Kader böyle imiş; 1980’lerin ilk iki yılını ABD’de geçirdim. İlk yılında bir üniversitenin (Massachusetts Institute of Technology, MIT) araştırma merkezinde bulundum, ikinci yılında bir başka üniversitesinde (Harvard) yüksek lisans eğitimi aldım; bir yandan da Yeni Devir gazetesinde orada meydana gelmekte olan Türkiye’yi ilgilendiren olaylarla ilgili uzunlu-kısalı ‘Amerika Mektupları’ yayımlamaktaydım.
En uzun yazılarımdan biri, 1980’de başkan seçilmiş Ronald Reagan’ın ertesi yılın 24 Nisan’ının hemen öncesinde yaptığı bir konuşmada 1915’te Osmanlı coğrafyasında yaşanan ve imparatorluğun çok sayıda Ermeni vatandaşının hayatını kaybettiği olaylardan söz ederken ‘soykırım’ sözcüğünü kullanması üzerineydi.
O konuya dönerim, ama önce kişisel bir gözlemimi aktarmak istiyorum.
Red ve sevgi arasında
Harvard Üniversitesi’nin Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’ne yüksek lisans için o yıl kabul edilen beş kişiden biriydim. Dönem arkadaşlarımdan biri Japon, bir diğeri Filistin’in BM temsilcisinin oğlu, öteki ikisi ise Amerikalı’ydı. Kaynaşmayı sağlamak için bir hafta sonu dönem arkadaşlarımı bizim eve yemeğe davet ettim. Üçü davetimi hemen kabul etti, dördüncüsü sesini çıkarmadı ve gelmedi.
Gelmeyen genç kadın Ermeni asıllı Amerikalı’ydı. “Neden?” diye soran birine, “Bir Türk’ün evine yemeğe gitmek mi, zehirlenebilirdim” gibi bir laf ettiğini neden sonra işittim.
‘Ermeni sorunu’ veya Ermeniler’in ‘soykırım sorunu’ olduğunu biliyordum elbette, ancak bunun bireysel ilişkileri etkileyecek kadar kişilere de yansıdığından haberim yoktu.
Çok sonraları, babam vefat ettiğinde, en sıcak başsağlığı mesajını, onunla ticari ilişkileri bulunan ve hayatını artık ABD’de -Kaliforniya’da- kurmuş olan Erol Cemcem’in telefondaki ağlamaklı sesinden aldım.
O ve ağabeyi Toros, nesilleri kim bilir kaç asırdır birlikte yaşadığımız Türkiyeli Ermeniler’dir.
Hayatım boyunca azımsanmayacak sayıda Ermeni ile yolum Türkiye’de kesişti, dost oldum; hiçbirinden ABD’de karşılaştığım muameleyi görmedim.
Türkiye’den ABD’ye giden her devlet adamı, kapalı-açık ortamlarda, konunun o sırada taşıdığı önemle mütenasip biçimde, 1915’te yaşanan olaylar konusunda sıkıştırılmışlardır.
ABD için mesele Ermeni meselesi mi, Türkiye meselesi mi?
Sinema sanatçılığından siyasete intikal eden ve siyasi özgeçmişinde Ermeniler’in en kalabalık azınlığı teşkil ettikleri Kaliforniya’da eyalet valiliği de (1967-1975) yer alan Ronald Reagan, Türkiye’nin kendisini savunamayacak kadar zayıf olduğu bir dönemde (1981 yılı Nisan ayında), hiç çekinmeden ‘soykırım’ sözcüğünü 1915 olayları için kullanmıştı.
O sırada ABD’de yaşıyordum ve sessizlik beni ürkütmüştü.
Askeri yönetim altında bir ülkenin ABD’ye kafa tutabilecek bir durumu yoktu.
Uluslararası ilişkilerde güç dengesi farklı özellikler üzerine oturuyor. ‘Güçlü’ bilinmek ya da hiç değilse öyle görünebilmek için dört dörtlük bir demokrasiye sahip olmak gerekmiyor; Çin gibi, Rusya -veya öncüsü Sovyetler Birliği- gibi ülkeler de ‘güç’ kavgasında dikkate alınmayı başarabiliyor.
Ancak demokrasi iddialı ülkelerde ‘güç’ için yalnız seçimle iş başına gelmiş bir hükümete sahip olmak yeterli görülmüyor; ‘demokrasi’ kavramının akla düşürdüğü değerlere sahip olmak da şart.
Kaldı ki, 1980 sonrasında, Türkiye’de, seçimle iş başına gelmiş bir hükümet bulunmuyordu. Askerler yönetimdeydi.
Türkiye’nin 1915’te yaşanan olaylarla ilgili tezlerinin ABD’de kendisine muhatap bulabilmesi Anavatan’lı yıllarda mümkün olabildi.
Bir de Avrupa Birliği’ne tam üyelik iddiasını sürdürdüğü ilk iktidar yıllarında AK Partili dönemde.
O dönemde, AK Parti, her zaman yanında bulduğu Ermeni vatandaşlarına Ermenistan’da yaşayan Ermenileri de katma girişimi olarak düşünülebilecek bir açılımı bile denemişti. Bir milli maç vesilesiyle Türkiye ve Ermenistan cumhurbaşkanları birbirlerinin ülkelerini ziyaret etmişlerdi.
[Arada Ermenistan ile yakınlaşarak sorunun uluslararası arenada Türkiye’nin başını ağrıtmaktan uzaklaşmasını sağlama çabasına girenler olmadı değil; bunlardan biri MHP’nin kurucu lideri Alparslan Türkeş’ti. Türkeş ile Ermenistan yönetimi arasında mesajlar teati edildiği biliniyor.]
Amerikalı politikacılar Ermeni lobisi etkisiyle hareketlenseler de Beyaz Saray Reagan’dan sonraki on yıllarda Türkiye’yi rahatsız edecek bir adım atmaktan hep kaçındı.
Uzun yıllar önce Reagan tarafından kullanılsa bile sonraki başkanların telaffuz etmeye yanaşmadığı sözcüğü, bir gün önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a telefonla haber vererek, Joe Biden’in yeniden kullanıma sokması, bunu yapabilmesi, bizleri konunun bu yönü üzerinde de düşündürmeli.
Son 10 yıl içerisinde artan bir hızla, ABD’nin 50 eyaletinden 49’u teker teker içinde aynı sözcüğün geçtiği kararlar çıkarttılar. Amerikan Kongresi’nin iki bölümü arka arkaya -Temsilciler Meclisi 29 Ekim 2019’da, Senato 12 Aralık 2019’da- üyelerinin büyük çoğunluğunun onayıyla, benzer kararları kabul etti.
Yine de başkanlığa geleli henüz birkaç ay olmuş Joe Biden’in aceleci davranması gerekmezdi.
Yapılanı anlamaya çalışırken
Neden bu yıl? Ve, Beyaz Saray’da oturanlarda yerleşik hale gelmiş bir uygulamadan şimdi vazgeçilmesi ne anlam taşıyor?
Herhalde üzerinde esas durulması gereken sorular bunlar.
Kronolojiye bakılırsa Biden’in yaptığının Ankara açısından bir ‘sürpriz’ olmaması gerekir. Her yeni ABD başkanının Beyaz Saray’a taşınması üzerinden fazla vakit geçmeden liderini ilk aradığı ülkeler listesinde yer aldığı bilinen Türkiye, aylar sonra ve bu haberi vermek amacıyla, Biden tarafından aranabildi.
Telefon görüşmelerinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan, muhatabına, yapmayı planladıkları çıkışın yanlışlığını hatırlatmış olmalı.
Joe Biden’in o uyarıya rağmen kararından şaşmadığı anlaşılıyor.
Bunun da bir anlamı olmalı.
İkili ilişkilerde yeni başkanın ilgisini bekleyen sorunlu konuların Washington tarafından bir önceki dönemden farklı ele alınacağını düşündüren bir gelişme bu.
Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği gibi Avrupalı kurumlar da Türkiye’yi ilgilendiren kararlarını Biden’in tercihini öğrenene kadar ertelemişlerdi; onlar da dünkü açıklamayı bir işaret olarak değerlendireceklerdir.
Tarafların telefon görüşmelerinin kısa süre sonra yapılacak NATO Zirvesi’nde bir araya gelme temennisiyle sonlandırılması ise olumlu yönden önemli. Bu, kapıların bütünüyle kapalı olmadığını düşündürüyor. Verilen tepkilerin dozajı ülkemizin bundan sonraki yol serüveninin ipuçlarını da verecektir.
Mesajın geleceğinden 24 saat öncesinden haberdar olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Beyaz Saray açıklaması sonrasında, iftar çıkışı görüş açıklarken, bu konuya hiç değinmemesi, iktidar cephesinin tepkiyi daha alt düzeyde tutma kararının dışa vurumu olabilir.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Ermenistan-Türkiye milli maçı için gittiği Erivan’da (2008), havaalanından otele doğru giderken, iki taraflı dizilmiş yerli halk, kilometrelerce uzayan yol boyu konuklarını taşkınlığa kaçmadan karşılamışlardı. Her birinin elinde ailesinin köklerinin nereye dayandığını temsil ettiğini düşündüren bir ilimizin ismi yazılı pankartlar vardı.
Ben de oradaydım ve o pankartlarda yazılı il isimlerinin neredeyse ülkenin bütününü yansıttığını fark etmiştim.
O girişimden vazgeçilmeseydi muhtemelen dünü yaşamazdık.
ΩΩΩΩ