimizi görme eğiliminde oluyoruz. özdeşleştiğimiz figür bizi yansıttığı için ona gelen herhangi bir eleştiri ya da tehtidi kendimize gelmiş gibi algılıyoruz. onu kötü görmek ve yanlış yaptığını kabullenmek ise kendimizi hep iyi, doğru ve haklı görmek eğilimimizden dolayı kabul edilir olmuyor.
    bugün yaşanan budur, the cemaatin yapageldiği onca kirli işin ortaya çıkmasına rağmen bir grup insanın hala inanmazlık içinde onun bir hizmet hareketi olduğunu savunmasının bir nedeni budur. akp nin ülkeyi bir yolsuzluk ve yoksulluk sarmalına sokmasına, itibardan tasarruf olmaz diyerek korkunç bir israf içinde olmasına rağmen görmezlik içinde hala büyük sayılabilecek oranda bir oy almasının temel nedeni bana göre budur. bu durum kötü ve yanlış giden her şeyin sebebini ve sorumluluğunu başkasında ve bahanelerde görmek zorunluluğunu da getirir bir şekilde irtibatlandırmak zaten kaçınılmaz olsa da.
    tıpkı ebeveynlerin çocuklarının yanlışlarını görmemekte ısrar etmesi gibi, tıpkı yakın dostlar uyardığında inanmamakta ısrar etmesi gibi, tıpkı gerçeklerle yüzleşmek zorunda kaldığında suçu arkadaşlarında görmekte ısrar etmesi gibi.

    • siz şahsen nasıl bir kirli işe maruz kaldınız, şahsınıza yönelik yapılan kirli işi bize anlatarak beni de aydınlatın efendim.

      • şahsımın yorumlarının altında,
        ” patagonya’dan sevgilerle ”
        yazıyor mu?
        aydınlanmak için zor sorular üzerinde uzun uzun tefekkür, tezekkür, tedebbür, teakkul gerekir,
        insan biri anlatınca aydınlanmaz,
        düşününce aydınlanır.
        düşünebilirse, aydınlanabilir.

        • Didem hanım “kalbe gelen havatırı tanımaya çalışmak” sadece barana değil hepimize lazımdır, öyle değil mi?

  5. AKP’li Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin, 15 Temmuz meydan inşaatı için AKP’li Rize Belediyesi’ne 427 bin TL gönderdiği ortaya çıktı.

    Dava dediğin böyle olur işte!

  6. Üstadım bu işleri daha iyi bilir ki, Türkiye kaç tane siyasetçi eritti. Bir zamanlar nurlu Demireldi, rahmetlik son döneminde ne hale geldi; onu da gördük. Rahmetlik Ecevit kara oğlandı son döneminde onunda ne hala getirildiğini gördük. Rahmetlik Erbakan pek değişmedi ama doğru dürüst iktidara gelemedi. Ak partiden de ne siyasetçiler geldi geçti onu da gördük. Aklımda kalan eski bir siyasetçinin söylediği bir söz vardı. Rahmetli Şevket Kazan’a öğrenciler sormuş: Siz ne zaman iktidara geleceksiniz? Diye. Onun cevabı şöyle olmuştu; top sahalarını dolduran bir gençlik ilim ve bilim sahalarını da doldurduğu zaman demişti. İnşallah ilim sahalarımızın da dolduğunu göreceğiz, yakında. Yoksa bir kaç siyasetçiyle bu işler olmuyor. O sizin kurulduğunu söz ettiğiniz Ak Parti çok değişti, meyve vermeyen ağaca dönüştü… İnşallah yeni bir heyecanla yeni bir oluşum çıkar, görürüz. Herkese saygılar…

    • Bahri bey “ilim ve bilim sahalarını dolduranlar” genç yaşlı hepsi azılı birer chp seçmeni olup çıkıyor; okutup cahili aptal edersek sizce şeriat dede iktidara gelebilir mi?

  7. PKK’lı O. Öcalan TRT’ye çıkarıldığında susan Bahçeli, Arınç’a söylemediğini bırakmadı. Kafam karıştı.

  8. Hiçbir ülke sahip olduğu milli bilim-teknoloji ve yeraltı kaynaklarının izin verdiğinden daha hızlı kalkınamaz. Az gelişmiş ülkelerde siyasi partiler seçim kazanmak için borçlanmak zorundadır. Erdoğan kendinden öncekilerden daha çok borçlandığı için daha uzun süre iktidarda kalabilmiştir. Çeşitli nedenlerle borçlanmanın bir sınırı olduğundan en sonunda ekonomi gemisi karaya oturmak ve Erdoğan da gitmek üzeredir.

  9. Küçük ortak büyük ortak oldu.Haliyle büyük te küçük oldu deniyor.
    Bir de en küçük vardı.
    Yoksa o da en büyük mü oldu?
    Damat herşeyi özetlemişti.

  10. Bu güzelim ülkem o kadar verimli, istenen sevilen bir ülke ki, bir ucundan tutan ben bu tuttuğumu bırakırsam “batar, heder olur, ben yoksam hiçbirşey yok” modunda.
    Hiç birisi de demiyorki bu günkü beğenmediğim ortam,
    Borçlu luk, ekonomi, yalnızlık, rahat olamama vs benim /bizim de Suçumuz, bizim de bunda sorumluluğumuz var demiyor.
    Gerçekten ne düşünüyorlar diye merak ederdim. Hiç şaşırtmadılar.
    A. ve K. Partisinin bu günkü geldiği nokta da beni hiç şaşırtmıyor.
    Paradan altı sıfır atmak, 25 kuruş olan hamurdan yapılan bir gıdanın 2 lira oluncaya kadarki süreç, 3liralık dövizin 8 liraya zikzak yapan zorlu dağ yolculuğu,
    Yollar, köprüler, tüneller, havaalanları, hastaneler ve daha neler neler.
    Geçmişin hastane sıraları, özal öncesi cebinde döviz bulundurmanın suç olduğu,
    Bunların hangisinin kimin hanesine artı, kime eksi yazılacağıyla ilgilenmek istemiyorum, ilgilenmiyorum da artık. Tıpkı yeni nesil gençlik gibi..
    Tansu – Mesut savaşları da, iran ırak savaşı yada saddam esad isimleri de.
    Torba kelimesi bana seçim sandığını anımsatır hep,
    Bakalım torbadan ne çıkacak ilk seçimde?

  11. Beklendiği gibi oldu, B. Arınç istifa etti. Arınç’ın istifayla sonuçlanan çıkışını önemsizleştirip değersizleştirecek çok insan var. “Yesinler birbirlerini” kayığında giden şaşkınlar da buna dahil. Oysa, birden çok nedenle, önemliydi bu olay.

    Birincisi, Erdoğan’ın gücünü Reisçilerden daha çok abartan muhaliflerin yanılgısı bir kez daha ortaya çıktı. Bunlar, tıpkı ölesiye nefret ettikleri rakipleri gibi, Erdoğan’ın aslında ne denli güçsüz halde olduğunu, her bakımdan açmalarla yüz yüze olduğunu, kendi krizini aşamadığı gibi bu yolda adımlar attıkça krizini daha da derinleştirdiğini, stratejik bir akla sahip olmayıp neredeyse doğaçlama adımlar atmaya başladığını göremiyorlar.

    Oysa, B. Albyrak olayının ardından gelen bu B. Arınç hadisesi, AK Parti’deki sonuçları öngörülemez dağınıklık kadar, aynı zamanda Erdoğan’ın dağılmışlığını da iması.

    Yine ve bilmem kaçıncı kez, Erdoğan’ın daha önceki ittifaklarıında kopuşla nihayet bulacak krizde olduğu gibi, A. Gül, A. Davutoğlu, A. Babacan örneklerinde olduğu gibi, tekrar “nifak”, “fitne” bağırtıları arasında, daha kuruluşundan itibaren AK Parti’nin içinde yer almış, Milli Görüş geleneğinden gelen bir tanınmış siyasetçi daha itibarsızlaşarak gidiyor. Parti üyesi kalmasına izin verilse bile, bunun bir kıymeti harbiyesi yok: Arınç da gitti.

    Ve, diğerlerinden farklı olarak, Bahçeli ve MHP talep ettiği, kellesini istediği için gitti.

    Hem B. Albyrak’ın beklenmedik ve dramatik gidişinin, hem de Arınç’ın gidişinin kamuoyunun gözleri önünde yaşanmış olması, Erdoğan ve partisinin dağılmışlığına işaret etmekle kalmıyor, yanısıra, bir yandan Erdoğan’ın Bahçeli karşısındaki çaresizliğini açığa çıkarırken, diğer yandan Cumhur İttifakı’nın iki partisi arasındaki uyum konusunda kafaların daha da karışmasına yol açıyor.

    Erdoğan, Arınç’ı adeta aşağılarcasına ortada bıraktı, hemen ardından, ‘nifak sokma’ girişimlerini lanetleyip Cumhur İttifakı’nın dimdik ayakta olduğunu söyleyip Bahçeli’ye bir kez daha teşekkür etti. C. İttifakı’na güven tazeledi.

    R. Çakır’ın hatırlattığı üzere, AK Parti Gülen Cemaati’nin açık ve ölümcül çatışmasına beş kala da işitmiştik biz bu “nifak”, “fitne” sözcüklerini, krizin üstünü kapatmaya yönelik ‘karşıklı güven ve dayanışma’ gösterilerini.

    Sayın Koru’nun önceki günkü yazısının başlığına yerleştirdiği resim tek bir F. Koru okur-yorumcusu arkadaşın dikkatini çekmedi.

    Okurlar, yazarın 22 Kasım tarihli ve “Büyük fotoğraftaki küçük kareler. . .” başlıklı yazısı için seçmiş olduğu resme dönüp bir baksınlar derim.

    Sadece Reisçileri değil, Erdoğan’ın gücünü abartıp duran sıkı Erdoğan muhaliflerini de şaşırtacak gelişmeler, şimdi bir adım daha yakın. . .

    • Sayin Bernar
      kastettiginiz resim ay-yildizli Turkiye haritasi yanindaki oy sandigi resmi sanırım.Sizce bunun anlamı “seçim çok yakında” demekmi? Anlamadığım ve merak ettiğim için soruyorum, izah edermisimiz rica etsem?

      • Selamlar Cemal Bey. Evet, o resmin anlamı, tam da sorunuzda ifade ettiğiniz şey: seçim çok yakında. Sayın Koru, Ağustos ayının birinci ya da ikinci haftasında bir yazı yazdı, “Seçim sanıldığınca uzakta değil gibi” ya da buna çok yakın bir başlığı vardı o yazının. Yine, o yazıya çok yakın günlerde, “Bana her şey seçimi hatırlatıyor” ifadesine yakın bir başka yazısı vardı. O günlerden bugünlere, sn. Koru’nun çözümleme çizgisinde hiçbir değişiklik olmadı. Erken seçim olasılığından doğrudan söz etmedi, ama kritik yazılarını dikkatle ve birden çok kez okuyanlar, O’nun erken seçim ihtimaline her seferinde daha çok şans tanıdığını anladılar. Nitekim, bence sn. Koru’nun son aylarda kaleme aldığı ve benim yukarıda andığım o iki yazıdan daha dikkate değer ve çarpıcı yazısı, üç dört gün önceydi. Çoğu okur, şu cümlenin son derece kritik değerini gözden kaçırdı (mealen): “Cumhurbaşkanı’nın Cumhur İttifakı’ndan farklı bir arayışıya gireceğini düşünmek, olmayacak duaya amin demek olur.” Bence, bu, erken seçim temasıyla doğrudan ilgiliydi.

        Sn. Koru, son haftalardaki pek çok yazısında, örtük olarak, bizlere, “Cumhur İttifakı zorlanıyor, çok daha zorlanacağı günlere doğru yol alıyoruz” diyor. Bunu üstü örtük olarak söylerken, sadece iç politikadaki gelişmelere değil, ABD ve Avrupa’ya da işaret ediyor. Pek çok insanın aklına, o yazıları okurken, “erken seçim” teması gelmiyor. Ben, o yazıların da aslında erken seçim öngörüsü ile ilintili olduğunu düşünüyorum.

        Sadece yazarın şu iki tespitini birlikte düşünün ve bunların erken seçim teması ile muazzam ilintisini değerlendirin:

        (1) C. İttifakı zorlanıyor, daha da zorlanacak görünüyor.
        (2) Cumhurbaşkanı’nın Cumhur İttifakı’ndan farklı bir arayışıya gireceğini düşünmek, olmayacak duaya amin demek olur.

        O zaman? Açık değil mi örtük görünen ve sözünü ettiğimiz seçim sandıklı Türkiye haritası resminin de desteklediği mesaj?

        Benim 2021 yılının erken seçim yılı olacağından zerrece kuşkum yok. Sadece erken seçime gitmeyeceğiz, AK Parti’nin dağılmasına da tanık olacağız.

        Bunu, daha “Yerel seçimlerde C. İttifakı’nı Osmanlı tokatı bekliyor” dediğim seçimlerin sounçlarının alınmasından bir kaç gün sonra, tekrarlatılan İstanbul seçimi günlerinde yazdım:

        [Bernar 15 Nisan 2019 At 09:36]
        `Yakın geleceğe ilişkin öngörülerim:
        (1) Erdoğan mazbatanın İmamoğlu’na verilmesini engellemez ise, kendisinin ve partisinin siyasal ömrü 2 yıl olur.
        (2) (1) Erdoğan mazbatanın İmamoğlu’na verilmesini engeller ise, kendisinin ve partisinin siyasal ömrü 1 yılı zor bulur.
        (3) Her durumda, her senaryoda Erdoğan iktidarını erken seçimlerle ve 2022 öncesi kaybedecektir.”

        Çok az insan farkında: AK Parti çözülüyor ve Erdoğan şaşkın. Haber ajanslarından gazetelere düşen şu son habere bakın:

        “AK Parti Merkez Yürütme Kurulu’nun bugün gerçekleştirilen toplantısında M. İhsan Arslan’ın Merkez Disiplin Kurulu’na sevkine oy birliğiyle karar verildi.”

        Partiden ihraç etsinler ya da etmesinler, bu insanı Disiplin Kurulu’na sevk etmek bile, AK Parti’nin muhafazakar Kürt seçmeninde muazzam bir dalgalanma yaratır. Eski Diyarbakır milletvekili İ. Arslan’ın kim olduğunu bilenler, onun sadece Diyarbakır değil bölgenin bütününde tek başına AK Parti’nin omurgası olduğunu bilirler. Bu haberin değeri, B. Arınç olayından çok daha yüksek.

        AK Parti şapa şaşkın. Herkes birbirine düşmüş durumda. İçten içe çözülüyor.

        Erken seçim 2021 yılının ilk altı ayı içinde, ama, ilanını işitmek için o günlere kadar beklemeyeceğiz gibi.

        Yakın geleceğin şifreleri, yazarın her günkü yazılarında!

  12. Sayın Koru,

    Güzel bir yazı olmuş.
    Halka ve Hakka hizmet edecekleri sözünü vermişler ve halk tarafından iktidara taşınmışlardı.
    İktidara geldikten bir süre sonra sayın Erdoğan’ın çevresi ilk yola çıktıklarının dışında kalan başka bir grup tarafından sarıldı. Her insanın 24 saati var. Devletin verimli olarak yönetilmesi için bir kişinin değil, binlerce hatta yüzbinlerce insanın ahenk içerisinde çalışması gerekir.
    Sizin verdiğiniz örneklerle beraber sayın Turhan ÇÖMEZ ve onun gibileri de hatırlamak lazım.
    Yeni ekip kendilerine ilaveten eş, dost ve akrabaya çalışmaya başladı. Hatta birisi cuma hutbesinde okunan bir ayeti yaptığı nepotizm için gerekçe olarak gösterdi.
    Uluslararası ilişkilerde dün hararetle savunulan bir görüşün bugün tam tersi savunulmaya başlandı.
    İhale kanunları ha bire değiştirildi, yolcu garantili havaalanı, araç garatili yollar yaptırıldı. Sayıştay denetimi neredeyse yok. Örnekler çoğaltılabilir.
    Hasta garantili hastahaneler yaptırıldı ancak halka götürülen sağlık hizmetinin de kalitesi arttı. Kimsesi olmayan veya bakıma muhtaç olanlara düzenli yardım yapılıyor ki bunlar sayın Erdoğan’ın hala halk tarafından desteklenmesinin ve sevilmesinin en başta gelen etkenleridir. Vatandaş bunlardan mahrum kalmak istemiyor, ancak Kızılay’ın vatandaştan 10 lira isterken; şartlı bağış ile bazı yerlere milyonları aktardığı da herkesin aklının bir köşesine yazıldı duruyor.

  13. Bizim Temel , nihayet vakti saati gelmiş ruhunu teslim etmiş .Öbür dünyaya varınca melekler karşılamış ve sormuşlar,
    -Temel, cennete mi yoksa cehenneme mi gitmek istersin ? Temel heyecanla cevap verir,
    – Uyy meleklerum, tabii ki cennete citmek isteyurum daa !
    Bunun üzerine Temeli cennete koymuşlar .Temel etrafına şöyle bir bakınmış , durmadan namaz kılanlar, oruç tutanlar , dua edenler , zikir çekenler ..Bu durum hoşuna gitmemiş ve meleklere başvurmuş ,
    -Uyy meleklerum, ben bi de cehennemi cörmek isteyurum daa ! Melekler ‘ olur’ demişler ve cehennemi göstermişler . Temel bakmış ki bütün güzel kadınlar , mankenler , dansözler , aktrisler vs. hepsi oradalar ! Bu durum hoşuna gitmiş ve meleklere cehenneme girmek istediğini söylemiş ! Bunun üzerine melekler de Temeli cehennem ateşinin içine atmışlar.Temel başlamış feryadü figan bağrışmaya ,
    – Uyy yalanciler , siz beni kandurdunuz, nerde o cüzel kariler yahu ! Melekler cevap vermiş ,
    -Geçmiş olsun Temel ,biz onları reklam için kullanmıştık daaa !
    Baki selamlar ,iyi günler

  14. “AK Parti bu duruma düşecek parti miydi?” sorusu…

    Soru şöyle de sorulabilir mi: AK Partinin durumuna düşmeye(bile)cek bir parti olabilir mi Türkiye’de?

    “…askeri vesayeti gerileten AK Parti…”… Ortadan kaldıran değil “gerileten”…

    Belki de bu sorunun kodlarını “28 Şubat bin yıl sürecek” jargonu içinde tezahür eden 2004 MGK kararlarında, varlığı ortaya konulan iradenin, belki de dondurucuya saklanan ve yeri geldiğinde kullanılacak -ki, kullanıldı- “(…) AK Partiyi bitirme planı” içinde saklıdır. Artık saklı değil; daha çiçeği burnundaki iktidara, o gün dikte/deklare edilen o plan işledi ve sonuç alındı da… Hamasi, milliyetçi ve gerektiğinde muhafazakar söz söyleme kalabalığından başka ne kaldı “bitirilen” AK Parti de…

    Vesayeti kollarında, ilkelerinden, duruşundan vazgeçen ve zamanında vesayete karşı duran kadrosunu da tasfiye etmiş bir AK Parti var artık önümüzde. Tek başına, bir başına takım oyunu oynanır mı hiç?

    15 Temmuz sonrası Çakıcı hakkında açtığı davalardan vazgeçen Erdoğan ile 2019 Yargı reformundan çıkara çıkara sadece Çakıcıya af çıkaran iktidarın büyük! ortağı Bahçeli’nin olduğu AK Partide Gül’ün, Atalay’ın Babacan’ın adını anmak sadece nostalji yaşatır. Siyasi rakibi ana muhalefete söz yetiştirmek -jargon kesmek- Çakıcı’ya düşüyorsa eğer, AK Partinin varlığından (davasından, ilkelerinden) ve liderliğinden söz edilebilir mi Allah aşkına!..

    Demokrasiyi içselleştirememiş, lider sultası yaşatan -bütün- siyasi partiler, demokratik erkleri ve devletin köklü kurumlarını nasıl işletebilir, sınırları içinde nasıl tutabilir ve o kurumların varlığını nasıl muhafaza edebilir ki?

    Belki bir umuttu AK Partinin kuruluşu, liderliği, kadrosu; ilk iktidar dönemindeki işleyişi de…en azından farklı toplum kesimlerini bir potada, demokratik bir yönetim altında tutacağı için…

    Gözlerden kaçırdığı, sakladığı, izah edemediği ve bundan dolayı kendi gizli ajandasını da oluşturduğu bir şeyleri vardı sanki AK Parti liderliğinin. Belki de yapamayacağı şeyleri söylemenin… Demokrasiyi, hukuku, adaleti, adil gelir dağılımını yerleştirmenin; yasakları, yoksulluğu, yolsuzluğu ortadan kaldırmanın imanını içinde taşımıyor, sadece konuşuyorlardı belki de.

    Ya da şuna inan(a)mıyordular: Türkiye’de vesayeti ortadan kaldırabilmeye veya kurulu nizam içerisinde “muktedir” olunacağına…

    Demek, ülkemizde, kurulduğu günden beri AK Partinin düştüğü duruma düşüyor siyasi partiler…Kısmi iyileşme sağlayan hükümetler ise, vesayeti pekiştirmenin yolu olan darbelerden, ekonomik krizlerden sonra meydana gelen tahribatı onarmaya memurlar galiba.

    Ne manidar ki; 28 Şubattan sonra artık darbe-marbe yaşamayız dediğimiz AK Parti iktidarları döneminde bir 27 Mayıs e-muhtırasını bir de hain 15 Temmuz darbesini yaşadık ve 15 Temmuz sonrası demokratik bir sistemden olanca şekliyle uzaklaşmış olduk.

    Yani AK Parti iktidarı dönemlerinde vesayet hem geriledi hem de ilerledi.
    Başladığımız yere geri döndük.

    yani “Dön babam dön!”…

  15. – öncelikle, fehmi bey ak partiyi değil, beyaz kanatları olan bir meleği tarif etmiş.
    – keşke ak partinin iktidara geldiği dönemde, taraftarlarının ezici çoğunluğunun, destekcilerinin ezici çoğunluğunun, kadrosunun ezici çoğunluğunun şeriatçı olduğunu yakinen bilmeseydim.
    – sayın koru melek tarif etmiş ama, abd askeri ataşesinin (yani cia ajanı), basının dahil olduğu toplantıda, demokrasiyi savunduklarını söyleyen akpliye, diyarbakırdan geldiğini, ordakilerin ak partimin şeriatçı olduğunu söylediğini duyup, “sana inanmıyorum” mesajı verdiğini duymasaydım.
    – keşke, ak partinin iktidara geldiği işk günden kamu ihale yasasını değiştirme ve kadrolaşma çabasını (bu kadroların ezici çoğunluğu şeriatçı kadrolardı) yakinen görmeseydim.
    – keşke o kadrolardan babacan, mehmet şimşek ve davutoğlu döneminde, ucuz dolar nedeniyle ülkenin borç batağına saplandığı politikaların uygulayıcısı olduğunu bilmesem. keşke, ortaya çıkan yolsuzluklara rağmen, “banane hırsızlıktan. ben koltuğuma bakarım davranışı gösterdiklerini, trenden atılana kadar, ak partinin bir neferi olduklarını bilmesem.
    – keşke, yukardaki saydıklarıma ilave, fehmi beyin diğermeleklerinin de, bütün suçların altında imzaları olduğunu bilmesem.
    – keşke, cumhurbaşkanı ile başbakan gizli toplantı yaptığını basın ortaya çıkarmasaydı.
    – o meleklerden bir tanesi, kompartımana tekrar kabul edildiğinde koşa koşa gitti. şimdi tekrar trenden atılmanın gururunu hepimize gösteriyor.
    – bir başka “ahlak abidesi” reform beğenmeyip, esas olanın ahlak olduğunu, ülkenin dağı taşı bile satılırken söyleyebiliyor.
    – sayın korunun ak parti resmindeki gölgede kalan eksiklikleri tamamladım.
    – şimdi, herkes resme tekrar bakabilir.

    • ak parti ve ak partideki “melekler” bana, ideolojilerin neden ve nasıl aptallaştırdığını, neden ve basıl ahlaksızlaştırdığını uygulamalı ders olarak anlattı.
      – bugün bu nedenle, dünyanın en iyi adamı da olsa, ideolojik birileri beni tiksindiriyor.
      – bu bedenle, daha önce yazdığım bir yorumda, ülke için en tehlikelisinin ideolojik partiler olduğunu, kimin iktidara gelmesinden ziyade, kimin iktidara gelmemesi gerektiği sorusunun daha önemli olduğunu yazdım.
      – onun için ısrarla, türkiyenin kurtuluşunun, bireylerden oluşan bir toplum ile (demokrasi de dahil) mümkün olduğunu defalarca yazdım.
      – onun için bernarın sp aşkı ile dalga geçtim.
      – onun için de ak parti treninden atılanlar bana güven vermiyor.
      – nihayetinde, bunların karakterleri, trenden atılana kadar, herşeyi kabul etmiş.

      • yukardaki yorumama, daha önce de yaptığım bir şerhi tekrar hatırlatma olarak eklemem lazım.
        – hem gül, hem babacan ve davutoğlu gibilerinin hem de ahmet altan gibilerinin, yani toplumda “iyi” denilen kişilerin yaptıklarına bakınca, ülkemizde, evrensel değer yargılarının olmadığını, evrensel değer yargıları düzeyinde “iyi” olmadığını, yani aslında bu toplumum genelinin (kanaat önderleri de dahil) aslında kötü, ahlaksız olduğunu defalarca yazdım.
        – bununla birlikte, eldeki malzemenin bu olduğunu, bu nedenle türkiyede iyi bir şeyler olacaksa bile, ancak bunlarla olabileceğini, 34 kişinin yakıldığı bir şehrin belediye başkanının bile dışlanmaması gerektiğini yazdım.
        – ancak bugün, bir şeyi daha ilave edeceğim,ç. bu çürük malzeme, değişim, dönüşüm geçirmek, evrensel düzeyde ahlak, adalet, özgürlük, hukuk, insan hakları vb gibi kavramlara ulaşmak zorunda.
        – yoksa, eski babacanla, eski gül ile, eski davutoğluile, eski altan ile vb yeni türkiye kurulmaz.
        – bir ilave daha, bernar gibi (ve tabi hakan çalan ve baran gibi de…), bir davanın militanı olma ihtiyacı içindeki gelişmemişlerle de olmaz.
        – bütün demokratik, bütün adalet, bütün hak, hukuk söylemlerine rağmen olmaz.
        – sayın baran ve baran gibiler yine anlamayacak ama, belki tekrar edersem söylediğim üzerine birileri kafa yorabilir:
        – müslümanın tek bir cematı olamaz:
        – müslüman; camide namaz kılanla cemaat olurken, cami cemaati olmayan, ve hatta cami cemaatinden birine karşı, özgürlük, adalet, insan hakları mücadelesi yapanla cemaat olur.
        – bunlarsa, gülenciler cemaatinden.
        – bu durumdan 2 sonuç çıkar:
        – ya gülencilerin hepsi, Allah gibi kusursuz ve hep sadece doğruyu yapıyorlar.
        – ya da gülencilerin (sadece fetullah gülenin de değil; mesela emre uslunun da…) doğruları ile, bütün pisliklerinin de ortakları, cemaatleri.
        – her delili geçtim; ülkeyi babasının mirası gibi destekçilerine dağıtan “dünya lideri”nin “ne istediler de vermedim beyanı bile, gülencilerin yetim ve kul hakkını kılçıkları ile götürdüklerini yeterince ispat eder.

  16. İŞİ EHLİNE VERMEK

    İktidar gücünü elinde bulundurmaya başlayan dindarlar, iki tehlike ile karşı karşıyadırlar. Biri dünyevileşme diğeri Adaletle hükmetme(me)dir.

    Adaletle hükmetmenin bir gereği de “işi ehline vermek”tir. Ehil olmayanların bazı kadrolara yerleşmeleri sonucu toplumda güven kaybı doğar, adalet zedelenir.

    Mekke’nin Fethinden önce Mekke’nin anahtarı Osman Bin Talha’dadır. Kendisi Kâbe’nin temizliğini/bakımını yapar.

    Peygamberimiz (asm) içeri girmek istediğinde Hz. Ali anahtarı ondan alır ve içeri girerler.

    Bu esnada Osman Bin Talha Müslüman değildir.

    O esnada Peygamberimizin (asm) amcası Hz. Abbas Kabe’nin anahtarının kendisine verilmesini rica eder.

    Peygamberimiz (asm) de anahtarı amcasına verir. O esnada bir ayet iner. Ayette şöyle buyrulur: “Allahü teâlâ size emanetleri ehline vermenizi emreder…” (Nisa,58).

    Bunun üzerine Peygamberimiz anahtarı henüz Müslüman olmayan birisine yani Osman Bin Talha’ya verir.

    Peygamberimiz (asm) “Ey Osman! İşte kâbe’nin anahtarı! Bu gün iyilik ve vefa günüdür. Sen cahiliye zamanında bu vazifeyi layıkıyla yaptın, inanıyorum ki şimdi daha güzel şekilde yaparsın…” buyurdular ve anahtarı herkesin huzurunda ona teslim etti.

    Bu büyüklüğü gören Osman Bin Talha Müslüman olur. (Ayetin tamamı: “Haberiniz olsun ki, Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz vakit adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah size en güzel şekilde öğüt veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitir ve her şeyi hakkıyla bilir.”) Görüldüğü üzere “işi ehline vermeyi” Kur’an-ı Kerim emrediyor.

    Peygamber Efendimiz (s.a.v)  bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “İş ehli olmayana [layık olmayana] tevdi edildiği [verildiği] zaman, kıyameti bekle.” [Buhari]

    Meşrutiyet devrinde Bediüzzaman’a “Şimdi Ermeniler kaymakam, vali oluyorlar. Bu nasıl olur?” şeklinde sorulur. Bediüzzaman da Ermenilerin Saatçi ve makineci oldukları gibi Vali, kaymakam da olabileceklerini, Meşrutiyette Valinin/Kaymakamın reis değil, hizmetkâr olduğunu söyler.

    Bediüzzaman hazretleri bir kişinin işine ve sanatına bakarken kişinin salahatine değil maharetine (ehil olmasına) bakılması gerektiğini söyler.

    Bu konuyu münazarat adlı eserinde şöyle ifade etmektedir: “Hamiyet ayrı, iş ayrıdır. Bence bir kalb ve vicdan fezâil-i İslâmiye ile mütezeyyin olmazsa, ondan hakikî hamiyet ve sadakat ve adalet beklenilmez. Fakat iş ve san’at başka olduğu için, fâsık bir adam güzel çobanlık edebilir. Ayyaş bir adam, ayyaş olmadığı vakitte iyi saat yapabilir. İşte, şimdi salâhat ve mehareti, tâbir-i âharla fazileti ve hamiyeti, nur-u kalb ve nur-u fikri cem edenler vezaife kifayet etmezler. Öyleyse, ya maharettir veya salâhattir. San’atta maharet ise müreccahtır.”

    Günümüzde işler ehline verilmediği takdirde bazı olumsuzluklara sebep olur:

    1.İş(ler) ehil olamayanlara verilmekle ilahi kanuna (hem Şeriat-ı Ahmediyeye hem de Şeriat-ı Fıtriyeye) aykırı hareket edilmiş olur.

    2.Adaletle hükmedilmemiş olur. Daha maharetli kişilerin hakkı yenilmiş olur.

    3.Toplumda dindarlara/dindarlığa yönelik bir önyargı oluşur. Kıymetli hakikatler kıymetsiz ellerde kıymetsiz görünmüş olur.

    4.Kutsi bir kavram olan “cemaat” kavramına bazı şahısların yanlışları ile halel ge(tiri)lmiş olur.

    Bediüzzaman’ın İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti ile ilgili endişesini hatırlamalıyız. Bediüzzaman İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti ile ilgili şu ifadeleri kullanmıştır:“İşittim; İttihad-ı Muhammedî (asm) namıyla bir cemiyet teşekkül etmiş. Nihayet derecede korktum ki, bu mübarek ismin altında bazılarının bir yanlış hareketi meydana gelsin. Sonra işittim: Bu ism-i mübareki bazı mübarek zevât, (Süheyl Paşa ve Şeyh Sâdık gibi zatlar) daha basit ve sırf ibadete ve Sünnet-i Seniyyeye tebaiyete nakletmişler. Ve o siyasî cemiyetten alâkalarını kestiler, siyasete karışmayacaklar. Lâkin tekrar korktum, dedim: Bu isim umumun hakkıdır, tahsis ve tahdit kabul etmez”.(Divan-ı Harb-i Örfi)

    Sonuç olarak; Hz. Ömer (ra) adaletini sağlayamıyorsak bile, en azından Emeviye kavmiyetçiliğini de yapmayalım.

    Kaynak: İşi ehline vermek – Hilmi ÖDEMİŞ

  17. https://www.youtube.com/watch?v=qY52kEMQyBA
    Bunları söyleyen kişi, TC’de her kurumun başına (yargı,eğitim,sağlık,rektör,ordu,ekonomi…) kimin geçeceğini uygunluk, liyakat dikkate almadan tek başına karar veriyor, hiç bir kişi (akraba, danışman), hiç bir kurum buna karşı sesini çıkartamıyorsa, tüm kurumlarda durum yukarıda özetlenen gibiyse (imam cemaat ilişkisi) tv lerde günler süren açıkoturumların, yazılı ve görsel medyada edilen binlerce yorumun bir anlamı kalmıyor. Dinleri referans alan her düşünce her akım bu kaçınılmaz sonuca ulaşacaktır. Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. Umalım ve dileyelim AKP kendi ile birlikte Türkiye’yi batırmasın. Hukuk, reform deyip daha sözler yerine bulmadan, yazılanların mürekkebi kurumadan çark edilen bir ülkede
    olmak can sıkıcı.

  18. Karar deyip durduğunuz paçavra ve yazarları hakkında bir alıntı:
    “Bir cambaz iki ipte oynamaz
    03.09.2016 06:03

    Değerli okuyucularım, bu bir ayrılık yazısı…

    Uzunca bir tereddüd süresinden sonra gazete yazılarına –en azından şimdilik- son vermeğe karar verdim.

    Sebebine gelince; evet, gerçi iki cambazın bir ipde oynamayacağı doğrudur ama bunun tersi de doğrudur. Yâni bir cambaz da iki ipde oynamaz.

    Vaktimin ve dikkatimin önemli bir kısmını tahakkümü altına alacak bir başka çalışma dolayısıyla bundan böyle sütun yazmaya ara veriyorum.

    Fakat bu gazetede benden başka daha bir dizi birinci sınıf sütun yazarı bulunmasının bilinci, giderken gözümün arkada kalmamasını sağlıyor.

    (Muharrir bu cümleden sonra hafifçe arkasına yaslanır ve ölümsüz Fuzûlî’nin ölümsüz mısrâlarından birini mırıldanır:

    „Aldanma ki şâir sözü elbette yalandır.“)

    Evet, gözüm arkada kalmaksızın ayrılıyorum, çünki bu gazetede Yağmur Atsız’a parmak ısırtacak daha nice nice birinci sınıf yazar var…

    (Yalandan kim ölmüş?)

    Sizleri, işbu yazarların hâzık kalemlerine emânet ederek müsaadelerinizi istirhâm ediyorum.

    Gerek sizlere ve gerekse „KARAR“ Gazetesi’ne en iyi dileklerimi sunarak bastonuma atlayıp pencereden dışarı süzülürken son bir uyarım daha olacak;

    Unutmayınız ki…

    Azı KARAR–Çoğu zarar…”
    Yağmur atsız

    • Atsız’ın Karar Gazetesi’ne gelişi, Mayıs 2016’ın sonu, 30 Mayıs. Bastonuna atlayıp gitmek istediğini söylediği tarih Eylül’ün başı, 3 Eylül. Korkarım, bir yerde yazma hevesi onun nereye geldiğinde ve nerede yazacağına pek aldırış etmemesine yol açmış. Üç ay kalıp, sanki çok uzun kalmış gibi o veda yazısını yazması zaten tuhaftı. Karar Gazetesi yayın hayatına başladıktan hemen sonra, İbrahim Kiras, Medyascope TV’de R. Çakır’a konuk olmuş, hayli uzun süren ropörtajda kim olduklarını ve niçin kalemlerini mürekkep okkasına batırmaya karar verdiklerini çok açık biçimde anlatmıştı. Hatta, “Mahallenin çocuklarıyız, bizi herkes bilir” demişti. Atsız yolunu şaşırıp yanlış binanın yanlış katına çıkmışsa, Karar’ın suçu ne? 🙂

  19. akp bir kitle partisi olmayı başarabilmiş bir partidir. türk halkının bir defada olmasa da %70 ten fazlası 18 yıllık iktidarın bir döneminde akp yi desteklemiştir hatta bir dönem bu toplamda %50 yi geçiyordu. yani ideolojik ya da farklı nedenlerden dolayı asla oy vermem diyen bir kesimin dışında pek çok insanın yolu bu parti ile kesilmiştir.

    özgürlükçü söylemler, liberal demokrasi, ab açılımları derken, dolar 1,2 tl iken türkiye ve türk vatandaşlığı hem doğuda hem batıda yani dünyada kendine daha saygın bir yer bulmaya başlamıştı.
    zaman içinde bu devir kapandı bugün ağırlıklı söylem milli beka, dış tehdit, faiz lobisi, hain, proje haline geldi. bir dönem teğet geçen ekonomik krizlerin merkez üssü kendi ekonomimiz oldu, dolar patladı, ihracat ve tarım geriledi. bunlar hayati damarlar.
    değişen dünya konjonktüründe güç dengeleri de değişirken bazı ellerin ülkemizi terörle, baskı ve müdahelelerle, mevcut ve olası ekonomik yaptırımlarla yıpratmaya çalıştığı konusunda kimsenin şüphesi olmasa gerek. sorun şu ki, bu tehditlerle başa çıkmak için ekonomimiz güçlendirileceğine bilakis maliyeti çok yüksek yolsuzluk projelerine ve dahil olunan sisteme entegre olmak yerine sanki sistemin bir parçası değilmiş gibi akılsız para-faiz politikalarına gidilerek kaynaklar tüketilmiştir. yine bu tehditler nedeniyle toplumun tüm kesimlerini kucaklamak, haklarını ve hukuklarını korumak yerine ötekileştirmenin fay hatlarını derinleştirmek yoluna gidilmiştir.
    devletler iflas etmezler çünkü para basarlar lakin şu anda türkiye ekonomisi iflas noktasına gelmiştir.
    bu ekonomik iflasa herkesin birbirinden nefret ettiği, birinin diğerini fetöcü, hain, klik, proje bulduğu sosyolojik bir iflas da eşlik etmektedir.
    şimdilik zihinler değişmediğine göre kısır bir döngüde devam.
    savrulacağız savrulabildiğimiz kadar.
    karşımıza bir sürpriz ya da bir dağ çıkana kadar.

  20. Erdoğanın 1 numarali destekcisi Amerkanın
    Cumhurriyetcileri…
    Oğul Bushdan icazet aldı! Obama Túrkiyeyi sevdiği için buna başkanlığínın ilk 6 yílínda destek verdi, son 2 yílda ise kavgaci olmadığından dolayi sadece arasına mesafe koydu,
    Trump’a gelince sırf Trumpi’n başkanlığínín ömrúnú uzatabilmek için Túrkiye’yi ona şamar oğlani yaptırdı ve ekonomisini çõkertti.

    Erdoğan hayranlarına iyi bir haberim var. Reisiniz ihtidaríní devam ettirecek çözümübuldu.
    Milletin gayrimenkulkerini ellerinden almabilmek kanun çíkartiyor.
    Hiç merak etmeyin milletin evlerini ellerinde bedavaya alıp ABD deye yatírım yapar.

  21. Bașlıkta görülen resimdeki gazetecilere tekrar tekrar baktım. Bu gazeteciler ana akım medyada çalıștıkları sürece, seçmenlerini günlük gerçeklerden koparıp istediği bir algı dünyasına götürmesinin mümkün olmayacağını gören Erdoğan vaktinde tedbirini aldı.

    Şimdi, korona vakalarının gerçek sayısını bilim kurulu üyeleri bile bilmiyor. Komik tarafı olmayan bir Temel fıkrası gibi.

  22. Soru şu: Batı demokrasilerinde yıllardir devam eden partiler oldugu halde Turkiye neden bi partiler coplugudur.
    Soru şu: Batı demokrasilerinde emekli olmus siyasiler coplugu iken, Turkiye de neden devam siyasi yuzler aynidir.
    Not: CHP istisna degildir.

  23. Klavuz çok önemli, klavuzunuzu iyi seçeceksiniz. Ne demişler; klavuzu jöleli olanın varacağı yer iyi bir yer değil, halkın yararına olan bir yer değil. İnsan bir yanlış yaptığı zaman bunu farkerder farketmez ya özür diler (doğrusu budur) yoluna devam eder, yada arkamda destek var diyerek yanlışı örtmek için yeni yanlışlar yapmaya devam eder. Taa ki yatsıya kadar bu böyle devam eder. Bazı günlerde yatsı geç vakte denk geldiği için uzunmuş gibi gelebilir. Ama yaşayanlar o yatsı vaktine kavuşurlar. Gücü eline geçirenler kafa denklerini, birlikte iş yapabileceğini düşündükleri kimseleri yanına çekerler, diğerlerini uzaklaştırırlar. Yani bana arkadaşını söyle, sana….

  24. Adım adım ümit verdiğim yollar
    Gönül isterdi ki böyle bitmesin
    Bu hayal bu ümit bu aşk bu bahar
    Gönül isterdi ki böyle bitmesin

    Sayın Koru!
    Yazınızı okuyunca yukarıdaki şarkının sözlerini hatırladım.

  25. Fehmi Bey’in bahsettiği parlak beyinler partilerini kurdular,boylarının ölçüsünü alacaklar.Almaya da başladılar:Kamuoyu yoklamaları %1’lerde
    gösteriyor parlak beyinlerin kurduğu partilerin oylarını.

    Ak Parti’nin kuruluşunda bir çok kişi görev aldı,hepsinin başarıda bir payı vardır.İktidara gelmesini sağlayan ise Erdoğan’ın karizmatik liderliğidir. Erdoğan bir süpermen değildir,bir dahi de değildir.Her insan gibi artılarının yanında eksileri de vardır.Velakin halk onda kendisini buldu,içlerinden biri olarak gördü,samimiyetine güvendi.Sevmesi de,kızması da samimiydi, sahiciydi.Hiç kimseye şirinlik gösterisinde bulunmadı.Kızınca “ananı da al git” demesi de içinin dışının bir olmasındandı.

    Abdullah Gül,Ahmet Davutoğlu,Ali Babacan,
    Beşir Atalay…Hepsi geldikleri makamları
    Ak Parti iktidarına borçlular.Ak Parti’yi iktidara
    taşıyan temel saik ise yukarıda söylediğim gibi
    Erdoğan’ın liderliğidir.Bu durumda bunların hepsi
    geldikleri makamları Erdoğan’a borçlular.Kendi
    güçleri ile o makamlara geldilerse haydi bir
    daha gelsinler de görelim.Ayrıca hepsi de
    makamları elden gidince Ak Parti ile aralarına
    derhal mesafe koydular.Makam varsa biz de varız,yoksa yokuz demiş oldular böylece.O makamlara layık olup olmadıkları hususu bahs-i diğerdir.

    “AK Parti bu duruma düşecek parti miydi?” sorusuna gelince.Ak Parti hangi duruma düşmüş?Ak Parti 18 yıl sonra da Türkiye’nin birinci partisi değil mi?Hala Anamuhalefet’in iki katı değil mi?En son seçimde,ilk girdiği seçimden daha yüksek oy almadı mı?Galibe
    mağlup muamelesi yapanlar ancak kendilerini
    kandırmış okurlar.

    2023’te de halkımızın Ak Parti’ye teveccüh göstereceği şüphesizdir.Çünkü muhakefette memleketi yönetecek kıratta parti de,lider de
    görülmüyor.Keşke olsaydı.

    • Sadece iki soru, Bekir Bey:

      (1) Halkın ‘onda kendisini bulduğu, içlerinden biri olarak gördüğü, samimiyetine güvendiği’ ve ‘sevmesi de kızması da samimi ve sahici’ olan bir lidere teveccühü ile katma değer yaratan ve üretime dayanan bir ekonomi yönetimi becerisi, etkin ve sorun çözücü bir eğitim sistemi, toplumsal birliği sayesinde insanların huzur içinde gündelik bir yaşam sürdürdükleri bir toplum yaratma gibi yüzlerce ve doğrudan insan yaşamlarını etkileyen diğer beceriler arasında ne tür bir ilişki var? Kendimize, kendimizi iyi hissedeceğimiz bir ‘baba’ figürü arıyor ve seçimlerde bu baba figürünü mü seçiyoruz, yoksa ülke yöneticilerini mi?

      (2) Ballandıra ballandıra anlattığınız, yeni rejimle birlikte mutlak kontrolü de ele geçirmiş lideriniz, ne oldu da iç beş yıl içinde ekonomiyi duvara, partisinin oy oranını da yüzde 51’den alıp yüzde 30*35 bandına çaktı?

      (3) Lideriniz, “Şimdi yanımda gördüğünüz bütün bu insanları ve parti kadrolarını birer birer tasfiye edeceğim, bunların yerine jölelileri getireceğim. Yeni dava arkadaşlarım da siyasette Çakıcı, basında Nedim Şener ve Ertuğrul Özkok olacak” demiş olsaydı, halk yine aynı desteği verir miydi?

      Erdoğan mı kurucu kadroların ekip çalışmasına ve AK Parti örgütlerine borçluydu partisinin seçim başarılarını, yoksa o insanlar mı Erdoğan’a borçlulardı parti içindeki ve ülke yönetimindeki mevkilerini?

      Ortadan kaybolmayın lutfen, arada bir uğrayın. Bütün bu soruların yanıtlarını 5-6 aya kalmadan 2021 erken seçimiyle almış olacağız.

      • Sayın Bernar,iki soru soracağım demişsiniz ama üç soru sormuşsunuz.Canınız sağ olsun bir soru fazla olmakla kıyamet kopmaz.Bence sorularınız balık sorular,
        hiç de zor değil.

        1.Halk Erdoğan’ın samimiyet ve sahiciliğini önce memleket meselelerini nasıl çözeceğine dair konuşmalar yaparken, sonra da uygulamaya geçince gördü.
        Yapılanları kalem kalem burada sıralarım ama bu cevabı günün bu saatinde uzatmak istemiyorum.

        2.Ekonomimiz duvara falan toslamadı. Bazıları laf üretirken,felaket tellallığı yaparken halkımız harıl harıl çalışıyor, mal üretiyor,hizmet üretiyor.Elbette salgın tüm dünyayı olduğu gibi,ülkemizi de bir miktar etkiledi.Ama hiç bir şeyin yokluğu çekilmiyor ülkemizde.Bolluk var elhamdülillah.

        3.Bu sorunun cevabı yukarıdaki yorumumda var.Tekrar etmeyeyim.

  26. “Yazımı okumaya başlamadan önce lütfen şu sorunun üzerinde biraz düşünün: “AK Parti bu hallere düşecek bir parti miydi?”

    Yukarda’ki soruyu okuyunca, tüylerim diken diken oldu, ve her zaman zihnimi kurcalayan sorunun cevabını öğrendim. Erdoğan’ın onların hepsini tek başına devre dışı bırakaması mümkün olmayacığına gõre, hayatı boyunca ve şu an ona kimlerin destek olduğunu tahmin edebiliyorum.

    Beşir Atalay benim kíz kardeşimin komşusu idi, kardeşim her zaman “abla Erdoğan olmasa ben Beşir hocaya oyumu veririm hem eşi hemde kendisi çok iyi insanlar,” diyiyor’du, hatta o mahalle Halkının hemen hemen tamamı CHP li olmalarına rağmen Beşi hocayı çok seviyordular.

    Halk Tarafından sevilen ve hepside mesleklerinde başarılı olan insanları dahi uyutan birisi Türk halkını daha rahat uyutur ve uyutuyor’da.

    Bu uyutman’ın kolayı destekçileri ile çakma kavga etmek.

    Abdulla Gül’e Köşkte neler yaptíklarını Hayrünnisa hanım anlatacaktı fakat onu’da susturdular.
    Kadıncağiz ne yapsın eşini dahi zehirleyip öldürmeye kalkışanlar onuda evlatlari ile tehdit etmedikleri ne mâlum.

    Şu an Trolleri’in etekleri fena tutuşmuşa benziyor yalan ve iftiralar kes yapıştír resimleri ile uydurma gazete küpülerini piyasaya sürmüşler,ve súrmeyede devam ediyorlar.
    Onlardan banada gõnderdiler, o küpürlerden birini aynen buraya yaziyorum.

    “Gül’ün eşi Hayrünnisa Gül ile kardeş çocukları. (Kimin olduğunu yazmiyor)
    Fehmi korunun karısı Ali Babacan’ın Halasí olur. Ali Babacan’ın halası Yahudilerin mezarlığı, Bülbülderesi mezarlığína defnedilmiştır.
    Anladınız mi şimdi bu ülkede tesadüfe yer yoktur.

    bu yaziyi internete servis yapan güya yaziyi gazete küpürün’ün resmini çekerek internet’eklemiş, Túrkiyeden bir arkadaş’da bunu bana 27 Ekim 2020 gönderdi.

    Türkiyeyi yõnetenlerin trolleri yalani yazmasıní dahi becereme’yip yüzlerine gözle bulaştıriyorlar yalanlarí adeta kabak gibi sırıtiyor.
    Bunların iftiralarına inanlar herhalde herkesi kendileri gibi cahil zannediyorlar.

    • NURDAN kullanıcının yorumuna yanıttır:
      Lütfen araştırma yapmadan paylaşım yapmayınız. İddialarınız tamamen yanlıştır.

      – Fehmi Koru’nun kardeşi Naci Koru’nun eşi Canan Koru ve Hayrünnisa Gül kardeş çocukları değil.

      – Fehmi Koru’nun eşi Nebahat Koru, Ali Babacan’ın halası değil. Adil Düzen tezini yazan Süleyman Karagülle’nin kızı.

      – Ali Babacan’ın halası Bülbülderesi mezarlığına defnedilmiş değil. Çünkü hala hayatta ve Ankara’da yaşıyor.

  27. Aslında AKP için teşbihte hata olmasın Mimar Sinan gibi 3 dönem tanımlanabilir. Birincisi çıraklık yani muhlisane çalışma dönemi, ortası kalfalık yani her şeye müsait olup yan yolları öğrenme dönemi ve sonuncusu ise ustalık yani cerbezeli siyaset ile müteahhitlerin yollarına yatma dönemi şeklinde tarif edilebilir. Asıl kötü olan yazıda ifade edilen aklı selim sahibi olan AKP zevatının şimdiki gibi Bülent Arınç misali cebinde istifa ile dolaşmak yerine kamuya açık olarak yanlış giden meseleleri kara halka ifade etmedikleri için, tebarüz etmiş sorunların tasfiyesi kolay ve tamiri mümkün iken ön alınamamış olmasından dolayı halihazır vahim tabloda hepsinin asgari müşterek iştirakleri vardır.
    Bu umumi günah başta ki sevapları tahrip etmiş midir?
    Bugün bile karanlıkta göz kırpan sabık kurmaylar açık açık şeriat dedenin yaptığı eleştirileri yapamamaktadır ki bu onlar için bir nakısedir. Ortam olgunlaşsın diyerek pandomim yapmak, kollateral zararın artmasına neden olup sosyal ve ekonomik yıkımı arttırmaktadır.
    “İnsanlar helak oldu, alimler müstesna, alimler de helak oldu, ilmiyle amel edenler müstesna, amel edenler de helak oldu, ihlas sahipleri müstesna. İhlas sahiplerine gelince, onlar da pek büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar.” hadisi yapılan işlerin esasının samimiyet ve ihlas olduğunu göstermektedir.

  28. Ak Parti Düştü (mü)

    Bu gün artık dünyanın en büyük devletinin başkanı muhalefetle işbirliği yaparak Recep Tayyip Erdoğan’ı devireceğini ilan ediyor.

    Daha bir kaç yıl önce Fötö unsurları Türkiye de kanlı bir darbe teşebbüsünde bulundu. Ondan öncede ergenekonlar, sarıkızlar, cumhurbaşkanlığı krizleri.

    Dışlandığı söylenen isimlere sonsuz kredi ve en üst makamlar altın tepsi içinde sunuldu. Tepe tepe kullandılar bu imkanları.

    Bu sayılan kişiler, fikir önderi olanlar dahil niçin yerlerini kaybedince konuşmaya başladılar. Niçin sayın yazar sözcü gazetesindeki fötö yapılanması hakkında bile daha çok yazmışken bu yapının günümüzdeki faliyetlerinden hiç bahsetmiyor. Hiç yaşanmadı mı yoksa darbe süreci.

    Şaka gibi ama ak parti ilk kurulduğunda kıprıs ve güneydoğuda hata yapmazlarsa 20 yıl iktidarda kalırlar demiştim. Öngörüm tuttu, şaka gibi kısmı cumhuriyetin 1/5’de ak partinin iktidar olması. Köprülerin altından sadece sular değil köprüler bile değişti. Son açılım, avrupa v abd ye tam yerinde ve zamanında uzlaşma çağrısı yapan ak parti ile dalga geçiyor babacan. Bu sığ görüşle utanmadan devlet yönetmeye talip. Turizm gelirlerinin %75 kaybedildiği, bütçenin sağlığa ve sosyal yardımlara harcandığı dönemde gemiyi batırmadan teslim eden damat kötü, her yıl katlayan turizm geliri ve helikopterlerden dolar atılan dönemlerde ekonomiyi yöneten babacan iyi. Geçin bunları. Tayyip Erdoğan son 2 ayda dünya tarihini değiştirdi. 30 yıldır işgal altındaki Azerbeycan topraklarını rusya ve fransanın elinden çekip aldı. AB nin gözü önünde kapalı Maraşı açtı. Bu nokta da uzlaşmaya hazırız mesajı verilmeyecekte ne yapılacaktı.

  29. Cevapsız tek bir soru kalmış. Bütün bunlar oluyorken acaba Tayyip nerdeydi ne yapıyordu?

    Bütün vesayete ve güçlüklere rağmen o kadronun önünü açmaya çalışıyordu belki ?

    Phuket adasında tatil yapıyordu belki ?

    Yada benzeri şeyler.

    Peki ne oldu bu kişilerin ortak ne özelliği vardı da bu gün herkesler bir yerlere dağıldı.
    O ortamı hazırlayan buna liderlik eden kişi neden bu gün tam tersi bir duruma dönüştü bütün sürece şahitlik ettiniz o zamanlarda sayın yazar. Aslında ne oldu başlığıyla yorumlamadan olayları yazarsanız. 2011 yılında neler oldu. Taraf olanların en azından iki üç tanesiyle sırdaştınız. Tek taraflı da olsa olanları yazmanız gerekir. Madem ki (meslektaşlarınızca) gazetecilik kutsal o halde detayları bize de açıklamalısınız.

  30. Güc zehirlenmesi bu olsa gerek!
    Halkın içinden gelip de halka tepeden bakan bir zihniyet olabileceği hiç kimsenin aklının ucundan dahi geçmezdi. Bizim kültürümüzde yönetime kim gelirse gelsin belli bir zaman sonra geldiği yeri unutup amacının dışına çıkabiliyor. Nefislerini köreltmek için lavabo temizleyen alimlerin, nefsine hakim olmak için parmağını muma tutan gencin yaptıklarını bizi idarecilerimiz hatırlasalar…. Ama maalesef yaşanan bu örnekleri günümüzde insanı için bir anlam ifade etmiyor. Tek çare bir yöneticiye en fazla iki defa yetki verilmeli üçüncüsünü verirsen bir daha inmek istemez haklı olarak….

  31. Tersini sormak da mümkün.Tayyip Erdoğan olmasaydı AKP bu ivmeli başarıyı elde edebilir miydi? AKP nin ortaya koyduğu başarı tek bir kişiye maledilemeyecek kendisini ülkesine adamış ehliyetli insanların istişarenin sonucudur.Şimdi ne o istişare var, ne o medya var, ne de lider eski lider? İstişareyi bırakan carpılır.Dalkavuklarla yapılan şey istişare değildir.

  32. “AK Parti bu duruma düşecek parti miydi?” Bir partiden çok daha fazla bir şeydi AK Parti ve bu partiye bir partiden çok daha fazla bir şey olması dolayısıyla tanımı güç, kimilerinin çocuksu da bulabilecekleri bir duygusallıkla bağlanmış olanlar, hayatın gerçekten güzelliklerden güzellikler beğendiği, yüzünü dönüp adı “özgürlük” olan mucizeye gülümsediği, “adalet”le tokalaşıp “ahlak ve vicdan”ın birlikte oturdukları masaya uzaktan yine gülümseyerek el salladığı, genç polis memurlarının hava limanlarında insanlara “siz” diyerek hitap ettikleri o günlerde, gelecekte bir gün böyle bir sorunun muhattabı olacaklarını, o soru üzerine düşünmeye davet edileceklerini akıllarından bile geçirmezlerdi -en azından benim aklıma gelmedi gelecekte bir gün böyle bir şey olabileceği.

    Kimi zaman, üzüntünün yanısıra, kontrol etmekte artık zorlanabildiğim bir küskünlük olarak yaşıyorum ruhumu teslim alan derin düş kırıklığını. Bedenen olduğu kadar, duygu ve zihin olarak da ve mutlak biçimde kopmak istiyorum Türkiye’den ve orada yaşayan herkesten. Fare dağa küsmüş, dağın haberi olmamış olduğunu bilsem de, o derin düş kırıklığının zaptedilmez bir öfkeye dönüştüğü gün ve saatlerde, bu uzak diyarlardaki ölümümün adı Türkiye olan ülkeden uzakta bir Asya kasabasında ölmek suretiyle bir tür öc almak olmasını, ölümümün o kendi hayatlarına ve birbirlerine değer vermez insanlar ülkesinin üzerine bir bağışlamazlık ve hatta lanet olarak çökmesini, o ülkenin geleceğini lekelemesini diliyorum.

    Sözüm ona dindarlığın şimdi binlerce kilometre uzaktan bir bilgisayar ekranındaki görüntüler olarak izlediğim ülkede, “Ne yoksulluğu! Bırakın bu ayakları! Hepinizin cebinde akıllı telefon var nankörler!” haykırışı olup çıktığına tanık oluyorum. Aklı ve zekası üç kuruş etmez çakma solcuların karanlık ve şımarık bir güruh olarak etrafta aşağılayıp tefe koyacakları “Yetmez ama Evet”çi liberaller arandıkları, karşılığı kepazelik olan solcu gazetenin solcu adamının saflarını AK Parti devriminden yana seçmiş olan demokratlara bir araya gelerek geçmişteki tutumları yüzünden nedamet getirip özür mektubu yayımlama çağrısında bulundukları bir ülke Türkiye. İri, yeşil kıçlı birer bok sineği gibi vızıldayarak, linç edip, “Biz dememişmiydik vakti zamanında bu siyasal İslamcıların hesabı başka diye dangalak adam!” haykırışlarıyla başına üişüşecekleri demokratları (beni) arıyorlar etrafta. Yazdığı beş cümleden üçü utanç verici dil yanlışlarıyla dolu bir kendini bilmez, yarım yüzyıldır hayatı kitaplarla, yabancı basının gazeteleriyle, eşine zor rastlanır bir mesleki disiplinle gündelik olarak köşe yazısı üreten bir aydına, “sen” diyerek hitap ediyor, ona neyi yazması gerektiği konusunda akıl veriyor ‘yorum’unda.

    O yazar olmasa, Karar Gazetesi ve serbestiyet.com yazarları olmasa, önce Refah ve şimdi Deva olmasa, bir Hollanda şehrinde genç arkadaşlarıyla bir okuma gurubu oluşturup okunacak kitaplar listesine İsmail Kara’nın kitabının yanısıra Maalof’un, Cemil Meriç’in, Hemingway’ın kitaplarını da eklemiş Milli Görüşcü arkadaşım olmasa, nerdeyse gündelik olarak yaşadığım bu aşağılanmışlık ve umutsuzluk haline teslim olup, “Ben buralarda öleyim, siz de oralarda birbirinizi yiyip durun, ne haliniz varsa görün!” diyerek bir daha açmamak üzere dükkanı kapatmak işten bile değil.

    Bundan bir yılı aşkın süre önce de sormuştum, yine soruyorum:

    Tamam, doğrudur, harbiden de bizdeki solculardan pek bir cacık olmaz. İyi güzel de, dindar kardeşim, ahlaklı Müslümanım: Bu güne kadar A. Gül’den, Babacan’dan, F. Koru’dan, M. Yeneroğlu’ndan ne zarar gördün? Bir gün olsun küçücük bir mahçubiyet yaşattılar mı sana? Bir gün olsun sözlerinde bir değişiklik ve tutarsızlık, ilkelerinden bir taviz, dillerinde bir Müslüman’a yakıştıramayacağın öfke veya saygısızlık, hayatlarında bir israf, bir müsriflik, yetim hakkına el uzatma gafleti yakalayabildin mi? Bir o yana bir bu yana dönmekten belin kırılmışken, aradan 24 saat geçmenden bir dediğinin tam tersini söylüyor iken, bu insanları itibarsızlaştırmaya çalışmaktan hiç mi utanmıyorsun? Böyle mi örnek oluyorsun inancına ve inancının değerlerine?

  33. Ak parti bu duruma düşecek partimiydi diye sormak yerine .
    Önümüzdeki yıllarda aynı hataları yapmamak için AK parti neden bu duruma düştü diye sormamız daha sağlıklı olur .

  34. AKP galiba hep böyleydi, Erdoğan da. Her zaman bir tane lider vardı. Demokrat bir parti değildi hiç bir zaman. Siyasi partiler kanunu bizde ancak otoriter partilere izin veriyor. CHP, MHP, AKP farketmez. Tüm partiler otoriter partiler. Bunun doğal sonucu olarak da Türkiye otoriter yönetiliyor. Bu bir kültür ve zihniyet meselesi. Türkiye bu zihniyeti aşamadı, ne Islahat ne Kemalizm yapamadı bunu ve modernleşemedi, uzun süre de olmayacak bu. Bu değişimin dinamikleri burada yok. O yüzden güçlendirilmiş parlementer rejim falan gibi beklentilere girmeyelim. Mahcupyan, son Serbestiyet yazılarında bunu 1000 yıl öncesine bağlıyor. Batı ve Doğu, ve modernleşme bağlamında. Bana çok mantıklı geldi analizi.

    Değişim olma şansı yok mu hiç? Sadece dış dinamikler bunu sağlayabilir. Kısmen ve belli bir süre. Daha önce olduğu gibi. Dönüş ise yine otoriterliğe.

    • Ender Bey, E. Mahçupyan (hiçbir yazısını ve söyleşisini kaçırmam) sizin önerdiğiniz çıkarsamaya ulaşmış olsaydı çözümlemelerinde, Gelecek Partisi kurucuları arasında yer almaz, genel başkan yardımcılarından birisi olmazdı. “Uğraşmaya değmez” der, akademik hayatı üzerine yoğunlaşırdı.

      Mahçupyan, bizlere dönüşümün olanaksızlığından söz etmiyor, bunun çok sancılı ve ağır ilerleyen bir süreç, esas olarak da her sosyal, kültürel, toplumsal kümeyi kuşatan ve o anlamda müşterek ortak küme haline gelen “otoriter zihniyet”e işaret ediyor. Yanısıra, sizden farklı olarak, “Islahat” ve “Kemalizm”i, bu sorunun üstesinden gelemeyip başarısız kalan girişimler olarak değil, o zihniyeti yeniden üreten modern, tepeden inmeci deneyimler olarak görüyor.

      Durumumuz bir “umutsuz vakıa” durumu değil. Bunu söylüyor Mahçupyan ve iyimserlik önermediği gibi karamsarlık da önermiyor. Nitekim, kendisiyle önceki ay yapılan bir söyleşide (sanırım Karar’daydı), “Kötümser değilim, çünkü öyle büyük beklentilere sahip değilim” demeğe getirmişti. İyimser değil Mahçupyan, doğru. Ama, kötümser de değil. Sadece karamsar.

      Zihniyet sorunlarını aşmak bugünden yarına olmayacak. Bu çok açık. Ömrümüzü aşan onyıllara yayılan süreçlerde yaşanabiliyor zihniyet dönüşümleri. Ama, nihai olarak, yaşanıyor. Bence böyle bakmak, mutlak umutsuzluğa kapılmamak lazım. Çok çaba ve sabir gerektiriyor. Doğru -belki bunun için değerli.

    • Ender bey “ağrıyan dişi” bulmak için öyle 1000yıllar öncesine falan gitmeye gerek yok, ya da mahçup etyen gibi çok büyük duayen gasteci veya ermiş bir entel olmak da şart değil, işte siz de yazmışsınız, teşhis tedavi bu kadar basit:
      “Siyasi partiler kanunu bizde ancak otoriter partilere izin veriyor.”
      Şu kadarcık bir gerçeği bugüne kadar buralarda benden başka bir tek siz yazabildiniz; iktidarı muhalefeti bu konuda mutabıktır, tek söz etmezler, enteresandır.
      Tek bildikleri şey; devletbaşkanına diploma sormak ya da ayol bu adamcaazın fetöcü olduğu neresinde yazıyor diye mavra yapmak…

    • önceki gün Cevheri Güven orijinal bir yorumda bulundu. ona göre Erdoğan’ın kafasında amerikadan seçim sistemi ithalatı var. ancak amerikada uygulanan seçim sistemiyle bir seçim daha kazanma ihtimali olabilir ve bu parlamenter sistemden daha kolay bir yol akp için diyor.

      gerçekten de Erdoğan’ın kafasında önce seçicilerin seçilmesi sonra da seçicilerin cumhurbaşkanını seçmesi olarak özetlenen bu sistemi uygulamak varsa bu kanuni bir değişiklik gerektiriyor ve bunun için sanırım muhalefete de ihtiyaç var. peki muhalefet bunu partiler kanunu değiştirmek için bir fırsata çeviremez mi?

      bu arada ben Etyen Mahçupyan’ın kültürel anlatımına katılsam da mevcut siyasi durumu ifade etmeye bu düşüncenin yetmediğini düşünüyorum. Cahil ve ukala olduğum için böyle söylemiyorum elbette;

      ben mevcut siyasi durumu en iyi anlatan kavramın ‘medeniyet’ kavramı olduğuna inananlardanım.

      medeniyet kavramının bu mikro ölçekteki tarifini makro ölçekte uygulayamama problemi bu gün tüm dünyanın esas sorunudur. yani bu sadece bizim kültürel geçmişimize has bir durum değil. maldı ki bizim geçmişimizde dünyaya bu manada medeniyet ihraç etmiş dönemlerimiz var. bunu görmemek körlük olur.

  35. Devletbaşkanımızın dirayetli liderliği olmasaydı adı geçen zevatın akibeti ve bazı konulardaki etkileri ne olabilirdi diye sormak da mümkün, öyle değil mi? Elcevap: HİÇ!!!

Yoruma kapalı.