“Babası değil mi, döver de söver de” sözü bizim neslin kulaklarındadır. (Aynı sözün “Kocası değil mi…” diye başlayan bir versiyonu da var). Bizim nesil eğitim hayatına ilk adımını “Derisi senin, kemiği benim” uyarısıyla atardı.
Dün, Kıbrıs’ta bir mahkemede yargıç, küçücük (3,5 yaşındaymış) kız çocuğunu uyumuyor diye hastanelik edecek kadar döven babayı iki yıl hapse mahkum etti; adamın kendini savunmak için sığındığı gerekçelerin hiçbirini de kabul etmedi.. Eşini dövmeye kalkan, ya da öğrencisine hafif de olsa şiddet uygulayanlara da mahkemeler çoktandır cezalar yağdırıyor.
O sözlerin çağrıştırdığı devirler geçmişte kaldı, bugün bambaşka bir dünyadayız ve bu dünyanın geçmişten çok farklı değerleri var. Bu yeni değerler de, bizler beğenelim veya beğenmeyelim, yasalarla korunuyor.
Çevre hassasiyeti de yeni değerlerden; “Tapulu malım değil mi, kim ne karışır, hem devletten izin de aldım” meydan okumasıyla girişilecek hassasiyeti zedeleyen her uygulama, karşısında önce konuya duyarlı insanları, sonra da yargıyı buluyor günümüz dünyasında.
Örnekleri çoğaltmak mümkün, ancak nelerin zaman içerisinde değiştiğini tek tek sıralamak istemiyorum. Meramım, zamanla birlikte kabullerin -hatta değerlerin- de değişime uğradığı ve herkesin buna uyum sağlaması gerektiği…
Kurban bayramının ilk gününde yaşananları benim neslim farklı hatırlar. Kurbanlık koyun birkaç gün önceden alınır, eve yakın bir yerde veya bahçede yem verilerek beslenir, günü geldiğinde ya daha önceden ayarlanmış veya o sırada kapının önünden geçmekte olan kasap çağrılarak kesim işlemi herkesin gözü önünde yapılırdı.
Şimdi öyle yapın da göreyim.
Değişimin her zaman olumlu yönde olduğu iddiasında değilim; bazen benim de canımı sıkan güne özel sözler ve davranışlar oluyor, bazen ‘değerler’ diye karşıma çıkan yeni anlayışlardan rahatsızlık da duyabiliyorum; ancak yine de değişimin getirdiği farklı kurallara ayak uydurmam gerektiğinin farkındayım. İtirazımı ifade etsem de, günlük hayatımda yeni değerlere aykırı hareket etmemeye çabalıyorum.
Bu arada güzel alışkanlıklarımız da zamanla unutulur veya uygulanmaz hale geldi.
Örneği dün akşam bayram sabahı küçük yakınlarımıza verilecek hediyeler üzerinde konuşurken kızım hatırlattı. Annem, günler öncesinden mendiller alır, onlara bayram harçlığını mendil içerisinde verirdi. Kendilerine ve etraftakilere göstermeme amacıyla…
Hiçbirimizin aklına o geleneği günümüzde de devam ettirmek gelmedi.
Benim bulabildiğim mazeret, “Kızım, o zaman bizler cebimizde mendil taşıyorduk, şimdi mendil taşıyan mı kaldı?” itirazı oldu.
Çoğu aileler, bazen dokuz-on güne uzatılan bayram tatillerini kendi muhitlerinde eş-dost-akraba ve yakınlarıyla geçirmiyor; kapağı turistik beldelere, imkanları olan da yurtdışına atıyor. Evde ziyaretçi beklemenin nafile bir iyimserlik haline dönüştüğü günlerde yaşıyoruz. Eskiden biz çocuklar ‘bayramyeri’ denilen salıncağın ana oyuncak olduğu mahallere götürülürdü, şimdi herhalde aileler kendilerine “Acaba falanca AVM açık mıdır?” sorusunu soruyordur.
Kısacası, bir yandan yanlış uygulamalarımız zaman içerisinde biraz da zorlamalarla değişime uğruyor, uğratılıyor, bir yandan da hayatın dayattığı şartlar eskiden alıştığımız türden yolumuza devam etmemizi imkansız hale getiriyor.
İyi uygulamalar da yanlış uygulamalarla birlikte tarihe karışıyor.
Kendi hesabıma ben, günümüzde, sözgelimi internetin kötü niyetlerle kullanılmasından, birilerinin trolleşerek haysiyet cellallığına soyunmasından ve bunun bir mesleğe dönüştürülmesinden rahatsızım ve gönüllerini onları ziyaret ederek okşamak yerine bunu yapanların azarlanmalarından yanayım.
Öyle olmuyor ama.
Değişime direnecek miyiz?
Etrafta direnmeye çalışanlar veya babalık-kocalık-hocalık gücünü hala karşısındaki üzerinde kullanmak isteyenler, kişisel veya siyasal iktidar alanlarını kendi belledikleri biçimde sürdürmeyi yeğleyenler çıkabiliyor. Toplumda yaşanan bireysel veya kitlesel sıkıntıların önemli bir bölümü bu yüzden.
Özellikle güç sahibi bilinen devletler, seçimle gelmiş krallar, bir biçimde gücü eline geçirmiş geleneksel unsurlar hala eskinin alışkanlıklarıyla hareket edebiliyorlar. Kanlar akıyor, hayatlar sönüyor, göçler yaşanıyor, huzursuzluklar artıyor.
Bunun sebebi de, baskıcı davranışlarla rahat ve huzuru kaçırabilen güç odaklarının karşısında bireylerin onları dengeleyecek bir güce hala sahip olamamalarıdır. ‘Demokrasi’, ‘sivil toplum kuruluşları’ ve ‘bağımsız medya’ ile bu güç dengesi oluşabilir sanılıyordu; o denge bir türlü oluşamadı, oluşacağa da benzemiyor.
Yapılması gereken, var olan güç dengesini bireyler için takviye edecek yöntem/ler bulmaktır.
Galiba bunun yolu da yine siyasetten geçiyor. Olumsuzu olumluya, yanlışı doğruya çevirecek süreç yine siyaset eliyle yaşanabilir.
Demokrasi de lazım, sivil toplum da, bağımsız medya da. Bunları şimdiki durumlarından daha ileriye taşımak şart.
Bana öyle geliyor.
Kutladığımız bu bayramın günlerini biraz da bu konu üzerinde düşünerek geçirelim istedim.
Hepinizin Kurban Bayramınızı en içten duygularımla kutlarım.
ΩΩΩΩ