Türkiye ve iktidar 18 yılda neler yaşadı ve neler yaşattı? Biraz yakından bakalım mı?

23
Reklam

Türkiye’yi son 18 yıldır yöneten kadro, bu uzun sürenin belli bir dönemine kadar, dış politikada ‘yumuşak güç’ anlayışıyla hareket ediyor, ‘komşularla sıfır sorun’ türü yeni ve kulağa hoş gelen ilkeleri benimsiyordu.

O günler geride kaldı.

Ülkemiz şu sıralarda Suriye, Irak ve Libya’da asker bulunduruyor, MIsır, Fransa ve Yunanistan’la zıtlaşıyor…

‘Türkiye güçlü ülke’ algısı yerleşiyor.

Bir zamanlar ülkemize kadar gelip “Türkiye’nin en değerli ihracat unsuru silahlı kuvvetleridir” diyenler çıkıyordu ve buna her kesimden itirazlar geliyordu. O dönemin itirazcılarının bazıları bugünkü ‘güçlü Türkiye’ algısını alkışlıyor.

‘Yumuşak güç’ olma tercihi ne kadar doğalsa doğrudan güç kullanmaya dayalı tercih de o kadar doğaldır. 

ABD’nin sınırları dışında 600 kadar üssü ve oralarda konuşladığı onbinlerce askeri bulunuyor. 

Rusya da kendi sınırlarını genişletme gayreti içerisinde değil mi? Kırım’ı ilhak etti, bizim sınırlarımızın ötesiyle ve Libya ile de ilgilenmiyor mu?

Reklam

Türkiye de o tür bir ülke olma gayretinde.

Bu da kendi içinde bir sorunu barındırıyor ama…

Türkiye zorlanıyor

Güç algısına önem vermeye başladığınızda aynı anlayışa sahip başka ülkelerle ters düşmeniz ve bunun da ciddi sıkıntılara sebep olması kaçınılmaz.

Nitekim, Türkiye Irak, Suriye ve Libya’da yeni benimsediği dış politik çizginin doğurduğu sıkıntıları yaşıyor. Suriye’de işbirliği yaptığı Rusya ile Libya’da farklı konumda; NATO müttefiki ABD Suriye’de Türkiye’nin kırmızı çizgilerini dinlemiyor… 

Libya’daki petrol kuyularının başında Rusya’nın oraya gönderdiği paralı Rus askerleri bulunuyor.

Suriye’nin kuzeyindeki petrol kuyuları Türkiye’nin ‘terörist’ bildiği silahlı güçlerin elinde ve onlar da petrol imtiyazını, Washington’un onayıyla, bir Amerikan şirketine devretti.

Türkiye, Libya’da BM tarafından tanınan hükümet ile anlaşarak ilan ettiği ‘münhasır ekonomik bölge’ye dayanarak başlattığı Akdeniz’de petrol arama faaliyetini, Almanya’nın araya girmesiyle, durdurmak zorunda kaldı. Halkı dünyadaki en anti-Amerikan halklar arasında ilk sıralarda yer alan Yunanistan‘da hükümet, halkına “Türkiye’ye karşı alınan tedbir“ diye sunarak ABD’ye Dedeağaç’ta bir deniz bir de hava üssü tahsis etti.

Reklam

İran’la aynı dili konuşur görünsek de, onunla da Suriye’de çıkarlar çatışıyor.

Libya’yla Türkiye’nin askeri yönden ilgisi Mısır’ı da güç projeksiyonu yapan ülkeler arasına soktu. Bu arada, Mısır, biraz da Türkiye’nin Libya’ya ilgisi yüzünden daha önce uzak durmaya çalıştığı Rusya ile ‘seviyeli birliktelik’ yaşar hale geldi.  

Pekala birlikte olunabilecek İslam Dünyası’ndan ülkeler ile giderek ara açılıyor.

Zorlanıyor Türkiye.

Dış ve iç politikaların birbirinden ayrılamadığı bir dünyada yaşıyoruz; birinde uygulanan politikalar diğerinin başarısını da etkiliyor.  ‘Yumuşak güç’ çizgisi izleyen Türkiye bunun olumlu etkilerini her alanda -özellikle de ekonomide- görebiliyordu. 

Hem dışarıdan doğrudan yatırım çekebildi ülkemiz o dönemde, hem de her istediğinde uygun şartlarda borçlanabildi. O dönemin ekonomik göstergeleri ile bugüne ait olanlar yanyana getirildiğinde fark kolaylıkla görülecektir.

Ekonomi tekliyorsa bunun uygulanan yanlış ekonomik politikalarla ilgisi olduğu kadar dışarıya yansıtılan algıyla da ilgisi olduğu muhakkak.

Ayasofya ve ‘İstanbul Sözleşmesi’ nereden çıktı?

Böyle olunca, yani hesaplar tutmayıp beklenmeyen sıkıntılarla karşılaşınca, olumsuz gelişmeleri gözlerden saklama ihtiyacı içeride patlayan tartışmaları ve bazı icraatları da tetikliyor.

Fazla uzak olmayan bir tarihte “Önce Sultan Ahmet Camii’ni cemaatle doldurun da sonra Ayasofya’ya sıra gelsin” ve “Böyle bir gelişme Batı ülkelerindeki camilerin varlığını tehdit edebilir, ben böyle bir tuzağa düşer miyim?” görüşleri ifade edilmişken, birdenbire Ayasofya’nın yeniden cami olarak ibadete açılması nereden çıktı sanıyorsunuz?

Ya da, 2011 yılında bugünkü iktidarın öncülüğü üstlenmesi sayesinde imzaya ilk orada açıldığı için ‘İstanbul Sözleşmesi’ adı verilmiş olan Avrupa Konseyi’nin bir girişimi şimdilerde kıyasıya tartışılıyor; tartışanlar iktidar partisinin uzağında olmayan isimler.

Dün, burada, ‘İstanbul Sözleşmesi’ etrafında kopan fırtınanın en önemli sebebinin, tartışanların iktidarın dikkatini üzerlerine çekme çabası olduğu görüşünü paylaşmıştım. 

İktidar içinde ve yakınında yer alanlar bir güç mücadelesi veriyorlar ve bunun için sözleşmeyi vesile olarak kullanıyorlar.

Tartışanlara biraz yakından bakıldığında bunu hissediyorsunuz.

İzlenen dış politika ve onun ekonomi başta olmak üzere iç politikaya olumsuz etkilerinin de tartışmayla ilgisi bulunuyor.

Hükümetin dışa dönük hamlelerini başından itibaren şartsız desteklemiş halen de destekler görünen kişi ve kesimler, gelinen noktada karşılaşılan sorunların farkına vardılar; ancak bunu anlaşılır sebeplerle açıkça ifade edemiyorlar.

Bunu yapmak yerine, ‘İstanbul Sözleşmesi’ üzerinden muhalif bir dil geliştirme çabasına giriyorlar.

Hele bir de bu konuda başarılı olurlar ve ‘İstanbul Sözleşmesi’ onların itirazları üzerine tek taraflı olarak ülkemiz tarafından iptal edilirse, güç gösterisinin yararını görmeleri itirazcıların itiraz edecekleri yeni konular bulmalarını kolaylaştıracaktır.

Ekonomik sıkıntıları ve dışarıda yaşanan olumsuzlukları görmeleri de belki o zaman mümkün olabilecek. 

ΩΩΩΩ

Reklam

23 YORUMLAR

  1. Halk TV, Sözcü, Cumhuriyet takipçisi, A Haber, Sabah vs. takipçisinden daha mı rasyonel ya da zeki? Cumhuriyet Gazetesi’nin manşetten verdiği haber: “Son anket açıklandı: İmamoğlu ve Erdoğan başa baş!” Aşağı inip haberi okuyorsunuz: Erdoğan yüzde 39, İmamoğlu yüzde 33, 1.

    Pek çok köşe yazarının “Güzel Türkçemiz elden gidiyor!” diye yakındığı Cumhuriyet Gazetesi’nde, önceki gün şu cümleyi okuduk -mealen: “Virüsün yayıldığı beachlerde. . .” Plajlarda demek istemişlerdi! Yine aynı gazetenin dör gün önceki haberinde, dayak yiyen Ukraynalı modele şunu söyletmişti Cumhuriyet Gazetesi:

    “Bu şiddete sürekli kapalı göz çevirtilmemeli.”

    Belli ki, kadın, İngilizce’de “göz ardı etmek, kayıtsız kalmak” anlamına gelen “to turn a blind eye” ibaresini kullanmıştı. Cumhuriyet muhabiri ve gazete editörünün kepazelikten haberi olmadığı gibi, Türkçe’de hiç işitilmemiş bir ibare peydahlıyor: sürekli kapalı göz çevirmek.

    Ne diyelim: çevir kazı her şey güzel olsun!

  2. Varsayalım ki Kuran’da Hz. Muhammed’in son peygamber (resul) olduğu yazmamış olsun. Onun vefatından sonra 700 yıl geçtiğinde Araplar ve Türkler arasında İslam dini tüm gelenek ve görenekleriyle yerleşmişti. İşte bu sırada yeni bir peygamber gelseydi ne olurdu? Müslümanlar “yeni bir peygamber gönderildi o halde şimdi ona biat etmeliyiz” mi derdi yoksa daha önce Museviler ve Hristiyanların yaptığı gibi yerleşmiş dini geleneklerini devam mı ettirirlerdi?

  3. Bernar bey selamlar

    Samimi Müslümanlar benim söylediklerime hiçbir zaman alınganlık göstermemiştir. Gerçekten dinci olanlar ise tepki vermişlerdir. Gerçek dincilerin sayısı %20’yi geçmez, onların da çoğu rüzgar yön değiştirdiğinde gemiyi terk ederler.

    Sizi bilmem ama ben siyasi parti kuracak falan değilim ki sözlerimi pazarlıkçı bir şekilde söyleyeyim. Arap kültürünün ciddi sorunlar taşıdığı bin küsur yıldır bellidir. Bir Arap “ister beğen ister beğenme biz böyleyiz” diyebilir fakat hele yönetici konumundaki bir Türk, Arap kültürünün paradigmaları ile donatılmışsa bunu ciddi bir tehlike olarak görürüm.

    Sosyalistler hiçbir zaman Rus veya Çin kültürüne özenmediler. Fakat dinciler Arap kültürünün elit kısmını değil gerici ve yobaz kısmını “işte Müslümanlık bu” diyerek halkımızı zehirlediler.

    AKP=Erdoğan’ın yaptığı inşaat yatırımlarının borç ödemeleri gelip çattı ve ekonomi tökezledi. Daha önceden (2002-2011) elde edilen bazı başarılar ise AKP’nin laik nitelikli muhafazakar kesimine aitti. O dönemde ben de AKP’ye oy vermiştim.

    Bernar Bey. Yazılarınızı okuyor ve genel olarak beğeniyorum. Fakat bazen nasıl oluyorsa coşup çok fazla niyet okuyarak aykırı sonuçlara varıyorsunuz diye düşünüyorum. Örneğin bir insan hem Müslüman hem laik olup kendini de Türk olarak tanımlayamaz mı? Küreselci olup Türklüğümüzü mü ret edelim, gerçek din (Kuran) ortadayken dinbaz-dinci takımının dayattığı yozlaşmış dini mi (Ebu Süfyan-Muaviye dini) sorgulamadan kabul edelim.

    Görüşümde ısrarlıyım. Türk kimliğini kaybedip Araplaşmış kişilerin üst düzey yönetici olması ülkemiz için bir Beka sorunudur. Bunların gerçek yüzü ve yeteneksizlikleri uygulamalı tarih dersi vermeden anlaşılamayacaktı. Bu nedenle R.T.Erdoğan’a sınırsız yetki verilmesi ve “madem öyle, buyur istediğini yap” denilmesi çok isabetli olmuştur.

    • Bu “arap kültürünün elit kısmı” da ne ola ki mim?
      Şerif mardin okumuş bi eleman filan çıksa da açıklayıverse bu herzeyi:)

  4. Vaybe tankını güneydoğuya sokaktan bir ülkeden civardaki tüm ülkelerde ABD ,Rusya Fransa ile başabaş atışan ve Akdeniz’de Libya da Suriye de kocan bir ülkeye kulp bulmak rahatsız olmak alttan alta sulandırmak
    Çok güzel oluyor bunları okumak çok gülüyorum
    İlahi Fehmi bey

    • Bir işadamı arkadaşına ne kadar başarılı işler yaptığını uzun uzun anlatmış. Arkadaşı da sabırla dinledikten sonra sormuş. “Ee güzel de paralar nerede?” Emperyal güçler ile başa baş atıştığımıza gerçekten inanıyor musunuz? Eğer öyleyse başarılar nerede?

  5. Ayranı yok içmeye …. diye başlayan bir atasözümüz vardır. Ekonomisi bu haldeyken Suriye ve Libya çöllerine asker göndermeyi bundan daha iyi anlatan ifade belki de yoktur. Ege’deki adaları Yunanlıların yerleştiği ve silahlandırdığını yazmayan ‘yandaş olmayan’ yazar kalmadı. Sen bu konuda sesini bile çıkarma. Sonra da alkış al ve iktidarda kal. Yazar ABD ve Rusya’yı örnek veriyor. Onlar değil adalarını işgal etmek burunlarından tek bir kıl bile aldırmazlar. Doğu Akdeniz’de dostun kim? Herkes kötü. Evet herkes kötü. Senin dış politikan ne? Dış politikanı yönetenlerin kendileri ne? Kadroları ne? Boşverin bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete. Dış politikanın d’sini bile bilmeyen, Tek özelliği imam hatipli olanlar yönetiyor. Bir fardası var halk dincileri tanıyor. Başka türlü anlatamazdık dincileri. Allah yardımcımız olsun.

  6. Yazarımız! Yazısının şu kısmında ne diyiyor!

    “Türkiye’yi son 18 yıldır yöneten kadro, bu uzun sürenin belli bir dönemine
    kadar, dış politikada ‘yumuşak güç’ anlayışıyla hareket ediyor, ‘komşularla sıfır sorun’ türü yeni ve kulağa hoş gelen ilkeleri benimsiyordu.

    O günler geride kaldı.”

    Fehmi bey! Gerçektende o günler geride kaldı..

    2002’de Cankaya Köşkü 70 yıllık falandı.
    ABD Bayaz Sarayi 1 Kasım 1800 yılında faliyete geçmiş.2002 de 202 yaşında.

    ABD, Yıl 2020 Beyaz Saray 220 yaşında, ve toplam çalışan sayısı 377

    Yıl 2020 Ak Saray 6 yaşında ve toplam çelışan sayısį 2,700. Bu bizlerin bildığı rakamlar. Birde bu rakamlar 1 Ocak 2020 tarihinde güncellenmış 7 ay 4 günde kaç kişı daha göreve başladığını bilmiyoruz, A S çalışanlarından duyduğumuz kadarı ile an az günde bir kişi AS de işe başliyormuş.

    Yazarımız KosKocaman TC Cumhur Başkan’ının başarısını yazmamış.

    Neme lazım, en iyisi bizim bilmediklerimizi zamanında Adliye muhabiri olan Ahmet Nesin’den okuyalįm.

    “Ahmet Nesin – Erdoğan’ın sünnetten beri devam eden para hareketliliği… – Günlük Köşe Yazıları” https://www.gunlukkoseyazilari.com/arti-gercek-ahmet-nesin-06-temmuz-2020-erdoganin-sunnetten-beri-devam-eden-para-hareketliligi/698621

    • Peki bu yazdıklarıma reisin hayranları ne diyiyor?
      En iyisi bu sorunun cevabini
      KARDEŞİ ile ayni yaş olduğu için Erdoğan, hayrani kendi ablamin dediğini yazayım başkasını yazarsam yalnışmi anladım diye belki yanılabilirim.
      ABD! Her alanda olduğu gibi Codi19’dede hergün dünya rekoru kırıyor.
      Bu vesilei ile Türkiyedeki yakınlarımız endişeleniyor ve sağ olsunlar ariyorlar.
      Bende! Türkiyeyi en az ABD
      Kadar bildiğim için onlarada dikkatli olmalarını söyliyorum.

      Ablamada o çok sevdiğı kardeşinin bana sõylediklerini anlatım ve dikkatli olmasını sõyledim.
      Tabii işin ucu reise dokununca ablam kardeş falan dinlemez ve havuzun Trump hakkında sõylediklerini bildıği için sanki ben Trumpa hayranım’da “sizin başkan ABD yi batırıyor…”
      Bende “hayır” dedim ve ekledım “abd halkı ona izin vermiyor.”
      Kısacası Trumpın damadından başladı kõtüliyor işte şõylede bõylede. Sıra Beyaz sarayın Mühteşemliğine gelde ve Aynen aksaryda olanları Beyaz Sary yapiyormuş gibi anlatınca. Bende! “Abla o Aksaray beyaz saray değil”
      o bahsettiğin 2,700 kişi Ak Sarayda çünkü ben BS kaç kişı çalıştığını iyi biliyorum, 377 kiş.”
      Ablam haa õğlemiymış?” Evet dedim.
      Ablam!”Tabii abd 250 miliyon nufuslu bizim saray büyük ornın temizliğine 1000 kişi dahi yetışmez.” deyi verdi. Ve ekledi
      “Olsun Erdoğan için herşey helal olsun.”

      82 miliyon Türkiye. 330 + girin kartlılar nerden baksan 350 miliyon nufuslu ABD Beyaz Sarayın’de 377 çalışanı havuz 2700 olarakmi anlatmış yoksa nasıl ben çözemedım.
      Akşa.a kadar evde Havuzun iftira ve yalanlarını dinliyor vede inaniyorlar.

  7. Ben başlığı görünce genel bir eleştiri okuyacağımı sanmıştım ancak sadece dış siyasetle karşılaştım .Evet dedikleriniz doğrudur ,eksiği var fazlası yok ! Ama kime anlatacaksınız ; ”benim oğlum bina okur döner döner gene okur ” Selam ve saygılar

  8. Türk dincileri Türk kimliğini kaybedip Araplaşmışlardır. Arap kültürüne sahip dincilerin devleti yönetiyor olması bir Beka sorunudur.

    • Bu son derece itici, yüzeysel, küçümseyici dilin ardındaki ZİHNİYET’inizin şu ZİHNİYET’in tam da kendisi olduğunun ne kadar farkındasınız, bilemiyorum:

      “Bunlar kendi öz kimliklerini kaybetmiş, akıllarını Batı kültürüne satmış laikler ve bunların iktidara gelip devleti yönetir hale gelmeleri bir Beka sorunu oluşturur.”

      Bu hastalıklı, yoksayıcı, öteki’leştirici zihniyeten bir numara çıkmaz, sayın Mim.

      Tutup milyonlarca insanın oy verdiği, hala Türkiye’nin birinci partisi konumundaki partinin iktidarına “Sizin Türk kimliğinizi yitirmişsiniz, Araplaşmışsınız kardeşim.” diye diye geldiğiniz yer ortada.

      Arap kültürü nedir? “Kötü”, hatta “çok kötü” olduğunu düşündüğünüz apaçık. Niye “kötü” -muhtemelen de “çok kötü”? İŞİD mi Arap Kültürü? Sorunlu ve geleneksel din anlayışları mı? Bundan mı ibaret koskoca Arap kültürü? On binlerce Çeçen, Uygur, Tacik selefi savaşçıyı nereye koyacağız?

      Türklük konusunda, hiçbir siyasal-toplumsal gelenek, bir diğerinden daha az Türk değil. Bundan kuşkunuz olmasın. MHP ile AK Parti seçmenleri arasındaki apaçık geçişkenlik, Suriyeli göçmenlere yönelik düşmanlık ve öfkede bu iki partinin taraftarlarının CHP’lilerden geri kalmadığı, vs. bile buna tek başına işaret eden yüzeysel gözlemler.

      Her türlü diyaloğu baştan reddeden bu kibirli dille, sözüm ona karşı çıktığınız zihniyetle aynılaşır, onu yeniden üretip durur, sonra da yüzde 20’lere mahkum olursunuz.

      Bence, Türkiye’de tüm siyasal-kültürel gelenekleri zehirleyen, bizatihi devletin ürettiği ZİHNİYET’i sorgulayın. Bir beka sorunundan söz edilecek ise, bu, tüm kesimlerin ortak paydası olan bu hastalıklı ve çağdışı zihniyet.

      Bir aralar sadece bir 1 Mayıs mitinginde alana milyonları yığan, çok açık kitlesellik kazanmış, sayıları milyonlarla ölçülen sosyalist hareketin katılımcıları ve sempatizanları, Türk kimliklerini kaybedip Ruslaşmış ya da Çinlileşmiş, Rus veya Çin kültürüne mi sahip çıkmışlardı?

        • Bu soruyu hakkını vererek yanıtlamak, en azından uzunca bir makaleyi gerektirir. Kabaca: Halihazırdaki devletin zihniyeti, Cumhuriyet’in kuruluşuna temel teşkil eden Kemalist (otoriter ve gerici) devlet ideolojisidir ve her zaman da öyle kalmıştır. Bu ideolojiyi besleyen aygıtlar Kemalist tarih anlatısı, ilkel ve devletçi eğitim, ilkel ve devletçi siyasal partilerdir (alayı).

          Kemalizm, otoriterdir, seçkincidir, ilkeldir ve gericidir. Çünkü, bütün bir Kemalist proje, tüm kültürel kimlik ve siyasal geleneklerde bir “devlet tapınıcılığı ve yönetici kutsayıcılığı” zihniyetini derinleştirip sağlamlaştırmak, söz konusu kültürel-siyasal kimlikleri (dindar, seküler, Türk, Kürt, Alevi, vs.) kendi içine kapalı, diğerlerini rakip ve düşman olarak gören cemaatler olarak muhafaza etmektir. Halkın (kendisine çok şey kaybettiren) bu rekabetçi cemaatler topluluğu olarak kalıp bir türlü ortak kader birliğinde birleşmiş bir toplum haline gelememesi, projenin yaşamsal stratejisidir.

          Türkiye’de siyaset ve siyasal partilerle eğitim, tarım, sağlık, çevre, üretim gibi temalar arasında pek bir bağ yoktur (Ayasofya, İstanbul Sözleşmesi, HDP PKK’nın uzantısı mı, diyanetin başındaki adam iyi mi kötü mü, Erdoğan siyasal İslamcı mı, İyi Parti ‘FETÖ’ projesi mi, CHP yerli ve milli mi türü bir ton kimliksel saçma sapanlık değil mi konuşup durduğumuz şeyler?)

          Kemalist rejim ve ideolojisi, bütün kimlikleri ve siyasal gelenekleri devlet ve yönetici kutsayıcılığında ortaklaştırmış ve eşitlemiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı, Sünniliğin geleneksel yorumlarını, bunlar devleti ve yöneticiyi (lideri) kutsayıp yücelttiği için, İslamın geleneksel yorumunu din diye yutturmak için kuruldu M. Kemal ve kadrosu tarafından. Bu muazzam avantajı Alevilik sunuyor olsaydı, saniye düşünmez, kimliğimiz Türk ve Alevi olurdu.

          Dindarlar ve dindar düşmanlığını solculuk sanan şaşkın seküler-modernler Kemalizm zehiri ile yüzleşip kendilerini bundan arındırmadıkları sürece, sorunlarımızı aşamayız.

          Sözünü ettiğim müşterek ve herkesçe paylaşılan ZİHNİYET’in kusursuz bir taşıyıcısı olan Erdoğan, zihin dünyası ve yönetici eylemi açısından su katılmamış bir Kemalisttir. Mahir Çayancı, Deniz Gezmişci sosyalist veya Apocu Kürt de öyle. Deniz Gezmiş ve asılan diğer yoldaşı H. İnan’ın idam cezasının onandığı son duruşmasındaki “Ne yaptıysak bağımsız, anti-Emperyalist bir Türkiye için, Türkiye Cumhuriyeti devleti için yaptık” demiş olmaları hiç şaşırtıcı değildir.

          Ahmet Altan ve ülkücü gelenekten gelen Mümtazer Türköne’nin tüm siyasal geleneklerin ve külltürel cemaatlerin ortak düşmanı olmasının nedeni de budur. Devleti ve onun Kemalist zihniyetini sorgulayan, yalnızdır, bir başınadır, bütün o birbiriyle kapışan kültürel-siyasal cemaatlerin ortak düşmanıdır.

          Türk ulusu zeki imiş, çalışkanmış, damarlarında asil kan dolaşıyormuş. Bu tür akıl dışı kepazeliklere inananlar, kendilerini rasyonelliğin, bilimin, çağdaşlığın temsilcisi sanıyorlar, az gelişmişliğimizi, tüm toplumsal sorunlarımızı din ve dindarlarla açıklıyorlar. Zeki ve çalışkan Türk gençleri, 40 matematik sorusundan sadece 6 tanesini doğru yanıtlayabiliyor. Kendi anadilindeki bir metni anlama konusunda, pek çok Afrika ülkesinin gerisinde Türk gençleri. Ömrü hayatında tek bir makale yazmamış twitçi adam, üniversite dekanı. Parti liderinin çalışkanlığına, bilmem nesine değil, hamaset becerisine bakılıyor, vs. Ne çalışkanlığı, ne zekiliği? Lider dediğin prmpter olmadan konuşamıyor, pek çok üniversite mezununun kendi dilinde kendisini ifade etme kapasitesi utanç verici. Adam motosiklet sürmüş, halterde ağır metal kaldırmış, gol kralı olmuş: milletvekili!

          Etyen Mahçupyan’ın üç gün önceki son ropörtajı, sorduğunuz sorunun kusursuz, çok sıradışı yanıtlarını veriyor.

          https://www.perspektif.online/devletle-toplumun-demokrasi-geriliminde-yine-devlet-kazandi/

          • “İktidar ‘İstanbul sözleşmesi’ni imzaladığı dönemlerin ardından girdiği yeni yolda, son sekiz-on yıl içerisinde kurduğu ittifakların kapısına dayattığı bir sorunu yaşıyor bugün: İttifakın tarafları, iktidara, hem de en tepeye, “Biz senin doğal çevrenden, en yakınlarından daha önemliyiz” demenin yolunu ‘İstanbul sözleşmesi’ eleştirisi arkasına sığınarak bulmuş görünüyor.”

            Bu paragraf dünkü yazıdan ve “ittifak” sözcüğü ile anlatılmak isteneni sözcük tam karşılamıyor gibi. yani benim kafamdaki hikayeye oturmuyor. bu hususta dün yazacaktım aklıma sayın y.k.nın “ruh hastası” tanımı geldi vazgeçtim:))

            sizce de bu günkü yazıyla birlikte düşünüldüğünde ‘ittifak’ sözcüğü yerine ‘liderlik’ sözcüğüyle anlatılmış olsa genel hikayeye daha uygun olmaz mı?

  9. İnsanlar dinden soğudu, bircok kisi hutbe ve vaazlardaki siyasi söylemlerden dolayı camilere gitmiyor..Sonuç olarak Ayasofya açılsa ne olur açılmasa ne olur. Dün Ak dediklerine bugün Kara diyorlar ama toplum bunun farkinda degil. Bir diyanet ki, hutbelerde mütavazi yaşama davet ederken, kendisi kibir ve şatafatın içinde..İnşallah ile cümle kuran insanlardan korkar olduk..Birleşelim derken ayrıştırıldık, kin ve nefrete boğulduk.. Hüzün hep hüzün…

  10. Listeye Doğu Türkistan konusu da eklenebilir.

    Tarihin gördüğü en kötü insan hakları ihlallerine maruz kalan Uygurlara karşı en çok sesi çıkması gereken Türkiye Çin ile olan ilişkilerini bozmamak adına ses edemiyor.
    Filistin konusunda arslan kesilen iktidar, Uygurlara yapılan ihlaller karşısında süt dökmüş kedi gibi.

    ABD’nin, Almanya’nın, Fransa’nın verdiği tepkinin yüzde birini bile veremiyor. En kıytırık konuları abartarak veren iktidar medyası Uygur Müslümanlarına yapılan zülmü görmemezlikten geliyor.

Yoruma kapalı.