Türkiye’nin yarıya yakın nüfusu gençlerden oluşuyor. Bu genç insanların bir bölümü hayatları boyunca bir tek iktidar gördü. Geçmişle irtibatlarını sağlayacak temel bilgilerden mahrumlar. Geçmişi hatırlatan her türlü yeni gelişmenin onlara ‘masal’ gibi gelmesini değerlendirmelerde akılda tutmak şart.
Haftalardır ülke gündemini işgal eden -yavaştan dünya gündeminde de ilk sıralara tırmanmaya başlayan- devletin ‘suç örgütü lideri’ sıfatıyla andığı Sedat Peker’in videolarını izleyen yığınların işittiklerine tepkileri de bu sebeple elbette farklı olacak.
Videolardaki iddia ve ithamlara verilen siyasi tepkilerin bekleneni tam yansıtmaması da bence bununla irtibatlı.
O sebeple, buraya yazacaklarımı okuma zahmetine katlanacaklardan yaşı müsait olanların hafızalarını tazelerken geçmişte yaşananlar hakkında fazla bilgisi bulunmayanları da düşünerek bir uzun alıntıya yer vereceğim.
Alıntıda anlatılan olaylar bundan hayli zaman önce 1996 yılının sonlarında geçmektedir.
Yaklaşık 25 yıl önce.
O dönemde, Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı, Necmettin Erbakan Başbakan ve geçmişte başbakanlık yapmış daha sonra da yine başbakanlık ve başbakan yardımcılığı yapacak Mesut Yılmaz anamuhalefet partisi lideridir.
Şimdi okumaya başlayalım:
“3 Kasım 1996 günü Susurluk olayı patlak verir.
12 Kasım günü Mesut Yılmaz Cumhurbaşkanı’nı ziyaret eder.
13 Kasım 1996 günü Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Necmettin Erbakan’a ‘kişiye özel’ ibaresi ile bir mektup yazar.
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, dönemin başbakanı Necmettin Erbakan’a yazdığı mektup aynen şöyledir:
‘Sayın Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Başbakan
Ankara
12 Kasım 1996 tarihinde ziyaretime gelen anamuhalefet partisi Genel Başkanı Mesut Yılmaz bana özetle aşağıdaki hususları intikal ettirmiştir:
‘Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde Özel Harekat Dairesi vardır.
Aldığımız duyumlara göre bu dairenin bazı elemanları, ‘uyuşturucu, kumarhane, haraç ve adam öldürmesi’ gibi işlere karışmaktadır.
Son olay bunun vehim olmadığını, hatta sanıldığından da kötü olduğunu göstermiştir.
Ömer Lütfi Topal’ı öldürenlerin itirafı fevkalade enteresandır.
Bu kişiler suçu itiraf ettikleri halde Ankara’ya celb edilmişler, halen serbest gezmektedirler.
İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde her türlü doküman hazırdır.
Aşiret reisi devleti kullanmaktadır. Devlette görevli olan bazı kişilerin Özel Harekat Dairesi Başkanı İbrahim Şahin’den talimat aldıkları ve bunun İçişleri Bakanı dahil- birtakım yüksek yerlerin bilgisi dahilinde olduğu söylenmektedir.
Suça karışan asgari 100-120 kişi vardır. Bunlar, devlet emrinde çalışan katillerdir. Bu işin devlet çapında soruşturulması lazımdır.
Buna seyirci kalınırsa, demokrasinin işleyeceğinden şüphe ederim.
Bunların meydana çıkarılması halinde, devletin zarar göreceğinden de endişe ederim.
Normal devlet mekanizmasına güvenim yoktur.
Devlet Denetleme Kurulu böyle bir şeyi üstlenebilir.”
Mesut Yılmaz’ın Demirel’e intikal ettirdikleri burada bitiyor. Bundan sonrası Demirel’in Erbakan’a yazdıklarıdır:
“Bu sözler üzerine ben (yani Süleyman Demirel) kendisine (yani Mesut Yılmaz’a); ‘Devlet Denetleme Kurulu’nun bu çeşit iddiaları araştıracak bir yapıya ve kadroya sahip olmadığını, bunları hükümete intikal ettireceğimi, bir ülkede birden fazla hükümet varmış gibi bir durum olmaması icap ettiğini, benim devlet anlayışımın gereğinin bu olduğunu, -varsa- birtakım kötülüklerin ortaya çıkması gerekeceğini, bunun devlete zarar vermeyeceğini, aksine devleti güçlendireceğini’ söyledim.
Anamuhalefet partisi Genel Başkanı tarafından ortaya atılan bu iddiaların çok ciddi olduğu kanaatindeyim.
Bunların tetkik ve tahkik ettirilerek gereğinin ifasını rica ederim.
Süleyman Demirel”
Mektubun Başbakan Erbakan’ın ve hükümetin kucağına bırakılan bir ateş topu olduğuna hiç kuşku yok.
Susurluk kazası olduğunda hükümette içişleri bakanlığı koltuğunda Mehmet Ağar oturmaktaydı; ancak kaza üzerine patlak veren tartışmalar sırasında -8 Kasım 1996 günü- görevinden ayrılması sağlanmış, yerine Meral Akşener atanmıştı.
[Refahyol hükümetinin geri kalan bölümünde, 30 Haziran 1997 tarihine kadar- içişleri bakanı olarak görev yapmıştı Meral Akşener, o sırada Başbakan Erbakan’ın kendisine intikal ettirdiği mektupta iletilen konuyu etraflıca araştırıp soruşturmuş olmalı. Bugünlerde gündemi işgal eden iddia ve ithamlara ilişkin en sağlıklı değerlendirmeleri yapabilecek kişilerin başında o geliyor. Tam da şu günlerde saldırılara maruz kalması da ilginçtir.]
Hükümet o mektuptaki iddiaları soruştururken birdenbire tencere tavalarla kendisini hedef alan ‘sürekli aydınlık için bir dakika karanlık’ adı verilmiş protesto eylemlerine muhatap edilmişti.
Ardından da askerlerin 28 Şubat (1997) günü Milli Güvenlik Kurulu’na taşıdıkları ‘irtica’ ithamlarına maruz kaldı hükümet.
[İlginç olan, Mesut Yılmaz’ın devlet birimlerini de itham eden ihbarını sahiplenerek hükümeti karanlıkları aydınlatmakla görevlendiren Cumhurbaşkanı Demirel’in, sonrasında ’28 Şubat süreci’ adını alacak ‘post-modern darbe’ için askerleri teşvik eden kişi olmasıdır.]
Demirel’in imzasını taşıyan mektubun Refahyol hükümetinin ömrünün kısalmasında önemli bir payı olduğunu düşünürüm.
[Mesut Yılmaz yeniden başbakan olduğunda Başbakanlık Teftiş Kurulu’nu Susurluk olayını soruşturmakla görevlendirmiş, kurul başkanı Kutlu Savaş mafya-siyaset-devlet ilişkisinin o güne kadarki tablosunu çizen bir rapor hazırlamıştır.]
Kutlu Savaş’ın devlet adına hazırlayıp dönemin hükümetine sunduğu ‘Susurluk Raporu’ndan iki hüküm cümlesini de aktarayım da hafızalarımız iyice tazelensin, zihnimiz açılsın:
“Devletin ilgili tüm kurumları bu iş ve eylemlerden haberdardır. Başıboşluk, neticede ve Susurluk kazasının bardağı taşırmasıyla etrafa yayılmış ve devlet sırrı olacak konular gazete makalelerinin ve haberlerinin ana konusu haline gelmiştir. / Her şeyin bu kadar kolay ortaya çıkması ve duyulması ise devlet adına yapılan işlerdeki ciddiyetsizliğin en önemli göstergesidir.”
ΩΩΩΩ