İçişleri bakanı Süleyman Soylu’nun imzasıyla görevinden alınan HDP’li belediye başkanları konusuyla ilgili AK Parti cenahından gelen açıklamaları ve AK Parti’nin itibar ettiği kalemler ile TV’ye AK Parti’yi savunsun diye çıkarılan yorumcuların yazılı-sözlü katkılarını takip ediyor musunuz?
Ben ediyorum ve gerçekten dehşete kapılıyorum.
Hem seçilmiş birinin görevden alınması konusuna yaklaşımları sebebiyle, hem de ülkenin en kronik sorununu ele alış tarzları sebebiyle…
Geçmişte İstanbul’un seçilmiş başkanı Tayyip Erdoğan da büyük bir hukuksuzluk sonucu görevini terk etmek zorunda bırakılmıştı.
İki olay arasında kıyaslama yapmayı imkansız kılan benzemezliklerin fazla olduğunu ben de biliyorum; en başta Erdoğan’ı görevden almak için yargı yoluna başvurulmuştu ve şimdiki görevden almalarda -iddia o yolda olsa bile- hukuki bir gerekçe bulunmuyor.
Görevden alınan belediye başkanları herbiri daha önce milletvekili de seçildikleri için en az iki kez Yüksek Seçim Kurulu (YSK) denetiminden geçerek aday olmuş insanlar… Haklarında ileri sürülen iddialar, kendilerine yönetilen ithamlar mahkeme sürecinden de geçmiş değil.
Evet, ithamlar ve iddialar var, ama onları destekleyen kanıtlar yüzeysel.
Erdoğan için hepimiz seferberdik
Tayyip Erdoğan 28 Şubat post-modern darbesi yelinin sert estiği dönemde görevinden alındığında, ‘irtica ile mücadele’ bahanesi kullanılmış, onun ağzından çıkan -olsa olsa ancak şiirselliği tartışılabilecek- mısralar halkı galeyana getirme suçu ile irtibatlandırılmıştı.
Demokrasiye, hukukun üstünlüğüne inanan ne kadar insan varsa, hepsi -hepimiz- onun hakkını savunmakta bir an bile tereddüt etmemiştik.
Şimdi bakıyorum da, o günlerde kalemlerini ve TV’de yorumlarını Erdoğan’ın hakkını savunmak için korkusuzca kullananların önemli bir bölümü, HDP’li başkanların görevden alınmasına farklı yaklaşıyor, yapılana yeni gerekçeler uydurmak ve görevden alınmaları haklı göstermek için çabalıyorlar.
28 Şubat döneminde Tayyip Erdoğan’ın uğradığı kovuşturmaya karşı kapsamlı bir siyasi-hukuki mücadele verildiğini iyi hatırlıyorum. Nasıl hatırlamam, mahkemeye sunulmak için hazırlanmış savunmaya ek olarak ülkenin öndegelen hukukçularından alınan dört dörtlük mütalaalar ile gazete ve dergi köşelerinde çıkmış aynı çizgideki yazıları içeren büyük boy ve hacimli bir kitap kütüphanemin en mutena köşesinde duruyor.
Ülkenin o yıllarda nasıl bir dönemden geçtiğini unutmamamı sağlayan diğer kitaplarla birlikte…
O yıllarda demokrasi yanlısı ve hukuktan yana başkalarıyla birlikte aynı cephede yer aldığımız kalem arkadaşlarını şimdi farklı tavırlara sahip görmek ibretlik bir durum.
Şaşırıyor muyum? Hayır, elbette şaşırmıyorum; ama üzülmeden de edemiyorum.
Kütüphanemde o günleri hatırlatsın diye en görünür yerde tuttuğum kitapların bazısı şimdi beni üzen yazıları kaleme alanlara ait.
Böyle mi olmalıydı?
O günlerde biri çıkıp “Böyle, böyle olacak” diye bugünlerle ilgili kehanette bulunsaydı asla inanmazdım. Şimdi ise, bu son tasarrufa gelinceye kadar yaşananlar yüzünden şaşırma duygumu yitirdiğimin farkındayım; şaşırmıyorum.
Dün geçip gittiğine göre bugünler de bir gün nihayete erecek; galiba üzerinde hiç düşünülmeyen konu bu.
Siyasiler ve siyasi olmasalar bile siyasi girişimde bulunan başkaları, aldıkları tavırların, dayattıkları politikaların ilelebet devam edeceğini düşünebilirler; ancak siyaseti mesafeli izleyenlerin böyle bir hataya düşmemeleri gerekir.
Tarih diye şaşmaz bir tanık da var.
Neyse bu konu daha çok su kaldırır, ama ben uzatmayayım, en iyisi burada keseyim.
ΩΩΩΩ