Zarrab’ın yargılanmadığı davada hüküm çıktı.. Bu bizler için ne anlama geliyor?

83
Reklam

ABD’nin New York kentindeki bir mahkemede yargılanan Halk Bankası’nın genel müdür yardımcısı Mehmet Hakan Atilla’nın cezası önceki gün açıklandı. Yargıç Richard Berman’ın açıkladığı 32 ay hapis cezası Ankara’nın şiddetli tepkilerine yol açtı.

Tepki verenler Atilla’nın ‘suçsuz’ olduğunu bir kez daha vurguladılar.

Yargıç Berman’ın da aslında Atilla’nın atılı suçtan yargılanması gereken en son kişi olduğu kanaati taşıdığı karar duruşmasında sarf ettiği cümlelerden ve verilebilecek cezanın en asgarisini ‘sanığa’ uygun görmesinden anlaşılıyor.

İddia makamı Atilla için 100 yılın üzerinde ceza talep etmişti.

12 Öfkeli Adam

Bu işte bir tuhaflık mı var?

Hayır yok. ABD’de yargılamalar genellikle ‘jürili’ yaplıyor. Jüri 12 kişiden oluşuyor ve yargılanan kişinin ‘suçlu’ veya ‘suçsuz’ olduğuna jüri üyeleri karar veriyor. Atilla da jürili bir mahkemede yargılandı ve atılı suçların 5’inden jüri tarafından ‘suçlu’ bulundu. Yargıcın o hükme rağmen beraat kararı vermesi herhalde beklenmiyordu.

Gözaltına alındığı günden bugüne kadar cezaevinde kaldığı süre düşüldükten sonra 15 ay daha hapis yatacak Hakan Atilla.

Her günün insan hayatı için değerini düşünürseniz, yargıcın bile ‘suçsuz’ saydığını belli ettiği bir kişinin hayatının üç yılını hapiste geçirecek olmasını haksız bulabilirsiniz. Halkı da olursunuz.

Reklam

Jürili yargı sistemleri genellikle doğru sonuçlara ulaştırsa bile, kamuoyunun aşırı ilgisine muhatap bu davada yaşandığı gibi, bazen haksızlıklara da sebep olabiliyor.

Yargılamanın başladığı günlerde (30 Kasım 2017 tarihinde) burada paylaştığım ‘Türkiye Sarraf’ın ve 12 öfkeli adamın insafına bırakılmamalıydı…’ yazımda şimdi verilen kararı beklediğimin ipuçlarını sunmuştum.

ABD’nin suç saydığı eylemleri gerçekleştiren kişinin (Reza Zarrab’ın)  ‘itirafçı’ kimliğine bürünmesi ile onun yaptıklarına göz yuman ve hatta onun bu iştahından yararlandığına inanılanların ortada görünmediği bir davada, Hakan Atilla, korunmasız bir durumdaydı.

Bir tür ‘günah keçisi’

Onun durumunu sinema tarihinin en başarılıları arasında gösterilen Sidney Lumet’in 1957’de çektiği  ‘12 Öfkeli Adam’ filminde sergilenene benzetiyorum. Bir cinayet davasında jüri üyeliği yapanlar, kişisel hislerini, suç konusundaki eğilimlerini de mahkeme ve kendi aralarındaki müzakerelere taşıyorlardı o filmde.

Film ile New York’taki gerçek dava arasında önemli bir fark var: Filmde idamla yargılanan gençle ilgili bir karara varılıyor ve o karar yanlış da olsa (ki, film o konuda hiçbir ipucu vermiyor) son hüküm teşkil ediyor; oysa New York’taki davada verilen hüküm ile her şey bitmişe benzemiyor.

Yargıç Berman’ın karar duruşmasında söylediklerinden arkasının geleceğini anlıyoruz.

Benzetmek gibi olmasın da…

Beklenen, Atilla’nın yöneticilerinden olduğu bankaya yönelik Amerikan resmi makamlarının yüklü miktarda maddi bir ceza talebi yoluna gitmesi… Bu arada, Atilla davasında adı geçmiş  çeşitli konumlardaki dokuz kişi ile ilgili de bazı girişimlerin başlatılması…

Reklam

Konu aslında bizler açısından başka bir yönden de önemli.

Türkiye Kamuoyu, son 10 yılda, önce Ergenekon-Balyoz, şimdilerde de 15 Temmuz hain darbe girişimine karışanlar ile onları azmettirdiğine inanılan FETÖ/PDY unsurları merkezli yargı konularıyla meşgul.

İlkinin sonuçlarını gördük: Devlette en üst düzeyde görev yapmışların da ‘sanık’ sıfatıyla yargılandıkları davalarda en ağır cezalar verildiği, bu cezaların bir bölümü Yargıtay tarafından da onaylandığı halde, sonradan ortaya çıkan ‘kumpas’ görüntüsü sebebiyle kararlar sonradan tersine döndürüldü.

Şimdi görülen davalarda da çok sayıda insan yargılanıyor.

Bizde ‘jüri’ sistemi yok ve mahkemelerde kararları yargıçlar veriyor. Bu da, sonuçta yargıç konumundaki birkaç kişinin omuzuna bir faninin taşımakta olağanüstü güçlük çekeceği bir büyük sorumluluk yüklüyor.

Yargıç Berman içine sindiremediği bir kararı tefhim ederken ‘jüri’ ile bağımlı olmanın rahatlığı içerisindeydi; bizde ise her karar mahkeme heyetinde yer alanların vicdanını da yansıtmakta.

‘‘Adaletin kestiği parmak acımaz’’ gibi yargısına güven ifade eden özdeyişleri bulunan bir toplumda adalet dağıtan mekanizmanın bir unsuru olan insanlar her zaman el üstünde tutulmuş, yargıçlar ‘Hakim Bey’ sıfatının taşıdığı saygınlığın muhatabı olmuşlardır.

Yazılı kurallar, anayasa ve yasalar, yargı mensuplarına, devletin başka unsurlarında bulunmayan kimseden emir ve talimat almadan vicdani kanaatlarıyla sonuca ulaşma yetkisini de bu sebeple vermiştir.

Tarafsız ve bağımsız olmak ve öyle de davranmak zorundadır yargı mensupları.

New York’taki davada varılan sonuç, özellikle yargıçlarımıza ve genel olarak hepimize, bu gerçeği hatırlatmaya yaramalı.

ΩΩΩΩ

Reklam

83 YORUMLAR

  1. Çok özür dileyerek yazmak durumundayım. Bu ve dünyada ki benzerlerini en iyi ifade eden cümle: “ipin ucu puştun elinde” olduğunu düşünüyorum, vesselam.

  2. “AİHM gibi bir kuruma gitmek Türkiye için bir utançtır”. Aynen öyle, Sn Kayahan 18 Mayıs 2018 at 11:05 .. (avazı çıktığı kadar bu konuya dikkati çekenlerden biri de benim). Herşeyden önce, atanmış olmakla satılık olmak, işi ehline vermekle çelişkili bir durum (hele hele mevcut kutuplaşma ortamında). Hukukçulara iş yaptırmanın sonucunda yaratılan magduriyetin bedeli TC’ye çok pahalıya mal oluyor. Utanç-onur meselesi olmanın ötesinde işin mali külfeti devletin kasasına yükleniyor. Neticede bu işin cezasını kasayı oluşturan millet çekmiş oluyor. Hukukçu değilim, bu hukukun son derece önemli bir konu oldugunu idrak etmeğe engel bir konu değil. Adalet, Kuran’da ısrarla geçen konular arasında. Herşey bir yana bunun Allah indindeki sorumluluğu çok çok büyük ve bu nihai hesaptan kaçış yok (ölümden kaçış olamayacağı gibi). Mağduriyet ve istismarların önüne geçmek doğru karar gerektiriyor. Devlet daireleri/belediyeler siyasi önyargılı ve işinin ehli olmayan bir çok elemanla doludur (isteyene bizzat karşılaştığım örneklerden verebilirim; acziyete hem sinirlenir hem de gülersiniz-TC’nin kalitesini bu insanlar temsil ediyor!). Yıllarca yığılmış sonuçlandırılmamış dosyalar, ama ne adalet ne adalet! felaket oldugu kadar rezalet!!

    Bu durumları halletmek için farklı birşeyler düşünmek farklı uygulamalar getirmek şart. Mesela şöyle bir şey: Başkasının hakkına/kaderine karar verenler maaşlı birer beşer. Herkes biliyor beşer şaşar (dünyanın her tarafında bu böyle). Yanlıştan caydırıcı olacak tenbih ve kontrol mekanizması geliştirmek şart. Diplomasıyla ehliyet kazanan bu insanlar, profesyonel olarak mesleginde çalışmak isteyen hukukçular (ki insanlara etkisi açısından kritik rolü olan başka alanlar için de geçerli olabilir bu iş) meslek hayatına başlarken (kanun gereği) sigortasız olarak bu ehliyetini kullanamamalı. Aynen, ehliyet almakla motorlu araç kullanmak için sigortalı olmak gerekliliği gibi. Sigorta primleri cebinden çıkmalı meslek hayatında yaratacagı magdurlar için. Sigorta şirketleri hukukcuları ve önemli sayıda sicili temiz emekli hukukcuları işe almalı. Şirket ve adalet adına kimin haklı kimin haksız oldugunu bunlar tespit etmeli. Meslek hayatında hukukcuların yarattıgı magdurların mahduriyetini bu sigorta şirketleri karşılamalı.

    Hukukcular terfi ettikçe (sorumlulukları arttıkça) primleri de artmalı. Hata yapan hukukçular sigorta şirketine pahalıya mal olacagı için sigorta primleri ve kötü puanları arttırılmalı. Ve büyük oranda hataları olan ve bir noktada işe yaramaz hale gelen hukukçular ıskartaya çıkarılmalı. Devlet te bu konuda üzerine düşeni yapmalı. Hata payları tolerans sınırları kanunlarla sabitlenmeli. Hukukçuların bürosunda duvarda ehliyetlerinin yanısıra, Kuranı Kerim’den hukuk ve adaletin onemini vurgulayan bir ayet asılı durmalı. Adalet ve hukuk evrenseldir. Bu niteliği ile insanoglu da ilhamla çok veciz ve Kuran’ın ruhuna uygun ifadelerde bulunmuştur. Bunlardan da düşünülebilinir. Bunlar her büroda bir Atatürk resmi bulundurmaktan bence daha etkilidir (çünkü TC yeterince olgunlaşmıştır).

  3. Yorumcu arkadaşlara ve site yöneticisine: Arkadaşlar bi köşe yazısının altına neredeyse köşe yazısından uzun yorum yazmak normal mi sizce? Yorumcu arkadaşların yorumları çok uzun. Ben şahsen okumuyorum bu yorumları. Karar gazetesini örnek alın bence. Az lafla çok şey ifade edilebilir…

    • Sanırım en uzun yorumlara sahip olan okurlardan biri de benim. Ender olarak yazıyorum, ama girdiğim metinler hayli uzun. Yorum uzunluğuna karakter sınırlaması getirilebilir. Makul öneri. Ama, Karar Gazetesi’ndeki yorumlar bu açıdan örnek gösterilebilir gelmiyor bana. Sanırım siz yorum okumaktan ziyade, birkaç cümlelik, siyasal yandaşlığı hemen açık eden satırların aldığı beğenme/beğenmeme rakamlarına bakıp okur çoğunluğunun hangi eğilimde olduğunu merak ediyorsunuz. İzleyebildiğim kadarıyla, burada yazılan yorumların hepsi uzun değil. Okumak yoruyorsa sizi, ya da uzun yorumlar bir nedenle sizde keyifsizliğe yol açıyorsa, uzunları boş verip kısa olanlara göz atarsınız. Kısa yorum beklentinizi makul karşılamakla birlikte, ortada yorum okuma gibi bir zorunluluk olmadığı da çok açık olduğu halde, yorum uzunluğunu site yöneticisini işe el atmaya çağıracak kadar mesele edinmenizi pek anlayamadım doğrusu.

    • Karar gazetesi öyleyse onların bileceği bir iş. Önemli her şey iki satırla ifade edilemiyor. Buradaki iki satırlık ifadelere bakın, çoğu zaman bir tutam çamur mu yoksa yeni bir düşünceye hamur mu pek belli değil! Tavsiyem; laf kalabalığı gibi görünen kısımları hızlı oku geç, durup düşünmek için işin önemli kısımlarını seç!

    • kaç kelimeye kadar okuyabiliyorsanız bildirin. sizin için özel yorumlar da yazarım.

      • fakat müsaade buyurun, uzun yorumları okuyabilenler de o yorumlardan faydalanabilsinler. ayrıca düşüncelerini de uzun uzun belirtebilsinler. nasıl olsa siz okumuyorsunuz. size bir zararı olmaz.

        • kısa kısa yazıyorum ki anlayasınız diye: okumadığınız yorumlar sizi niye rahatsız ettiğini anlatabilir misiniz? uzun da kısa da olabilir. bence sakıncası yok.

          • bir de, ben eskiden karar gazetesini okur yorumları için okuyordum. hatta köşe yazısını okumazdım ama okur yorumlarını kesinlikle okurdum. şimdi karar gazetesinde okur yorumlarını okumuyorum. demek ki dünyada sizden farklı canlı türleri de olabiliyor.

          • bir de kendinizi eksik tanımlamışınız. Doğrusu: “genelde yorum yazmayan, uzun yorumları okumayan, okumadığı yorumdan da rahatsız olan” olması gerekiyordu.
            Gördüğünüz gibi 600 karakter limitini aşmıyor.

    • Karar mi neyse, sen en iyisi o fakir gazetesini okumaya devam et! Kisa kisa yani. Bizim yorumcu heyetimizi de oyle dakka bir gol bir seklinde sorgulamaya kalkma! Valla ufacik bi gondermeden ya da ironiden dolayi basin belaya girer burda! Hele biz birbirimizi bogazlamak uzereyken araya girmeni hic tavsiye etmem. Benden soylemesi:)

  4. Ben Hamza beye dün şõyle bir cevap yazmıştím.”bu günkü konu Túrkiye olduğu için yorumlar az, konu reis olsaidi şimdi 50/60 geçmişti.”
    Bugün söz konusu Atillanin davasi ve ABD olduğu için gene saldırı ve savunmalar hiz kesmeden devam ediyor.
    17/25 Aralík davasıni saptirmak ve suçu Gúlene atmak için Atillayı kurban olarak seçmişlerdi. Tututduklari Avukatlar dahi mahkemeye cazanin 4- 5 yildan fazla olmaması için dilekce verirlerken.
    Hakim Atillanin nasil bir insan olduğunu anlattığı’ da onun mukemmel bir insan olduğunu söylerken sanki bir mahkümden değilde bir ahlak kahramanindsn bahs eder gibi övviyordu.Ben o kadar mutlu oldumki mutluluktan ağlarken bu siteyede iki yorum yazdim.
    Şu anda Hakan Atilla bir kahramdır onun devleti yönetenler gibi para için Rizanin önune yatmak yerine elinden geldiği kadar engel olması dürüstlük abidesidir Serefli ve namuslu bir inssn. Atilla bey bizim Túrkiyenin üzerine çökümüş rüşvet,iftira,cahalet,ve msfiya vari bir millet görünümünü tersine çeviren kişiliği dünyay gerçek Türk halkını tanitti ve ona tuzak kuranların tuzağını başlarına geçirdi
    Onu yargiliya ABDli hakim dahi “ben hayatımda ilk defa hem hapiste hemde memleketinde bu kadar sevilen örnek bir insanla ilk kez karşılaştım.” diye biliyorsa! demeki ABD li hakimler kimsenin emri ile drğil kanun ve vijdanları ile kara veriyorlar.
    Çok şükür beş buçuk senedír burdayım ilk defa moralim dúzeldi.

    • Yazarımız dan rıca etsek 11. C Başkanimiza kurulan tuzaklari bu köşede okurları için tartışmaya açarmi. gerçi ben şahsen tahmin ediyordum fakat yorumum yayınlanmaz diye yazmiyordum.

  5. BERNAR, Cumhuriyet dönemini (Osmanlıya da atıfta bulunarak) Hukuk ve Adalet yönü ile bir Sinema Şeridi gibi (kısaltarak) gözler önüne sermiş. AZ GİTMİŞ, uz gitmişiz – BİR ŞEYLER YAPILSA DA, …… neticede NAL toplamışız. Japonya, Kore, Çin, Taylan….. vızır vızır geçmişler….
    Görülüyor ki, bu film, Cumhuriyet dönemi sinsi ve ezeli düşman Batı hegemonyasının güdümünün koca bir Milleti ve Devleti nasıl güttüğü (yönlendirdiği) ni gözler önüne seriyor.
    Demokrasinin fire verdiği ! aciz kaldığı zamanlarda ise, nasıl zorbalığa ve silaha sarıldığı (günümüzde Mısır ve Suriye’de görüldüğü gibi), hümanizmin göz boyamadan ibaret bir ibnotizma olduğu açıkça görülüyor.
    Zavallı, masum Halkımz ise, ” ÇARESİZİM ÇARESİZ diye YUTKUNARAK, hep ehven-i şerre kendi mahkumiyetini sürdürmektedir.
    İnternette. ” AKP nasıl kuruldu ” merak edip, bakanlar bazı Batı gerçekleri ile karşılaşacaktır.
    Fakat, ne var ki, R.T.E. hiç de beklemedikleri biraz “haylaz çocuk” çıkmıştır.
    Eski Dış İşleri BakanlarıNDAN iHSAN sABRİ çAĞLIYANGİL, “CİA seni KULLANIR, fakat, kullanıldığının farkına bile varmazsın ” diyor. Topla, tüfekle, şantajla yıkamadıkları bir MİLLETİ ” ILIMLI İSLAM ” ile -zamana yayarak – yıkmayı becerecekler. Sadece, bir misal vermek kafi gelir mi, bilmem ? !
    2002 senesinde, AKP İktidarı devraldığında, Gaziantep’te, Aile Davalarına bakan 1 tek Asliye H. Mahkemesi
    (onun da iş yükünün 0;5’i ) mevcuttu. Bugün, sırf, Aile Davalarına bakan Mahkeme sayısı 10 adete yükselmiştir. Yani iş yükü 20 (10 : 0,5) misli artmıştır. İstanbul’unkini varın siz hesap edin. Boşanan aile sayısı ise, evleneni aşan seviyeye ulaşmıştır. Bu ne anlama geliyor.Sosyal neticeleri…
    Türkiye adaleti sağlamak için yetenekli, bilgili, tecrübeli, Makam ve GEÇİM endişesinden ari Hakimlere hakimlere muhtaçtır.(İngiltere ve Osmanlı’da olduğu gibi)
    Bu kişileri yetiştirecek aynı yetenek ve imkanlara ve vasıflara sahip öğretmenlere muhtaçtır.Siyaset ve Dış Politika, belli asgari vasıftaki, kşilik sahibi insanlara teslim edilmek zorunluğundadır.
    Bu vasıfların asgarisini, MEŞRUTİYET Meclis-i Mebusanında Konya M.Vekilliği yapan M.Zeynelabidin bey yazmıştır ve Konya Yusufağa Kütübhanesinde bulunmaktadır.
    Zira, ULEMA ve UMERA bozulmadıkça HALK bozulmaz. Bu bozulma ve yozlaşmada, gelişi güzel ve makyavelist düşüncelerle gerek dini, gerekse dünyevi düşüncelerle başvurulan AF AF’ların, sürdürülen siyasetin ve siyasetçilerin payının çok büyük olduğu inkar edilemez. Laçkalaşma her tarafa sirayet ediyor. Siyasett ” kazan kazana kara demiş, tava’nın gülmeden aklı gitmiş.

  6. Insanlar ya da ülkeler inandıkları hak yoldan ayrıldıkları sürece hata yapabilirler, beşer şaşar evet haklısınız. Ancak hakdan hukuktan en fazla bahseden, dini argumanları hiç çekinmeksizin rahatlıkla her gündelik eylemimizde kullanan bizim gibi toplumlarda hatalar yapanlar için telafisi olan durumlardan ziyade mağdur olan kişiye sabır ya da kaderin bir cilvesi olduğu söylenerek ötelenmeye, örtülmeye veyahutta gözardı edilmeye çalışılıyor. Ulusal Hukuk ya da geleneksellik çerçevesinde kol kırıldı yen içinde kaldı, haklı haksız oldu, haksız olan mağdur ve galip oldu ve toplum dediğimiz büyük jüri ikna oldu, ne olacak dertler kederler eğer vicdan da yoksa pas pas altı edildi. Ancak ilâhî adalet tecelli edecek ki toplum jurisi aydınlansın. Uluslararası Hukuk söz konusu olunca ne olacak peki? Zarrab ya da Atilla davası bize elin oğlunun sabredenlerle birlikte olmayacağını, o kolun yen içinde kalmayacağını, pas pas altlarında pislik kalamayacağını gösterecek gibi duruyor, gerçi ne sanıyorduk ki!? Kapitalist sistemin en tepesine madik atacak kadar çok bilmiş mi sanıyorduk kendimizi! Konu hakkında Iran kararı Ahmedinejat üzerinden bertaraf etti bizde Atilla ile edeceğim sanıyorsak daha çok ceza öderiz gibi duruyor??

  7. Dünyanın hiç bir yerinde hukukun işlemediğinin ve adaletin tecelli etmediğinin bir kanıtı da bu..hukuk sistemine en güvenilen ve yargısının adil hüküm koyup bir denge unsuru olduğuna inanılan ve demokratik sistemi en özümseyip uygulayan ABD yargısının kararı. Adil olmadı, çünkü; başından beri siyasi bir yargılamaydı.

    Kim ne anladı bilmiyorum, ama benim anlamadığım; Zerrab’ın, işin başında yargı dışı bıraktırılarak, olayın bütün sorumluluğunu Atilla’nın üzerine yıkılmasında, Atilla’nın bir dahlinin olup olmadığı? Yani, Zerrab’ın ”itirafçı olma” yasasından faydalanıp -olayın baş aktörü olduğu halde- itirafçı olup sıyırması gibi, Atilla’da, aynı yolu seçemez miydi? O da itirafçı olup, davadan sıyrılamaz mıydı? Bunu akledemedi..avukatları ona bu yolu göstermedi mi?

    Oda itirafçı olmayı seç(ebil)seydi, davanın seyri nasıl olurdu acaba?

    Mehmet Hakan Atilla’nın ABD’ye bir kaç kez seyahati ve sonuncusunda tutuklanması, ardından aldığı ceza -olayın boyutları açısından cüz’i bir ceza-; galiba, Atilla’nın (gönüllü) günah keçisi seçildiğinin emareleri.

    Halkbankın içinde olduğu ambargoyu delme işlemlerinde bazı ABD’li finans kurumlarının ve ABD yetkililerininde olduğu yansımıştı basına. Bunların esamesi hiç okunmuyor bile.

    Atilla’nın cezası onandıktan sonra muhtemelen cüz’i bir ceza da Halkbanka kesilecek ve bu dava tozlu raflarda yerini alacak.
    Siyasi bir dava…
    Susun ve sessiz olun..yoksa dava dosyası, raftan inebilir(!)

  8. İran’la neden dolarla alışveriş yapılıyor? İran’a doğrudan çanta ile çok kolay götürülebilirken neden körfezde ve resmen hile ile gönderiliyor? Her iki sanık da neden ABD’ye gidiyor? Biri mahkûm oluyor, diğeri ise hafiften mahkum oluyor. Bütün bunlar Türkiye’yi mahkûm etmek için.
    Roma’da yargı, Romalı imparatorların halklarını sömürebilmeleri için oluşturulmuş yargıdır. Jüriden değil hakemlerden oluşan yargı gelmedikçe, gücü yeten yetene dışında bir anlam taşımaz.

    • Hocam cevabını siz de çok iyi biliyorsunuz. Ben de biliyorum. Kafası çalışan , analiz yapma yetisine sahip herkes de biliyor , ama yazmayacağım. Çünkü zaten bilen biliyor . Aklı kesmeyene de bunu kabul ettirmek mümkün değil. O zaman şimdilik böyle kalsın.

    • Iste her sey ortada: open secret! Destekliyorum, ama hakemlerde de badem biyik sarti olmasin sakin!

      • Badem bıyıklı kadrolar çok savunduğun AKP tarafından 10 yıl boyunca FETÖ boyunduruğu altında kadrolaştırılmadı mı ? Şimdi sen badem bıyıktan falan bahsediyorsun bre gafil .

  9. ABD bir ülkeye kendi kafası doğrultusunda yaptırım kararı almıştır, burada adalet yoktur.
    bu karara sahip olduğu güçler nedeniyle herkesin uymasına hükmetmiştir, burada adalet yoktur.
    bu karara maddi ve manevi nedenlerle uymayan – delmek için pek çok numara çevirmek zorunda kalan – ülkelere de mafya kanunları uygulamaktadır. burada adalet yoktur.
    bu kararı uygulamayan ülkeler arasında uyguladığı mafya kanunlarında da bir eşitlik yoktur dolayısıyla burada adalet yoktur.
    savcısı davadan her ne anladıysa binlerce yıl isterken biz adaleti hakimin anladığı 32 yılda bulduk çok şükür…

    Gazze de direnmek zorunda olduğunu düşünen binlerce sivil masum silahsız ezici çoğunluğu genç insanın üzerine ateş açıldı. dünya halkından neredeyse bir avuç insan dışında kimsenin umuru olmadı.
    uzun yıllardır filistin halkı eza ve işkence görüyor, geçenlerde kudüsteydim, olanları yerinde görmek başka bir şey, tüm dünya halklarından gelen insanlar var kutsal toprakları ziyarete geliyorlar ama orada gördükleri kimsenin umurunda değil. . gidenler orada bir kaç kuruş bırakınca kendilerini iyi hissedip rahat yaşamlarına dönüyorlar.
    geçenlerde balkanlarda bosna savaşı yaşandı türkiye de ve dünyada bir avuç insan dışında kimsenin umuru olmadı. binlerce insan öldürüldü, bütün şehirler yıkıldı. savaş sonrası hasarsız bina oranı % 13 tü…3.5 yıl sürdü ve bir avuç insan dışında kimsenin umuru olmadı…
    ırak ta binlerce masum insan olmayan silahlar nedeniyle katledildi, bunu yapanların yargılanmasını dileyen pek fazla olmadı, bir avuç insan dışında kimse umursamadı.
    suriye de hali hazırda büyük bir insanlık dramı yaşanıyor, kimyasal ve konvansiyonel silahlarla bir milyondan fazla insan öldürüldü, milyonlarcası ülkeyi terk etti, bir kaç günde durdurulabilecek bu savaşa bütün dünya seyirci. hiç yöneticilerini çözüme zorlayan insan toplulukları görüyor muyuz???
    afrika da açlık var bizim dolaplarımızda da çürüyen gıdalar var.
    adalet kanunlar da değil bence.
    insanlık ayarları bozuk.
    bunun bir yansımasını adalette görüyoruz.
    haksız yere hapiste olan insanlara karşılık yok yere ameliyat olanlara , gerekmediği halde antibiyotik kullananlara, pahalı ilaçları almak zorunda bırakılanlara ne diyelim.
    işini yapmayan ve kendinde buna haklı sebebler bulan öğretmenlere,
    çimentodan, demirden çalan müteahhitlere,
    parası olsa bile çekini ödemeye çalışmayan esnafa,
    çıkarı neredeyse oraya yönelen basına, medyaya.
    ne diyelim.
    herhangi bir apartman ya da site yönetimini bile bir araştırsanız altından neler çıkıyor.
    meselemiz adalet meselesi değil.
    herkesi yargılayamayız.
    siyasiler bunun sadece bir parçası.
    sadece onları da suçlayamayız.
    bundan sonrası ahlak meselesi. had meselesi.
    ramazan insanın kendini gözden geçirmesi için ne güzel bir zaman değil mi???

  10. Merhaba Hamza Bey; daha önce girdiğim yorum metninin hiçibir paragrafında AK Parti dönemi ile önceki dönemleri hukuksuzluk açısından karşılaştırmadım. Benim üzerine eğildiğim mesele, yargı alanının nasıl adalet dağıtan bir kurum haline getirilebileceği üzerineydi. Kaldı ki, AK Parti öncesi dönemlerde girişilmiş hukuksuzluklarla AK Parti iktidarları sırasında yaşanmış hukuksuzluklar karşılaştırıldığında, AK PArti dönemlerindeki hukuksuzlukların daha fazla olduğu şekilndeki iddiaya hiç mi hiç katılmıyorum.

    Bu tür bir karşılaştırmanın sonuçları üzerinde insanların hemfikir olması beklenemez. Siz bana çok çarpıcı örnekler verebilirsiniz, ben de karşılık olarak İstiklal Mahkemeleri’ndeki sefilliği, merhum Menderes’e reva görülmüş korkunç adaletsizliği, yolu cezaevinden geçmemiş hemen hiçbir şairimizin olmadığını, Kürtlerin zihinlerine ve yüreklerine kazınmış faili meçhul cinayetleri, tüm siyasi parti liderlerinin cezaevini boylamış olmasını, eski rejimde cirit atan sayısız çokluktaki mafyatik çetelerle iş kotaran hakimleri, üyesi oldukları Millet Meclisi’nden karga tulumba polis araçlarına tıkılarak götürülen Kürt milletvekillerini, ceberrut bir parti liderinin “Bu kadına haddini bildirin!” haykırışları arasında adeta linç edilen başörtülü milletvekili Merve Kavakçı skandalını, önceki gün yitirdiğimiz Salih Mirzabeyoğlu’na cezaevlerinde neler yaşatılmış olduğunu,6-7 Eylül olayları olarak anlıan ve gerçekte Rum azınlığın malına ve canına kast edilmiş bir progrom olan soysuzluğu, işkencehanelerde yaşamını yitirmiş ya da yaşam boyu sakat yaşamak zorunda bırakılmış binlerce insanı, Demirel’in milyonları hamuduyla yutan yeğeni Yahya Demirel’i, CHP’nin tarihin en büyük hırsızlığı olan İSKİ skandalının yaratıcısı olan İstanbul Belediyr Başkanı Nurettin Sözen’i. . . hatırlatırım, ve böylesi bir “Kimler daha kötü, kimler daha az kötü” tartışmasından hiçbir yere varamayız.

    Kurulduktan sonra girmiş olduğu ilk seçim dışında, Başaknlık Referandumu’na gelinceye kadar hep AK Parti’ye oy verdim. Artık bir AK Parti seçmeni olmayışımda, hukuk alanında sergilenen fecaatler de önemli rol oynuyor. Cemaat polis müdürleri ve savcılarının karanlık niyetler taşıyan bir girişimi de olsa, Zarrab’ın, o kol saatlerinin ve kutu kutu paraların hesabı o bakanlardan sorulmalıydı, yapılmadı. Vesayet rejimi, bir öykü değil, yadsınması mümkün olmayan bir gerçeklikti. Ne var ki, Ergenekon denilen o davalarda, Cemaat’in kendisine bürokraside yol açmak için hasım gördüğü herkesi Ergenekon çuvalına sokmasına izin verilmemesi gerekirdi, ama verildi. Benzeri bir hukuksuzluğun bugün de geçerli olduğunu düşünüyorum. Askeri darbe girişimi bir tiyatro falan değildi, gerçek bir kalkışmaydı. Ama, yapılması gereken, darbeci subayları, gizli ordu imamlarını tutuklayıp yargılamaktan ibaret kalmalıydı. Bu yapılmadı, kabak, hiç de hukuki olmayan bir biçimde, Gülen Cemaati’ne gönül vermiş sıradan öğretmenlerin, esnafların başına patladı. AK Parti liderliği, ayrıca darbe girişimini muhaliflerini susturup sindirmenin bir aracı haline getirdi. Cemaat ile bağı olmayan Nazlı Ilıcak, Ahmet Altan, Ali Bulaç, Mümtazer Türköne gibi gazete ve yazarları cezaevine yolladı, korkunç bir hukuksuzluk örneği göstererek Ilıcak, Altan Kardeşler ve Mümtazer Türköne’ye onyıllarca hapis cezası verilmesine vesile oldu. Elbette ki bütün bu adaletsizlikler olduğundan küçük ve mazur görülür kılınamaz. Ama, çözüm, akçeli işler (para, yolsuzluk) istisna olmak üzere, birilerini siyasal sorumlulukla yargılayıp cezalandırmak değil, tüm toplum kesimlerini ve siyasal partileri bu köhne adalet sistemini yıkıp yenibaştan inşa etmeye çağırmak olmalı. Ben böyle düşünüyorum.

    • Yorumunuzda adi gecen bikac darbe goygoycusu yazar ve komando mu akademik mi oldugunu bilemedigim mulkiyeli pislikler olmasa size katiliyorum. Adalet sisteminin kohneligi onun tarihi birikiminden geliyor olsaydi dursun derdim ama orasi beni asar:) fakat reform diye ortacagin linc toplumlarina “juri sistemi” gelsin falan denilecekse buna karsiyim: isterse juride 12 havari otursun!

    • “Askeri darbe girişimi bir tiyatro falan değildi, gerçek bir kalkışmaydı. Ama, yapılması gereken, darbeci subayları, gizli ordu imamlarını tutuklayıp yargılamaktan ibaret kalmalıydı. Bu yapılmadı, kabak, hiç de hukuki olmayan bir biçimde, Gülen Cemaati’ne gönül vermiş sıradan öğretmenlerin, esnafların başına patladı.” Bu yaklaşım FETÖ ve muhiplerine kapıları sonuna kadar açacak bir yaklaşım. Çok tehlikeli…Alt yapı olmadan üst yapı olamaz.

      • Cemaat’in dış güçlerle iş kotaran karanlık bir yapı olduğuna kuşku yok. Gülen ve çevresindeki yönetici konumundaki tüm tiplerin, Cemaat medyasındaki E. Dumanlı gibi adamların darbeci olduklarından, ordu içindeki adamlarını harekete geçirdiklerinden eminim. Hiç kuşkusuz emniyet içinde de darbeci yandaşları vardı. Bunların hepsi yakalanmalı, yargılanmalı, hak ettikleri cezalara çarptırılmalı. Benim kast ettiğim, suçun bedelini darbe girişimi öncesi bu hastalıklı insana inanmış insanlara ödettirilmemesi. Bu karanlık yapının örgütsel yapısını bilmiyorum. Bende uyanan izlenim, Gülen ve sayıları 3-5 bin civarinda olan hainlerin hesap vermesi, bunlara darbe girişimi öncesinde gönül vermiş insanlara yönelik ikna metodu uygulanması. The Circle ve Kıtalararası adlı sitelerdeki yorumlar, bu karanlık örgütün tepe yöneticlerine yönelik çok derin kuşkular duyan hayli sempatizanı olduğuna işaret ediyor. Olan bitenden haberi olmayan sıradan sempatizanların bu hainlerin teşhir olmasıyla birlikte bu örgütü terk edeceklerini düşünüyorum. Uzman değilim, yanılıyor da olabilirim. Ama, ihanetten birinci elden sorumlu medyadaki darbeci kadroların hemen hepsi kendini yurt dışına atmış ve sığındıkları ülkelerde internet aracılığıyla yayın yapıyor iken, darbe girişimi öncesi bunlara inanmış sıradan onbinlerce insanın hayatının kararıyor olması bana doğru görünmüyor.

    • bu iş çok uzayacak ama tekrar aradaki farkı hatırlatayım. birisinde isnisna olan, diğerinde tanımlayıcı temel davranış halini aldi.
      ben tekrar ediyorum. türkiye hiçbir zaman hukuk devleti olmadı. ancak yasa devleti sıfatını bile bu dönemde kaybetti. yargının geçmiş uygulamaları ile şimdiki uygulamaları arasında hukuk dışılık demiyorum, yasadışılık anlamında yaygınlık, yoğunluk anlamında kıyas bile olmaz. şu dönem yasa devleti kavramı bile yok edildi. bunun tartışmaya açık bir tarafı yok. geçmişte tabii ki yasadışı uygulamalar da vardı. hukuk zaten mahkemelerin hiç temel ilkesi olmadı. bunlar ayrı şeyler.
      ayrıca birileri 12 eylül ile 16 yıllık iktidarı arasında genel (yargıyı da kapsayan ama yargının ötesinde genel olan durum açısından) kıyaslamasına girerse, onlar da kusura bakmasınlar ama 12 eylülden eksik olan uygulamaları olduğu gibi fazla olan uygulamaları da vardı. 12 eylüldeki gbi insanlara bok yedirilmedi, işkenceler rutin olmadı (belki. belki diyorum çünkü fetöcü diye içeri alınan insanlara neler yapıldığını bilemiyorum) ama mahkeme kararı bile olmadan insanlar işinden oldu, bu da yetmedi, o insanların başka yerlerde iş bulması da engellendi. 12 eylülde hiçkimsenin malına el konulmadı ama 16 yıllık akp iktidarı döneminde insanların mallarına el konuldu. (not: bu son paragraf bernar bey için değil, iki dönem uygulamalarını kıyaslayanlar içindir.)

      • Hamza Akyol, bugünkü yargıyı yermek için oniki eylül le kiyaslaman ne kadar abes olmuş. Prosedüre göre yapılmış işkence! !!! Gerçekten enteresan. Bugün yolunda gitmeyen şeyleri eleştirmek için bu kadar ileri bir örnek vermekle kendini bayağı çıkmaza sokmuşsun. Sonrada toparlamak için bayağı ugrasmissin. Ama nafile.Aşırı şiddet gayedeki hikmeti yok eder demişler. Doğru söylenmiş laflarini lüzumsuz abartilarla aşağı seviyeye çektin. (Yiyeceğim ağır lafları göze alarak yazdım. Ne yapalım olsun o kadar. Hamama giren terler )Bernar bey zaten yeterince açıklamış durumdaki tuhafligi.

        • ayteacher, siz çok yaşayın. 16 yıllık akp iktidarında yargı sisteminin geldiği noktanın neden 12 eylüldeki yargı sisteminden bile kötü olduğunu yeterince açık izah ettim. ekstra olarak sizin için yapabileceğim bir açıklamam maalesef yok.
          Fakat akp iktidarı dönemindeki yargının durumu 12 eylül dönemindeki ile bile karşılaştırılıyorsa, ben olsam “yok 12 eylüldeki yargı daha kötüydü” demek yerine ülkenin geldiği noktaya üzülür, çözüm için neler yapılabileceği üzerine kafa yorarım.
          “eskiden de yargı çok iyiydi” demek utanılacak bir savunma. tabii ki bence…

          • özür düzeltme: “eskiden de yargı çok iyi değildi” demek utanılacak bir savunma. Tabii ki bence…
            Çünkü herşeyden önce 16 sene geçmiş ve adaleti sağlama imkanımız daha fazla.

  11. Ne işler açtı hükümetin başına, Zarrap…
    Yaktı ortalığı mübarek, sanki bir kezzap,
    Öyle yamuk ilişkilere girmiş ki beyler,
    Ele-güne rezil olduk, ıslah eyle Yarap!

    Hep bana, Rabbena der “ezbere müslümanlık”
    Yahudi de öyle yapar, düşünsek bir anlık!
    Hem dindarlık hem de açgözlülüktür bu, beyler
    Tanrı’dan torpil bekler, bu güzide insanlık!

    Hep Hakkı gözler ehl-i iman, belayı bulmaz,
    Doğru yolu terketmez, yalpa yapmaz savrulmaz,
    Hükümette yolsuzluk rüşvet çok kötü şeyler!
    Bitmezse bu tür işler, ülkenin beli doğrulmaz!

    Yok şöyleydi de böyleydi, binbir cins mazeret!
    Bitecek mi bu işler, bir umut ver, ey hükümet?
    Kur’ana el basmalı işe başlarken beyler!
    Böylesi faydalıdır, bu da bir çeşit nimet !

    ********

  12. Atanmış hakim sistemi her yerde benzer sonuç verir. Taraflar hakemlerini kendileri seçmeli ve seçilen hakemlerin verdiği karara razı olmalıdırlar.
    Çare, Kurandaki örnekte olduğu gibidir. Kuran her olaya bir örnek verir, kıyas ile biz onu bütün benzer olaylara uygularız. Bu örnek olaya teknikte “etalon” diyoruz. Fıkhın temeli budur.
    Çözüm; hakimlik değil, hakemlik (tahkim) sisteminin tüm hukukta uygulanması olabilir. Kamu davalarında bugünkü savcılar kamunun hakemleri konumunda olurlar. Bugün tahkim sistemi uluslar arası ihtilaflarda ve sporda zaten uygulanıyor.
    Taraflar, hakemlik ehliyeti olanlardan birer tanesini kendilerine hakem olarak seçerler. Seçilen iki hakem de kendilerine bir baş hakem seçer. Bu üçlü hakem heyetinin verdiği karar kesindir, temyizi yoktur. Karardan memnun olmayan taraf, hakemler aleyhine hakeme gider ve mağduriyet varsa, hakemlerin bağlı olduğu dayanışma ortaklığı bu zararı tazmin eder ve böyle kararlar veren hakemlerin, aşama aşama hakemlik ehliyetlerinin düşürülmesine varan bir kontrol sistemi uygulanır.
    AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) gibi bir kuruma gitmek Türkiye için bir utançtır. Yargı ulusaldır, ulusal olmak zorundadır. Avrupa birliği ülkesi olsak tamam ama yabancı bir devletin yargı kurumuna gitmek ne demektir..? Hukukçular hiç mi utanmıyorlar. Suç, işlendiği devletin yasalarına göre suçtur. Eğer taraflar iki farklı devletten, yani iki farklı hukuktan iseler o zaman da tahkim sistemi uygulanmaktadır. Bizim içimizdeki ve bizim kanunlarımıza göre olan bir fiili nasıl olur da başka ülkelerin yargısına denetletebiliriz? Devlet, idam da dahil yaptırım uygulayabilme demektir. Osmanlılar bunu çok kısa ve çok veciz olarak şöyle tescil etmişler: Yeni padişah (malik) iş başına geçince hutbeler onun adından okunmaya başlar ve para da onun adından basılır. Hutbenin onun adından okunması yasamayı, paranın onun adından basılması da ekonomiyi bundan sonra yeni yönetici yöneteceğinin ilanıdır.
    Yargınız dışa bağımlı ise yargıdan, dolayısıyla devletten bahsedemezsiniz. Her şey bir garabet..!

  13. konuyla biraz uzaktan ilintili, fakat yine de yazacağım.
    Dün gece karar gazetesinden elif hanım, meral akşenerin ortalarda görünmediğine ilişkin bir tespit yapmış.
    Aslında cumhurbaşkanı adayları kesinleştikten sonra ben de kim, nerede, ne yapıyor diye merak edip sürekli yaptıkları mitingler var mı diye bakıyordum.. Özellikle akşener ve karamollaoğlu ile ilgili pek haber göremedim. bildiğim kadarıyla karamollaoğlu sadece sivasta bir miting yaptı. akşener de, çatı aday belirlenmesini önce kendi adaylığını açıklayarak engelleyip aday olarak ortaya çıktı ama birden bire hız kesti. mitinglerini falan pek göremiyoruz. Oysa, türkiyenin belkide en önemli seçiminde, seçime de az bir süre varken, bunların il il, ilçe ilçe gezmeleri gerekiyor. Çünkü dün de yazdığım gibi, bu seçim kimin seçileceğinden daha çok, kimin seçilmemesi gerektiğinin önemli olduğu bir seçim ve herkes de bunun farkında. bunun için de çok çalışmak gerekiyor ama ince haricindekilerden ses soluk yok.
    Mhp ile chpnin çatı adayı ekmeleddin olayına ne kadar da benziyor. o zaman da bahçeli, kendi adayının seçilmesi için çok çok az çaba harcamıştı. eğer yanlış hatırlamıyorsam, sadece 3 tane miting yaptığı yazılmıştı.
    Acaba iyi parti ve saadet partisine oy vermeyi düşünen ya da üyesi olan vatandaşlarımız bunun nedenini merak edip partilerine “neden miting yapmıyorsunuz. neden çalışmıyorsunuz?” diye soruyorlar mı bilmiyorum ama sormak gerektiği kesin.
    “Ülkedeki birkaç güç odağından bir tanesi de ben olsam bile, benim de bu sistemde çok fazla yapabileceğim birşey yok” diye yazmıştım önceki yorumlarımdan birinde. Ülkenin kaderinin birkaç güç odağının elinde bulunduğu durumlarda kişilerin iyi ya da kötü olmasının çok fazla öneminin olmadığını vurgulamaya çalışmıştım. Yani, “ahmet iyi adam bu ülkeye ihanet etmez. ya da mehmet çok iyi bir insan bize ihanet etmez” yargılanın bir geçerliliği yok. Bu kişilerin kötü olduğu anlamında söylemiyorum. ülkedeki birkaç güç odağının merkezinde olan insanlar iyi de kötü de olsalar, yapmamaları gereken şeyleri yaparlar.
    Acaba, karamollaoğlu ve akşenerin gönülsüzlüklerinin akpnin a, b ya da c planlarından biri ile bir bağlantısı var mı?
    Siz merak etmiyor musunuz?

    • bildiğim kadarıyla aday listeleri ile meşguller.
      sayın ince miting yapabiliyor çünkü parti başkanı ve CB adayı aynı kişi değil.
      diğerlerinin böyle bir lüksleri yok.

      • bernar beyin yorumuna yaptığın yorumu talihsiz kabul ediyorum. 12 eylülü aklamaya çalışman gerçekten talihsiz bir durum.
        yapmaya çalıştığın bu olmasa bile sonuç bu.
        asıl temel fark o dönemde çok okunan bir yerde böyle bir yorum yazamazdın.
        doğru yanlış ağzına geleni söyleyemezdin.
        bir vaktin olduğunda dönem işkencelerine bir göz at derim.

        • siz de olayı tersten anlamışınız. ben mahkemelerin, yargının durumunu söylüyorum. 12 eylülü yaşadım.benim birçok arkadaşım işkence gördü. işkencede kolu yırtılan arkadaşlarım var, kayalıklardan atılan arkadaşlarım var, işkencede ayak tarak kemikleri ortaya çıkan arkadaşlarım var, köpeklere parçalatılan, cezaevinden çıktığında denize atlayıp ölmeyi düşünen, ancak ölmezde polise düşersem diye korkudan intihar bile edemeyen arkadaşlarım var. ancak bunlar 12 eylülün, karakol, cezaevi ile ilgili bölümleri. 12 eylülün yargı bölümü değil. ben yargı bölümü hakkında yazdım. yazıyı tekrar okumanızı tavsiye ederim. Sapla samanı karıştırmamak lazım. yargıçların, savcıların, yargılamanın durumu farklı, cezaevlerinde, karakollardaki uygulamalar farklıdır.
          konu yargıdaki farklılıktır. eğer yazdıklarımda yanlışlık varsa, yok bunlar 12 eylülde de vardı diyorsanız onu tartışalım. onun dışında söyledikleriniz sadece sapla samanı karıştırmaktır. kuşkusuz 12 eylül mahkemelerinde de yasa dışı şeyler oldu. ancak bir temel, tanımlayıcı durum vardır bir de istisna durum vardır. 12 eylül mahkemelerindeki istisnalar bu dönemde tanımlayıcı olmuştur. söylediğim budur.

          • Hem kafam tersten calisir diyorsun, sonra da ters anlamissiniz diyorsun! Boyle olmaz, kac kere duydum, chp li yoneticilerin agzindan: 12 eylul bile bundan iyiydi diye… Sen de ayni seyi soyluyorsun, askeri yargiyi ululuyorsun, sonra da yok ben cezaevlerini kastettiydim de estek kostek!

        • H.Gayret! Sen cevap yazarken kafamı en az çalıştırdığım okursun. o kadar basit şeyler yazıyorsun ki kafamı hiç zorlamıyorum.
          1: Chpli yöneticiler hamza akyol sözcüsü değil. o nedenle benim yazıma chplilerin söyledikleri ile cevap verme.
          2: chpli yöneticiler 12 eylül bundan iyiydi dedilerse hata yapmışlar. doğrusu şöyle söylemeleri gerekirdi, 16 yıllık akp iktidarının yargısı 12 eylül yargısından daha kötü. Arasındaki ayrımı anlamak zor olabilir. gene de pes etme anlamaya çalış.
          3: yargı yargıdır, askeri yargı da askeri yargıdır. bu kadar basit şeyi anlamak da bu kadar zor mu olur şaşırıyorum. eğer kastın askerlerin yönetimde olduğu dönemin yargısı ise, zaten biz de o dönem ile akp dönemindeki yargıyı kıyaslıyoruz ama askeri yargıyı değil. yargıyı.
          4: Evet aslında yargı, cezaevleri, savcılık öncesi soruşturması vs ile bir bütündür. fakat burda tartışılan yargı, geniş anlamı ile değil, mahkemelerdir. çünkü yargı sistemi dendiğinde işin merkezinde yasalar, mahkemeler vardır. burda çok büyük sıkıntı olduğu için, burayı onarmadan yargı sisteminde düzeltme yapamazsın.

      • açıklamanız için teşekkür ederim. işin bu yönünü düşünmemiştim doğrusu.
        Ben yine de, ülkenin kaderinin birkaç kişinin elinde olduğu sistemlerde (kendim bu birkaç kişiden biri olsaydım kendim de dahil olurdu) şüpheci oluyorum ister istemez. Şu an şüphelenmek için bir neden göremiyorum ama aynı durum ince için de geçerlidir.
        heran, herhangi birisi, bizleri pazarlık masasındaki bir koza dönüştürebilir.

    • Halkin gucunden baska guc odaklarina baglanmis siyasilerin halkla ne isi olur ki gidip mitingler yapsinlar! Olsa olsa gene sagdan soldan bi isaret gelsin diye beklesip duruyorlardir. Vaktiyle onun bunun emirlerine gore hareket edip milli iradeye duyarsiz kalan e. mumcu, m. agar, abdullatif sener gibi adamlar nasil silindilerse bunlar da oylece yok olup giderler…

  14. Atilla nın ceza alması T.C nin ve dolayısı ile AKP nin yüz karası bir durumdur.
    Beceriksiz politkaları nedeni ile bir bürokratının ABD de yargılanmasının önüne geçemeyen AKP politikacılarını tarih affetmeyecektir.
    Adam hakimin de ifade ettiği gibi suçsuz ve 32 ay ceza alıyor.
    Bürokratına sahip çıkamayan AKP nin aciz dış politikasının sonucudur bu.
    Türkiye siyaseten her türlü ağırlığını ortaya koyarak bu yargılamayı önlemeliydi.
    Gerekirse ABD ile ilişkileri tümden kesme NATO dan çıkma dahil her türlü girişimi göze aldığını göstermeliydi.
    T.C. nin itibarı AKP tarafından beş paralık edilmiştir.
    Nokta.

    • Sade Vatandaş,17/25 Aralık tan sonra ve Riza tutuklanmadan önceye kadar H Atilla
      ABD ye 6 kez gelmış gitmiş.
      Hiç kimse bir şey yapmamış Riza tutuklandıktan sonra Atillanin tutuklanması da Türkiyedeki “RÜŞVET” mafiyasının tepe noktalarını daki şahısıları temize çıkarıp Rizayi korumak için ve başka sahtakarlıklarda ortaya çıkmaması için en uygun günah keçisi seneryosu yazíldı ve uygulanmaya konuldu.
      Peki bunda başarılı oldularmi? cevabim”HAYIR.”
      Hakim Mafya babasının pilanlarını (şimdilik) öğle gözükmese bile ilerisi için onu bozdu. Bu yargılamada yargıç’ ın Burdaki savicilardan tutunda hapishaneye kadar çok ince ayrintilar kapsayan sorular sordu.
      Sormasının nedenide suçsuz bir insani sirf kendi çıkarlarını koruyup pisliklerini kapatmak için günah keçisi seçildiğini çok iyi anlamiş ve bilmiştı.Hakim beklentilerin aksini yapmtı.
      Elindeki kanunlara göre suçlu bulunmuş bir insana ömrünü iki kati ceza vermek yerine. o tuzağí gene kanunlar eşliğinde aylarca şüren araştırmalar yapti vede verile biilecek en az cezayı verdi.
      H Atillanin son duruşmasına takim elbise ve kravatla getirilmesi için hapishane yetkililerine emir verdi. Bu emir bile Atillanin suçsuzluğunun kanıtıdır. Bu olanlar Havuz medyasında hiç yer almadı.
      H Atillanin aldığ ceza yemin etmesine rağmen sırf TC nin ihtibarını korumak için yalan bir ifadesi ve Zarabın ona attıği bir çok iftiradan úçúnü isbatliyamamasí olan 4 yalan ifadeden dolayi aldı.eğer( bana göre) onlar olmasaydı.Atilla bey şimdi serbest ti çúnkü verilecek ceza kadar hapis yatmıştı.
      Birde madalyonun öbür yúzune bakalım.
      hakim jüri uyeleri gibi mafyanin tuzağíní anlamasaydive 105 yil haps cezası verseydi, şimdi havuzdan tutunda devlet yetkilileri ABD ye hakimi ve júriyi tamda seçim arifesinde Gülenci ilan eder neler neler yazar çizer millete yuttururlardı.
      Ben sizlere burdakı tuzağın kimler tarafından kurulduğu nu soriyorum.
      Sizce bu günah keçisi olarak seçilen Hakan Atilla yı kimler veya kim bu tuzağa düşúrdü? Ve ne için dúşürdü?
      Ben şahse sorduğum soruları cevabını biliyorum ve burayada yazabilirim fakat sansüre takılır, onun için siz õğrenmek isterseniz kendiniz bir araştırma yapın.
      Eminim sizde bulursunuz.
      Hoşça kalın.

      • Nurdan Hanım;
        T.C. yöneticileri Atilla yı ABD yargısının önüne yem olarak attı diyorsunuz anlaşılan.
        Ama bence bu çok saçma olur.
        Belki de ABD deki cemaatçilerin oradaki yargıya ihbarı ile gerçekleşmiştir Atilla nın tutuklanması.
        Cemaatçiler T.C yi Amerika da zora düşürmek için bir kumpas kurmuş olmasın?
        Herkes biliyor ki cemaat kumpas kurmada çok usta.

    • Size katılıyorum ülkemin sade vatandaşı…
      Bence de Türkiye; Hakan Atilla’nın ABD’de yargılanmasını önlemeliydi.
      Diplomasiyle engelleyemediyse ABD’ye savaş açarak; ilk elde washingtonu ve newyorku bombalamalı; yine boyun eğmezlerse amerikalıları topluca İzmir’de denize dökmeli ve amerika kıtasını tamamen ortadan kaldırmalıydı Türkiye…
      Bunu başaramadığı için her türlü saldırıyı hakediyor Türkiye…
      Haydi şimdi topluca harekete geçelim O’nu yıkmak isteyenlerin safında…
      Çünki batılı efendilere itaat etmeyi reddeden tüm ülkeler yıkılmayı hakediyor…

  15. Kim diyebilir, `Adalet sistemi Turkiye`nin su donemlerinde mukemmel isliyordu`? Eger denirse ki, Ak parti doneminde de adalet sistemi duzeltilemedi, o zaman mantikli soylenmis olur.

  16. Yargı kurumunun düzeltilmesinin yıllar alacağı konusunuda sizinle hemfikrim, Kemal Bey. Benim sizinle paylaşmadığım fikir, adaleti bu duruma getirenlerin yargılanıp cezalandırılması öneriniz. Kabul etmek zorundayız ki, toplumun birbirlerine derin kuşkularla bakan farklı kesimleri, “Adaleti bu duruma kimler getirdi?” sorusuna birbirinden çok farklı yanıtlar verecekler. Adaleti kim bozdu ve çürüttü? Sorumlular kim? Siz, 16 yıllık AK Parti iktidarlarını sorumlu tutuyor görünüyorsunuz. Bir an, söz konusu iktidarın yöneticilerinin bu işin sorumlusu olarak yargılandıklarını düşünelim. AK Parti, önümüzdeki seçimlerden ister oyları azalarak çıksın, ister oylarını artırarak çıksın: Çok açık ki, insanlarımızın en az yüzde 40-45’lik bir oranı, bu partiyi ve Sayın Erdoğan’ı koşulsuz sahipleniyor ve destekliyor. Böyle bir durumda, bu insanların duygu ve düşünce dünyasını kestirmeye çalışın. Kuşku yok ki, bu partiye ve liderine gönül veren insanlarımız, böyle bir yargılamayı adaletsizliğin ta kendisi olarak düşünecekler ve bu da toplumda giderek artan kutuplaşma ve çatışmaları daha da derinleştirecek. Kaldı ki, zaten hiçbir zaman adaletli olamamış yargı kurumunun adaletsizliğinin sorumluluğunu tek bir iktidara yüklemek ne kadar adaletli?

    Bence doğru olan, bu meselenin sorumluluğunu belli bir siyasal partiye ve onun iktidar yıllarına yıkmak yerine, mümkünse o partinin liderliğini, ama mutlaka o partinin gönüldaşı seçmenlerini elimizde sorunlu bir yargı kurumu olduğu gerçeğine ikna etmek, ve hem iktidarı hem de muhalefet partilerini yargı kurumunu adalet dağıtan bir kurum haline getirmeye zorlamak. Değilse, bir dönemin savcıları yargıçları bir başka dönemin savcı ve yargıçlarını yargılar, sonra devran döner yeni siyasal iktidar dün yargılanmış olanları bu kez yargılayan konumuna getirir. Zaten yakın siyasal tarihimiz de bunun çok çarpıcı örnekleriyle dolu. Kısa bir süre öncesine kadar hepimizin bildiği kimi savcılar görkemli ve kahraman insanlar olarak yere göğe sığdırılamıyorlardı, bugün ise ya cezaevindeler ya da yurt dışında kaçak durumundalar. Uzun sözün kısası, düşüncelerinize gerçekten saygı duyuyorum, ama önermenizin doğruluğundan hayli kuşkuluyum. Selamlar.

    • Böyle bağıra çağıra konuştuğuna göre…
      Galiba sen de sağırlardansın … Öyleyse Rabbim şifa versin…
      Ya da yalan olduğunu bildiğin iddialarda bulunuyorsun ki … O zaman Rabbim selamet ihsan etsin

  17. …çalıştığım iş yerinde de var ”ben demiştim-ben biliyordum” deyip te süreç boyunca hiç bir inisiyatif almayıp gündemde kalmaya çalışan tavuslar. Eminim ki Türk Halkının büyük bir bölümü bu gün için bir yazı yazacak olsaydı sizin yazdıklarınızı yazardı. Biz bu senaryolara izlediğimiz filmlerden alışığız Fehmi Bey, mühim olan bu sonucu bile bile biz NEDEN başka işlere yoğunlaştık. Bu Hakan Atilla için hiç mi bir şey yapılamazdı ? sizde bu denli haksız olduğuna inandığınız bir kardeşimiz için bugüne dek yazılarınızı şekillendirebilirdiniz.. Yargıç Berman’ı 12 kişilik jüri rahatlatıyor nitekim muhtemel ki ahiret inancı yoktur.. Acaba sizi ve sizleri ne rahatlatıyor???

  18. Yargı kurumunun kokuşmuşluğundan söz ediyorsunuz, sanırım toplumdaki müşterek kanaat de bu. Ne var ki, yargı kurumunun işaret ettiğiniz kokuşmuşluğu, sizin söylediğinizin aksine, son 16 yılın ürünü olan bir şey değil. Yargı, AK Parti öncesi iktidarlar döneminde de fazlasıya siyasallaşmış, çürümüş, adalet dağıtmaktan uzak bir kurumdu. Bu gerçeği gözden kaçırmamak gerektiğini düşünüyorum. Sorunun giderilmesinin, yani adalete güvenin tesis edilmesinin, sizin önerdiğiniz gibi “adaleti bu duruma getirenleri yargılayıp cezalandırarak” başarılabileceğine inanmıyorum.

    Ülkemizdeki adalet sorunu, tıpkı eğitim gibi, tıpkı siyaset kurumumuz ya da siyasal iktidarların anlık çıkarlarına göre yüzlerce kez değiştirilmiş ihale kanunumuz gibi, esas olarak bir zihniyet sorununun sonucudur. Sözünü ettiğim bu zihniyet sorunu, hayata bakış ile ilgili bir mesele. Toplumun ezici çoğunluğu, hayata ve deneyimlere, bağımsız düşünebilen bir birey olarak değil, belli bir alt-kimliğin (seküler, müteyeddin,milliyetçi, Sünni, Alevi, Kürt, Türk, Menzilci, Türkiye Komünist Partili, F. Gülenci, vb.) gözüyle, o kültürel, etnik, siyasal, dinsel kimliğin ve ona karşılık düşen toplumsal gurubun yarar ve çıkarları açısından bakıyor, ve gördüğü şeyin gerçekliğin kendisi olduğuna inanıyor. Dün burada yazan bir yorumcunun, ülkemizdeki akademisyen ve öğretmen maaşlarının Avrupa ülkelerinde olanın yaklaşık iki kat daha fazla olduğuna inanması gibi. Ya da, bir zamanlar “sosyalist” ya da “komünist” olarak adlandırılmış tüm ülkeler çöküp bunların ceberrut, insanlarını ezip sömüren otoriter rejimler olduğu apaçık ortaya çıkmışken, ülkemizin tüm sorunlarının “sosyalist devrim”le aşılabileceğinin düşünülüp öneriliyor olması gibi. Ya da

    Bir okul müdürü veya bir üniversite dekanının, ya da bir savcı veya bir hakimin, veya bir polis şefinin, alt-kimliklere aidiyet duygusuyla bölünmüş parçalı bir toplumda, söz konusu kimliklerden azade olduğunu düşünmek saflık olur. Eğitim kurumlarından polise, yargı kurumlarından belediye meclislerine varıncaya kadar, tüm devlet bürokrasisi bu alt kimliklerin birer rekabet ve kontrol mücadelesi sahasıdır.

    Temel meselemiz, Doğu toplumlarının karakteristik bir özelliği olan bu zihniyet sorunumuzu nasıl aşacağımıza ilşkin olarak tüm toplumsal kesimlerce üzerinde uzlaşılmış bir fikre, tasarıma sahip olamayışımızdır. Ülkede böyle bir uzlaşmanın olmaması ise, ilkel bir eğitim sistemine sıkışıp kalmış olmamızla, demokratik bir kültürün yaratılamamış olmasıyla ilgilidir.

    Hiçbir sorunumuzu, birilerini yargılayarak aşamayız. Tıpkı, adı ister İnönü, ister Demirel, ister Muharrem İnce, isterse Recep Tayyip Erdoğan olsun, şu ya da bu lider sayesinde aşmamızın mümkün olmaması gibi.

    Bizleri onyıllardır süregelen toplumsal sorunlarımızı aşma konusundaiyimser olmaktan alıkoyan şey, rasyonellik (akılcılık) dediğimiz şeyin, toplumun iki ana kesimi (sekülerler-müteyeddinler) tarafından da yanlış yorumlanıyor olması. Sekülerler, rasyonel olmayı, din karşıtlığı ve Batılı modern hayatın yüzeysel görünümlerini benimsemek olarak anlayageldiler. Dinsel olana karşıtlığı, Paris’teki Eyfel Kulesi’ni kendine arkaplan yaparak fotoğraf çektirmeyi, Batılı bilim adamının ya da müzisyeninin ismine aşina olmayı çağdaşlık ve ilericilik olduğunu zannettiler. Tam da hastalıklı olan bu kavrayışlarının ürünü olarak, hiçbir zaman demokrat olamadılar, otoriter ve buyurgan bir zihniyete savruldular (“Tüm tekke ve zaviyeler kapatılsın; dinsel alanı devlet kontrol etsin; Kuran kursları kapatılsın; başörtülü genç kızlar şeriatın sembollerini kullanıyorlar, bunlar üniversitelerden atılsın” vb.) Dindarlar ise, bir tahakküm ve aşağılama olarak yaşadıkları sözde (dolayısıyla da sahte) rasyonelliği, kendi kültürlerine karşı girişilmiş bir savaş olarak düşündüler ve, demokrasi fikri de dahil olmak üzere, rasyonel olan ne varsa, bunu kuşkuyla karşıladılar. Rasyonel veya Batılı olan ne varsa, onun karşıtı olan sembolleri ve geçmişi kutsallaştırarak, bugünün dünyasıyla yüzleşmeyi değil, kurgulanmış ve mükemmelleştirilmiş bir “geçmiş”i (Osmanlı padişahları vb.) bugün yeniden ihya etmekle büyük bir ülke, “ümmetin lideri” olabileceğimizi düşündüler. Tıpkı bir karşıtlık olarak düşündükleri sekülerler gibi, ne İslami felsefecilerden, İslami bilim adamlarından, İslami mimariden haberdar oldular, ne de akıl ve adaletin İslamın temel önermeleri olduğunu akla getirmek istediler. İşin en tuhaf ve en üzücü yanlarından biri, Avrupa’da imparatorluklar çağının sona ermesi ve ulus devletlerin kuruluşuna giden sürecin biricik ideolojisi olan “milliyetçilik” aslında tamamen bir Batı değeri olduğu halde, hem sekülerler hem de dindarlar, bu ideolojiyi alıp kendi kodları arasına yedirmekte hiçbir behis görmediler.

    Bu tıkanmışlıktan ve onyıllardır yaşanagelen kısır döngüden kurtulabilmemiz için, onu bunu yargılayıp hesap sormaya değil, gerçek ve inandırıcı bir zihniyet dönüşümüne ihtiyacımız var. Bunu başarabilmemiz, ilkin çoğulculuğu benimsemekten, kendimizi tüm toplumsal kesimlere karşı adalet, hakkaniyet, vicdan ve özgürlük gibi değerler temelinde konumlandırmaktan geçiyor. Bu değerler ise hem “demokrasi” fikrinde, hem de Kuran’da içkin. . .

    • bernar bey, kusura bakmayın ama 16 yıldır yapılanlarla önceki dönem arasında siyah ile beyaz kadar olmasa da siyah ile içinde %10 siyah bulunan açık gri arasındaki fark kadar büyük fark var. ikisini kıyaslayıp, eksiden de vardı derseniz akp iktidarını aklamış olursunuz.
      Öncelikle suçluyu aklamamak, suçunu sabitlemek lazım.
      Cezalandırma ise apayrı bir tartışma konusu.
      Yazınızdaki diğer tartışmalı noktaları, konuyu dağıtmamak için şimdilik es geçiyorum.

      • İsterseniz önceki dönem ile 16 yıllık akp iktidarı arasındaki hukuk farkı açısından size birkaç örnek vereyim.
        akpden önceki hukukun en karanlık dönemi 12 eylüldür. hep beraber yaşadık. o dönem ile bile arasında ciddi fark var.
        1: 12 eylül döneminde hiç gizli tanık duymadım.
        2: 12 eylül döneminde, kenan evrenin herhangi bir mahkemenin savcısı olduğunu duymadım.
        3: 12 eylül döneminde, kenan evrenin, yargılaması süren herhangi bir zanlı hakkında, “bu adam ajan” benzeri bir açıklama duymadım.
        4: 12 eylül döneminde: devlet başkanının ajan dediği birisinin bir gün sonra serbest bırakıldığını duymadım.
        5: Biraz düşünürseniz bu rakamların epey fazla olduğunu farkedersiniz.
        evet 12 eylül döneminde ağır işkenceler vardı. fakat mahkemeler, yargılama sistemi bu kadar kötü değildi.

        • en temel bazı farkları unutmuşum.
          A: 12 Eylül ve öncesi hiçbir dönemde, bir alt mahkeme, bir üst mahkemenin kararına “ben uymuyorum” diyemezdi.
          B: 12 eylül ve öncesi hiçbir dönemde, bir devlet yetkilisi, “ben mahkeme kararını kabul etmiyorum” diyemezdi.
          C: 12 eylül ve öncesi hiçbir dönemde, insanlar yasada açıkca belirtilmeyen suçlardan yargılanamaz, yasada belirtilmeyen cezalara çarptırılamazdı.
          Muhtemelen hukukçu değilsinizdir. Ben de değilim ama biraz hukuk bilgim vardır. Fakat hukukçu olmasanız da siz de mutlaka duymuşunuzdur: yasa devleti ile hukuk devleti farkını. ya da yasa ile hukuk arasındaki farkı.
          Evet türkiye hiçbir zaman bir hukuk devleti olamadı. Fakat bir yasa devleti idi.
          16 yıllık akp iktidarında türkiye yasa devleti kavramını bile kaybetti.
          Bu kadar temel farklar varken, “eskiden de…” demek,yapılan katliamı aklamaktır. bence…

        • 12 eylulde zanlinin/mahkumun direkt iskencesi yapiliyormus, sorgu sual olmazdi derler. (Cunku cogunlukla iskenceden sag cikilmazmis zaten)

          • h.gayret! yukarda didem hanıma cevap yazdım. sana da sapla samanı ayırman için yazayım. 12 eylülde karakollarda, cezaevlerinde, bugünle kıyas edilemeyecek kadar kötü uygulamalar oldu. benim pekçok arkadaşım ağır işkenceler gördü. ancak bizim konumuz polis ve askerin uygulamaları değil, yargı mekanizması.
            yargı mekanizmasında, üstte saydığım yasadışılıklar olmadı.
            Mesela yozgatta, bir kişi, üç tane birbiri ile alakasız sol örgütün yöneticiliğini işkence ile kabul ediyor. fakat mahkemeye gidince mahkeme “olmaz öyle şey” diye bu kişiyi bırakıyor.
            konumuz yargının durumu. karakolların, cezaevinin durumu değil.

    • Yargi kokusmustu ariniyor! Sadece doguya ozgu dediginiz hastaliklar batida da var: cizvitleri duymussunuzdur mutlaka! Hristiyanlarin fetosu diyeyim de gerisini anlarsiniz… Siz bu olup bitenlere hangi kimlikle bakiyorsunuz daha once belirtmistim zaten. Her sey ve herkes aslina rucu ediyor ve edecektir. Halen schengen ulkesi olan, euro-zone veya degil ab ulkelerine gore egitimci/polis/doktor maaslari turkiyede daha yuksek.

  19. Rıza Zarrap denen kişinin yurdumuzda hayırsever işadamı pozisyonundan , hain pozisyonuna düştüğü , ABD de ise çeşitli suçlamalar isnat edilen sanık pozisyonundan tanık pozisyonuna geçtiği düşünüldüğünde , ABD yargısı ile Türk yetkililerin , ilk baştaki gösterdikleri duruştan 360 derece saptıkları görülüyor. Bu mesele Türk Devleti için şu anda kapatılacak , ancak bir yönetim değişikliği halinde gelecek yıllarda yargı konusu olacak bir mesele. Olan Hakan Atilla’ ya oldu . Sabırlar diliyorum kendisine ve ailesine. Öyle ya Rıza Zarrap hayırsever ve cari açığı düşüren bir işadamıydı ve bakanların elinden ödül almışken yine aynı cenah tarafından niçin hain ilan edildi ? ABD yargısı da suçlu birini nasıl aklayıp , tanık yapıp suçsuz birini içeri attı ? Tüm bu soruların cevabı elbet ortaya çıkacaktır.

  20. Benim gazeteci bir arkadaşım son karar duruşmasında orada idi bir saata yakında bana hakimi dinletti.
    Hakim dediğin böyle olur.Savciların iddialarını teker teker çürüttü. Hakan Atílla nin Riza olayında her hangi bir rúşvet almadığını ve yapílan yolsuzlukların bazılarına da engel olmaya çalıştíğını ve zaraf olayından herhangi bir çıkarının olmadığıní sık sık dile getirdi bunun yanında Atillanin yeminli ifadelirinde zaraf’ın yalan söyledığını tek tek açıkladı o yalanların cezalandırılanacağini sõylüyordu.
    Ben yalanlardan dõrt tanesini dinledım birtanesi hariç diğer 3 çü zarafa aitti.
    Bence Zaraf yalan söylemış gúya Atilla .Zarafın abartíğı bir ihraçatta ona yol göstermiş.
    Eğer o yalanlar olmasaidi belki de şu an hapisten çíkmıştı
    Bence şu anda aldığı cezanın yarísını alırdı.
    Bu da 17/25 Araliğın Erdoğana karşi yapílmış darbe değil.gerçekmíş.’

    • Arkadaşın her halde FETÖ cüdür. ben sana 17/25 Aralık operasyonunun amacının yolsuzluğu, hırsızlığı açığa çıkarmak değil sayın Erdoğan’ı devirmekti neden 11 yıl beklediler 11 yıl iktidarda olanların yanlışı yok muydu? elbetteki varmıştır. çok iş yapan çok hata yapar derler ya ama şimdiki adı FETÖ olan suç şebekesi (her türlü alçaklığı yapmada bir beis görmemiş) o tarihe kadar sustu kayıt altına aldı bir gün kullanmak için ama toplum olarak buna itibar etmedik kimler itibar etti biz cemaat derken FETÖ diyenler FETÖ nün gercek olmayan söylemlerine itibar ettiler cünkü düşman ortak olmuştu

        • Denklemi yanlis kurmussun, hedefte tutarsizlik var! Ozledigin turkiyeye baskanlik sistemiyle ulasabiliriz.

      • para sayma makinalarını ya da “paraları sıfırla”yı iş hatası olarak görmek nasıl bir ahlak, hangi dinin mensubiyetinin getirdiği bir kabulleniş, nasıl bir mantık bilemiyorum.
        11 yıl beklenmesi yapanları suçlu yapar ama paraları sıfırlayanları suçsuz yapmaz ya da para sayma makinalarını iş hatası yapmaz.
        ümüt, “o tarihe kadar sustu kayıt altına aldı bir gün kullanmak için..” diyerek olayın gerçekliğini itiraf ediyor ama diğer taraftan “…ama toplum olarak buna itibar etmedik…” diyor.
        El insaf ya da vicdan, ahlak vb. laflar söylemiyorum. “hadi ordan” diyorum sadece. bana, ahlak, din, iman, müslümanlık vb. kavramlarından bahsetme.

        • Teror orgutu fetonun urettigi tapelerle siyasi partilerin icraatlarini karalamaya ve onlari suclamaya calismak hic demokratik bir tutum gibi gorunmuyor bana: dupeduz densizlik!

          • yine aynaya bakıp yazıyorsun. aynaya bakma diye kaç kere de uyardım seni.
            Eğer fetöcüler ürettiyse, gidip mahkemelerde haklarını arasalardı. neden kaçtılar? üstelik bu ülkede muktedirlerdi. benim gibi gariban, senin gibi teba değiller.

          • FETÖ kasetlerle MHP ye kumpas kurup , Sn.BAykala kumpas kurduğunda aynı hassasiyete ! sahipmiydin ? Hatta birileri dizüstü bilgisayarından Baykal’ın görüntülerini izliyordu ? BUna ne diyecen ? Nasıl açıklayacan ?

        • hamza bey bu kadar ütopik olma dünya da rüşvetin sıfırlandığı bir zaman dilimi varmı acaba siyasetin olduğu yerde yanliş işler olur bu kötü işleri kabullendiğimiz anlamına gelmez

      • Siz úzmek istemezdim. Maalesef üzüleceğinız bir haberim var.Benim arkadaşím Türk değil hatta ne o benim gerçek ismimi nede ben onun gerçek ismlerimizi bilmiyoruz.
        O arkadaşımla 29,Ekim 2016 tida Fehmi Koru vasítası ile uçakta tanışmıştım.Sizce nasıl tanişmış olabilirim? Anlatayım Diz üstü bilgi sayarıma Fehmi beyin iki hafta boyunca okiyamadığım yazılaını yúklemiş okiyordum yanımdaki yolcunun küçk kopeği vardi onu kokusu ben rahatsız etti görevlilere sõyledimEkonomo kilasda yer olmadığí içın sadece fist kılasta 1 kişilik yer varmış beni oraya aldılar.
        Yanimda oturana selam verdim ve yarım bíraktığım yaziyi okumaya devam ediyordum yanımdaki şimdiki arkadaşím Resimden Koruyu tanimiş bana şöyle bir soru sordu “ne zamandan beri Mr.Koruyu okiyorsunuz?” benim cevabım “benim en beğendiğim bir gazeteci yazar ve kaç yil olduğunu hatirlamiyirum, peki siz nerden taniyorsunuz? “Bende araştırmaci gazeteciyim.”
        4 saatlik yolcuğumuzun sonunda isimlerimizi dahi sormaya vakit bulamamıştik, ve aramizda bir antlaşma yaptík takma isimler ve sadece gmail telefon sistemi kullanarak birbirimizle görüşmeye kara verdik ve uydurma isimlerle hesap aştık onunla haberleşiyoruz.
        Yalniz ben onu bir kaç kez tv de gôrdum isminide biliyorum o benim ismimi falan bilmiyor zaten sosyal medyayada resim fala koymam.O arkadaş bana dinletti.
        Birde 16 Temmuz 2016 dan bu tarafa AKP ve genel başkanini terörist ilan ettiklerine ben onu gözü ile bakmiyorum vede sözunde inanmiyorum 250 kişinin katledildiği bir olayi Allahın Lütfú ilan eden birisine sizin gibiler inanip güvenebiliecek kadar aklimi onun mentaatlari içi kiraya vermem vijdanımıda rafa kaldırmam Allahın Lütfünün ne olduğunu çok iyi bildiğim içn.Retocu olacak kadarda cahil değilim. .

    • Gercegini daha sonra 15 temmuzda yaptilar zaten, onceki 17/25 galasiydi tiyatronun:) sahi ne oldu su yunanistana iltica eden devlet tiyatrosu sanatcilarimiz/pardon kara-havaci suikast timimiz? Yunan mahkemesi siginma taleplerini kabul etmis, birileri soylesin sunlara: oyun bitti, eve donun! Ama belki orda devlet opera ve bale sanatcilarinin maasi bizden daha yuksektir, donmezlerse de gam degil… Ne tiyatroymus arkadas yaaa!!!

    • Gazeteciden arkadas falan olmaz, iki yuzludur bunlar. Allah bilir sizin konusmanizi da mahkeme salonundakilere dinletmistir o! Bu arada ikiyuzluluk dedim de aklima geldi sayin koru nun cakmasi olan baha kivanc in eski yazilarini okuyorum, guzelmis, cok tesekurler. Biz de sayin koru yu surekli agir konulari yazan halim selim biri diye biliyorduk, meger neler varmis neler:)))

  21. Kamu oyu araştırmalarına göre bizde 16 yılda hemen herşey bozuldu ve kokuştu ama adalet bundan en çok payı aldı. Tekrar düzeltilmesi neredeyse yıllar alacak bir süreç. Adaleti bu duruma getirenleri yargılayıp cezalandırmadıkça sanırım adalete güven yeniden tesis edilemez. Ben de buna inanıyorum.

    • kemal bey sanki yargı 16 yıl öncesi çok güzeldi. bizim ülkemizde adalet hiç bir zaman olmamış ki. sayın Menderesleri asan, darbe olunca darbecilere ilk selam duran, 28 şubat sürecinde genelkurmay karargahında irtica brifingleri alan, şiir okuduğu için Erdoğan’ı hapse atan, 367 krizini yaşatan, aklıma gelmeyen bir sürü hukuksuzluğu bu ülkeye yaşatan yargı hiç adil olmadı ki

      • Aslinda 12 eylulde adaletli bi uygulama da olmus: bi sagdan bi soldan asarak calismis yargi!

    • Adaleti bu duruma getiren papazlardan biri izmirde yargilaniyor, digeri pensilvanyada inzivada! bi ortasi bulunur belki…

Yoruma kapalı.