Halkımızın öyle özellikleri var: Fazla sık boğaz olmaya gelmiyor ve kolayca taraf değiştirebiliyor…
Turgut Özal’dan başbakan olarak memnundu ve iki seçim üst üste partisini iktidara taşımıştı halk; ancak aynı halk, iki referandumda, Özal’ın istediğinin tersine oy kullandı ve onu çok kısa zamanda bir ‘siyasi mevta’ haline getirebildi.
Durduk yerde ‘siyasi hakları’ referandum konusu yapmıştı (6 Eylül 1987) Turgut Bey; o yetmiyormuş gibi ardından ‘yerel seçimi 1 yıl erkene alma’ konusunu referanduma sunma (25 Eylül 1988) yanlışlığına düşmüştü.
Halk ikisine de ters cevap veriverdi. İlki yüzde 50.6, diğeri ise yüzde 65 ile Özal’ı hayal kırıklığına uğratmıştı.
Dikkatli olunmazsa referandum silâhı ters de teper
Referandum konusu bizim siyasi hayatımızda biraz netameli bir yöntemdir. Zaten o sebeple, henüz 15 Temmuz darbe girişimi travmasını atlatamamış ülkemizde, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “Gelin birlikte geçirelim” daveti üzerine ‘sistem değişikliği’ni amaçlayan referandumun gündeme taşınmasını hayli soğuk karşıladım.
Herkesler “Evet oyları önde” diye zil takıp oynarken.. şimdi bile.. referandum sonucunun elde patlaması ihtimalini gözardı etmiyorum.
Seçim ile referandum arasına fark koymayı her zaman bildi çünkü halkımız.
Bu defa da.. sandığa yansıyacak oyunun seçim sonucu vermeyeceğini biliyor ve zihni ne kadar dağıtılmak istenirse istensin.. referandum konusu hakkında ikna edilmeyi bekliyor.
Görebildiğim tablo, sandığa gitmeye üç hafta kala, bu.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan referandum konusunda partisine güveniyor; sandıktan yüzde 60’ın üzerinde “Evet” oyu çıkması beklemesi o güven yüzünden…
Turgut Özal da 1980’ler sonunda partisine güvendiği için referandumu iki kez gündeme getirmişti…
AB’yi referanduma sunalım mı?
Konu artık “Referandum olsun mu, olmasın mı?” aşamasını çoktan geçtiği halde neden bu yazı?
Yazımın sebebi, daha henüz ‘sistem değişikliği’ konulu referandum için kampanya yürütülürken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, halkın önüne bir başka konuyu daha götürme ihtimalini dile getirmesi…
İngiliz parlamenterlerin de katıldığı ‘Tatlıdil Forumu’ kapanış töreninde yaptığı konuşmada, Cumhurbaşkanı Erdoğan, “16 Nisan’ın arkasından Avrupa Birliği ile müzakereler için de referandum yapma yoluna gidebiliriz” deyiverdi.
Bazıları, AK Parti’nin referandum kampanyası sırasında Avrupa ile sürtüşmesini bir taktik olarak görüyor; Hollanda, Almanya, Avusturya ile kavga edilince “Evet” oylarının artacağı beklentisiyle…
Hükümete yakın kalemler bunu açıkça yazdılar, hatta bazı AKP milletvekilleri AK Parti kampanyasını topraklarında yasaklayan ülkelere teşekkür bile etti.
Taktik ise bu sürtüşme.. onu da yanlış buluyorum; tıpkı AB ile ilişkilerimizi referanduma sunma düşüncesini yanlış bulduğum gibi…
Avrupa bizim neyimiz olur?
Avrupa ülke olarak kaderimiz değil elbette, ancak tarihi açıdan kendimizi yadırgamadığımız bir coğrafya. Türkler Anadolu’ya ilk geldiklerinde, Osmanlı Hanedanı’nın atası Süleyman Şah ile birlikte, gözlerini Rumeli’ye dikmişlerdir.
Osmanlı Devleti’nin yükseliş döneminde en geniş toprakları Avrupa kıtasındaydı.
Türkiye AB üyeliğini kendisine neden bir ‘hak’ olarak görüyor sanıyorsunuz?
İlişkilerimizin en kötü olduğu dönemlerde bile, “Türkiye AB üyesi olmalı mı?” sorusuna.. anketlerde.. hep yüzde 50’inin üzerinde “Evet” cevabı çıktığı da biliniyor.
Bugün de durumun farklı olmadığını düşünmemiz için sebep çok.
Konu referanduma götürüldüğünde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hatrına, “AB ile ilişkilerimizi koparalım” tezi hakim çıkarsa iyi mi olur?
Zaten ilişkilerimiz pamuk ipliğine bağlı değil mi?
Ülkemize ‘tam üyelik’ sözü verilmesinin ne kadar zor kotarıldığını en iyi bilenlerin başında, o sonucu almak için olağanüstü çaba gösteren hükümetin başkanı olan Tayyip Erdoğan geliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisinin iktidarının ilk yarısında ekonomik atılımların pek çoğunun, AB üyeliği perspektifi içerisinde bulunmamız sayesinde gerçekleştiğini de en iyi bilecek kişidir.
Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarından Avrupa ülkelerinin ihracat partnerimiz haline gelmesine ve turist akınına kadar pek çok alanda ekonomik başarıları AB ilişkisine borçluyuz.
Kırılma noktası 15 Temmuz ise..
Kızalım, ama bu gerçeği de görelim.
Hem sonra neden kızıyoruz ki…
15 Temmuz darbe girişimi konusuna.. Avrupalılar.. darbeye maruz kalan ülkenin vatandaşlarının gözüyle bakmıyorlarsa.. bunda belge ve bilgilere dayalı ikna faaliyetlerinin eksikliği rol oynuyor olamaz mı?
AB’nin istihbarat birimi, INTCEN, darbe girişiminden 6 hafta sonra yazdığı raporla Avrupa ülkelerinin kanaatlerini belirledi; bugün Alman istihbaratı BND’nin direktörü bize tuhaf gelen açıklamalar yapıyor, İngiliz Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi kalabalık raporunda aynı tezi dillendiriyorsa, hep o ilk raporun etkisiyle oluyor bunlar…
Neden o ilk ve sonraki raporları çürütecek girişimlerde bulunulmuyor?
Biraz erkenci davrandığımı biliyorum.. sözümün dinlenme ihtimalinin az olduğunu da.. ancak yine de “Referandumlara fazla güvenilmesin” demekten kendimi alamıyorum.
ΩΩΩΩ