Bugün pazar… Biraz kül, biraz duman tadında bir yazı…

16
Mimar Kemalettin'in eseri Bebek Camii (1912)..
Reklam

Geçen hafta Türk basını için önemli bir ismi kaybettik; Güngör Uras‘ı… Tanıdığım en çalışkan gazete yazarlarından biriydi; hem de mesleği gazetecilik olmadığı halde… Milliyet‘te kendi ismiyle yazarken, Dünya‘da Tevfik Güngör mahlasını kullanıyor, bu da haftada tam 12 yazılık bir verim anlamına geliyor.
Uzun yıllar, Ali Rıza Kardüz imzasıyla, gittiği lokantaları ve yediği yemekleri de yazdı Güngör Bey
İlber Ortaylı Hürriyet‘teki yazısının bir bölümünü bugün ona ayırmış. Bölümün girişi şöyle:
“Ali Rıza Kardüz, asıl adı olmalıdır. TRT Ankara Radyosu’nun unutulmaz spikerlerinden Aytaç Kardüz’le kuzen olurlar. Güngör Uras, onun özel sektörde ve basın hayatında benimsediği isimdir. Resmi ismi tashih ettiğini bilemiyorum.”

“Acaba çok kişilikli miyim?” diye sorardı

Rahmetli gerçekten de TRT spikerlerinden Aytaç Kardüz‘le kardeş çocuğudur, ancak Güngör Uras nüfus kağıdındaki gerçek ismidir. Büyük dayısının ismi olan Ali Rıza Kardüz‘ü, Sabah gazetesinden, “Gittiğin lokantaları da yazsana” teklifi geldiğinde kullanmaya başlamıştı.
Başlarda takma ismiyle arasındaki akrabalık ilişkisini kendisi anlatırken, Ali Rıza Kardüz ile oğlunun istihbaratçı kimlikleri yüzünden olacak, sonraları bu yoldaki sorulara üstü kapaklı cevaplar vermişti Güngör Bey
Geçen gün bir başka vesileyle kendisini anmam gerektiğinde, önemli dini günler öncesinde, okurlarını o konularda da aydınlattığını özellikle belirtmiştim. Ramazan’da fitre ve zekat, kandillerde o günün önemi gibi konularda pek çok yazısı vardır.
Pek bilinmeyen bir özelliğini daha kayda geçireyim: Bir zamanlar Tercüman gazetesinin sahibi Kemal Ilıcak kendisinden katkı isteyince, dini ve ahlaki konularda yazılar yazan yeni bir yazar doğmuştu: İsmail Halit
O da aslında Güngör Uras‘tı…
Değişik gezilerde birlikte bulunduğumuzda aramızda ‘yemek’ konusu dışında da ortak bir yan bulunduğunu keşfetmiştim: Son zamanlarda inşa edilen mabedlerimizin estetik eksikliği…
O da benim gibi Cumhuriyet dönemini de görmüş (1870-1927) mimarlarımızdan Kemalettin Bey tarafından eskisinin yerine yeniden inşa edilen Bebek Camii‘nin hayranıydı. Kendisinin en büyük arzusunun mimar Vedat Tek tarafından çizilmiş ancak henüz hiçbir yerde kullanılmamış bir cami projesini kendi cebinden inşa ettirmek olduğunu bana anlatmış, üstelik o planı fakslamıştı da…
Güngör Bey arzusunu yerine getirebildi mi, o konuda bilgim yok.

Güzel camiler de var

Ankara/Çankaya’da birkaç yıl önce ibadete açılan Hasan Tanık Camii de ibadetlere zevk katan mabetlerden…
Daha önce de yazdığımı sanıyorum: Ülkemiz son yıllarda İslam Dünyası’nın çeşitli köşelerinden turist akınına uğruyor; gelenlerin önemli bir bölümü cuma ve bayram namazlarına da katılıyor, ancak merkezi camilerde bile cuma ve bayram hutbeleri Türkçe okunuyor.
Oysa Arapça ve İngilizce bölümleri de olmalı merkezi camilerde okunan hutbelerin…
Konuyu açtığımda, Ankara İlahiyat’ta öğretim üyesi bir dostum, Hasan Tanık Camii‘nde kendi fakültelerinden Prof. Mehmet Akif Koç‘un tam da bunu yaptığını söyledi. Mehmet Akif Hoca, hutbeyi üç dilde (Türkçe, Arapça ve İngilizce) olarak veriyor, bu sebeple de Ankara’daki yabancı misyon temsilcilerinden müslüman olanlar, Hasan Tanık Camii‘ne gidiyor…
Darısı İstanbul’daki selatin camilerinin başına…
Henüz devlet yönetimini ele almadan önce kendisinin davetiyle katıldığım bir yurt gezisinde, helikopterden aşağıya bakarken, etrafta tek bir evin bile görünmediği bir dağ tepesine inşa edilmiş bir camiyi gösterdiğimde, Tayyip Erdoğan “Ne büyük israf” tepkisini vermişti.
Muhabbet açılmışken ben de ibadethanelerdeki estetik eksikliğini gündeme taşımıştım. Tayyip Erdoğan, o zaman bana hak vermiş, iktidar olduklarında o konuyla da yakından ilgileneceğini söylemişti.
Güngör Uras‘ın başkalarına da örnek olsun diye estetik bulduğu bir mimari projeyi uygulayarak cami inşa ettirme arzusunu da o görüşmemizde Tayyip Bey‘le paylaştığımı hatırlıyorum.
Çankaya’ya muhtemelen ‘Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ adı verilecek kocaman bir cami inşa ediliyor; hayal kırıklığına uğrarım diye inşaatın yanından bile geçmiyorum.
Yabancı ülkelerdeki en beğendiğim camiler listesinde ilk sıra Hırvatistan’ın başkenti Zagrep’teki altında çok yönlü etkinlikler için kullanılacak mekanları da bulunan camidir ve proje iki Hırvat mimara aittir.

Pakistan/İslamabad’taki Faysal Camii.. Mimarı Vedat Dalokay..

İkinci proje ise… Pakistan/İslamabad’taki Faysal Camii‘dir. Onun projesi de aslında Ankara’daki Kocatepe Camii için Vedat Dalokay‘ın çizdiği projedir. Proje bizde rağbet görmediği için mimarı İslamabad’ta inşa edilecek cami için açılmış uluslararası yarışmaya katılmış ve kazanmıştır.
Cami denildiğinde illa Osmanlı -hatta özellikle Mimar Sinan– taklidi olması gerekir diye düşünülüyor ülkemizde.
Keşke biraz da “Mimar Sinan bugün yaşasaydı, eldeki sınırsız malzemeyle nasıl bir cami inşa ederdi?” diye düşünülse…
Güngör Uras‘a Allah’tan rahmet diliyorum.
ΩΩΩΩ
Hıırvatistan/Zagrep’teki camiden görüntüler:

Reklam

16 YORUMLAR

  1. Kesafeti çok az bir dağbaşında yapılan cami, evet israftır ve muhtemelen bir saplantı eseridir. Ancak insanların karınca gibi yoğun olduğu her meydana cami yapmak da israftır ve yine saplantı eseridir (ezbere müslümanlık!). Dine hizmet, habire cami yaptırmak değildir, olanlar yeter (günümüz şartlarında fabrika daha öncelikli bir konudur). Camilerin niceliğinden ziyade içine girip çıkanların niteliği önemlidir [akıl-iman sentezi!].
    Örneğin, trafik kördüğümü ve ayakaltı notkası olan Taksim’e camiden ziyade trafiği rahatlatlamaya yönelik yenilik(ler) düşünülmeli(ydi). Kesafetten, park (yeşil alan) ve park etme (araç trafiği) sorunu olan İstanbul Taksim’e ayni sebeple Opera Binası yapılmasi doğru değil(di). İstanbul’un müsait bir deniz kıyısına yapılması daha doğu olur(du) [akıl-iman sentezi!].

  2. GÜNÜMÜZDE CAMİLER.
    Beşyüz yıl öncesinin malzeme ve tekniğiyle yapılan kargır camiler; günümüzde betonarme taşıyıcı sistemiyle ve çok çeşitli kaplama malzemeleri olmasına rağmen taklit edilmeye devam ediliyorsa durumumuz budur demek ki.
    O zamanlarda uygun olan yöntemler yüzyıllardır taklit ediliyorsa gelışemediğimizin göstergesi.
    Birde fonksiyonlarına gelince ,her dönem hakim sistemin tecümanlığı olmuştur.
    Vakit namazlarda az cemaat için küçük bir çekirdeğe ihtiyaç var.
    Cuma ve bayram namazları için cami bahçesinde portatif yağmur ve güneşten etkilenmeyen sundurmalar
    teknoloji kullanılarak camı avlusu değerlendirilebilir.
    Birde cami ve şadirvan v.b. ibadethaneleri dizayn eden mimarlarin bizzat cemaatin ihtiyaçlarini bilmesi açısından cami cemaatinden olmasından büyük faydalar vardır.
    Namaz kılmayan bir mimarin cami yapması şekil olarak kalır caminin ve ibadetin ruhunu eserinde hissesedemezsiniz.
    Bir yapının nasıl olması gerektiğini en iyi onu kullanan veya kullanacak olanlar bilirler.
    MİMAR KULLANICILARI ÇOK İYİ DİNLEMELİ YADA BİZZAT KENDİSİ KULLANICI OLMALIDIR.

  3. Yorumları okurken; ” ibadetin ruhunu kavrayamayanlar, şekliyle meşgul olur” sözü aklıma geldi.

    • Müminler tabiki ruhunu kavrayarak ibadet ederler ancak bir eyüp sultanda kıldığın namazdan aldığın haz ile sıradan bir semt camisinde aldığın haz bir değildir. Yoksa insanlar neden ihtişamlı camiler yaparlar

  4. 500 sene evvel ki mimari anlayıştan vazgeçemiyoruz.Bu devre has bir mimari neden gelişmesin ki? Hep Osmanlı çizgisinde gidilemez.Dil,kültür,fikir,gelenekler kısacası birçok şey gibi mimari çizgi de değişmelidir.Her köşe başında birbirinin aynı camileri görmek zorunda mıyız? Bu türden camilerin içine girince mabedin her yanından zevksizlik aktığına şahit oluyoruz,içimizi kasvet basıyor.Cami dediğiniz insana ferahlık vermeli.İmamlar ve müezzinler de güzel sesli olmalı.Sesi güzel olmayan adamı köy camisine bile göndermemeli.

  5. Turgut Cansever’in eserleri daha sicak. Dalokayin eseri gibi modern ibadethaneler bir sure sonra göze ucube gorunmeye başlıyor. Klasik sıcaklığı muhafaza etmek önemli. Bu acidan merhum canseverin eserleri önemli.

  6. Dünya nın en muhteşem, en şaşaalı, en güzel, en büyük camilerini yapsanız da, içine, cemaat ve kürsüsüne gönüllere hitap edecek alim hocalar bulamadıktan sonra ne olacak ki?
    Yaşadığım şehrin, oturduğum mahallesinde 3 katlı kocaman bir camii var.
    Yapımında hepimiz yardım ettik.
    İlk zamanlar kadrolu bir imam-hatipi yoktu.
    Emekli imam ve müezzinlerle durum idare edildi.
    Son 3-4 yıldır bir adamı imam-hatip diye atadılar.
    Allahım o nasıl bir ses. Hiç mi eğitim almadın arkadaş?!
    Camiye gelin diye değil de sanki gelirseniz pataklarım der gibi bağırıyor ezan okurken.

    • Devam…
      Ayrıca önemli bir noktaya temas etmek istiyorum.
      Camiler artık bir siyasi partinin çöplüğü olarak görülmeye başlandı halk arasında.
      Her horoz kendi çöplüğünde öter misali camilere ve diyanete musallat olan zihniyet buraları siyasi propagandalarına alet etmeye başladılar.
      Son Cuma hutbesi bunun bariz bir örneğiydi.
      Camiye kışlaya ve okula siyaset girdi.
      Artık bu işin sonu ne olur siz tahmin edin.
      Bizi birbirimize bağlayan bu en önemli üç kurum, siyasete hiç alet edilmemeliydi.
      Ülkenin en az %50 si artık aidiyet duygusunu yitirmeye başladı.
      Bu açıdan en büyük kötülüğü bu ülkeye AKP yapmıştır.
      Özellikle paralı askerlik konusu insanları iyice ayrıştırmış durumda.
      Her Türk asker doğar jargonu artık masal olmuştur.
      Muhteşem sakallarıyla ve başörtüleriyle görünüşte müslüman fakat içi boş bir nesil yetişmektedir.
      Ve bunun da sorumlusu AKP dir.

  7. Fehmi bey bir diğer konu da selattin camilerin hazirelerinde kabristan olurdu. Şimdi kabristan kar ormanlık alanların içlerine yapılıyor.

  8. Önceki yorumumu yazdiktan sonra haber sitelerini okurken gözume polislerın yaşlı kadinlara kelepçe takmiş göturduklerini ve birde itişip kalkişmaları izledim.
    Meğrse Cumartesi Annelerine polis mudahale etmiş!
    Cumartesi annelerinin 699 hafta oturma eylemlerine pek ses çıkarmayanlar neden acaba 700 üncüsunde polisler basıp biber gazı sıkarak yaşli kadinları kelepçeleyip götürdükleri yetmezmış gibi birde Hırran Dinkin oğlunu gözlatına almya kalkişmişlar.
    Helal olsun HDP millet vekillerine, özeliklede Huda Kayaya, Başörtüsünden dolayı, Cuntacılar tarafindan sürüldü ezildi iğdamla yargılandi evletlari hapis yattı fakat O, o zamanda ZALIMLERE BOYUN EĞMEDI,şimdide H Kaya ve onun gibilerinin sayesinde devletin tepesine kadar yükselip Camilerde ismini yaşatmak isteyenlerede boyun eğmiyor ve Allahın izni ile onlarinda haklarindanda gelecektır.
    Birilerini sadece meclise almadilar diye burada ABD de televiziyon teleiziyon dolaşarak Türkiye aleyhide konuşan hanım efendi ve sülalesi Türkiyenin değerleri zindanlarda çürürken onlar devleti batirmakla meşguller.
    Nereden nereye.
    Az gittik, uz gittik,Dere, tepe
    Düz gittik,alti ay bir kış gittik,
    16 yılda zannetikki bir arpa boyu yol gittik.
    Birde ne ğörelim bir asır geri gittik.

  9. Cami yapılması malayani emektir çünkü emsali pek çoktur ihtiyaç yoktur, içinin doldurulması mübarektir çünkü camilerin içi cumalar dışında boştur, fakat imanlı ve ihlaslı cemiyet ihdası farzı ayndır ve hakikati sünneti seniyyedir (ASM).
    ”Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” Ali-imran-104

  10. Kocatepe camii olayını yanlış biliyorsunuz.Kocatepe camii için Vedat Dolakayın projesi İslamabaddaki cami nin aynısı değildir.Kocatepe için yaptığı proje sizin de bulunduğunuz Bostondaki MİT kampusundaki kütüphane binasının kopyesi olan 50×50 mt ebadlı shell tabir edilen bir yapıdır. Statik hesaplarını yaptırmayı düşündüğü İspanyol statikerin ölümü üzerine modelleme ve statik testler için ODTÜ İNŞAAT FAKÜLTESİ laboratuarlarında model maketi yapılır ama 50×50 mt açıklık geçilemez bu sebeple ölçü 45×45 mt ye düşürülür.mu 2000 m2 lik alan derneğin istediği 5000-10000 kişilik cami alanını Sağlamadığından projenin değiştirilmesi istenir.27 mayısçı Ahmet Yıldızdan yyönetimi devralan ekip bunun üzerine sözleşmeyi fesheder.Telif hakkı dolayısıyla aynı proje revize edilemez ve yeni proje yaptırma arayışına gidilir.Bu bilgileri o dönemde olayları birebir yaşayan dostlarınızdan teyit edebilirsiniz.

  11. Günümüz cami mimarisinin yanında bir de merhum Güngör Uras şahsında bir “günümüz Müslüman şahsiyeti” portresi çizmiş oldu sanki sn. Koru.
    Uras daha çok bir ekonomi yazarı idi..gazetelerde dini ve ahlaki konularda yazı yazacak kadar yetkin ve bir tedristen geçmiş midir bilmiyorum, lakin gazetelerin, dini ve ahlaki konulara girmeleri de “biraz kül biraz duman” nevinden bir uğraş türü.
    Şimdi, kendinden eser kalmamış ve son zamanlarını da metruk geçiren ama içine daldığınızda bir çok yaşanmışlığı ilahi bir esintiyle yüzünüze yalatan, taştan kerpiçten mabetler bilirim..kendisine lahuti bir ruh katılmış…
    Günümüzde, eldeki sınırsız malzemeyle, Mimar Sinan olsaydı; muhteşem eserlerini geride bırakacak ihtişamda eserler ortaya çıkarırdı belki ama gününün toplumsal ve ekonomik(!) yapısını bu zamanda bulamayacağı ve “o ruhu” içine katamayacağından “kurban olurum ben Selimiyeme der, çekip giderdi..zan ederim..
    Ülkemizin her köşesinde mantar gibi üreyen, ruhsuz, bezenisiz, israf ve gösteriş abidesi o kadar çok cami oldu ki; hem yetim kalıp hem de içine ibadet için girenlerin, hem mabed hem de kalp uyuşmazlığı içerisinde, nicedir, vakit namazları “ikame edilmez” oldu.
    Artık mahalli yada merkezi-selatin camilerde, Pazar’dan Pazara, pardon Cuma’dan Cumaya ibadet edilir oldu. Müslümanlara özel, bir de bayramadaaan bayrama…
    Bu haliyle, selatin ve tarihi camilerin yanında, günümüz mimarisi ve sınırsız malzemeyle inşa edilen büyük, merkezi camiler; birer anıt niteliğinde ve göz zevkini doyuran, geçmişten gelenlerinin, tarihi anektotlar anlatılmaya ve üzerinden turizm gelirleri elde edilen, yenilerinin ise teknoloji harikası olduklarına dair anlatımların-izlenimlerin edinildiği mekanlar ötesine geçememektedir.
    Nerede o eski; ‘hayatın merkezine konan’ ve hayatın içerisinde-çevresinde şekillendiği, münevver şahsiyetlerin cirit attığı (külliye) camiler ve sokakları?..

  12. Güngör beye Allah rahmet eylesin.
    Ne bereketli bir yüzükmüş diyesim geliyor ama Fehmi bey Çankayaya yapılan caminin kim tarafindan yaptirildiğını yazmiyor.
    Parayı veren düdüğü çalar diye bir deyim vardı, oda tarihe ğömuldü.
    Şimdi parayı veren değil vermeyen düdüğü çaliyor, galiba!

Yoruma kapalı.