Kim demişse doğru söylemiş: Gerçekten de futbol sadece futbol değildir. Başka pek çok şeyle birlikte, futbol, aynı zamanda siyasettir de…
İngiliz Tottenham takımı UEF Avrupa Ligi son eleme maçı için Shkendija takımıyla oynamak üzere Makedonya’ya gittiğinde ilginç bir olay yaşandı. Üsküp Tose Proeski Arena stadyumunda ısınmak üzere sahaya çıkan Tottenham’ın iki kalecisi kalelerin nizami olmadığı hissine kapılmış. Teknik direktörleri Jose Morinho’ya durumu açınca, o da kontrol etmiş, evet ona da kaleler her zamankinden daha alçak gelmiş.
Maçın hakemi Ali Palabıyık imiş. Konu ona taşınınca sahaya bilirkişiler getirilip kalenin uzunluğu ve boyu ölçülmüş…
Aa, o da ne, boy 5 santim kısa gelmemiş mi?
Kale boyunu kısaltma, savunma yapacak, oyuncularının boyu kısa takıma göreceli üstünlük sağlar.
Stadın sorumluları bin dereden su getirerek özür dilemiş ve söktükleri direklerle kaleleri bir çırpıda nizami duruma döndürüvermişler.
Bir siyaset gözlemcisi olarak bu olay bana bu işin içerisinde bir siyasi aklın olabileceğini düşündürdü. Zaten Shkendija takımı yöneticileri yemin billah ederek kalelerin boyuyla oynama işinden kendilerinin haberleri olmadığını söylemişler.
Vaktiyle siyaset yaparken Besim Tibuk futbolun daha eğlenceli hale gelebilmesi için kalelerin genişletilmesini ve ofsayt uygulamasından vazgeçilmesini teklif etmişti.
Makedonya’da birileri işe kaleyle -ama boyunu küçülterek- başlamışlar işte.
Mesut Özil siyasete kurban

Futbol meraklıları dünyanın en iyi ligi bilinen İngiliz liginde başarıyla top koşturan Mesut Özil’in neden ortalıkta görünmediğini merak ediyorlardır. Haklılar. Oyuncusu olduğu Arsenal’le bir yıl daha mukavelesi bulunan Özil formda olduğu halde takımın kadrosuna alınmıyor. Mukavele gereği olağanüstü yüksek haftalığını ödüyorlar, fakat kulübün taraftarının becerisine hayran olduğu oyuncuya saha yüzü göstermiyorlar. En son aylar önce sahaya çıkmış ve fevkalade bir oyun çıkarmıştı Türk futbolcu; buna rağmen sebebini de söylemeden ona bu muameleyi reva görüyorlar.
Neden acaba?
Bana bu da fena halde siyasi bir tavır gibi geliyor.
Hatırlayacaksınız. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bir vesileyle Londra’ya gittiğinde o sırada İngiliz takımlarında top kovalayan Türk oyuncularla da bir araya gelmişti. Fotoğraf çektiren o grup içerisinde Arsenal’den Mesut Özil de bulunuyordu.
Fotoğrafta yer alanlardan Manchester City’li İlkay Gündoğan hala takımında ve Kovid-19’u pozitif çıktığı için bir-iki haftadır sahalardan uzak olsa da genellikle ilk 11’de sahaya çıkıyor; Mesut ise takımında ‘istenmeyen adam’ durumunda.
Erdoğan’la fotoğraf çektirdiği için doğup büyüdüğü Almanya’da kendisine yöneltilen tepkiler üzerine, Mesut Özil, “Bana karşı yapılan ırkçılık, onların gözünde ben, kazandığımızda Alman, kaybettiğimizde ise göçmenim” diyerek bu olaydan sonra Alman milli takımında oynamaktan vazgeçtiğini söylemişti.
Mesut Özil’in çıkışı, futbolun siyasete kurban edilmesine karşıydı.
Arsenal’in ona oynama fırsatı vermemesi de siyasi bir tavır.
Sebebi bana göre şu:
Arsenal stadının ismi ‘Emirates’. Emirates, Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) resmi havayolu şirketinin adı. Stadın o adla anılması için BAE her yıl Arsenal’e 200 milyon Pound ödüyor. Takımın yetkilisinin temasta olduğu BAE temsilcisi “Mukavelesi gereği ödemeniz gereken neyse Mesut Özil’e verin, ama asla oynatmayın” talimatı vermişse, adamlar “Peki efendim” demişlerdir.
Şu anda Türkiye ile BAE arasında sop soğuk bir savaş var ve bu futbola da yansıyor.
Topu çata değil uzağa atmak marifet
Thomas Grønnemark adını duyduğunuzu sanmam, fakat futbol meraklısıysanız Jürgen Klopp ismini bilirsiniz. Liverpool takımının teknik direktörüdür Klopp. Grønnemark’ı Danimarka’dan getirtip oyuncularının taç atma tekniklerini geliştirmesini sağlamış. Daha önce birkaç metreden öteye topu elle atamayan oyuncular eğitildikten sonra becerilerini birkaç misli artırmışlar.
Grønnemark bu alanda şöhreti duyulduktan sonra başka takımlardan gelen taleplere cevap veremez olmuş. Şimdilerde sekiz ayrı takımla çalışıyormuş.
Siyasetle ilişki?
İlişki şu: Siyasete lider düzeyinde katılan kişiler ya da il-ilçe başkanlığı yapanlarda eksikler olabilir. Olduğu görülüyor da zaman zaman. O eksiklerin de, tıpkı taç atma sorunu yaşayanların Grønnemark devreye girdikten sonra başkalaştığı gibi, uzman ellerin devreye girmesiyle giderilmesi mümkündür.
Taçı gerektiğinde uzağa atamayan oyuncuya bugünün ortamında kaliteli futbolcu muamelesi yapılmadığını hatırlatırım.
[Fenerbahçe’ye yeni dönemde biraz can geldiyse, bunda uzun taç ustası sayılabilecek Caner Erkin ile Gökhan Gönül’ün takıma yeniden katılmalarının da payı var.]
Madem bu pazar gününü futbola ayırdım, aklımı kuracalayan bir konuyu da sizlerle paylaşmalıyım.
TV ekranlarında yapılan futbol yorumlarına kulak veririm. Rıdvan Dilmen’in NTV ekranlarından duyurduğu “Bu kirlilikten kurtulalım” çığlığını ve ardından başgösteren tartışmaları da ilgiyle izliyorum.
Ancak dikkatimi bir başka kanala yeni alındığını sandığım bir yorumcunun takımların transferlerinin değerlendirildiği bir tartışma ortamında ısrarla vurguladığı bir konu daha fazla çekti.
Dediği özetle şu: “Çok ucuza çok daha yetenekli yerli oyuncu bulmak mümkünken nedense yüksek meblağlar ödenerek dış transfer yapılıyor. İlla yüksek ücretler ödenmesini zorlayan bir anlayış takımların yönetimlerine hakim. Ucuza bakılmayıp pahalıya kapıyı açık tutmanın sebebi var.”
Müthiş borçlu takımlara yönetici olmak için insanlar birbirlerini yiyor.
O sebebin ne olduğunu yorumcu söylemedi, ben de kendim çıkaramadım.
Bunun da siyasetle bir şekilde ilişkisi var mıdır acaba?
ΩΩΩΩ
Bir açıklama
Üç yazı öncesinde başımdan geçen bir internet üzerinden alış-veriş konusunu yazmıştım. Merak edenlere o konuda olumlu bir gelişme yaşandığını bildirmem gerekiyor: Televizyonu satan firma sonunda konunun mağduru olduğumu anladı. Özür dilendi ve konu benim için kapandı.
Bu olaydan benim öğrendiğim şu: Korona günlerinde bu tür firmaların işlem hacmi arttı. Firmalar devasaydı daha da devleştiler. Kısa sürede büyüyen firmalarda patronaj ve üst yönetim ile ara ve alt kadrolar arasında iletişim kopukluğu yaşanmaya başlanabiliyor. Güven üzerine oturan zemin aşınabiliyor.
Sanıyorum en doğrusu, bu tür firmaların kendilerine gelen veya tüketici hakları için oluşturulmuş internet sitelerine ulaşan şikayetleri değerlendirecek patron seviyesinde bir birim oluşturmaları ve o birimin “Müşteri her zaman haklıdır” düsturuna uygun tavırlar belirlemesidir.
Kendi hesabıma, sonunda gösterdikleri ilgi için ‘Hepsi Burada’ firmasına teşekkür ederim.
ΩΩΩΩ