Ahmet Davutoğlu, bir gün siyaset içinde ve çevresinde geçirdiği günlerin anılarını kaleme alacak olursa, yalnız Türkiye’de değil, dünyanın önemli ülkelerindeki karar alma merkezlerinde de yazdıkları satır satır okunacaktır.
‘Stratejik Derinlik’ kitabının çevrildiği dillerden çok daha fazlasına anılarının çevrileceğine eminim.
Dün onunla geçirdiğim dört-beş saat sonrasında vardığım sonuç bu.
Anılarını ilk okuyanlardan olmayı çok isterim.
Türkiye siyasi hayatında son 22 yıla damga vuran isimlerden biri Davutoğlu. AK Parti iktidarında, önce, başbakanlıkta büyükelçi unvanıyla başdanışmanlık yaptı. Sonra dışişleri bakanlığı ve nihayet başbakanlık görevlerinde bulundu. Onun bu görevleri yürüttüğü dönem, Türkiye’nin dünyada en fazla ilgi gördüğü ve en çok uluslararası sorunda taraf veya arabulucu konumunda bulunduğu dönemdi.
O yıllarda, dünya liderleri ve karar alıcılarıyla birebir temaslarda bulunanlardan biri de oydu.
Davutoğlu, son birkaç yıldır da, muhalefet saflarında, AK Parti’ye kök söktüren bir muhalif çizgi izliyor.
Saadet Partisi ile birlikte TBMM’de grup kurmuş Gelecek Partisi’nin genel başkanı olarak, bugün de, Türkiye sınırlarını aşan misyonlar üstleniyor Davutoğlu.
İstanbul’da, bir grup meslektaşla birlikte, Gazze’de İsrail’in sürdürdüğü soykırıma karşı, vicdanları harekete geçirecek küresel çapta hassasiyet uyandırma girişimi hakkında söylediklerini dinledik.
Türkiye’deki görevleri sırasında İsrail ve Filistin taraflarıyla bire bir ilişki kurmuş ve doğrudan görüşemeyen bu iki tarafı bir ortak noktada buluşturup barıştırmak için çabalamıştı.
Şimdi de, Gazze’de, vahşete dönüşen savaşı bitirmek için kolları sıvamış Davutoğlu.
Bizzat kaleme alıp imzaya açtığı dilekçeyle, Gazze, Batı Şeria ve Kudüs’ü işgali altında tutan İsrail’in, bunu sona erdirmesi amacıyla derhal ateşkes ilan edilmesi ve diplomatik müzakerelerin bir an önce başlatılması çağrısında bulunuyor.
Çağrısı gerçekten de küresel ilgi görmüş durumda.
İlk imzalara bir bakınız:
Amerikalı anayasa hukuku profesörü Richard Falk
Tunus’un eski cumhurbaşkanı Moncef Marzouki
Malezya’nın eski başbakanı Mahathir Mohamed
İran’ın eski dışişleri bakanı Javad Zarif
Güney Afrika eski adalet bakanı Brigette Mabandla
Mısır’ın eski dışişleri bakanı Amr Moussa
Amerika’nın efsane insan hakları savunucusu Angela Davis
Çok ödüllü Hintli yazar Arundhati Roy
Amerikalı filozof Judith Butler
Lübnanlı önemli siyaset adamı Walid Joumblatt
Bu isimlerin yanında, dünyanın dört bir tarafından yüzlerce önemli isim de imzalarıyla dilekçeye destek vermiş bulunuyor.
Türkiye’den de çok sayıda siyasetçi, bilim insanı, diplomat ve gazeteci dilekçeyi imzalamış.
İmzalar arasında dolaşırken, katılımcılar arasında, değişik dinlerden kişiler yanında, hiç de azımsanmayacak sayıda Yahudi aydın bulunduğunu da fark ettim.
Böyle dilekçelerde hep rastlandığı üzere, bazı isimler ‘soykırım’ sözcüğünü aşırı bulmuş ve bu yüzden imzalamaktan kaçınmış. Yahudi asıllı bir bilim insanının ise, “Dilekçede ‘soykırım’ kavramı bulunmazsa imzalamam” dediğini aktardı Davutoğlu.
Davutoğlu, imzaya açılan dilekçenin küresel platformda daha da yaygınlaşmasını ve bu yolla artık ‘soykırım’ boyutlarına ulaşmış Gazze’deki savaşın sona erdirilmesi için uluslararası camiada daha aktif bir tavrın sağlanabileceğini umuyor.
Aslında eski başbakan ile bir araya geldiğimizde, merak edilen konulara ışık tutan tanığı olduğu pek çok olay da gündeme geldi.
Ülkenin karşı karşıya bulunduğu en önemli tehlikenin, hukuktan yoksunluk, anayasasızlaşma olduğu kanaatinde Davutoğlu. Buna eşlik eden bir diğer olumsuz gelişme de, orta sınıfın ortadan kalkması. Bunların yerleşmesi durumunda, Türkiye’nin, hiç de hoşlanılmayacak türden baskıcı rejimli bazı ülkelere benzemesinin kaçınılmaz olacağı kanaatinde.
Gelecek Partisi olarak, kazanabileceklerini düşündükleri bazı illerde adaylar çıkaracakları anlaşılıyor. Şimdiden 26 aday ismi açıklamışlar, 25 adayı da önümüzdeki günlerde açıklayacaklar. Kadın adayların çoğunlukta olması şaşırtıcı olmayacak. Bazı illerde ise ‘olumlu’ bulacakları adayların desteklenmesi yoluna gidebilecekler.
İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun karşısına AK Parti’nin kimi aday çıkartabileceği de merak edildi. Verdiği cevaptan, iktidar partisinin neden şimdiye kadar İstanbul’da göstereceği adayı açıklamakta zorlandığını daha iyi anladım.
O konuda son sözü söyleyecek olan Tayyip Erdoğan, kendisinin siyasi hayatın dışında kalacağı dönemi aklında tutarak o ismi belirleyecek.
Damadı Selçuk Bayraktar’ı düşünebilir…
Veya esas ismin öncesinde, kazanabileceğinden emin olduğu, söz dinleyebilecek iddiasız bir ismi de aday olarak ortaya sürebilir.
En başta söylediğimi burada da tekrarlayayım: Ahmet Davutoğlu son 22 yılın az bilinen noktalarına ışık tutacağı muhakkak olan, kendisinin bizzat içinde yer aldığı iç ve dış olayları bütün genişliğiyle gözler önüne sunacak ve geleceğin tarihçileri için kıymetli bir hazine teşkil edecek bir anı kitabını hiç gecikmeden kaleme almalı.
ΩΩΩΩ
Ahmet Davutoğlu’nun ilk imzacısı olduğu, ‘Küresel Aydınların Gazze Soykırımına İlişkin Vicdan Bildirisi’nin tam metni:
İsrail Hükümeti, çok gecikmiş ve kısa süren bir “insani duraklamanın” ardından Gazze’deki Filistinlilere uyguladığı soykırım saldırısına 30 Kasım’da yeniden başladı. İsrail böylece insanlık vicdanını temsil eden kitlelerin dünya çapındaki protestolarını ve dünyanın dört bir yanındaki ahlaki, dini ve siyasi kanaat önderlerinin rehine/tutsak takası duraklamasının kalıcı bir ateşkese dönüştürülmesi yönündeki ısrarlı çağrılarını görmezden geldi.
Bu çağrıların öncelikli amacı Gazze halkının çektiği çilenin daha da kötüleşmesini önlemekti. Ayrıca, İsrail’e sadece insani nedenlerle değil, aynı zamanda hem Filistin hem de İsrail halkı için karşılıklı saygıya dayalı gerçek güvenlik ve kalıcı barış yolunu seçmesi yönünde güçlü mesajlar verildi. Ancak bu mesajlar karşılıksız kaldı. Gazze’de her geçen gün sokaklarda ölü bedenler yığılıyor, tıbbi sistem yaralılara tedavi sunamıyor ve yaygın açlık ve hastalık tehditleri yoğunlaşıyor.
Bu koşullar altında, bu Bildirimiz İsrail’in soykırım saldırısının kınanmasının ötesinde, aynı zamanda bu soykırımın kalıcı olarak önlenmesi için etkili adımlar atılması için çağrıda bulunmaktadır. Dünyanın her bir köşesinden Küresel aydınlar ve kanaat önderleri olarak, her gün daha da kötüleşen şartların aciliyetine istinaden Filistin halkının devam etmekte olan korkunç çilesine karşı çıkmak ve en önemlisi, bunu yapma gücüne ve dolayısıyla sorumluluğuna sahip olanları harekete geçmeye davet etmek üzere bir araya geldik.
İsrail’in kalıcı ateşkesi reddetmeye devam etmesi endişelerimizi artırıyor. İsrail’in 7 Ekim saldırısına verdiği son derece orantısız tepkinin neden olduğu haftalardır süren acımasız yıkım, İsrail’in intikamcı öfkesini sergilemeye devam ediyor. Bu öfke, “Hamas’ın İsrail’deki sivillere karşı uyguladığı korkunç şiddet” veya işgal altındaki halka karşı uygulanması mümkün olmayan “meşru müdafaa” iddialarıyla hiçbir şekilde mazur görülemez.
Aslında, “çatışmaya ara verme” bile İsrail hükümeti tarafından esas olarak rehinelerin serbest bırakılmasını güvence altına almak için İsrail vatandaşlarından gelen baskıların bir sonucu olarak kabullenmek zorunda kalınmıştır. Öte yandan, kendini dünyaya insani kaygılara tamamen duyarsız olmadığını göstermek zorunda hisseden Amerika Birleşik Devletler hükümeti, bu baskıya destek vermiştir. Bu jest bile, Başbakan Netanyahu’nun daha ara başlamadan önce aranın hemen ardından savaşa devam edeceği yönündeki meydan okuyan ifadeleriyle baltalanmıştır.
Bu yedi günlük ateşkesi, “insani ara” olarak değil İsrail’in Gazze’deki soykırım operasyonlarında bir duraklama olarak yorumlamak daha doğrudur. Eğer bu geçici ateşkes gerçekten “insani ara” olsaydı, soykırıma son verme ve İsrailliler ile Filistinliler arasında kalıcı ve adil bir barışın koşullarını müzakere etme çabalarını yeniden başlatma umutları yok olmazdı.
İsrail’in Gazze’nin sivil halkına karşı yürüttüğü bu askeri harekatın yeniden başlatılması, BM’in otoritesinin, genel hukuki ve ahlaki ilkelerin ve en basit şekliyle insani vicdanın reddedilmesi anlamına gelmektedir. Başta ABD ve İngiltere olmak üzere, Küresel Batı’nın önde gelen liberal demokrasilerinin İsrail’in bu eylemini elbirliğiyle onaylaması, duyduğumuz acıyı ve tiksintiyi daha da arttırmaktadır. Hukukun üstünlüğüne bağlılıkları ile gurur duyan bu hükümetler şimdiye kadar barış sağlama çabalarını İsrail’e fahiş eylemlerini daha ihtiyatlı bir şekilde yürütmesi yönünde telkinde bulunan halkla ilişkiler çabalarıyla sınırladılar. Bu tür hamleler, İsrail’in Gazze’deki soykırımcı davranışının keskin kenarlarını yumuşatmaktan başka bir işe yaramıyor. Aynı zamanda, İsrail’in, 1967 Savaşı’nın ardından BM tarafından da tescil edilen Savaşçı İşgal gözönünde bulundurulduğunda kullanılması mümkün olmayan “sahte meşru müdafaa” gerekçesini desteklemeye devam etmek, İsrail’i küstahça işlediği bu suçların yol açabileceği yasal ve siyasal kınamalardan ve müeyyidelerden korumaktadır.
Bu hükümetlerin, Tel Aviv’in inkâr etme zahmetine bile girmediği ağır savaş suçlarına yol açan İsrail’in savaş hedeflerini sürdürme niyetine genel destek vermeye devam ettiği gerçeğinden üzüntü duyuyoruz. Bu suçlar arasında yoğun bombardıman ve saldırıların yeniden başlaması, zorla tahliye gibi zalimce taktiklere başvurulmaya devam edilmesi, hastanelerin tahrip edilmesi, sivillerin barındığı mülteci kampları ve BM binaları ile pek çok yerleşim biriminin bombalanması ve Batı Şeria’da yerleşimcilerin başını çektiği şiddetin desteklenmesi ve etnik temizlik çabalarının tırmandırılması yer almaktadır.
Bu gelişmeler ışığında ulusal hükümetleri, özellikle de Doğu Akdeniz’de donanmaları bulunan ABD ve İngiltere’yi İsrail’e yönelik tüm silah sevkiyatını durdurmaya ve ambargo uygulamaya, BM Güvenlik Konseyi ve Genel Kurulu’nu da gecikmeksizin bu yönde karar almaya çağırıyoruz. Ayrıca, bu toprakların asli ve yerli halkı olarak Filistinlilerin, temel kurtuluş mücadeleleri için önerilen herhangi bir çözüme onay verme ya da vermeme yönündeki koşulsuz haklarını da destekliyoruz.
Kötüleşen şartlar, BM sistemini benzeri görülmemiş bir aciliyetle müdahale etmeye zorlayan acil bir insani durum teşkil etmektedir. Bu nedenle, özellikle UNICEF’i yaralı çocuklara ve ebeveynleri öldürülen ya da ağır yaralanan çocuklara yardım etmeye, DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü)’nü yaralı Filistinlilere, özellikle de hamile kadınlara ve çocuklara yardım etmek için elinden geleni yapmaya ve İsrail saldırıları nedeniyle tahrip olan hastanelerin derhal yeniden açılması için mümkün olduğunca etkili bir şekilde ısrar etmeye ve UNRWA’yı savaş nedeniyle yerlerinden edilen Gazze’deki mültecileri barındırmaya ve diğer yardımları sağlamaya devam etmeye çağırıyoruz. Bunun ötesinde UNESCO, dini ve kültürel mekanlara yönelik tehditlere karşı açık tavır almalı, başta Mescid-i Aksa olmak üzere bu mekanların her türlü ihlale karşı korunmalarına en yüksek önceliği vermeli ve İsrail Hükümetine bu mekanların korunmasına ilişkin koşulsuz yasal sorumluluğunu hatırlatmalıdır.
Ayrıca BM İnsan Hakları Konseyi’nin, Hamas saldırısı ve İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’deki askeri operasyonlarından kaynaklanan gerçekleri ve hukuku tespit etmekle görevli yüksek profilli bir uzman soruşturma komisyonu kurmak üzere hemen harekete geçmesini öneriyoruz. Komisyon, raporunda savaş suçu ve soykırım teşkil eden insan hakları normlarının ihlaline ilişkin sorumluluk ve hesap verebilirlikle ilgili tavsiyelerde bulunmalıdır.
Ayrıca, durumun vahametinin hükümetleri, uluslararası kurumları ve sivil toplumu konuşmanın yanı sıra harekete geçme ve Gazze’deki şiddeti derhal sona erdirmek için azami diplomatik ve ekonomik baskı uygulama sorumluluğuyla karşı karşıya bıraktığını düşünüyoruz!
Bu amaçla, bu Bildiriyi imzalayan bizler, İsrail’in Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’e yönelik suç teşkil eden işgalinin bir an önce sona erdirilmesi amacıyla derhal ateşkes ilan edilmesi ve saygın ve tarafsız bir himaye altında diplomatik müzakerelerin başlatılması çağrısında bulunuyoruz. Bu süreç, BM kararlarına uygun olarak Filistinlilerin devredilemez kendi kaderini tayin etme haklarını garanti altına almalıdır.
ΩΩΩΩΩ