Bir CHP milletvekili, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ziyareti ardından, “Papa ile görüşebilmek için Vatikan’a yüklü miktarda bağış yapıldı” iddiasını seslendirdi.
‘Yüklü miktar’ için rakam da verildi: 5 milyon dolar…
Medyada da aynı iddiayı tekrarlayanlar oldu.
Dün Vatikan’da konuya ilişkin bir açıklama yapıldı ve “Kesinlikle böyle bir şey yok; bunu olabilecek en kesin dille yalanlıyoruz” denildi. Hiçbir devlet ve hükümet başkanından Papa görüşmesi için bağış yapılması diye bir uygulaması yokmuş Vatikan’ın; bu arada bunu da öğrenmiş olduk.
Vatikan’a ziyaretin açık ve kapalı gerekçeleri
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaklaşık bir yıl kadar önce (Mart 2017), Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyeliği önüne sürekli engel çıkartıldığı bir dönemde, AB üyesi ülkelerin liderlerinin Vatikan’da toplanmalarını “Haçlı ittifakı kendini gösterdi” cümlesi eşliğinde değerlendirmesi hatırlatılarak Vatikan ziyaretini eleştirenler var.
Ziyaret çoktan geride kaldığı halde bu tür eleştiriler sürüp gidiyor.
Oysa ziyaretin biri basit ve kolay anlaşılabilir, diğeri daha karmaşık ama mutlaka üzerinde durulması gereken iki gerekçesi var.
Kolay anlaşılabilir olan, Türkiye’nin girişimleriyle Birleşmiş Milletler’den geri çevrilen ABD Başkanı Donald Trump’ın İsrail’in başkenti olarak Kudüs’ü tanıması kararına Papa Francis’in da sert bir biçimde itiraz etmesidir.
Papa’ya o tavrı sebebiyle teşekkür için gerçekleştirildi ziyaret; resmi gerekçe bu.
Daha karmaşık olan ve dillendirilmeyen gerekçe ise, hiç değilse benim açımdan, bir yöntem değişikliğini dışa vuruyor. Dost olarak görülmeyen, tehdit algısına muhatap önemli bir yere alenen ‘düşmanca’ davranmak yerine, onu sempati taarruzuyla daha az zararlı hale getirme yöntemi…
Türkiye’de siyasi iktidar içte ve dışta ciddi tehditlere muhatap. İçeride AK Parti’yi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı akıl almaz boyutlarda seven hayli kalabalık bir kitle var; ancak iktidardan uzaklaşmasını bir bayram olarak değerlendirecek kadar hoşlanmayanı da var iktidarın…
Dışarıda ise, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın diline de yansıyan daha geniş bir ‘karşı cephe’ oluştu. Dünya medyası olumsuz haberler ve yorumlarla dolu; aynı olumsuzluk devletlerin ve uluslararası kurumların dillerine de yansımaya başladı.
İktidarın bu konuya yaklaşımı pek geleneksel. Aynı olumsuzluk o ülkelere ve liderlerine karşı bizdeki siyasilerin de ağızlarında. Hollanda ile aramızdaki sözel ihtilaf, diplomatik ilişkimiz çok eski tarihlere dayanan ve ikili derin ekonomik çıkarlarımız bulunan bu ülkenin büyükelçisini resmen çekmesine kadar vardı.
Bu ve benzeri olaylar yüzünden, uluslararası ilişkilerinde diplomasinin bütünüyle devre dışı bırakıldığı görüntüsü vardı ülkemizin; Vatikan ziyareti yeniden diplomasiye başvurulduğu izlenimi veriyor.
Öyle ise, bu, olumlu bir adım.
Her ülkenin sorunları var. Hiçbir iktidar ülkeler halklarının bütününden destek bulmuyor. Demokrasiler, ülke ne kadar gelişkin olursa olsun, iktidarla muhalefet arasında çatışmalara yol açabiliyor.
Ancak hiçbir çatışma ‘düşmanlığa’ vardırılmıyor.
Bizde ise ‘düşmanlık’ derecesinde bir çatışma ortamı var ve bunun yansıması hemen her alanda görülüyor.
Her muhalif düşman değildir
Vatikan ziyaretinde yaşandığı gibi, olumlu karşılanması gereken politik çıkışlar bile, muhalefet tarafından tezvirata alet edilebiliyor.
Kazanılması gerekenlere yok edilmesi gerekenler muamelesi çekildiği bile oluyor.
Türk Tabipleri Birliği (TTB) ile Türkiye Barolar Birliği (TBB) konusuna yaklaşım bu yanlışlığın son çarpıcı örneği.
Birliklerin adlarından Türk ve Türkiye sözcüklerinin kaldırılması düşüncesi yalnızca o örgütlerin çatısı altında bulunanları karşıya alma sonucunu doğurmadı, iktidarın o sözcüklere ters baktığı ve bu yüzden kaldırılmasını istediği iddiasının dillendirilmesine de yol açtı.
Ne gereği var.
Doktorların örgütünün ‘savaş-karşıtı’ bildirisine “Biz Afrin’de savaşmıyoruz ki” diye cevap verilebilir, bunu yaparken de, Afrin operasyonuna en baştan destek çıkan TBB başkanına teşekkür edilebilirdi.
Ayrıca savaşa karşı çıkmak da suç değildir.
Muhalefet cephesini daha az zararlı hale getirmek için, iktidar, her aykırı görüşü varlığına tehdit olarak görmekten vazgeçerek işe başlayabilir.
Darbeyi yapan ve darbeciyi destekleyen ile bunu yapabileceğini aklından geçirmediği için ‘hayırlı hizmetler peşinde’ diye bildiği yapıyla irtibat kurmuşları birbirinden ayırabilir, ilk iki grubu cezalandırırken diğerlerini kazanmaya bakabilir devlet…
Vaktiyle ‘modern Haçlı seferleri düzenlemek’ ile suçlanmış Vatikan’a gidilebiliyor ve Papa ile görüşülebiliyorsa, içerideki muhaliflere karşı da aynı yöntem pekala uygulanabilir.
Uygulanmalıdır.
Tavır değişikliğini eleştirenler, araya bir de “Bağış yapıldı” iddiasını karıştıranlar, konunun esas bu yönü üzerinde düşünmeliler.
İçeride de benzer bir yöntemin hakim olmasına ihtiyaç var.
O zaman cezaevleri de boşalabilecektir.
ΩΩΩΩ