Hukuk eğitimi almış genç dostum, sonunda, “Acaba İslâm hukuku hocalarına danışarak bu yolda bir fetva almış olmasınlar?” sorusunu biraz da çekinerek ortaya attı.
İslâm hukuku hocaları? Fetva?
Merakım gıdıklandı.
15 Temmuz sonrasında meydana gelen, en az 1 milyon insanın dolaylı, 100 bin kişinin ise doğrudan etkilendiği… Gözaltına almalar ve tutuklamalar… İşten çıkarmalar… Geçmiş hizmetleri yakmalar… Mallara mülklere el koymalar… gibi tasarrufları konuşuyorduk.
Uygulamalara bakarsak
Genç dostum, “Bunların çoğu ‘tabii hukuk’ kuramına aykırı, bizim sistemimize de uymayan uygulamalar” dedi ve ‘habeas corpus’ gibi, ‘suçu sabit olana kadar suçsuzluk’ gibi, ‘mülkiyetin kutsallığı’ gibi Roma Hukuku’ndan Batı’ya, oradan da bize geçmiş kavramları hatırlattı…
Söz “Acaba İslâm hukuku mu? Ne bileyim, belki İslâm’da devlet başkanına ve devlete silâhla karşı çıkanlara böyle cezalar öngörülüyor olabilir” noktasına böyle geldi.
Kendisine, ‘Beraat-ı zimmet asıldır’ diyen Mecelle kuralını bildiğim için, derhal “Olamaz” dedim.
Kısa süreli (1 yıl, 1960) Diyanet İşleri Başkanlığı, uzun bir dönem İstanbul Müftülüğü (1941-1960) yapmış Ömer Nasuhi Bilmen’in (1882-1971) ‘Hukuk-u İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu’ adlı 6 ciltlik mükemmel eserini üniversitesi adına yayımlayan (1949-1952) Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar, kitaba yazdığı önsözde, İslâm fıkhının rasyonalitesini öve öve bitirememiştir.
Kaynak belli: İslâm Ansiklopedisi…
Genç dostumdan ayrıldıktan sonra doğru kütüphaneme koştum.
En başta da yeni ‘İslâm Ansiklopedisi’ne…
1940’lı yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayımlanan ilk ‘İslâm Ansiklopedisi’ müsteşrik de denilen ‘Şarkıyatçı’ yabancıların kaleminden çıkmıştı. Tercüme eserdir. Türkiye Diyanet Vakfı (TDV), 1980’lerde, tamamen Türk âlimlerin kaleminden çıkma yeni bir çalışma için kolları sıvatmış, bunda büyük çapta başarılı da olmuştur.
Yenisi 1983’te fasiküller halinde yayımlanmaya başlamış, 2013 yılında çıkan 44. ciltle tamamlanmıştır.
TDVİA’da konu ‘bağy’ başlığı altında ve ‘meşrû devlet başkanına silâhla karşı koyma, isyan etme’ anlamında işlenmektedir. Maddenin yazarı Prof. Ali Şafak’tır.
Okuyalım:
“İslâm hukukçuları isyan suçunun oluşması ve buna verilecek ceza konusunda, ‘Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını bulup barıştırın. İçlerinden biri ötekine saldırırsa Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer vazgeçerse artık aralarını adaletle düzeltin’ (el-Hucurât 49/9) âyetine, Hz. Ali’nin Cemel Vak‘ası’nda, ayrıca Muâviye ve Hâricîler’le olan savaşlarındaki uygulamalara dayanmaktadırlar.”
İsyancılara ne yapılır?
Maddede hangi eylemlerin ‘bağy’ kavramına uygun geleceği âyet ve hadislere dayanılarak işlendikten sonra, böyle bir eyleme kalkışanlara verilecek cezadan bahis açılıyor.
Ne deniliyor bakalım:
“Bağy suçu sabit olan isyancılarla savaşmak ve bu sırada onları öldürmek helâl kabul edilmiştir. Yalnız onların müslüman olduğu ve suçlarının siyasî bir suç teşkil ettiği gözden uzak tutulmamalıdır. Bunun sonucu olarak sadece zaruret halinde ve isyanı bastıracak ölçüde bir şiddete izin verilmiştir.
Ele geçenlerin yaralıları öldürülmez, malları ganimet olarak dağıtılmaz ve telef edilmez, aile fertleri esir alınmaz. Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel’e göre kaçan âsiler takip edilmez; nitekim Hz. Ali Cemel Vak‘ası’nda kaçanları takip etmemiştir.
Ebû Hanîfe ise bu kaçış diğer isyancılara katılmayı sonuçlandıracak ve yeni bir isyana yol açacaksa onların takip edilip yakalanması, değilse takip edilmemesi görüşünü benimsemiştir.
İsyanın bastırılmasından sonra harp hukuku hükümleri uyarınca âsilerin isyan sırasındaki öldürme ve yaralama gibi suçları ayrıca cezalandırılmaz; yine bu esnada yaptıkları zararlar tazmin ettirilmez. Sadece isyanlarıyla ilgili olarak ta‘zir cezasına çarptırılırlar.
Ebû Hanîfe ta‘zir olarak ölüm cezasının da verilebileceğini ileri sürerken diğer hukukçulara göre ölüm cezası dışında bir ceza uygulanır.”(TDVİA, c. 4, s. 452).
İslâm’da suçun oluşması
Genç dostumun bilgilenmesi için bir de İslâm hukuku’nda ‘suç’ kavramına göz attım.
Konuya ilişkin maddenin yazarı Prof. Ali Bardakoğlu. AK Parti döneminin ilk Diyanet İşleri Başkanı.
İslâm Ceza Hukuku’nda cezalandırma ilkeleri şunlar:
1. Kanunilik: Cezanın yasaya (âyet ve hadise) dayanması zorunludur..
2. Şahsilik: Herkes yaptığından sorumludur, kimse başkasının işlediği suçtan sorumlu tutulamaz.
3. Genellik: Kanun karşısında herkes eşittir, hiçbir zümre veya şahsa dokunulmazlık veya ayrıcalık tanınmaz.
4. Suç-ceza dengesi: Cezalandırma amaç değil, zarureten başvurulan bir çaredir ve bu yüzden ceza suça denk olmalıdır.
5. Adalet ve hakkaniyet: Bu cezaların haksız yere verilmesi telâfisi imkânsız yaralar açacağından, ilgili nasslar ve bu paralelde gelişen hukuk doktrini, suçların oluşmasında, ispatında, cezayı düşüren sebepleri işletmede suçlu lehine titizlik göstermiş, şüphe ve tereddütten sanığın faydalanacağını genel bir ilke olarak benimsemiş, böylece cezalandırmada adaleti sağlamıştır.
Aynı maddeden şu bölümü de aktarayım:
“Kanunu bilmemenin belli durumlarda mazeret sayılması, cezaî hüküm taşıyan nassların geçmişe şâmil olmaması, herkesin aslen suçsuzluğunun ilke olarak kabul edilip suç için belli ispat vasıta ve ölçüsünün istenmesi, ceza ağırlaştıkça ispat vasıtalarının da ağırlaşması, suçluya işkence edilmesinin yasaklanması (Buhârî, ‘Mezâlim’, 30; Tirmizî, ‘Siyer’, 38) cezalandırmada adaleti gerçekleştirmeye, haksızlığı ve hakkın suistimalini önlemeye yönelik ilkelerdir.” (TDVİA, cilt 7, s. 475).
Neymiş, neymiş? Bence bir daha okuyun.
Bence ilgisi yok…
AK Parti döneminde Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı görevinde bulunmuş Prof. Hasan Tahsin Fendoğlu, ‘Türk Hukuk Tarihi’ adlı eserinde, sonrasını şöyle özetliyor:
“İsyancılardan, bir yere toplanıp grup oluşturmayanlar ile devlete baş kaldırmayanlara dokunulamaz. Hukuken diğer insanlara davranıldığı gibi davranılır. Bozuk inançların haksız propagandasını yaparlarsa önce uyarılır, sonra ta’zir edilir. Devlete isyan ettiklerinde, önce uyarılır, sonra savaşılır. Savaştan önce uyarılmaları şarttır. Savaşta, kaçan kovalanmaz, yaralı ve esirler öldürülmez, malları zapt edilmez. Çocukları esir edilmez. Zaruret bulunmadıkça, evleri, paraları, ürünleri tahrip edilmez. Zira bu savaşın amacı, yok etmek değil, yola getirmektir.” (s. 458).
Benim vardığım sonuç: Hayır, uygulamaların İslâm Hukuku ile veya fetvalarla bir ilgisi yok…
“Şimdiki uygulamalardan sorumlu olanlara da notunuzu gönderseniz, iyi olur”tavsiyesinde bulundu genç dostum.
Daha iyisini yapıyorum.
ΩΩΩΩ