Tarihimizden iki fotoğrafın bana düşündürdükleri… 

20
Reklam

Ankara’da ‘‘Türkiye’nin en kapsamlı kitabevi’’ olduğu iddiasının haklı sahibi olan Liman’dan çıkarken, üzerinde ‘‘Türk edebiyatında tarihi an: 1928’’ ve ‘‘42 usta kalem aynı karede’’ yazan reklam niyetiyle basılmış el kadar bir broşür dikkatimi çekti.

Türk edebiyatı üzerine araştırmaları ve birkaç ciltlik ‘Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi’ bulunan İhsan Işık’ın arşivinden alındığı belirtilmiş, yazımın girişinde gördüğünüz fotoğraf bu. 

‘Sanayi-i nefise’ güzel sanatlar demek. Sanayi-i Nefise Birliği de böylece ‘Güzel Sanatlar Birliği’ anlamına geliyor. [Günümüzde de varlığını sürdüren İstanbul’daki Güzel Sanatlar Fakültesi’nin eski adı da Sanayi-i Nefise Mektebi idi.

Demek ki, 1928 yılında, ülkemizde, bu adı taşıyan bir dernekleşme gerçekleşmiş.

Fotoğraf o yıllarda faaliyet gösteren birliğin edebiyat şubesinin birlik tarafından düzenlenen kongresinde çekilmiş.

Saydım, fotoğrafta tam 42 kişi yer almakta. Bunlardan 13’ü sandalyelerde oturuyor, beşi onların önünde çömelmiş vaziyette, diğerleri ise iki sıra halinde ayakta dikiliyor.

İki de kadın var aralarında ve onlar da sandalyede oturanlar arasında… 

Şairler, roman ve öykü yazarları, edebiyat tarihçileri ve gazeteciler…

Reklam

Biri hariç hepsinin isimleri biliniyor.

Edebiyatımızın o yıllarda yaşayan hemen her ismi o fotoğrafta bir arada.

Çoğu birbirleriyle kalem kavgası yapmış veya sonradan yapacak kalem sahipleri…

Arka sırada ayaktakilerin en solunda Necip Fazıl var. O yıllarda genç şair döneminde. Oturanların en solundaki de Peyami Safa. O da bayağı genç. Halit Ziya Uşaklıgil, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Yusuf Ziya Ortaç, Mehmet Rauf, Orhan Seyfi Orhon, Yaşar Nabi Nayır, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu, Vâlâ Nurettin, Cevdet Kudret, Vedat Nedim Tör, Halil Nihat Boztepe, İbrahim Alaeddin Gövsa…

Kadınlardan biri de Suat Derviş

Gözlerim Mehmet Akif’i de aradı, ancak Akif o yıllarda -1926 ile 1936 arasında- Mısır’daydı.

Birliğin üyesi bütün edebiyatçılar fotoğrafta takım elbiseli ve kravatlı. Bu da onların biraz önce katıldıkları toplantıya ne denli önem verdiklerini gösteriyor.

Aklıma hemen gelen soru şu oldu: O insanların günümüzdeki benzerlerini aynı türden bir fotoğrafta bir ara getirmek mümkün olabilir mi?

Reklam

Yoksa, davet edildiklerinde, diğer davetlilerin isimlerini öğrenip aralarından birkaçı için ‘‘Onlar varsa ben gelmem’’ mi derler?

Beşir Ayvazoğlu’nun kitap kapağındaki fotoğraf..

Edebiyat tarihimizle ilgili değerli eserleri de bulunan Beşir Ayvazoğlu’nun 2006 sonunda yayınlanmış ‘1924/Bir Fotoğrafın Uzun Hikayesi’ kitabı daha az sayıda edebiyatçıyı aynı kare içerisinde gösteren bir fotoğraf etrafında, Cumhuriyet’in ilanının hemen ardından ülkemizin edebi ve siyasi panaromasını anlatır.

Kitabın kapağında yer alan 1924 yılında çekilmiş fotoğrafta, günümüz ölçülerinde birbirini tanıdıklarını bile düşünmeyebileceğimiz dönemin en ünlü edebiyatçıları görülmektedir. İsmi yerine ‘Şair-i Azam’ sıfatıyla anılan Abdülhak Hamid (Tarhan), romancı Samipaşazade Sezai, İstanbul’un işgal edildiği gün gazetedeki köşesinde ‘Kara bir gün’ yazısıyla işgalci güçlere meydan okumuş Süleyman Nazif,  şairliği yanında ‘‘Zirvelerde kartallar da yılanlar da bulunur, ancak birisi oraya süzülerek öteki ise sürünerek gelmiştir’’ türü çarpıcı vecizeler içeren ‘Tiryaki Sözleri’ kitabının da sahibi Cenap Şehabettin vardır o fotoğrafta…

Bir de Akif’le ilgili anılarını kitaplaştırmış, ‘Üç İstanbul’ romanının da yazarı Mithat Cemal Kuntay

Fotoğrafın çekildiği yer Beyoğlu’nda Mısır Apartmanı’nda yaşayan Mithat Cemal’in evidir.

Cenap Şehabettin, Samipaşazade Sezai, Süleyman Nazif ve Şair-i Azam oraya Mithat Cemal’in davetiyle Akif için verilen yemeğe katılmak üzere gelmişlerdir. [Akif son nefesini 1936 yılında aynı apartmandaki bir dairede verecektir.]

Akif ile Hamid bir arada, düşünebiliyor musunuz?

Hamid oraya Akif onuruna verilen yemeğe katılmak üzere gelmiş… 

Beşir Ayvazoğlu’nun o kitabını okurken, özellikle bugünlerde, nereden nereye geldiğimizi düşünmemek elde değil.

Neden böyle düşündüğümü de yazayım.

Doğrusu bugünlerin geleceğini öngördüğüm için olduğunu söyleyemeyeceğim ama 28 Şubat (1997) ile başlayan sürecin boğucu havasını dağıtmayı amaçladığımı rahatlıkla söyleyebileceğim bir olayı, yakın çevremden arkadaşlarımla, Türk musikisi ziyafetini vesile ederek başlatmıştık.

Fasıl geleneğini canlandırarak… 

Önce yakın dostlar bir araya geldik. Ardından benzer görüşlere sahip olduğunu bildiklerimizi, sonrasında da her eğilimden, her meşrepten uzak tanıdıklarımızı davet ederek halkayı genişlettik.

Davetli listemiz kısa sürede 200 kişiye kadar ulaştı.

Fasıl buluşmalarımızdan..

Siyasetten, iş dünyasından, edebi çevrelerden, bürokratlardan, diplomatlardan, musikişinaslardan ve özellikle de medyadan en az 200 kişi…

Herhangi bir resmi havası olmayan bir vesileyle buluştuk, hep birlikte yemekler yedik, sohbetler ettik, sonrasında da yine birlikte çok değerli sazlar eşliğinde ülkemizin en güzel seslerinden musikimizden eserler dinledik…

Katılanların çoğu daha önce hiç tanımadıkları insanları o vesileyle tanıdı ve çoğu birbirine kaynaştı da.

Bugün o farklılıkta insanlar birbirlerine sanırım selam vermiyorlar.

O gün hiç yadırgamadan bir aradalıklar yaşanabiliyordu.

Çok eskiden, 1924’te ve 1928’de olduğu gibi…

Liman Kitabevi’nden çıkarken gözüme çarptığı için aldığım o reklam broşüründeki fotoğraf bana bunları düşündürdü.

ΩΩΩΩ

Reklam

20 YORUMLAR

  1. Teknofest’de “Dikey İnişli Roket Yarışması”nda Atatürk Üniversitesi öğrencileri şampiyon oldu. Öğrenciler sıradaki hedeflerinin ay yüzeyine araçlarını indirebilmek olarak açıklamışlar.
    İzmir Belediye başkanının hedefinde Osmanlı vardı dün. Yeni hedefini açıklar şimdi! Türkiyenin en büyük heykelini İzmire dikmek.

  2. Göründüğü kadarıyla, sözü edilen bu resimler zor günlerdeki birlik beraberliği yansıtıyor, her ne kadar rekabet ve zaman zaman çatışma olsa da. O zaman eksik olan teknoloji işin dozu kaçırılırsa insanı robotlaştırabilir de. Her şeye rağmen insanların insanlığı hatırla(t)ması için yine de bir araya gelme ihtiyaçları vardır. Kur’an insanların zafiyetlerine değinir. Zafiyete de meyyal mükemmeliyete de. Azmederse bütün zafiyetlerinden kurtulabilir, eşrefi mahlukat’a doğru yol alır insan. Hedef budur. “Ey insan yaradılışında zafiyet var ama sen zayıflardan olma” şeklinde tekrar tekrar uyarıda bulunur, çünkü Allah’ın beklentisi budur. Ama gel gör ki insan vardır şeytana uyar bu şekilde kendine kötülük eder, toplumda kötü örnek olur, bu haller genlerine geçer ve şeklen hâlâ insan olsa da insanlıktan çıkar, günü gelir “Tanrım beni baştan yarat” diye avaz avaz bağırır çığırır (melodik bir şekli sanayi-i nefise girer). Tarihten ve günümüzde şahit olduğumuz örneklerden insanlarda çeşitli zafiyet hallerini görmek mümkün. M. Kemal Atatürk (M.K.A) Paşamız silah arkadaşlarıyla ülkenin kurtulmasına büyük katkıda bulundu şüphesiz. Ancak, “Akıl*İman Sentezi” zafiyetinden mustaripti. Bu zafiyet hali özellikle kurtuluş savaşı yıllarından sonra açığa çıktı. Kaş yapayım derken göz çıkarmak türünden şeyler var sırıtan, yapabilecekken faydalı sonuçlarını görmediği şeyler de var. Bu resimde gördüğümüz aydınların çoğu o dönemde çaresiz. Ülkede o günkü şartlarda onun askeri katkısına o kadar büyük ihtiyaç var ki her konuda “Açık Çek” vermişler, sofrasında bulunmuşlar. Resimde olan ve ismi anılan Abdülhak Hamit Tarhan’a (şair-i azam, Osmanlı döneminde elçilik görevleri de var) internetten baktım. Atatürk ve Büyük şair diye bir bölüm var hakkında;

    • Anlaşılan Fikir ayrılıkları da yok değilmiş M.K.A. paşamız ile (http://www.siirparki.com/ahamit_tarhan.html). Deniyor ki: “Siyasetin, askerliğin büyük dehâsiyle edebiyatın dehâsı arasındaki bu sohbetler sırasında bazan elektrikli bulutların birbirine çarpışları gibi, gelip geçici şimşek parıltılarının görüldüğü de olurdu. Abdülhak Hâmit zaman zaman bu şimşekli, yıldırımlı anlarına rağmen Atatürk’ün meclislerinden hoşlanır, “Millet Meclisinin eleştirisiz celselerinde bulunmaktansa, Atatürk’ün her şey konuşulan sofralarını tercih ederim”.

      Sofraları meşhurmuş rahmetlinin (çok referans var). Besbelli ki o sofralar tek kutupluluğun (yani, sorunsal kutuplaşmanın) sembolünü de teşkil ediyor. Bu hal “Akıl*İman Sentezi” zafiyetinin de sembolü. Aksi taktirde, gerçekten “dehâ” olan ve ülkesinin topyekün kalkınmasını isteyen M.K.A. Paşa’mız gibi birinden resimde görülmeyen M. Akif Ersoy ve temsil ettiği ekseriyetin sembolü olmuş diğerlerine de açık, sigarasız/içkisiz, mesela ayran veya limonatalı (Allah’ın alkolsüz içkisi mi yok!) sofralar düzenlemesi ve kurtuluş savaşında ziyadesiyle faydalandığı can bağını devam ettirmesi beklenirdi. Sanırım, resimde gördüğümüz aydınların çoğu o zor yıllarda “Akıl*İman Sentezi”nin ne olduğunun farkında değildi. Öyle görünüyor ki farkında olanları M.K.A. Paşamız dinlememiş, hatta padişah yanlısı bahanesiyle bir şekilde bertaraf etmiş (sonları malum denenler arasında en azından Trabzon milletvekili Ali Şükrü beyin olduğunu öğreniyoruz).

      O zamandan kalan resimler geçmişte kaldı. Dünden bugünleri soruyor, “acaba” diyor Fehmi bey.

      …..
      Dünle beraber gitti cancağzım,
      Ne kadar söz varsa düne ait;
      İçinde onu yaşatan ruh yoksa,
      Bugünlere güç katmağa müsait…

      Nostaljik takılmaktan ziyade,
      Ne gücün var söyle, bugüne ait
      İşin ruhu “Akıl*İman Sentezi”
      Tüm zamanlar için en müsait!
      ….

      Bugünlerde de kutuplaşmanın sonuçlarını, yan etkilerini görüyoruz; hemen hemen aynı zafiyette bir toplumuz. Malesef, iyi örnek olamadı rahmetli paşamız. Tarihe şöyle bir not düşmek mümkün;

      “Zafiyeti çok olan toplumun, afiyeti yoktur”

      Bu halden kurtulmanın, bize en yakışan ve en etkili yolu “Akıl*İman Sentezi”dir. Bunun toplumun her kesiminde tesisi için Fehmi beyin terimiyle “sanayi-i nefise” mensupları vesile olmalı, bunu yeni bir ekol olarak benimsemeli ve bu konuda çalışmalıdır. Layıkıyla yapılırsa, bu aynı zamanda M.K. Atatürk Paşamızın zafiyetinin telafisi ve onun ebedi huzura kavuşabilmesi anlamındadır.

      • atatürk, büyük bir askeri deha, büyük bir devlet adamı, büyük bir şahsiyetti ama günahları, yanlışları, hataları, zayıflıkları, zaafları olan da sıradan bir faniydi. dindar mıydı değil miydi bilemeyiz,
        “kalbini açıp baktın mı” diye soruyor bu dinin peygamberi sav.
        din, varoluş amacını gerçekleştirirken yol gösterici olsun diye yüce Allahın
        insanlığa büyük bir lütuftur inananlar için. insan olarak yeryüzünde bedenlenmemizin bir gayesi var. herkes dinin yardımıyla bu gayeye ulaşmaya çalışırsa işi kolaylaşır.
        ama biz fanilerin zaafı çok, dünya hırslarımızın yanında ahiret ve dolayısıyla cennet hırslarımızda çok. güzel köşkler, güzel yiyecekler ve tabii huriler, gılmanlar ve daha neler neler…yaratılış gayesini anlamaktan çok gözler cennete ve cennet nimetlerine kaymış sanki,
        hırsın olduğu yerde hır da olur değil mi?
        bunu farkeden oldu bitti insanlığa düşman bir akılda bu büyük hediyeyi amacından saptırarak insan ortaklarıyla dini değil ama cehaleti ve bu hırsı kullanarak insanları din adına saptırmış, savaştırmış, din adına yoksullaştırmış, din adına cehalete sürüklemiş.
        biz, bugünde hala aynı kötülüğün sonuçlarını coğrafyamızda çok ağır ve çok acı bir şekilde yaşıyoruz. gerçek din maalesef küçük bir azınlığın bilgisinde kalmış.
        hacı bayram velinin çok sayıda müridi varmış, devrin sultanı ona çok muhabbeti olduğu için müritlerinden vergi almıyormuş. tam da bu nedenle
        mi ne müridi çokmuş. öyle hale gelmiş ki bölgeden hiç vergi alınamayınca sultan veliden kaç müridi olduğunu bildirmesini istemiş, bunun üzerine
        bir sınav yapılmış ve binlerce müritten geriye bir erkek ve bir kadın olmak üzere iki kişi kalmış.
        durum tam da böyledir.
        gerçek dindar, gerçek mürit milyonda birdir.
        insanlığa en büyük iyilik Allahın lütfu dinden gelirken en büyük kötülükte bu dinin araçsallaştırılmasından geliyor.
        sadece dünya hayatında cahil ve yoksul kalmakla bitmiyor çünkü ahiret hayatını da etkiliyor. sonuçta insanlığa düşman olan aklın niyeti zaten insanı gayeden mahrum etmek. o gayenin ne kadar kıymetli olduğunu bırakalım aklı olan düşünsün.
        atatürke gelirsek,
        bir kavmin efendisi o kavme en çok hizmet edendir diyor bu yüce dinin peygamberi Muhammed Mustafa sav.
        öyleyse kurtuluş savaşımızın baş komutanı olarak atatürk bu kavmin efendisi olmaya layıktır.
        elbette eleştireceğiz, elbette yanlışlarını, hatalarını, zayıflıklarını dile getireceğiz. övmenin de, yermenin de hakkını vereceğiz.

        • Ddm hnm siz başkasınız. M.Kemal Paşamız “atatürk”e küçük harfle başlayan, “Allah” derken büyük harfle başlayansınız. Sembolik te olsa bunlar işin özünü yansıtır. Ancak geriye bıraktığı cenahta genelde laiklik suskunluğu varken, onlarda da dindar kesimde değindiğiniz kadar cehalet örnekleri var. Zaman zaman manşetlere taştığına da şahit olmadık mı? halen olmuyor muyuz? M.K.A. Paşamızın askerlerinden biri çıkıp Kuran’ı sıradanlaştırmadı mı? (adı sanı önemli değil zihniyeti önemli). “N’olucak yaa, ben de böyle bir kitap yazarım” şeklinde gazetelere çıkan manşetlere rastladığımı hatırlıyorum. Şüphesiz, Kuran’ın hitap ettiği insan yelpazesi çok çok geniştir. Sıradan insanlara da hitap eder, sıradışı üstün insanlara, akıl sahiplerine de hitap eder. İnsanda “Hırs”a değinmişsiniz ki nefs kontrolü kapsamında ele alınması gereken bir nitelik. Bu hırsı, hır çıkarmadan topluma faydalı, ülke yararlı alanlara yöneltmek en iyisi. Biz de bunu başarmalıyız. Bunun en verimli şekli “Akıl*İman Sentezi” diYORUM. Sağda solda zafiyetinin bu ülkeye maliyeti çok büyük olmuştur.

          DiNimiz Peygamberi (s.a.v.) in “bir kavmin efendisi o kavme en çok hizmet edendir” dediği dönemlerde bu hizmetin hem bu dünya için hem de öbür taraf için söylendiğine bir şüphe yok. Kendi resimlerinin kullanılmasına müsade etmemiş biri. Onun söyledikleri/belki de söylemedikleri siyaseten kullanılmıyor, bu dönemde çatışmalara vesile olmuyor değil. Ancak, bizim baş komutan sadece bu dünya için ve hatta sadece kendi dönemine liderlik hizmeti yapmıştır. Deha ise şikayet konusu bugünlerin geleceğini kestirebilmeliydi. Biz abarttık abarttık, hatta kutupsal çatışmalara bakılırsa başımıza bela ettik bu faniyi. Bu durum da akabinde egemen olan mirasyedilerce siyaseten hâlâ kullanılıyor. Yukardaki yorumcu Fatih bir heykelden bahsediyor. En büyük heykel olacakmış! Merak ettim;

          ….
          “Heykel projesi”nin ne orijinalliği varmış?
          Ne yani, ülkeyi heykel eksikliği mi sarmış?

          Yahu bilmem ki bu tür işlere ne demeli,
          “Verin mehteri” tadında! yer ve gök inlemeli!
          ….

  3. Bana göre konunun bir diğer yönü de ” Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer! ”

  4. Eskiden teknoloji yoktu ve insanlar bir araya gelme ihtiyacı hissediyordu. Şimdi herkes dostunu düşmanını sürekli izliyor görüyor gerekirse konuşuyor da. Bir araya gelip resim verme ihtiyacı da olmuyor artık. Eskiden mektuplar yazılıyordu. Artık email var, whatsapp var. Saniyelerle herkes birbirine ulaşabiliyor dünyanın neresinde olursa olsunlar.

  5. İzmir in Yunan işgalinden kurtuluşunu dün kutladık. Chp belediye başkanı bu kutlamada bile Osmanlıya giydirmiş, saydırmış konuşmasında. Tamam anladık Osmanlıyı sevmiyorsunuzda , ulan bir iki kelime de Yunanlılara ve batılı sömürgeci güçlere laf etseydin. Sana, İzmiri Osmanlı emanet etmedimi. Son zamanlarında hatalı davrandı falan de. Ne bu Osmanlı kini bu Chp lilerde anlaşılmış bir şey değil. Selçuklu da Osmanlı da Atatürk de Cumhuyet de bizim değerlerimiz.

    • bu “ulan” yakışıyor mu buraya?
      entellektüel bir düzeyi koruyamamayı anlarım da,
      üslubu korumamayı anlamam.
      platformu kenar mahalle kahvesine çevirmek nedir?
      ben tunç beyin konuşmasını dinlemedim, ama yunan ve batılı güçlere karşı görkemli bir kutlama düzenlemek bir çift laf etmekten etkili diye düşünürüm.
      bizim, atatürk ve silah arkadaşlarına bir iki kelime dua etmeye bile tenezzül etmeyen hacı hocadan, osmanlıyı sevmeyene kadar geniş bir yelpazede çeşitli anlayışlara sahip insanımız var, bunun kini, şunun nefreti demekle de bu ucuz sosyolojiyi bize satanların ekmeğine yağ sürmüş, değirmenine su taşımış oluyoruz
      değil mi?

      • Ulan olmamış ulen olsa daha iyi olurmuş.
        Sizin İyi partili milletvekili Lütfü ana bacı söverken duyar kastığınızı görmedik. Veya Meral Akşener’e yavşak kelimesinden dolayı yakışıyor mu ya falanınızı duymadık. Cumhur ittifaki Hdp yi şeytanlaştırıyor deyip geçen 180 derece vitesi hakkında konuştuğunuzu duymadık. Hdp sayesinde kazandığınız belediyelerde Hdp iiler ve iyi partililerin ihalelerine eleşrinizi duymadık. Liyakatmiş, Adaletmiş, duyarlılıkmış. Geçiniz efendim. Kendi tarafınızı görmezsiniz.

        • O kelime yakışık olmamış
          Hakliyken haksız duruma düştünüz.Beceriksizlerin isi ecdatlarina sovmektir.
          İzmir’in hali ortada yakında İstanbul ve Ankara’yı da göreceğiz.

          • izmirin hali ortada derken ne kastettiniz belki açarsınız,
            dünyanın en iyi yönetilen kenti olduğunu iddia etmek zor ama her yıl türkiyenin değil, dünyanın en yaşanabilir şehirleri içinde 6.sıraya kadar yükselmişliği olan bir şehirdir.
            özellikle baskıdan uzak, kolay yaşam koşulları ve özgürlük konularında, araştırmayı yapan uzmanlardan tam puan almayı başarmış bir şehirdir.
            uzmanlar seçim yaparken, ekonomik ferahlık, insan davranışları, siyasi görüş ve ulaşım kolaylığı gibi 15’ten fazla kriteri göz önüne alırlar.
            ben de izmir doğumlu, izmirde yaşamış, öğrencilğinin bir kısmı izmir de geçmiş, evi ailesi izmirli biri olarak, dünyanın pek çok yerini görmüş, gezmiş, yaşamış, okumuş, çalışmış biri olarak iş dünyasıyla ilgili tüm zorluklara rağmen tüm şartlarımı zorlamak pahasına izmirde yaşamayı tercih ediyorum.
            izmirin hali böyledir,
            darısı istanbul ve ankaranın başına-ki bir kaç yıl içinde listelerde onlarda üst sıralara yükselecektir.

        • sözcük dağarcığı geliştirilebilir bir şey,
          hem geliştirilebilir, hem düzeltilebilir bir şeydir,
          çirkin de ısrar etmenin anlamı nedir?
          yanlışı kabul etmek, çirkini düzeltmekte bir erdemdir.
          lütfü bey de, meral hanım da hayli eleştirilmişti kullandıkları sözcükler nedeniyle, eleştirenlerden biri de sizdiniz,
          ahlakın en basit tanımı “eleştirdiğin şeyi yapma” dır.
          hem yorum yorum eleştir
          hem aynı şekilde ona ulan, buna ulen de,
          oluyor mu böyle?

          hdp ile ilgili(daha evvelsi gün yazdım)
          iyi parti ihale iddiaları ile ilgili(daha dün yazdım, diğer yorumlarımda da var)
          çirkin sözcüklerle ilgili (meral hanımın kullandığı, erdoğanın kullandığı sözcüklerde dahil olmak üzere pek çok yorumda eleştirilerim var)yorumlarım neyse ki tamamı sitede duruyor,
          duymamak benimle değil, sizinle ilgili bir problem,
          sözcük dağarcığınız gelişirse anlama da gelişir, duymadım demezsiniz, o zaman duyarsınız.

          muhalefet hdp sayesinde belediye kazanmadı,
          hdp seçmeni sayesinde belediye kazandı,
          oyu geçerli, ülke vatandaşı, meşru seçmenle
          sorununuz nedir???

          liyakat, adalet, duyarlılık neden geçelim efendim,
          bilakis,
          hiç olmadığı kadar üstünde duracağız.

          bak bakalım geçmiş miyiz efendim,

          ddm 9 Eylül 2022 At 20:43
          barış yarkadaşın yaptığı işin takdir görmesi ve üzerine gidilmesi gerekir
          kendisi muhalif olduğu halde, muhalefetle ilgili bilgileri paylaşmasının, muhalefete laf gelmesin diyerek üstünün örtülmesine izin verilmemesinin üzerinde duralım,
          ahlak herkese lazım,
          umarım sizlere de örnek olur.
          bu meseleye bakıp herkes çoklu masanın ve çoklu aklın kıymetini anlar, nasıl bir uyum ve otokontrol sağladığını farkeder diye düşünüyorum
          sayın yarkadaş iyi parti sözcüsüyle yaptığı görüşmede ben fesat, yolsuzluk var demiyorum sadece etik bulmadığımı beyan ediyorum dedi,
          ihale kapalı usul, adrese teslim bir ihale miymiş?
          hayır,
          açık usul, herkesin katıldığı, herkesin teklif verebildiği bir ihale imiş değil mi?
          burada bir mv ilişkide olduğu şirketin alması oda etik açıdan eleştirilebilir-ki bende bunun bazı kanunlarla yasaklanması gerektiğini düşünenlerdenim- bu bütün mv açık bir durum, engelleyen bir yasa yok,
          sonuçta ülkede kendi bakanlığına fahiş fiyatla ürün satan bakan vardı hatırlatayım dedim, yeri gelmişken
          sizin bir tıkınız mıkınız olacak mı burada?
          bir yorum bekleriz artık
          etik bir sıkıntının dışında bir durum varsa,
          yargı iyi partinin elinde mi, engel mi oluyor?
          fesat karışmışsa söz konusu ihale taşınsın yargıya,
          kim ne yanlış yaptıysa yargılansın
          bu zaten iktidarın sorumluluğu değil mi?
          yargılasınlar ve bana göre yargılamalılar.
          liyakat ve adalet diyenler her zaman adalet isterler, herkes için isterler,
          tık mık yok derken kendinizle karıştırmayın onları derim.
          bu mesele millet ittifakının ahlaki yaklaşımını göstermesi açısından çok önemli ve
          büyük umut vaad ediyor diye düşünüyorum,
          bize örten değil,
          açığa çıkaran ahlaklı insanlar lazım.
          böylece bir otokontrol de sağlanmış,
          kimse meydanı boş bulmamış olur.
          yarkadaş gibi güzel örnekleri çoğaltmamız,
          yolsuz babamız bile olsa gözünün yaşına bakmamamız gerekir.

          artık duyanlar duymayanlara ya da duymak istemeyenlere ya da duymazdan gelenlere anlatsınlar.
          hdp ile ilgili yorumlarımı da alıntılayayım mı?
          daha evvelsi günü yazdım,
          kaç yorum görmenize-duymanıza yardımcı olur?
          kaç yorum alıntılayayım???

      • ‘Türkiye Reisi Cumhuru’ olarak bizzat kendi imzasıyla Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından Dahiliye Vekaleti’ne (İçişleri Bakanlığı’na) oradan da ‘Acele’ kayıtlı şifre telgraflarla valiliklere gönderilmiş kararnamede Atatürk, “Bundan sonra hutbelerde isim zikredilmeksizin “millet ve cumhuriyetin saadet ve selametine dua edilmesini” istiyor.
        Atatürk kendisi istemiyor ki dua edilmesini. Tenezzüllük bir durum yok yani anlıcanız. Chpliler bile bunu bilir. Yaranmak böyle birşey herhalde.

        • hutbeler, o zamanlarda halifeler adına okunurdu, yaşayan halifenin adı üzerinden dua edilirdi, halifelik kaldırıldıktan hemen sonra bu karar çıkarılmış, halifenin yerini millet almış, halifelik kaldırıldığına göre isim okuma da karışıklık olmasın diye kaldırılmış, bugün böyle bir karışıklık mevzu bahis olmadığına göre kendisinin ve silah arkadaşlarının ardından hayır dua edilmesine engel değil.

          keşke kendisinin,
          “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” gibi,
          “adalet mülkün temelidir” gibi,
          “yurt sevgisi ona hizmetle ölçülür” gibi
          sözlerine uyulsaydı değil mi?
          ülke bütün rakam ve verilerde böylesi gerileme yaşamazdı
          halk ta temel gıda maddelerini bile alamayacak hale gelmezdi
          asil millete yaşatılan yoksulluğa bak!
          en büyük sorunumuz cehalet.

  6. 12 Eylül askeri müdahalesinden sonra tutuklanan bir çok siyasetçi ve çeşitli ideolojik fraksiyon mensubu bir çok kişi , Ankara’da Mamak As. cezaevine konur .
    Bunların koğuşlara yerlestirilmesinde de herhangi bir ideolojik ayırım yapılmaz ve karışık bir şekilde ve bir arada aynı koğuşlara yerleştirilir .
    Birbirleriyle kanlı bıçaklı olan aralarında yıllardan beri adeta en acımasız kan davaları güdülen sağcısı, solcusu , ülkücüsü , komünisti vs. bir çok tutuklu ; zamanla ister istemez birbirleriyle konuşmaya, sohbet etmeye , birbirlerini tanımaya başlarlar.
    Bu ilişkiler, temaslar , görüşmeler bu şekilde devam ederken önceden var olan önyargılarının değişmeye başladığını, karşısındaki kişinin hiç de düşündüğü gibi olmadığını, görüş ve düşünceleri farklı da olsa onların da vatanını milletini sevdiğini yani aslında hiç de kötü bir insan olmadığını hatta iyi bir insan olduğunu görürler
    Ve sonuçta bu insanlar eninde sonunda bir gün birbirleriyle dost olup çıkarlar !

    • 12 Eylül öncesi birileri kardeşi kardeşe düşman etti, şahidim. Okullar öğretmenler hatta polisi bile bmlmeyi başaran bir güç!
      Meral bacılar, A.Güller, A. Dilipaklar, Kılıçdaroğlu lar, Bahçeliler.. daha kimler kimler o günlerin gençleri idiler, belki bizzat yaşayıp gördüler.
      Ve bu insanlar ülke yönetiminde söz sahibiler🙂.
      Yani o günleri tekrar yaşarsa bu ülkenin masum insanları, meydan verenleri kul affetse bile Allah affetmez bana göre.
      6’lı masanın (+1masa atında imiş😂) bir arada oturup konuşabilmesinin sebebi ne olaki?
      Eğer öyleyse,
      Güzel günler göreceğiz desene🤗🤗🤗

  7. Zamanın nefsine hakim olamayan insanlar kısmısı. Kimler olabilir?
    Herkes görüp canlı şahidi olarak yaşıyor zamanı!..
    Her devirde ayrı bir moda, eskiyi at çöpsepetine
    Atılmalı mı? Atarsan gelirsin işte bu günlere böyle 🤗.
    Şu binada bonjourrr macckk caffeee…
    var gel girip babamdan arakladığım xxx liraları bas bas kağıt bardaklara… Fsfutlara..
    Tansiyonu artırır mı, sinirleri gerer mi kalbi bozar mı! Sonra çıkar oyunu.
    Adana kebap tavuk kanatta neymiş canıımm..
    Bu kısmı yemek içmek düşkünleri için.
    N.kemal ler halide Edip ler s.ahmette nerde toplanırlarmış acaba?
    O binalar korunmalımı, vakıf hanları binaları ne anılar ne bilgiler saklar duvarlarında???
    Yıkalııımmmm!!!!
    80 katlı gödelen dilkelim!!!
    30 u senin gerisi benim🙁!

  8. yakın ya da uzak bir gelecekte bugünleri hangi fotoğraflar, yazılar, olaylar ve belgelerle hatırlayacağız dersiniz?
    peki ya bugünlere damgasını vuran kişileri arkalarından nasıl anacağız?
    rahmetle mi?
    lanetle mi?
    herkes ne ektiyse onu biçecek değil mi?

Yoruma kapalı.