Sezen Aksu o şarkısını böyle bir 29 Ekim öncesi günde yazmış olmalı…
“Ada vapuru yandan çarklı / Bayraklar donanmış cafcaflı” diye başlayan şarkısını…
Dün, artık yandan çarklı olmayan bir Ada vapuruyla yola çıkarken ve Büyükada’da geçirdiğimiz birkaç saat boyunca, Sezen’in o şarkısının sözleri hep dilimdeydi.
Akıllarına nereden düştüyse, Ankaralılar, geldiklerinin ikinci günü, “Bizi Büyükada’ya götürün” tercihinde bulundular. Günün sonunda, gezinin doğru bir tercih olduğu, yorgunluğa rağmen gülümseyen yüzlerden belli oluyordu.
Adalar’a İstanbul’un her iki yakasından vapurla ulaşmak mümkün. Biz sık sayılabilecek aralıklarla gidiş-dönüşün mümkün olduğu Maltepe’den ulaşmayı yeğledik.
Kulağıma birinin “Kıyamet kalabalığı gibi” benzetmesi takıldı. Gerçekten de, İstanbul, dünü Büyükada’da geçirmeye karar vermiş gibiydi.
Yalnız İstanbullular değildi buradakiler; konuşulan dillerden dünyanın dört bir tarafından misafirlerimiz olduğu anlaşılıyordu. En çok konuşulan iki yabancı dil Yunanca ve Arapça’ydı.
Maltepe’den Büyükada’ya yarım saat bile sürmeyen bir yolculuktan sonra varanlar, denizden karaya çıkınca, bu ilk gezileriyse, kısa bir süre ne yöne doğru gidecekleri tereddütünü yaşıyor, sonra bilenlerin çıkış istikametinde yol aldıklarını görünce, yukarıya doğru tırmanmaya başlıyorlar…
İlk karşılaşılan iki taraflı dondurmacılar ile lokmacılar oluyor Büyükada’da…
Hemen hepsinin önünde de insan kuyruğu…
Rekabet olması beklenir, ama hepsi de vitrinlerinden aynı fiyatları duyuruyorlar: İki top 60, üç top dondurma 80 TL…
Hangi dondurmacının tercih edileceğine, gördüğüm kadarıyla, Google karar veriyor.
Google’da da her birinin puanı neredeyse aynı…
O durumda ise tabelasına “Ada’nın en eski dondurmacısı” ilavesi yapmış olan tercih ediliyor.
İyi de, yine dükkanların neredeyse hepsinde aynı duyuru bulunuyor.
En fazla kalabalığı kendisine çekmeyi başarmışına takıldık bizler…
Kafilemizde büyükler iki, çocuklar üç top dondurma istedi.
Sonra?
Herkes gibi yıkarılara doğru yüründü. Dönüşe geçtiğimiz caddenin adının ‘Kadıyoran’ olduğunu fark edince, imkan olsaydı, altına “Beni de yordu” notu düşmeyi bile düşündüm.
Bir yere çöktüğümde kolumdaki saatten Ada’nın bir tarafından diğerine beş bine yakın adım yürümüş olduğumu öğrendim.
Adalar’ın en önemli özelliği motorlu taşıt yasağıydı. O özellik yerini bol motorlu taşıta bırakmış. Kocaman minibüslerle turistler taşındığı gibi, belediye çalışanları da resmi araçlarla ortada geziniyorlar. Çok sayıda da içindekilerin kim olduğu belli olmayan hususi otomobillerle karşılaştık.
Çok sayıda aracı Büyükada’da görmek tuhafıma gitti. Adalılar değişikliğe direnmiş, başarılı olamamışlar…
Olabilir, zavallı atlarla başka araçların mutlaka yer değiştirmesi gerekiyor idiyse, Adalar’a uygun daha az göze çarpan türden araçlardan yana tercihte bulunulabilirdi.
Adalar’a özel araçlar…
Hayal kırıklığı yaşadığımı itiraf ederim.
[Adalar halkı her seçimde CHP’ye oy veriyor. Bir önceki seçime CHP hayatında Ada’ya ilk aday olduğunda ayak basmış Ankara’da yaşayan bir gazeteciyle gitti ve yine kazandı. Araç yasağını halkın itirazlarına rağmen kaldıran CHP’li il ve ilçe belediyeleri CHP’liydi yani.]
Biraz da bu yüzden, daha önce beğenerek uğradığımız lokantaları bu defa ihmal ederek, Ada gezimizi erken bitirdik.
Sezen Aksu’nun şarkısındaki “Bayraklar donanmış cafcaflı” nakaratını hatırlatan türden bayraklardan, yarının 29 Ekim ve bayram olduğu anlaşılıyordu.
Yandan çarklı olmayan vapur da, yeni kalabalıkları karaya taşımak üzere, denizi yararak geliyordu.
Evden çıkarken İstanbul Belediyesi’nden verilen ’65 yaş üstü’ olduğumu belirten kartı yanıma almayı unutmuşum. Maltepe’deki memur “Hiç 65 yaşından fazla görünmüyorsunuz” diyerek gönlümü çaldı, beni yine de geçirirken; dönüşte Büyükada’daki görevliye hiç değilse gösterebileceğim kartın telefonumdaki fotoğrafı vardı. Güldü ve kapıdan geçmeme o da izin verdi.
Görevlilerin nezaketi beni sevindirdi.
Yemek için, önceden varlığından haberdar olduğumuz, pek çok dükkanının tabelasında Bosna’yı ve Balkanları hatırlatan ibareler bulunan Pendik’teki bir mahalleye uğradık.
ΩΩΩΩ