You are currently viewing ‘Şehitler Tepesi’ ve günümüz tablosu.. Sonra da yapılmaması ve yapılması gerekenler üzerine bir deneme…

‘Şehitler Tepesi’ ve günümüz tablosu.. Sonra da yapılmaması ve yapılması gerekenler üzerine bir deneme…

Bir haftayı geride bırakacağımız bugünün tablosu genel hatlarıyla şöyle:

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dün yaptığı açıklamaya göre, İdlib’te Rusya destekli rejim ordusunun saldırısında hayatını kaybeden askerlerimizin sayısı 36. Bu rakama Şubat ayı içerisinde kaybettiğimiz başka asker sayılarını da eklediğimizde, bir aylık şehit sayımız 56’ya ulaşmış durumda.

‘Şehitler Tepesi’ boş kalmadığı gibi, oraya isimleri kazınacakların sayısı her geçen gün artıyor da…

Avrupa adına Almanya ile imzalanan mültecilerle ilgili anlaşmadan vazgeçilmesi anlamına gelen sınırların açılmasıyla birlikte hareketlenip Edirne üzerinden ülkemizden ayrılan mülteci sayısını İçişleri bakanı Süleyman Soylu 47 bin 113 olarak açıkladı. Bu rakama, durumdan vazife çıkararak deniz yoluyla mülteci kaçırma ‘hizmeti’ başlatanların yolladıklarının da eklenmesi gerekiyor…

Deniz yolunu tercih edenlerin tam sayısını herhalde bilemeyeceğiz; ancak Akdeniz’e açılanlardan tekneleri battığı için hayatlarını kaybedeceklerle ilgili haberler yakında gelmeye başlayacaktır. 

Milli Savunma Bakanlığı da çatışmada yerel unsurlara verilen zayiat rakamını açıkladı: En az 2100…

[Suriye televizyonunu izleyen veya radyosunu dinleyenler bizde ‘etkisiz hale getirildiler’ diye ifade edilenler için onların ‘şehit’ dediklerini fark etmişlerdir.]

Rakamsal tablo bu.

Temaslar, görüşmeler, açıklamalar

Tabii bir de Cumhurbaşkanı, Milli Savunma bakanı, Dışişleri bakanı düzeyinde yürütülen çok taraflı temaslar ve görüşmeler de söz konusu. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD başkanı Donald Trump, Rusya devlet başkanı Vladimir Putin, Almanya Şansölyesi Angela Merkel, Fransa cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile telefon görüşmeleri yaptı. Dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ABD ile Taliban arasında varılan Afganistan’la ilgili mutabakata tanık olmak üzere gittiği Katar’ın başkenti Doha’da başta ABD Dışişleri bakanı Mike Pompeo olmak üzere başka ülkelerden mevkidaşlarıyla görüştü. Milli Savunma bakanı Hulusi Akar da ABD ve Rusya Genelkurmay başkanları ve NATO genel sekreteri ile sürekli temas halinde.

ABD başkanı Trump ülkesinde de varlığını hissettiren Korana virüsü ile ilgili görüşlerini açıkladığı sırada kendisine yöneltilen bir soruya cevap verirken, “Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Suriye konusunda bir çok görüşme yapıyoruz; bu arada Patriot füze savunma sistemi konusunu da görüşüyoruz” dedi. Türkiye ABD Patriot vermediği için 2,5 milyar dolar ödeyerek Rusya’dan S-400 sistemi satın aldı; ama anlaşılan son gelişmeler üzerine onları faaliyete geçirmekten vazgeçti.

Bu tabloya çok sayıda şehit verildiği haberi üzerinden üç güne yakın bir müddet geçtikten sonra topluluklar önünde konuşmayı uygun bulan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerini de eklemem gerekiyor. Ardından paylaştığı Twitter mesajı görüşlerini daha derli toplu aktarabildiği için ben de buraya onu alacağım:

Tarih boyunca hep işgallere, zulümlere maruz kalmış bu coğrafyada, mücadeleden bir an geri kaçarsak, bir an birliğimize beraberliğimize sahip çıkmazsak çok daha büyük bedeller ödeyeceğimizin bilinciyle hareket ediyoruz. Bu büyük mücadeleyi verirken, kanlarıyla bu toprakları bize vatan kılan tüm şehitlerimize bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum. Zulme karşı verdiğimiz hak mücadelesi, sonuna kadar devam edecektir. Şehitler tepesi boş değildir, boş kalmayacaktır. Türkiye haklı mücadelesinden hiçbir zaman geri durmayacaktır. Hiçbir şehidinin kanını yerde bırakmayacaktır. Hiçbir ihaneti unutmayacaktır. Milletimiz yanımızda olduğu sürece her zorluğun üstesinden gelecek, ülkemizi köşeye sıkıştıracağını zannedenlere tarihi bir ders vereceğiz.

Henüz daha anayasada var olan ‘savaş hukuku’ ve onun zorlayacağı şartlar gündeme gelmedi, ancak yine de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye’de yaşananlar için bir süredir ‘savaş’ sözcüğünü kullandığını biliyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti, yüzüncü yılını doldurmaya çok az süre kalmış olan tarihinde ikinci kez (ilki Kıbrıs’tı) sınırları dışına gönderdiği askerleriyle savaşıyor.

“Zulme karşı verilen hak mücadelesi”, “Türkiye’nin haklı mücadelesi” olduğu en yetkili ağız tarafından belirtilen bir savaş bu.

Çelişkiler, çelişkiler…

Ancak, bütün süslü cümlelere rağmen, neden İdlib’te asker bulundurduğumuz konusunda kamuoyumuzun açık-seçik bir fikre sahip olduğunu söyleyemeyiz.

İdlib’te Türkiye’nin ‘tehdit algılaması’ ile paralellik gösteren bir durum söz konusu değil çünkü.

Ayrıca, İdlib’te Türkiye’nin çatıştığı ülkeler, Suriye ile onun her türlü desteği aldığı Rusya; şehitler verilmeye başlandıktan sonra mülteciler gidebilsinler diye Avrupa’yla sınır kapılarımızın açık tutulmasının gerekçesini bu sebeple anlamak zor.

Sorun çözülecekse, o süreç içerisinde ABD ile birlikte yanında bulunmalarını isteyeceği Avrupa ülkelerini kaybetmekle sonuçlanabilecek bu girişim Türkiye’nin aleyhine değil midir? Avrupa ülkeleriyle ittifak ilişkisi içerisinde bulunan Türkiye, yardımcı olunması için NATO’nun da kapısını çalıyor.

Gerçekten anlaşılır gibi değil; pek çok çelişki hemen kendisini belli ediyor.

Hamaseti terk edip böylesine netameli ortamlarda demokratik ülkelerin -ve geçmişte Türkiye’nin de- izlediği türden akılcı yöntemlere başvurmak gerekiyor. “Tek ses, tek yürek” çağrıları yerine, muhalefetin itirazlarını da dinlemeli hükümet ve onları gidermek amaçlı ikna faaliyetiyle birlikte, haklı eleştirilerin gereğini yerine getirmeye de bakmalı.

Bu arada, hükümetin her yaptığını desteklemeye kendilerini vakfetmiş olan medya yorumcularının yağ kokulu görüşlerini dikkate almaktan da vazgeçmeli AK Parti kesimi.

Muhalif saydıkları kesimin konuya yaklaşımından daha fazla yararlanmaya bakmalı.

Umarım, öyle yaparlar.

ΩΩΩΩ