Deprem sonrasının havasını zararlı yorum yapanlar avcılığıyla bozmaktan kaçınmak şart…

44
Reklam

Böylesine büyük bir sarsıntıdan az sayıda can kaybıyla çıkıldığı için ne kadar şükretsek az.

Elazığ ile Malatya’yı sarsan depremde hayatını kaybedenlere rahmet, yakınlarına sabır, yaralılara da şifa diliyorum.

Milletimizin başı sağolsun.

Daha ilk andan itibaren, devletin güvenlik ve yargı mekanizmalarının devreye girerek deprem konusuna farklı yaklaşanların peşine düştüğünü fark etmek, benim zihnimde yine 20 yıllık flash-back’lere sebep oldu.

Yaşanan trajedileri kendi ruhsal sıkıntılarına malzeme yapacak tıynette insanlar her toplumda bulunur. Birlikte göğüsleyerek, topluca tepkiler vererek acıları azaltmak yerine, depremi kendi küçük hesaplarına alet etmeyi daha uygun görenler çıkabilir.

Ne yapacaksınız, onları kendi huzursuzluklarıyla ve utançlarıyla baş başa bırakmaktan başka?

Yanlış uygulamaya örnek aranırsa…

Bundan 20 küsur yıl önce yaşanan ve binlerce insanımızın hayatına mal olan Marmara Depremi siyasi tarihimize ’28 Şubat süreci’ diye not düşülen bir döneme denk geldiği için, dini bazı gruplar tarafından bir ‘ilahi ikaz’ olarak değerlendirilmişti.

Reklam

En kaba ifadelerle “Yanlış işler yapılıyor, deprem bunlara karşı Allah’ın bir ikazı” diye özetlenebilecek yaklaşımlar…

Aslında dünyamızın deprem tarihine biraz yakından bakılırsa, deprem gibi doğal afetlere bu tür din eksenli yaklaşımların, neredeyse bütün kültürlerde ve din farkı olmaksızın neredeyse benzer ifadelerle yapılabildiğini görürüz.

Deprem kuşağında bölgeleri bulunan ABD’de sözgelimi, en hafif yer sarsıntılarından sonra bile, kendi özel televizyon kanalları bulunan dini cemaatler, doğal afeti Allah’ın bir uyarısı olarak gördüklerine dair yorumlarla izleyicileri karşısına çıkarlar.

Hep tekrarlanan bir rutindir bu ve en aşırı yorumlar yapıldığında bile oralarda devlet adına hareket edenlerin kılı kıpırdamaz.

Bizde 17 Ağustos 1999 depremi sonrasında kıpırdadı.

Devletin güvenlik ve yargı mekanizmaları derhal devreye girip “Deprem, yapılan yanlışlıklara Allah’ın ikazıdır” yolunda yorum veya yayın yapanlara karşı harekete geçti. Bu tür yorumlar yapanlar gözaltına alındı, haklarında davalar açıldı.

O dönemde gazete yazıları yanında Kanal 7’nin ‘Haber Saati’ programı içerisinde her akşam güncel konularda yorum da yapıyordum. Kanalın, depremden aylar sonra haklarında ‘sakıncalı yorum yaptıkları için’ dava açılan bazı kişilere ilişkin bir haberi üzerine, ne kadar saçma olursa olsun herkesin görüşlerini serbestçe ifade etme hakkı bulunduğundan hareketle, ‘ikaz’ yollu yorum yapanları savundum. 

Depremden yaklaşık iki ay sonra, 12 Ekim 1999 tarihinde.

Reklam

Kendim “Deprem Allah’ın ikazıdır” görüşünü savunmadım yorumumda, bu yorumu yapanların bunu söyleme hakkını savundum.

Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) benim hakkımda da dava açtı. Hem de depremden ve benim yorumumdan iki yıla yakın bir zaman geçtikten sonra, 2001 yılı Mayıs ayında…

[Bu davanın konuşmamın üzerinden aylar ve aylar geçtikten sonra açılmasını, pek çok gözlemci, “Bu adama bir suç atfedip cezalandırmalıyız” arayışının sonucu olarak değerlendirmişti.]

Savcının mütalaasına göre, o görüşü savunmakla, ‘kin ve düşmanlığı tahrik’ etmiştim.

Türk Ceza Kanununun (TCK) 312. maddesi ‘halkı ırk, sınıf, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etme’ diye bir suç tanımı yapıyor ve o suçu işleyeni çok ağır bir ceza bekliyordu.

Biri sonradan AK Parti saflarında siyasete atılıp grup başkan vekilliği ve TBMM başkan vekilliği de yapmış bir kadın avukat olmak üzere İstanbul Barosu’nda yönetici konumundaki iki avukat Kanal 7 adına savunmamı üstlendi.

Hem onlar hem de ben çıktığımız duruşmalarda, ısrarla, yorumla yaptığımın insanların demokratik hak ve özgürlüğünü savunmak olduğunu belirttik.

Hükümetin zarar hanesine

O günler farklıydı, görüş ayrılıklarımız bulunsa bile, özgürlükler söz konusu olduğunda birbirimizin yargılandığı duruşmalara geniş bir meslektaş grubu destekçi olarak katılırdı. Birkaç ayda bir yapılan duruşmalarıma her görüş ve inanıştan gazeteciler destek için katıldılar.

Mahkeme başkanının azarına bile tahammül etti deneyimli gazeteciler…

Devir, başında Bülent Ecevit’in bulunduğu DSP, ANAP ve MHP hükümeti devriydi. Hükümetin bazı unsurları, o günlerde sıkça uygulamaya koyulmuş özgürlükleri kısıtlayıcı TCK’nın 159 ve 312. maddelerinde Avrupa’dan gelen yoğun itirazlar üzerine değişiklik yapmak istiyor, ancak kendi içindeki MHP muhalefeti yüzünden bunu erteleyip duruyordu.

Karar duruşmam Meclis’e değişiklik önerisi verilmesiyle aynı günlere denk geldi.

Avukatlarım Meclis’teki değişiklik tasarısı üzerine kararın geciktirilmesini talep ettiğinde, mahkeme heyeti başkanı olan yargıçın, bana dönüp “Ne yani, yasa maddesi değişince kurtulacağını mı sanıyorsun” demesini unutamıyorum.

Yine de mahkeme kararı bir sonraki duruşmaya bıraktı.

Arada TBMM TCK 312’de beklenen tadilatı suç tanımını biraz değiştirerek yaptı, son duruşmaya çıktığımda savcının değiştiğini fark ettim; yeni savcı beraatimi istedi, mahkeme de savcıya uydu ve beni beraat ettirdi.

Tarih 17 Mayıs 2002 olmuştu.

Yasada değişiklik yapılmasaydı en az üç yıl hapis yatacaktım.

Bereket, o sıralarda, basın mensupları için tutuklu yargılama uygulaması henüz başlamamıştı.

Bunları niçin anlattım?

Şundan: Deprem sonrasında yapılan en saçma, hatta en galiz yorumları bile görmezden gelmek en doğru tercihtir. Yanlış tercihler baş ağrıtır.

“Bu deprem Allah’ın ikazıdır” diyenler ile onların bunu deme hakkı olduğunu savunanlar yargılandı da ne oldu? 

Sonunda yasa maddeleri değiştirilse bile o dönem hükümetinin zarar hanesine bizler de yazıldık.

ΩΩΩΩ

Reklam

44 YORUMLAR

  1. Depremi siyasi show aracı olarak kullanmak, deorem yardımı yapmak isteyenlere engel olmak, afad vs üzerinden olmayan deprem yardımları yasaktır gibi abuk subuk yasaklarla, olayı propaganda savaşına çevirmek…

    Böyle bir afet halinde, milletçe omuz omuza, tek bilek tek yürek, acıları dindirmek için çabalayan bir toplum…
    Böyle bir fotograf imkanından mahrumuz. Çünkü mevcut yöneten akıl, birlik ve beraberliği, herkesin tek parti, tek reis, tek düzen altında bir olması şeklinde anlıyor maalesef.
    Depremdeki Hayalet Ecevit efsanesini gösterip, mevcudun binlerce Şükrü hak ettigine inanmamızı bekliyorlar.
    Ama o dönemde yabancı yardım heyetleri bile koordinasyon içerisinde yer bulabiliyordu. Bugün chpli belediyelerin aram kurtarma ekipleri bile, bir kısım ülkelerin gözden kaçırılmaması gereken, bazı hesaplar peşinde olmasi muhtemel kurtarma timleri muamelesi görüyor.

    Olayı insan canı, toplum huzuru, millet selametinden ziyade siyasi görünüm vechesinden gören,
    Afet koordinasyonunu, “halkla ilişkiler ve pr koordinasyonu” olarak gerçekleştiren bir zihniyet söz konusu.

    En büyük tehlike, sosyal medyadaki “maksadli” paylaşımlar.

    Bazı mahallelerdeki en basit battaniye eksikliği bile, afad gözetimi söz konusu olmadıkça, ortadan kaldirilamaz haldeyse,
    Onlar da haliyle yetişemiyorsa…

    Insan değil, insanın “algısı” önemli hale geldiyse…

    Bu zihniyet değişmeli.
    Başkalarının da sahada olmasından gocunmayacak, başkaları ile koordinasyon halinde çözüme odaklanabilecek ve “başkaları”nin enerjisinden yararlanabilecek,
    O” başkaları”nin da bu memleketin israf edilmemesi, değerlendirilmesi gerekn bir kıymeti olarak görebilecek bir zihniyet lazım…

  2. Kuran’da müteşabih ayetler yoruma açık konulardır. Öyle mi? – öyle! Bu konularda isteyen istediği yorumu yapabilir. Kasti ve yanlış yorumlar hakkında eleştiri ve yorum yapanlar olabilir. Bu yorum yapanları eleştiren başka yorum yapanlar da çıkabilir. Bu işler sosyal/felsefi olarak bazen hararetlenebilir alevlenir, zaman geçtikçe törpülenir bir süre sonra da yerini yeni gündemlere terkeder… Müteşabih ayetler konusu esneklik gösterir. Dolayısıyla, yapılacak her farklı yorumun benzer ağırlıklı bir değeri ve geçerliliği vardır. Elazığ depremi konusunda yapılmakta olan yorumlar buna birer örnektir. İçinde bulunduğumuz imtihanda müteşabih konusu da ucu-açık bir konu. Kalplerinde, niyetlerinde kötülük olanlara dahi bu serbestlik verilmiş. Ancak serbestliği veren Allah ikazda da bulunmuyor değil.

    Allah’ın dediği “OL”ur (bu bir ayete dayanır). Buna inanmıyorsak zaten müslümanlığımız sakattır (şirk’e bulaşmış olmak söz konusudur). O zaman bu ifadenin uzantısı olarak. “OL”agelen her şey Allah’ın bilgisi ve müsadesi dahilinde “OL”uyor. Ancak unutmayalım ki ortaya çıkan kötü sonuçlara kötülükler (kötü insanlar) vesile oluyor. İbret almak, doğrudan yana, işin doğrusundan yana olmak en iyisi… “Canım, fay hatları üzerine gelip yerleşim merkezleri kurmuşuz. Allah’ın, DiN’in bu işle ne ilgisi var” yaklaşımı, seküler bir yaklaşım. Bu deprem konusundaki aşağıda “misafir”, “Zekerriyya” marka düşünce ve yorumları için dindar vatandaşa ceza vermeğe çalışması, Devletin “laikçilik” forsunun bir tezahürü olabilir. Bunun en tipik örneği 28 Şubat dönemindeki olsa gerek. 1000 yıl sürecek olduğu iddia edilen bu forsun “pırt” diye kesilmesi de Allah’ın “OL”uruna uygun bir haldir. Buna da vesile olan iyiliktir (iyi insanlardır). Başka bir deyişle, 1000 yıl (veya insan var olduğu sürece) sürecek olan “iyilik” ve “kötülük” mücadelesidir, şuurlu (aklı kullanarak) veya şuursuzca (ezberine) taraf olmak için birbirine meydan okumasıdır. Şüphesiz vesile olan insanlardır. Allah doğru olanı, hayrımıza olanı açık ve net (müteşabih olmayacak) bir şekilde ayetleriyle bildirmiştir. O zaman “DiNe” dair tercihimizi “akıl”lıca kullanmak zorundayız.

    Bu Elazığ depremi konusundaki aşağıda “misafir”, “Zekerriyya” marka düşünce ve yorum örnekleri dindar vatandaşa karşı devletin (“yeni Türkiye”nin) davranıp reaksiyon göstermesi “laikçilik” forsu değildir. Ya nedir? -devletin alması gereken tedbirleri yeterince almadığı için yapılan eleştirilerin önünü kesmeğe ve siyaseten müdafa-savunmağa yöneliktir.

    *******
    ….
    Ne sözler var ucu açık;
    Kesin değil, açık saçık,
    Değilse ki hepten kaçık,
    Buna ceza niye gerek!?

    Söz ola ki ‘akl’a besin,
    Ufak olsun, civciv yesin,
    Bazen gak-guk derse desin!,
    Buna ceza niye gerek!?
    ….
    *******

    Yaşanan Elazığ depremi, beklenen İstanbul/Marmara depremi içn belkide en son ikazdır. Eskice binaları kuvvetlendirme konusunda ne yapıldı (20 yıllık geçen süre az buz bir süre değil-Bu sürede neler yapıldı, nasıl tedbirler alındı?). İlave vergilerle toplanan paralar nerelere kullanıldı? İstanbul’a Kanal projesi gibi “lüks”, “önceliksiz” proje yerine bu konuya öncelik neden verilemiyor. Diyelim ki bu iş için şimdiye kadar milletten toplanan paralar yetmez. Pekala, nasıl ki Hacca gönderme konusunda kurra yapılıyor, bu iş te tombala usülü, olabildiğince yapılamaz mı? Bu işlere geç te olsa başlanamaz mı?

    Eskice binaların sorunu bir yana, endişeler bir değil ki! Sarsıntılı bir bölgede, furya halinde yapılmış olan koca koca gökdelenler, trafiği mehterani bir şekilde ilerleyen caddelere boylu boyunca yığılmaz inşallah….. İstanbul’a bu kadar yığılma başlı başına eleştiri konusudur, hatta “milli ve yerli” fiyaskolardan biridir dense abartma olmaz! Yanıbaşına “Akıllı Şehir” projesi de bir “akılsızlık örneği”dir.

  3. Depremde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum ,zarar görenlere de sabırlar diliyorum Allah yardımcıları olsun. Adalet konusuna gelince Allah bütün dünyaya adalet nasip etsin bizim ülkemize de adalet nasip etsin yalnız bizim ülkemizde adalet yara almıştır.Yakın tarihimizde düşünce suç olmaktan pek çıkmadı bizim ülkemizde rahmetli ahmet kaya şimdiki cumhurbaşkanımızı 28 şubat sonrası hapishaneye yollarken şöyle bağırmıştı. Fikirlerin ve düşüncenin özgür oldugu bir ülkede buluşmak dileğiyle demişti.Rahmetli ahmet kaya buluşamadan gitti ama Şimdi mezardan kalksa ne der? Merak ediyorum.

  4. Sahi bu diktatörler!
    Neden gerçeklerin ortaya çıkmasından! Çok korkuyorlar?
    Yabancı sipikerler! Deprem haberlerini verirken, yasaklanmalar konusunda şaşkınlıktan GÖZLERI faltaşi gibi açılıyor.
    Na hallara düştük…

  5. 1970 lerin ilk yıllarında Londura sokaklarında müslümanlar sık,sık, Allahuekber eşliğinde protesto yürüyüşleri yapiyormuşlar.( Şu an İsmini hatırliyamadım)

    Merakli bir İngiliz her gösteride göstericelere,
    Allahuekberin manasını soruyormuş! Cevap GOD Great.İngiliz hep ayni cevabi aldıkça, kafası karışiyormuş ve greatin manasi bu olamaz diyerek sormaya devam ediyormuş. Bir gün gene göstericilerden birisine sorumuş! O Adam ona “Gad Great’in anlamını size şu an ve burada anlatamam isterseniz benimle gelin size kaynağını göstereyim” deyince İngılz hemen kabul ediyor ve o adamla beraber gidiyor.
    İngiliz kitapcığında o bölümü şoyle yazyor! “Karşım çıkan! Gad Great’in! Anlami öğle bir dakik ve bir kelime ile anlamak, mümkün olmadığını! Tam 6000 sayfadan oluşan bir hazine ile karşılaşınca anladım.”

    Biz İnsanlar! Kuran’I Kerim’i! meâli ile anlamaya çalışmayi bırakıp, İçındeki Ayri ayetlerde geçen ” biz bu Kurani ÖLÜLER’e değil diriler için,okuyup anlamaniz, düşünüp ve amel etmeniz için indirdik.”

    Kuran’I Kerim’de Bilim,
    Teknoloji,Sağlık, Adalet, Yönetim, gibi insanların ve canlıların yaşamlarından tutunda yer ve gök yüzü, yer alti kaynaklari açıklanmasina rağmen kendini Müslüman olarak kabul eden milletler MAALESEF diktatorlerin kâbuslerine hızmet etmekten başa bir şey düşunmezler.
    Niye düşünsünlerki!

    Kaptan Kustonun iki suyu bir irinden ayıranın ne olduğunu kuranda okuyup, yararlanması…

    Yerin altından çıkarılan petrolarin varlığnı bildiren ayetleri okuyupda düşünmeyen, doğal felaketlerele yok olan kavimlerin tembel ve menafatçılıkları nedeninin mi yoksa sırf sapikliklari nedeni ilemi yok edildiler! Allahutaâla kullarını Kerimde açık açık tedbirli olmalarını ayetleri vasıtası ile insanlari uyariyor.
    Şimdi, O binayi yapan ve oturma izini verenler, yönetim kadroları değilde enkaz altında vefat edenlerimi Haşa Allah cezalandırdımi?
    Yoksa! onlar yukarda açıkladıklarim dan oluşan katiller tarafından şehit mi edildi?

    • Not: yukardaki bahsi geçen Great Greatin anlamindan oluşan 6000 sayfa Risalyi Nurlar’ın Ingilizceye çevrilmişler.

  6. Depreme karşı tetbirler alınıyor denildi,Kentsel dönüşüm ve Zorunlu deprem sigortası Dask projesi başlatıldı.Kentsel dönüşüm tamam oldu mu?Binlar güvenli mi?Artık depremlerde binalar yıkımayacak mı?Dask’ta yaklaşık 8-9 milyar lira bitrikti.O paralara ne oldu?

  7. Necm Suresi
    Diyanet İşleri Meali

    ﴾36-37﴿ Yoksa Mûsâ’nın ve ahde vefa örneği İbrâhim’in sahifelerinde bulunan şu hususlardan haberi yok mu?
    ﴾38﴿ Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.
    ﴾39﴿ İnsan ancak çabasının sonucunu elde eder.
    ﴾40﴿ Ve çabasının karşılığı ileride mutlaka görülecektir.
    ﴾41﴿ Sonra kendisine karşılığı tastamam verilecektir.
    ﴾42﴿ En sonunda yalnız rabbine varılacaktır.
    ﴾43﴿ Güldüren de O’dur, ağlatan da.
    ﴾44﴿ Öldüren de O’dur, yaşatan da.
    ﴾45-46﴿ Rahime atıldığı zaman nutfeden (embriyo) erkeğiyle dişisiyle iki cinsi yaratan da O’dur.
    ﴾47﴿ Öteki yaratma da (öldükten sonra diriltme) O’na aittir.
    ﴾48﴿ Çok veren de O’dur, az veren de.
    ﴾49﴿ Şi‘râ yıldızının rabbi de O’dur.
    ﴾50﴿ Eski Âd kavmini helâk eden de O’dur.
    ﴾51﴿ Semûd’u da öyle. Hem de geriye bir şey bırakmadan!
    ﴾52﴿ Bunlardan da önce Nûh kavmini. Çünkü onlar çok zalim ve çok azgın idiler.
    ﴾53﴿ Altı üstüne getirilmiş şehirleri de O helâk etti.
    ﴾54﴿ Onları üzerilerine yağan felâketlere gömdü!

  8. Peki bunlara ne yapmalı .Bunlara söylenecek söz var mı ???
    ***CHP Genel Başkan Yardımcısı Tuncay Özkan Şanlıurfa’da daha önce tadilatta olan bir hastaneden görüntüleri Elazığ depreminde o hale gelmiş gibi paylaşarak büyük bir yalana imza atıyor. Özkan yoğun tepki üzerine bir süre sonra paylaşımını siliyor.
    ***Malatya Pötürge’de evlerin yıkıldığına ilişkin bir haberi paylaşan ‘Laikçi’ rumuzlu provokatör ise “Pötürge 2018 seçim sonuçları yüzde 85 RTE… beter olun” yorumunu yapıyor.

  9. Elazığ’daki acil yıkılması gereken binaların yüzde 90’ı, Malatya’daki riskli binaların ise yüzde 72’si yenilenmiş.
    Ya hiçbir şey yapılmasaydı?

    Türkiye genelinde daha gidilecek çok yolumuz, dönüştürülecek 7 milyon riskli konutumuz varmış….
    Bunlardan 1.5 milyonu acil düzeyinde.
    Bakanlık her yıl 300 bin konutu dönüştürerek riski azaltmayı hedefliyor.
    Burada elbette vatandaşa da büyük sorumluluk düşüyor.
    Devlet kredi desteği sağlıyor, evleri yapılana kadar 18 ay kira yardımı veriyor…
    Lakin herkesin evini devletin yenilemesi, hatta biraz da büyük yapması gibi abuk sabuk taleplerin olmaması gerekiyor.
    Bu, el ele çözülmesi şart olan bir mesele…
    Hepimizin sorumluluğu bulunuyor.
    Elbette muhalefetin de…
    “Parayı betona gömdüler, her yer inşaat” diyenlerin bugün hükûmeti “Niye daha fazla inşaata para harcamadın?” diye suçlaması tuhaf değil mi?
    Kentsel dönüşüm de inşaat nihayetinde…
    Artık boş lafları bırakıp, daha fazla icraata yönelmemiz gerekiyor….

    • “Parayı betona gömdüler, her yer inşaat” diyenlerin bugün hükûmeti “Niye daha fazla inşaata para harcamadın?” diye suçlaması tuhaf değildir. Zira parayı lüks konutlara, AVM’lere, çok da elzem olmayan yollara köprülere gömdüler. Ankapark’a 4 milyar harcadılar. Çalışan AHL’nı yıkıp 25 milyar Euroya İHL yaptılar. Daha sayayım mı? İstanbul’un çürük binalarını yenileyecek para yok, tekçare nüfusunu azaltmak. Bunlar ise Kanal İstanbul ve 2 tane yeni akıllı-lüks şehir derdinde. Yatacak yeriniz yok.
      Tek çare siyasi deprem, o da yakındadır.

      • Yeşilköy havaalanı hala çalışır vaziyette mim, hava trafiği böyle giderse galiba hiç kapanmiicak da…

      • Deprem olmuş millet kendi derdine düşmüş… mimin derdi siyasi deprem…. Avucunu yala… bekle 2023 ü gelen gelir giden gider…En azından bi mesaj çek depremzedelere bi katkın olsun…Salataya maydonoz

  10. Adolf EİCMAN ın yaşadıklarını anlattığı kitabının adı “Kötülüğün Sıradanlığı”
    Yani normal ve rutin uygulama kötülük.
    Yani;
    -Yapılması gerekenler inatla yapılmayacak,
    -Yapılmaması gerekenler ısrar ve özenle yapılacak

  11. Düşünce ve ifade hürriyeti olmazsa olmaz bir haktır. Öyle ki bu hürriyetin olduğu ülkeler kalkınmıştır, olmadığı ülkeler ise geri kalmıştır. Sadece açık bir sapıklık ve terör gibi istisnai haller bu özgürlüğün dışında tutulur.

    Geçmişte TCK’nun 141-142 maddeleri sosyalizm isteyenlere ve 163 maddesi şeriat düzeni isteyenlere karşı uygulanmıştır. Aslında bu cezaların kendine göre bir mantığı vardı, zira bir taraf ‘proleterya diktatörlüğü’nü öbür taraf ise ‘uyulması zorunlu şeriat düzeni’ni savundukları için, işin içinde bir zor kullanma yani terör unsuru vardı.

    Fakat bu sorunların üzerine akılcılık ve samimiyet ile gidilmediği için, demokratik sosyalizmi savunanlar da şeriat düzeninden Kuran’ı anlayan samimi dindarlar da arada güme gidiyordu. Ancak tek sorun devletten kaynaklanmıyordu, bir sosyalist de şeriatçı bir dindar da zor kullanmaya kesinlikle karşı olduğunu açıkça belli etmesi gerekirken bunu yapmıyor veya ifade etmekte güçlük çekiyordu. Benzer bir durum günümüzde HDP üzerinde yaşanıyor. HDP’liler çoğunlukla PKK terörüne karşı olmakla birlikte, verilen örneklerde olduğu gibi bunu ifade etmekte yetersiz kalıyor veya güçlük çekiyorlar.

    Şunu anlamak gerekiyor. Düşünce ve ifade hürriyeti bireysel (kişisel) bir haktır, bir grup veya cemaate verilen bir hak değildir. Doğru yada yanlış olduğu deneysel olarak kanıtlanamayacak görüşlere karşı da hoşgörülü olmak gerekir.

    Kimileri dünyanın öküzün boynuzu üzerinde durduğuna, öküzün de balığın üzerinde durduğuna bile inanabilir. ABD’de bile aya gidildiğine inanmayan %6 kadar insan varmış. Bilimsel bulgulara aykırı görüşler ifade edenlere de yaptırım uygulanmamalı fakat devlet memuru ve devlet yöneticisi olmalarına yol açılmamalıdır.

    • Düşünce ve ifade özgürlüğüne sınır koymaya başladığınız anda bu sınırlar mutlaka devlet tarafından kullanılır. İlgili olsa da olmasa da. Doğrusu sınırsız olmasıdır. Hoşunuza gitmese de.

      Tercüme ne kadar doğru bilmiyorum. Avrupa Parlamentosu’nun yeni Türkiye Raportörü Ankara’ya seslenmiş: Eğer herkese terörist dersek, belki de hiç kimse terörist değildir. Türkiye bu kadar yasaklara rağmen ne terörden ne sapıklıktan uzak. Demek ki yasaklar bu işe yaramıyor. Yasakların amacı onları engellemek değil zaten. Eleştiri ve muhalefeti yok etmek.

      • Gerçekçi olalım, pratikte sınırsız hiçbir şey yok. Önemli olan sınırları çizerken akılcı, dürüst ve eşitlikçi davranmaktır. Diğer yandan sınırları dar tutmak anlayışı sadece devletten kaynaklanmıyor, vatandaşın çoğu devletten beter.

  12. “Dünyanın bütün büyük dinleri şu basit hakikati öğretmeye çalışır: Sana yapılmasını istemediğin şeyi sen de başkasına yapma. Ya da öyle hareket et ki, davranışların herkes için geçerli olsun; ne sana göre değişsin ne de başkalarına göre.” Aliya İzzetbegoviç

    Türkiye’de devlet ve rejim gerçeği var. Rejimin hamileri belirli bir süre belirli bir hadde kadar müsade ediyor haddi aşanları ya alaşağı ediyor yada hizaya getiriyor. Devletin çizgisine..

    • Kulluk bey, neticede onun bunun değil kendi devletimizin çizgisini yeğleriz heralde..? Ya da şimdi haçlının çizgisi en azından sizin bilmem nenize ilişmez falan diye başlamazsınız değil mi..?

      • Sayın gayret bu devlet ne kadar bizim? Ne kadar bağımsızız? Devlet hangi medeniyete hangi kültüre hizmet ediyor? İttihatçıların iktidara gelmesinden (1908) bu yana gerçekten bağımsız mıyız?

        • Evet, ilk kez bu dönem imf yi postalık, işte tam bağımsız büyük türkiye…

          • Düşük faizle kredi veren imf postalandı, yüksek faizlere yönelindi. Hikaye anlatmayın, en azından burda yemezler.

  13. Fehmi Bey işin usulunü bilir,muhalefetini uygun kelimeleri seçerek yapar.Bir deprem
    yazısında bile muhalefet görevini ustalıkla yapmanın yolunu bulur.

    Mesela şu cümlesine bakınız:

    “Bereket, o sıralarda, basın mensupları için tutuklu yargılama uygulaması henüz başlamamıştı.”

    Halbuki Türkiye’de hem o dönem,hem de daha önceleri tutuklanan ve hapis yatan gazeteciler olmuştu.1999 depremine
    “bu ilahi bir ikazdır” diyenlerin başında
    Yeniasya Gazetesi’nin sahibi Mehmet Kutlular geliyordu.Kutlular tutuklanmak şöyle dursun o sözlerinden dolayı hapis bile yatmıştı.

    Öte yandan deprem ilahi bir ikazdır diyen
    gazeteci ile Mit tırları üzerinden Türkiye’yi
    jurnalleyen gazetecileri,teröre alenen destek veren gazetecileri aynı kefeye koymak da hakkaniyete uymaz.

    Tutuksuz yargılama sadece gazeteciler için değil,cinayet gibi,terör gibi ağır suçlara karışmayan herkes için esas olmalı.Tutuklu yargılama ağır suçlara münhasır bir istisna olarak kalmalı.

    • “Sultan Abdülhamid Hafiye Teşkilatını anlatıyor

      Sultan Abdülhamid tahttan edildikten sonra ileride Türk siyasetinde önemli bir rol oynayacak Yüzbaşı Fethi Okyar nezaretinde Selanik’e götürülür. Okyar bu yolculukta Sultan Abdülhamid ile hatıralarını daha sonra kaleme alır. Sultan Abdülhamid Hafiye Teşkilatı için şu ifadeleri kullanır;

      Jurnal bir hadisenin izahıdır, yani raporudur, fezlekedir, lahiyadır, izahnamedir. Bunlardan müstağni, bunlara ihtiyaç hissetmeyen hükümdar, devlet ve devlet adamı tasavvur edilebilir mi?.. Yanlışlar, hatalar, hatta haksızlıklar olabilir ve olmuştur. Fakat ben her şeyi öğrenmek mevkiinde ve zaruretinde idim. Jurnal verenler içinde bugün onları telin edenler ve imha etmeye çalışanlar vardır ve çokturlar…”

      Abdul hamit han jurnal kelimesini böyle anlamlandırmış. Dünya da böyle anlamış, jurnali yapan kişiye de jurnalist demişler. Ve biz siyaset gibi pek çok konuda bildiklerimizi jurnalistlere borçluyuz.

      Bekir abi yeniasya gazetesinin bu günkü genel yayın yönetmeni ve karikatüristini de mahkum ettiler geçen gün hiç yere haksızca.

  14. Büyük Erzincan Depremi ve aynı yıllarda olan İzmir Depremi sonrası yazılmış olan Bediüzzaman’ın Zelzele ile alakalı ayet tefsirlerini okumak ve eğer bu bahislerde ki itikadi dereceye sahip değilsek kendi islamlığımızı tashih ve tasaffi ettirmek gerekir. Yoksa tesadüfi veya dış mihraklarca Haarp ile tetiklenmiş fayların keyfemayeşa hareketlerine tektonik hareketlenme ve bunların yer kabuğu üstündeki etkilerine deprem demeyi her gayretli trol bilir elbette.

    • Hazretin adını hala buralarda kullanmaya çalışmanız nafile, şefkat tokadı bu sefer ne yandan gelir hiç belli olmaz, benden söylemesi..!

    • Hayda! Müslüman olmanın şartlarına bir de Bediüzzaman’a inanmak eklendi desene. İşimiz zor doğrusu.

      • Sayın fkt, bakmayın, milletimizin yetiştirdiği çok değerli bir dinbilgini ve çağdaş bir filozofumuzdur üstad hazretleri…

  15. Bu gibi durumlarda Devlet (ve yönetenleri), kendini “tartışılmaz”kabul ettiğinden, biraz daha fazlası kendine “kudsiyet” atfettiğinden güvenlik mekanizmalarını devreye koyuyor zahir.

    Halbuki Sn. Koru’nun dediği gibi “o tıynette olan zevat olabilir; bırakın onlar kendi huzursuzluklarını yaşasınlar”; siz de üzerinize düşeni yapın ki, vazifenizi takdire hazır milyonlar var.

    Deprem gibi can ve mal alan bir afetin olumsuzluklarını hafifletmek üzere her zaman kenetlenen milyonlar hazır kıta dururken, yoğurda düşen sineği tepelemeye ne gerek var; bu, mücadeledeki zafiyeti sergiler değil mi?

    Nedense dinsel (İslami) paylaşımlar, yorumlar, değerlendirmeler devletin hışmına uğruyor. Kaldı ki “halkımızın yüzde 99’u Müslümandır” gibi bir ölçüt de resmi söyleme yansımıştır; buna rağmen kültürel olsa dahi, insanların inancına atıfta bulunarak değerlendirme yapması neden bu kadar tepkiyle karşılanır? Halk, ayet ve hadisleri yorumlamakta yetersiz ise zaten bu yetersizliği kabul edip tepki koymaya da gerek yok. Çünkü bu ‘halkı ırk, sınıf, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etme’ gibi bir suçu işlemeye yeterlik oluşturmaz. Ya da “tahrik etmek” evrensel hukuk açısından bir suç mudur? diye de sorulabilir.

    Dedim ya devlet (veya yönetenler) bir yerden sonra kendine kutsiyet izafe ederek halka dair kutsalları, elinin tersiyle itebiliyor. Devlet bunu kendine (dokunulmaz) kanunlar ile sağlarken zaman içinde değişen ve devrin şartlarına göre güç temerküz eden yönetenler de “kanun dışılıkla” veya kendi bildiğini okuyarak bunu sağlıyor.

    Devlet ve o; zamana uygun veya kendi ideolojik düşüncesini ya da modern idare anlayışını yönetime taşımaya çalışan farklı görüşler arasında kaybolan “yönetim olgusu” veya “yönetişim” gerçekleşmediğinden olsa gerek, gelişmiş devletler seviyesine bir türlü ulaşamıyoruz.

    Bu haliyle ortada kalan zayıf bir devlet, güvenilmeyen kamu kurumları, adalet dağıtamayan yargı, nitelikten yoksun yasama erki ve devletin imkanlarını kendi ideolojik ve kendinden menkul dinsel amaçlarına alet eden bir yürütme kalıyor.

    Kamu kurumu vasfıyla ya da kamu yararına muvazzaf bir kurum olarak Kızılay’ın bile, en lazım olduğu bu hengamda, kaynak kullanımından mütevellit güvenilirliğinin tartışılıyor olması diğerleri için de bir gösterge olur kanısındayım.

    Halk olarak da, kamu ve kurumları olarak da güven sıkalasındaki yerimizi zirveye çıkarmanın gayreti içinde olmalıyız, bunun, en çok yararı bize-hepimize olacaktır.

    • Hasan bey bu sayın yazarın DGM dediği tam olarak nedir? Hangi yıllarda bulunmuş ve ne iş yapmıştır? Hangi iktidar döneminde ortadan kaldırılmıştır? Buralarda gakguk atalet diye dolanıp duran mübareklerin ağzından hiç duymadığımız bişey bu kısaltma, acaba sizin de özleyip durduğunuz 90lı yıllara ait bi güzellik olabilir mi bu şey? Sayın yazar sözcü davasıyla ilgili yazılarında da bu DGMlik fotoğrafını bikaç kere kullanmış mıydı? DGM yoksa da fotosunu kullanırız; peki hani nerde DGMyi kaldıran AKPye alkış? Yoksa bunu da mı özelleştirmeyle satılmış bir KİT filan sandınız?

      • Rahmetli Özal 163 ve 312. maddeyi kaldırarak zaten DGM’nin işlevini kısıtlamış, İstiklal Mahkemelerinden mütevellit “cerberrut devlet” anlayışını DGM’ lerin elinden almış; özgürlüklerin, fikir, ulaşım ve teşebbüs hürriyetinin önünü açmıştı ki, RP’nin (kısmi) iktidarına giden ve sivil iktidarların -bugün ki AK Parti iktidarının da- yolunu açan bir işleve imza atmıştır.

        Ne yazık ki, MGK’ya sivil (siyasi) başkan yolunu açan AK Parti, bugün o meşum eski anlayışın uygulayıcısı konumuna sahip olmuş olup, sizin deyiminizle “eski Türkiye’yi” yaşatır bir görevi ifa etmenin kıvancını, hazzını yaşar; keyfini çatar olmuştur.

        Ne DGM’si ne İstiklal Mahkemeleri?

  16. Şu’arâ Suresi 138. Ayet
    Diyanet İşleri Meali (Yeni)
    “Böylece onlar Hûd’u yalanladılar. Biz de bu yüzden onları helâk ettik. Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.”

    A’râf Suresi 4. Ayet
    Diyanet İşleri Meali (Yeni)
    “Nice memleketleri helâk ettik. Onlara azabımız gece uykusuna dalmışken, yahut gündüz istirahat hâlinde iken gelmişti.”

    En’âm Suresi – 6 . Ayet
    Diyanet İşleri Meali
    “Görmediler mi ki, onlardan önce yeryüzünde size vermediğimiz onca imkânı kendilerine verdiğimiz, gökten üzerlerine bol bol yağmur indirip (evlerinin) altlarından ırmaklar akıttığımız nice nesilleri helâk ettik. Biz onları günahları sebebiyle helâk ettik ve onların ardından başka nesiller meydana getirdik.”

    • Misafir kardeş, şimdi biri çıkıp sana dese ki “Ey Müslüman! Japonya ha bire daha beter depremlerle sallanıyor ama tedbirli oldukları,sağlam binalar yaptıkları için can kaybı dahi olmuyor.Yan gelip yatsalardı herhalde bugün yeryüzünde Japonya diye bir ülke olmazdı.” Dese ne cevap verirdin acep? Günahlar her devirde vardı bugün daha beterleri işleniyor ama miskin miskin oturup helak olmayı mı bekleyeceğiz? Müslüman, önce tedbir sonra takdir anlayışıyla hareket eder.

      • Hattat kardeş Allah helak etmek, öldürmek isterse hiç bir önlem engel olmaz. Tsunami nerde olmuştu.
        Herdeprem helak için denilmez
        Her deprem ilahi bir uyarıdır.
        Kendinize gelin.
        Yanlışlarınızdan vaz geçin.
        Sizin Rabbiniz Allah olan benim diye.
        Ama bakıyorum insan sebeplerden kurtulup, müsebbebe yönelemiyor

    • Misafir kardes, yasadigimiz zamanda da bir kisim insanlar helak oluyor, nedense bu helak olanlar hep muslumanlar, her turlu azginligi yasayan (kafir) Bati’dan helak olan yok gibi, neden?

      • Kafir kafir olmakla en büyük helakte zaten. Ebedi helakte. Dünya helakı onun yanında neki ?
        Ki ikinci dünya savaşı da Allahın helakı. insanları insanlarla helak ediyor. Kaç kişi ölmüştü.
        Ki japonyada da Tusunami olmuştu.
        Müslüman cezadan öte uyarı kendi için. Şükürsüzlüğü, isyanı, tuğyanı bırak. Allaha itaat eden kul ol, uyarası.
        İkinci sual: Niçin gâvurların memleketlerinde bu semâvî tokat başlarına gelmiyor, bu biçare Müslümanlara iniyor?
        Elcevap: Büyük hatalar ve cinayetler tehirle büyük merkezlerde ve küçücük cinayetler tâcille küçük merkezlerde verildiği gibi, mühim bir hikmete binaen,ehl-i küfrün cinayetlerinin kısm-ı âzamı Mahkeme-i Kübrâ-yı Haşre tehir edilerek, ehl-i imanın hataları kısmen bu dünyada cezası verilir

      • Mehmetbey, bütün bir batı toplumunu karaliicak ve isevi müminleri töhmet altında bırakacak böylesi cahilane ifadelerinizi kınıyorum; nefret söylemine geçit yok..!

  17. AK Parti nereden nereye… Aslında parti demek doğru değil. Artık ortada gerçek bir parti kalmadığını biliyoruz. Söyletmen vurun topluluğu kaldı geriye. Yasaklananlar, en yasakçıyı da geçtiler. Kimse de hayret etmiyor, vardır bir hikmeti diyorlar herhalde. Yazık gerçekten. Son derece üzücü gelinen nokta. Demokrasiden, ortak akıldan, hakkaniyetten bu kadar uzaklaşılması gerçekten çok yazık. Asıl üzücü olan da bu partiyi kuran, yıllarca yükünü çeken pek çok ismin ortadan toz olması, hiç itiraz etmemeleri, güçlü bir şekilde seslerini yükseltmemeleri. Herhalde yönetim kurulu üyelikleri seslerinin çıkmasına engel oluyor. İkbal için bunu yapanlar iflaf olmadılar ve olmayacaklar da. Davutoğlu iyi bir örnek. Ben itiraz etmiştim yanlışlara diyor (kapalı kapılar ardında). Ama kimse ciddiye almıyor.

    • ”Davutoğlu iyi bir örnek. Ben itiraz etmiştim yanlışlara diyor (kapalı kapılar ardında).
      Ama kimse ciddiye almıyor.”’
      Adamlık kapalı kapılar ardında değil çıkıp toplum önünde o yanlışları açıklasaydı.
      Toplumu bilgilendirseydi .Ozaman anlardık doğru ve dürüst olduğunu.

    • Ak parti mi kalmış hocam. Cumhur başkanına kurtarma töreni sunabilmek için yaralıyı bir saat enkazın altında bekleten bir anlayış var artık.

      https://twitter.com/kacsaatolduson/status/1221498341462302722?s=19

      Yıllardır abd’de yaşadığı halde Türkiye’nin pasaportuna el koymasiyla önemli bir maça çıkamayan dünyaca ünlü sporcumuza sebebini sorduklarında türkiye beni terörist ilan etti. Ben terörist deyilim hiçbir suç silemedim diyen Türkiyenin gururu sporcumuz için Zekeriya bey’e “vay bunlar devletimizi düşmana şikayet ediyorlar ha! Bunlar Risaleleri anlamamışlar” diye yorum yazdırdılar ya ben öleydim de bunları görmeyeydim.

Yoruma kapalı.