Bir ay kadar oluyor. İzmir’deyim. Öğle saatlerinde bir yerlerde karnımızı doyurmak icap etti, ama lokantalara yalnızca evlere servis serbestisi tanınmış. Ne yapacağız? Tam o sırada önünden geçtiğimiz bir lokantanın kapısından işmar geldi. Kapısını açıp içeriye girdiğimiz mekan mesafeye dikkat edilerek yeniden düzenlenmişti ve oturulabilecek bütün masalar müşterilerce işgal edilmekteydi.
“İzmir yasağı delmiş” diyen yakınıma “İstanbul da buradan farklı değil” dedim.
O yakınım ertesi gün “Meğer burası da İzmir gibiymiş” demek için Ankara’dan aradı.
Yasaklar anlamsız ve zarar verici olduğunda deliniyor.
Türkiye’nin yaklaşık bir hafta sonra, 1 Temmuz gününden başlayarak, normale döneceği bakanlar kurulu toplantısı ardından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından açıklandı. Hemen bütün kısıtlamalar kalkacakmış. Tek istisna eğlence sektörüne getirilmiş. Müzik yayını saat 24.00’da kesilecekmiş…
Müzisyenler ve müzik sektörü ayakta.
Korona günlerinde uygulanan yasaklardan en fazla müzisyenler etkilendi. Kapanma süresince hiçbiri iş yapamadı. Ünlü isimlerin dayanabilmelerini sağlayan birikimleri olsa bile, çoğu müzisyen, o gün kazandığını aynı gün yiyen cinsten. İşleri birden durunca ne yapacağını bilemez hale geldiler. Pek çoğunun kuryeliğe soyunduğu biliniyor.
Beklenen normalleşme geldi, fakat müzik yayını için öngörülen saat kısıtlaması doğrudan onları etkiliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Kimsenin başkalarını rahatsız etmeye hakkı yok” gerekçesi kulağa hoş gelse bile, tatil beldeleri için bu kısıtlama fazla anlamlı değil.
Madem her alanda normale dönülüyor, korona öncesi şartlar müzisyenler için de geçerli olmalı.
Kapalı olmaları gerektiği halde kapılarını yarı aralık tutup müşteri kabul eden lokantalar gibi, gece yarısı sonrasına sarkan müzik yayını gerçeğiyle karşılaşılabilir, eğlence yerlerinin kapısına gelecek görevlilerle yersiz takışmalar yaşanabilir.
Yasaklanan müzik yayını olunca, bunu AK Parti’nin ‘ideolojisi’ ile irtibatlayıp itirazlarını bu yolda yapanlar var. Oysa Külliye’de verilen davetlerden biliyoruz; en kalabalık davetli grubunu şarkıcılar teşkil ediyor.
Bu işte bir yanlışlık olduğu kesin.
Lokantaların tavrının müzikhollerde de baş göstermesi, yani gece yarısı müzik yayınının kesilmesine dair yasağın bir yol bulunarak delinmesi, daha doğrusu insanların buna zorlanması, yasağı koyanlar açısından sakıncalı.
Konulan kısıtlamaların akla ve mantığa uygun olması ve herkesin onlara uyması ülkede düzeni sağlar; var olan yasakların uygulanmaması ise kaos doğurur.
İnsanlar akla ve mantığa uygun yasaklara da meydan okumaya başlayabilirler.
Güven yıkılırsa..
Bir ayı aşkın süredir toplumu meşgul eden iddia ve ithamlar da zihinleri bulandırıyor. Yayınlanan videolar, atılan twitler ile bunlar üzerine yapılan/yazılan yorumlar devlete yönelik güveni zedeleyebilecek ciddiyette.
Buna karşılık, iddia ve ithamlar havada uçuşurken, onların muhatabı olan kişi ve kurumların suskunluğa bürünmeleri devlet ciddiyetiyle bağdaşmıyor.
Suçlanan kişi ve kurumlardan devletle ilgisi bulunmayanlar -örneğin, medyadan isimler ile basın örgütleri- kendilerine yönelik iddialara cevap vermek için çaba gösteriyor, kurumlar da yanlış yaptığına inandıkları mensuplarıyla ilgili soruşturma açıyor, gereğini yerine getiriyorlar.
Medyada kıyasıya bir hesaplaşma sürüyor. Aynı gazetede yazan, aynı kanalda programı bulunanlar bile, yanlış yapana sahip çıkmak şöyle dursun, onu kendileri deşifre ediyorlar.
Devlet ile devlet çatısı altında yer alan siyasiler, bürokratlar, onların yakınları ise kendilerine yönelik ithamları işitmezden geliyorlar.
Herhalde toplumun bu yayınlardan bıkacağı, iddia sahiplerinin susacağı veya susturulacağı, şimdilerde kamuoyunu meşgul eden konuların zaman içerisinde unutulacağı düşünülüyor.
Olabilir. Bıkma, susma veya susturulma söz konusu olabilir, ancak gündemi derinden etkileyen iddiaların unutulması biraz güç.
Ne gördük şu bir ayda; 1996’nın‘Susurluk skandalı’ unutulmuş mu?
Tam tersine, geçmişte öyle bir olayın yaşanması, Susurluk’taki kaza sonrası ortalığa dökülen pislikler, şimdi gündeme gelen iddiaların kabul edilmesini kolaylaştırıyor.
Konulan, ancak akla ve mantığa tam uyumlu olmadığı için uygulanamayan yasaklar ile suskunlukla geçiştirilmeye çalışılan vahim iddialar, herkesten ve her şeyden daha fazla, siyasi iktidarın aleyhine. Ufak tefek hataları içine sindirmede zorlanmayan, ‘dış mihraklar’ gibi basit gerekçeleri kabul edebilen bir kitlesi var AK Parti’nin; ancak şu sıralarda üzerlerine yağan iddialar çamuru onların da tahammül sınırlarını zorlamakta.
En fazla etkilenenler muhalif partilerin seçmenleri değil, onlar zaten iktidardan herhangi bir olumlu tasarruf gelmesini beklemedikleri için aleyhte kanaatlerinin pekiştiğini düşünüyorlar; ancak iktidarın yanlışlarını görmezden gelmeye alıştırılmış AK Parti seçmeninin güveni sarsılıyor.
“İyi ya, muhalefet bundan yararlansın” demek de hata. Seçim olsa, yöneticiler değişse bile, iktidarı teslim alacak kadrolar siyasete ve siyasilere güvenlerini yitirmiş bir halkla muhatap olacaklar.
Güven yitirilince toplumsal mutabakat da zedelenir.
Türkiye böyle bir tehlikeyle karşı karşıya.
Lafı uzatmakta bir yarar yok. Hükümet akla ve mantığa aykırı yasaklar koyarak uygulamada yan yollara sapılmasını kolaylaştıracak yanlışlıklara düşmemeli. Siyasiler kendilerine veya yakınlarında bulunanlara yönelik iddia ve ithamları ciddiye alıp gereğini yerine getirmeli. Yönetimde yer alanlar halkın güvenini zedeleyecek davranışlardan kaçınmalı.
Aksi halde?
Düşünmek bile istemiyorum.
[“Aksi halde ne olacağını düşünmek bile istemiyorum” dedim; dedim ama düşüncemi paylaşmadan da edemiyorum: Aksi halde, varlığı sırıtan zaaflardan yararlanmak isteyen başkaları devreye girer. ‘Dış mihraklar’ işe el atar. Bizde görmezden gelinen iddiaların muhatabına yabancılar el koyar ve ülkeyi bugünkünden de zor duruma düşürecek bir süreç başlar. Olmaz mı? Oldu bile. SBK’nın kayda aldığı görüşmede isimleri geçen gazetecilerin kimler olduğu onun tarafından açıklanmadı, ancak ABD’de savcıların hazırladığı iddianamede o isimler yer alıyormuş. Acaba daha başka ne ayrıntılar var o iddianamede?]
ΩΩΩΩ