Uzun sefere çıkacak gemiye tayfa yazılmak için kaptanın karşısına çıkan üç adamdan biri gözünün herkesten daha uzağı gördüğünü, diğeri kulağının başkalarının işitemediklerini işitecek keskinlikte olduğunu söyler. Sıra kendisine gelen üçüncü “Benim de bunların haline baktıkça canım sıkılır” der ya fıkrada, benim şimdiki havam yine o üçüncü kişi gibi…
Yine canım sıkılıyor.
Koronaya değil, başka olaylara…
Sözgelimi, İsrail’de patlak veren Filistinli çocukların da kanlarının döküldüğü olaylara baktıkça sıkılıyor canım…
Hep aynı şablon: Kaybedenler ve kazananlar baştan belli…
İsrail 1948 yılında kurulurken kendisine şimdikinden çok daha az olan sınırlar belirlemişti. Ardından birleşik Arap ordularının başlattığı savaşlarda topraklarına yeni topraklar kattı, genişledi. Yenildi sayıldığı 1973 savaşından sonra Mısır ve Ürdün’le anlaşarak işgal ettiği yerlerin çoğunun sahipliğini pekiştirdi. Sonrasında çıkan her saldırıda ise, uluslararası camianın Filistinlilere ait olduğunu kabul ettiği yerlerin bazısını en radikal yerleşimcilerin yerleşmesini sağlayarak hakimiyet alanlarını genişletmeyi de başardı.
Bir şeyi daha becerdi İsrail: İşgalci ve acımasız olduğu halde kendisini mağdur ve mazlum olarak göstermeyi…
Arap-İslam dünyaları ne yaptı?
Hep kınadı. Hep yüksek perdeden attı tuttu.
Yanılmayı ne kadar çok isterim, ama şimdi olacak olan da bu: İsrail yine kendisini mağdur ve mazlum göstermeyi becerecek, karşı cephe ise, kendi kitleleri gözünde haklı davayı savunduğu izlenimi yaratmayı hedef alarak atıp tutacak…
Daha önce bu şablonun her tekrarlanışında olduğu gibi, benim yine canım sıkılacak…
Olan daima İsrail ile çatışan cephe görüntüsündeki Filistinlilere oluyor.
En uzun süreyle İsrail’de başbakanlık koltuğunu işgal eden Benjamin Netanyahu, siyaseten başı ne zaman sıkışsa, karşı cepheyi kışkırtacak bir davranış sergileyerek ortamı kızıştırmayı ve meydana gelen gelişmeleri makûs talihini değiştirmek için kullanmayı biliyor.
Herhalde bu yüzden olacak, bu son olayı takiben, Netanyahu’nun yandaş medyası, “Bu kez krizi o çıkarmadı” yalancı şahitliğine başvurdu.
Oysa biliyoruz, Ramazan bayramına hazırlanan Kudüs halkının Kadir Gecesi’ni kana bulayan askerleri Mescid-i Aksa’ya ondan başkası göndermiş olamaz.
Filistin ne zaman kanlı olaylara sahne olsa hep aynı düşünce aklıma gelir: İsrail devleti adına düşünenlerin, en geniş haliyle karşı tarafı zaman içerisinde deneyimleyerek ve her türlü ihtimali göz önünde tutarak belirlediği çok alternatifli planları olmalı.
Her türlü karşı girişim öngörüldüğü gibi, mutlaka meydana gelmesi gerektiği halde öyle bir girişim kendiliğinden ortaya çıkmadığında, isteneni yapay olarak başlatmanın yöntemlerini de hesaba katan planlar…
Çok yanlış bir düşünce mi bu? Hiç sanmıyorum.
Şimdi yaşanan kanlı gelişmeler yerini sakin ortama bıraktığında ortaya çıkacak tablo ne demek istediğimi gözler önüne bir kez daha serecektir.
O tabloda Filistinliler ve yaşananlarda Filistinliler yanında yer alanlar, test ettikleri güçlerinin fazla olmadığını görerek hiçbir şey elde edemeyecekler, buna karşılık kan döken, hakları gasp eden cephe yaşananlardan bu kez de kazançlı çıkacaktır.
Bu öngörüm yüzünden canım sıkılmasın da ne olsun?
Zaman içinde olanlar
Filistin karşıtı taraf 1950’lerden 1970’lerin başına kadar tek cephe halindeydi. Bu gün o görüntü yerini çıkarlar temelinde bölünmüşlüğe bıraktı. Filistin ve Filistinliler Arap ve Müslüman kardeşlerinin hepsinden aynı sempatiyi görmüyorlar.
Halklar davalarına -eskisi kadar olmasa da- sahip çıksalar bile devletlerin çoğu için öyle bir dava kalmadı.
Mısır ve Ürdün 1970’lerde İsrail ile savaşmazlık anlaşmaları imzaladılar, onun bozulmasını istemezler. Sürekli savaş halinin yeniden kendini dayatması işlerine gelmiyor çünkü. Yakın zamanda İsrail ile ilişkileri normalleştirme sürecini (İbrahim İttifakı – Abraham Accords) başlatan Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Fas ve Sudan ile onlara katılması beklenen Suudi Arabistan ve Umman’ın gözleri, kurdukları veya kurmayı arzuladıkları İsrail ile ikili ilişkilerin kendilerine kazandıracaklarının cazibesi etkisiyle kamaşmış durumda…
BAE/Abu Dabi’nin Etihad havayolları İsrail’e doğrudan uçak seferlerini daha birkaç hafta önce başlattı. İsrail’in El/Al havayolları uçakları birkaç aydır Mekke ve Medine’nin üstünden de uçabiliyor artık.
İsrail devleti kurulurken çıkan savaşta (1948) toprakları işgal altına düşünce Filistin’i terk edip kendilerine yakın bildikleri ülkelere sığınan Filistinlilere evlerine dönüş yolu kapalı. Bir bölümü o gün bugündür komşu ülkelerdeki kamplarda ilkel şartlarda hayatlarını sürdürüyorlar. Bir bölümü de yerleştikleri Arap ülkelerinde günlük hayatlarını sürdürüyor, fakat evlerine dönecekleri umudunu her gün biraz daha yitiriyorlar.
Arap ülkelerinde 70 küsur yıldır ‘misafir’ olarak yaşamakta olan Filistinlilerin hayatı, İsrail’de patlak veren her kanlı olayda, biraz daha zorlaşıyor.
Filistin-İsrail denkleminde böyle olayların yaşandığı ilk bayram olmamasına rağmen, koronanın insanların üzerine boca ettiği asap bozukluğu üzerine bu sevimsiz düşünceleri katarak iyice moral bozmak istemem.
En iyisi bu yazıyı burada noktalayayım.
Benim canım sıkılıyor, ama benden başkalarının canını sıkmak hiç hoşuma gitmiyor.
ΩΩΩΩ