Ekonomide, dış politikada atılan adımlar olumlu sonuç vermesi beklenen ‘yeni bir yol’ için yeterli olur mu? Ben olmaz diyorum

24
Reklam

Türkiye son seçimin ardından yeni bir yola girdi. Cumhurbaşkanlığı makamında yine aynı kişi –Tayyip Erdoğan– bulunuyor. Hükümetin üyelerini de yine aynı kişi seçti. Dış görünüş itibariyle ‘yeni’ denilebilecek bir yön ortada yok. Hatta sıklıkla tekrarlanan ‘‘Türkiye’nin yeni 100 yılı’’ sloganı bile seçim öncesinden…

Buna rağmen ‘yeni bir yola girildiği’ söylenebilir.

Zor gelse de ben öyle olduğu kanaatindeyim.

Ekonomide yenilik çok belirgin. ‘Epistemolojik kopuş’ ile tutulan ‘heterodoks ekonomi’ anlayışı yerini ‘rasyonel bir zemine dönme’ yaklaşımına bıraktı. Zaten bir ara hemen her gün tekrarlanan ve tekrarlayan kişinin konumu gereği ciddiye de alınan ‘‘Faiz sebep, enflasyon sonuç’’ kalıbı da kullanımdan kalkmış görünüyor.

Yeni yol ekonomide kendisini TÜİK’in dün açıkladığı, geçen yılın temmuz ayından bu ayın başına kadar geçen 12 ayda enflasyonu  %50 civarında gösteren orandan da belli oluyor. Henüz gerçek hayat pahalılığını yansıtmasa da, bu oran geçmiş aylarda açıklananlardan biraz olsun bir kopuşu yansıtıyor.

Ekonomiyi anladık, peki başka ne yenilik var?

Dış politikada da arayış kendini belli ediyor. Dört bir tarafa kafa tutan bir ülke olmaktan uzaklaşıyor gibiyiz. Avrupa Birliği (AB) ile ve Avrupa’daki eski dostlarla ilişkileri yeniden düzeltmek için çaba sarf ediliyor. İsveç’teki bir-iki Putin-severin rutine dönüştürdükleri Kur’an-ı Kerim yakma eyleminin ilişkilere getirdiği gölge ile geleneksel olarak ideolojik sığınmacılara sahip çıkmakla ünlü ülkede yaşayan bazılarını ‘terör’ ile ilişkilendirerek gönderilmelerini istemeye kulak verilmemesine rağmen bu ülkenin NATO üyeliğine yeşil ışık yakılması da bir yenilik.

Özellikle ABD’yi sevindirmeye yarayan bir yenilik…

Reklam

ABD ve Avrupa ile yakınlaşma Rusya ile kurulmuş samimiyetin devamını zorluyor doğal olarak…

Rus medyası Kremlin’in rahatsızlığını yansıtan haberler ve yorumlarla dolu bu günlerde…

AK Parti’nin itibar ettiği medya ile öndegelen isimlerine görüşleriyle ışık tuttukları bilinen bazı yorumcuların, iktidarın seçim sonrası diplomatik ataklarını tam idrak edemedikleri izlenimi alınıyor. Buradan da, dış politikada kendini belli eden arayışın geniş kapsamlı bir çalışma sonucu benimsenmiş olmasından ziyade, Tayyip Erdoğan’ın -muhtemelen yeni dışişleri bakanı Hakan Fidan’ın da desteğiyle- girdiği bir yol olduğunu çıkartıyorum.

Bir tür deneme gibi birşey…

Hepsi hemen hemen bu kadar yeniliklerin… Henüz başka alanda elle tutulur bir değişiklik görülmüyor ama görüleceğinden eminim.  

Emin olmamın sebebi de, yukarıda özetlediğim iki alandaki -ekonomi ve dış politika alanlarındaki- arayışların iktidarı kaçınılmaz biçimde hayati birkaç alanda daha istikamet değiştirmeye sevk edeceğine inanmam.

Dış politika ve ekonomide atılan adımların başarıya ulaşması, ancak ve ancak, bu iki alanı özgürlükler ve şeffaflık konularında yapılacak yeniliklerin takip etmesiyle mümkün olabilir. 

AB ile tam üyelik veya en azından gümrük birliğinin revize edilmesi konularının görüşülebilmesi, ABD’den F-35 jetlerinin teslimi veya o fırsat bütünüyle kaçırılmışsa hiç değilse F-16 jetlerinin modernizasyonu taleplerine olumlu cevap gelebilmesi ve ekonominin düze çıkabilmesi için ihtiyaç duyulan doğrudan yatırım veya sıcak para girdisinin gerçekleşmesi, şeffaflık ve özgürlükler konularında cesur adımlar atılmasını gerektiriyor.

Reklam

Kim, hangi sermaye sahibi parasını hesap verilebilir olmayan, şeffaflıktan uzak ve yargısına tam anlamıyla güvenilmeyen bir ülkeye emanet edebilir?

İktidar çevreleri kabul etmese de Türkiye basın özgürlüğü konusunda sabıkalı bir ülke biliniyor. Bunun sebebi de yazar ve yorumcuların kolayca cezayla sonuçlanabilecek davalara muhatap edilmeleri, kolaylıkla tutuklanabilmeleri. 

Yakın örnekler çarpıcı: Kısa süre önce bir televizyon yorumcusu cezaevine girdi, önümüzdeki günlerde TV’lerde program da yapan bir gazete yazarını aynı akıbet bekliyor. Bu arada, çeşitli TV kanalları yüksek cezalara çarptırıldı, bir kanal da bir haftalığına kararacak.

Bu tür gelişmelerin dışarıya yansımadığını düşünenler yanılıyorlar.

KHK uygulamasıyla binlerce kişinin özlük haklarını kaybettiği de dışarıda biliniyor.

Tek bir gazetecinin cezaevinde yatması, o kişinin yazıları veya yorumlarıyla vereceği düşünülen zarardan çok daha büyüğünü ülkeye veriyor.

Neyse, tabloyu uzatmayayım.

Ekonomi ve dış politikada atılmaya başlanan adımlar o kadarla sınırlı kalırsa beklenen olumlu gelişmelerden umut kesmek gerekecek.

‘Yeni yol’ diğer adımların da atılmasıyla sonuç verebilir.

ΩΩΩΩ

Reklam

24 YORUMLAR

  1. Şu…….. hesap verilebilir olmayan, şeffaflıktan uzak …..ezber kavramları biri bi açıklasada anlasak.neye kime hesap verecek iktidar…veya şu şeffaflık….neye kime şeffaf olacak.demokrasilerde hesap da millete verilir..millet herşeyi yeterince görüyor…herhalde bu hesap verilebilirlik ve şeffaflık türkiye üzerinde emelleri olan calut kesimine demek istiyor.çunki muhalefetten ve türkiye düşmanlarından durmadan duydugum ve bizi itham ettikleri şey ….hesap verilebilir olmayan, şeffaflıktan uzak…bu iki kavram..bunlari duydukca kıl oluyorum…

    • TBMM diye bir yor var uzakta! o bina bizim milletimizin binası!
      Maşalar, beraber yürüdüklerin, (Angaradan istambula yürüyen gılıçtaroğlu değil bak! Angaraya yürüyen bolu eski belediye başganı:)) hani şu bomba attıkları tepesine!!!
      Hah işte orası. Fırını geçince solda.
      Gılıçtaroğlu bu meclise çok önem veriyo. Oraya bir kapağı atsa varyaaa…
      CeHaPe binasının hangi katında kediler var? hangi katında fareler cirit atıyor?
      Hatta meclis binasının kolonlarındaki demir çimento deniz kumu neyin ne varsa KEMİRGENLERİ bile bulup..

    • Senin gördüklerin sorguya dair değil, sorgu henüz başlamadı çünkü ama yakındır, o zaman seninle beraber biz de kimin sorguladığını kime hesap verdiğini anlayabileceğiz, henüz hiç bir şey bilmiyoruz tıpkı senin gibi.

  2. “…Kur’an-ı Kerim yakma eyleminin ilişkilere getirdiği gölge ile…” cümlesi beni irtite ediyor günlerdir. Şu yazıda o kadar konu (hayati değerde) varken şimdi bakın neler yazacağım.
    Öğlen cuma namazını Fatih camiinde kılmaya niyetlendim (İmamoğlu çoğunlukla ordaydı). Heleki imamlı bir vakitten sonra birde İmamoğlu yazısı…😊
    Allah bugün Peygamber efendimizin ruhuyla ve sevgisiyle içimi doldurmayı nasip etti bana.🤗
    Camiye adımımı attım bir kürsü ortada. (B. Müftülüğü). Sinema ekranı (plastik bez) duvarda görüntü ekranda mikrofon bir adamın elinde!😯😯😯 (ilahiyat fakültesi STAJYERİ imiş)
    Çocuklar ayakta cemaat geldikçe oturan insanlar halıda adam bangır bangır hem konuşuyor hemde: dinle ilgili çocuklara bil bakalım problemleri soruyor (ödüller: bisiklet..). Birkaç başörtülü kadın minbere yaslanmış ayakta izliyor. (Genç bir adam (-oğul yada eş) kadının öptü sevgiyle mutlulukla alnından). Üst katta yarısı kadınlar için ayrılmış bölüme geçti sanırım sonra. ezan okundu gösteri de sona erdi; İLÇE YAZ KUR’AN KURSU ETKİNLİĞİYMİŞ.
    Namaza durduk 4-5 yaşta çocuklar koşuşturmaya devam ediyor hâlâ!..
    İŞTE O AN BİR DAHA: peygamber efendimizin ruhu dolaştı sanki camide, “çocukların camide olması hakkındaki hadisleri geldi aklıma”🙂🤗
    Tabi ki, güncel olmazsa olmaz konumuz: siyaset! “İmamoğlu karar mı verdi acaba DEVRİM yapmaya😂🤣🤣”
    (Malum eskiden devrimciliğin adı ihtilal di!)
    Başka türlü bıraktırıp kaldıramayacak malum kişileri o koltuklardan😂🤣😂🤣
    TEK YOL DEVRİM!
    dedi galiba o da en sonunda🤗.

  3. Büyükşehir olan 30 ilde Yatırım izleme ve koordinasyon başkanlığı (yikob) var bu sebeple büyükşehir olan iller yatırımlarda daha ayrıcalık görüyor. Ya diğer iller? onlar maalesef kimsenin umurunda değil. bu uygulama göçü artırarak büyükşehirlerin nüfusunun daha da artmasına yol açıyor. akparti tek parti olarak iktidarda ve bu tür sorunları çok rahat çözebilecek imkanlara sahipken maalesef herhangi bir icraat yok. Büyükşehirlerde kiralar aldı başını gitti. Hem iç göç hem mülteciler büyükşehirlerin daha pahalı olmasına neden oluyor. e o zaman insanların büyükşehirlere göç etmesini teşvik eden politikalar neden uygulanıyor. 30 büyükşehir olan ilde yatırım izleme başkanlığı var da diğer illerde neden yok? Sayın Cumhurbaşkanımız dış politikada çok iyi çalışıyor birebir iletişim kurarak sorunların çözümüne birebir müdahale ediyor. Ancak biraz daha fazla iç politikadaki sorunların çözümüne ağırlık vermeli.

    • Bazı yatırımlar mecburen belirli yerlere yapılıyor. Deniz kıyısına yakın yerlere mesela. Ankara-ist hızlı tren procesinin önemini yıllar önce belirttik buralarda. 2-3 saatte ya ankaradaydın ya İstanbul’da! dedik te ne oldu? Yangöz cambazlar sağdan olmaz soldan geç mantığıyla hicaz demiryolundaki (ne kadar uzar sa o kadar alır) misali gibi olayları saptırdılar. Şükür ki otoyolları entrikasız diyecektim ama (dövize endeksli yolcu garantili işler olmasa😡).
      Büyük şehirler öncelikli olarak
      -TEK İL! gibi işlem görmeli. Merkezdeki ilçeler mahalle olmalı!
      -dış ilçeler özel statüyle il merkezinden yönetilip, Köy’ler aynı eşit (hatta ayrıcalıklı) şartlarda hizmet ve yatırımlar olmalı.
      BUNLAR İÇİN AYRICA KANUN DÜZENLENMELİ.
      -millet vekili seçimine özel 2-3 il birleşmiş gibi vekil sayısı yeniden ayarlanmalı. Örnekle:hatay kilis Gaziantep birlikte ne kadar vekil çıkarırsa ortak havuz sistemi mesela 🤗.
      Ne mi faydası olacak? Yap bi de gör yatırımı ihracatı serbest bölgeyi sanayiyi🤔.

  4. Kapitalist sistemde enflasyonu önlemek için kullanılan faiz aracının bir devr-i daim yarattığını, büyümeyi yavaşlatır ve gelir dağılımını bozarken, adeta kortizon etkisiyle enflasyonu düşürdüğünü, ama en iyi ihtimalle orta vadede enflasyonun yeniden arttığını dünya âlem biliyor. IMF’nin dayattığı istikrar programlarına da en kuvvetli itiraz buradan geliyor. Faiz kapitalist kültürün âb-ı hayatıdır.

  5. NEDEN BU KADAR KÖTÜLER

    Son günlerde trent olan yine muhalefetin trollerinden Fatih Altaylının ahmet hakanın eski kız arkadaşı ile yaptığı röportajı izledim. Herkesin de izlemesini tavsiye ediyorum. Gerçekten okullarda ders diye okutulacak bir söyleşi.
    İnsan hakları, liyakat, memleketin paraları kimlere gitmiş bunların hepsini ibretlik bir şekilde görebilirsiniz.
    Güneri civaoğlu denizin ortasında teknede iken canı enginar çekince helikopterle enginar getirtmiş.
    Liyakat liyakat diyenler, özellikle dış ilişkilerdeki liyakatten bahsedenlere fatihten ibretlik anı: İsmail cem ile italyada basın toplantısı yapıyor, bu da yanında oturuyor. cemin söylediklerini hafif gördüm vurdum masaya elimi “italyan mallarını boykot ediyoruz” dedim diyor. Düşünebiliyor musunuz?. Türkiye bakanı ile basın açıklamasına katılıyor yetmiyor açıklamayı beğenmeyip kendi açıklama yapıyor. Kimse sen kimsin, bu ne rezalet demiyor.
    Gelelim yazarın basın özgürlüğü konusuna. Yine aynı söyleşide italyan başbakanına dallama dediği için 3 yıl yargılandığını söylüyor. Suçlama çok ağırdı, avukatlar çok telaş yaptı binlerce liret avukatlık masrafı yaparak kurtulmuş. Yani bizde terör eylemlerine katılmak bile suç sayılmasın gasteciler için diyenler de izlesin bu söyleşiyi.

  6. Durumumuzu Özetlersek.
    Titanik batarken çalmaya devam eden orkestra Gibiyiz.

    14 Nisan 1912 tarihinde gerçekleşen gemi faciasının üzerinden bir asırdan uzun bir süre geçti. Ancak değişmeyen şeyler var. Bu sefer batan gemi değil belki ama daha can acıtan şey bindiği gemiyi batıran insanlık.. ama bizler bunun için yok muyuz?

  7. Yazdıklarınızda tamamen haklısınız, eksiği bile var, yıllardır söylemekten dilimiz kurudu, adalet olmadan iyi bir gelişme beklemek mümkün değil değil değil… 100 seçim kazansanız bile…

    • Adalet var Tartı var, her şeyin bir vakti var. Herkes arkasına yaslansın. Hayırlı Cumalar

  8. Bizler genel halk kitlesi olarak siyasi gidişat ve açıklamalarda çok az şeye dikkat ederiz. Bir çok kişi gerçeğinin ne olduğunu bilmeden politikacıların yaptığı açıklamalarda kendini bulmak ister. Kendinin ilgilendiği konularda açıklama yapılmasını, kendi kafasındaki sorulara cevap verilmesini ister. Bunun dışındaki konular onu pek ilgilendirmez. Zaten buna vakti de yoktur fikri de..

    Herkes böyle değildir tabi genelin aksine. Bazıları bazı konularda sorular sorar, bilinen konuların sürekli tekrar edilmesini değil ülkenin içinde bulunduğu durumla ilgili belki kendisinin bile canını sıkan sorulara cevaplar arar. Onları tanıyor muyuz? Elbette, öyle olmasa burda ne işimiz var.

    Ne yazık ki bu kişiler toplumun içinde bulunduğu durumdan daha iyi bir duruma gelmesi için çabalarken, sorular sorup cevaplar ararken sınırları aşıverirler. Haddin ve hududun sınırlarını. Neylersin insan bu hepsi tornadan çıkmış gibi ayarlanmıyor.

    Sadede gelecek olursak, bu zor günlerde halkın gözlediği Rahim’in merhametinden ziyade Rahman’ın rahmetidir.

  9. N.Kemal , bir zamanlar , ” Osmanlı aslında öldü , sadece cenazesinin kaldırılması kaldı ” deyip duruyormuş .Bir arkadaşı nihayet dayanamayıp sormuş,
    –Sen yıllardır hep aynı şeyi söyleyip duruyorsun , hani bir şey olmadı, Osmanlı yerinde duruyor ?
    N.Kemal şöyle demiş,
    — Altı asırlık koca bir imparatorluğun cenazesi ancak yetmiş senede kalkar !
    2007 yılındaki CB. seçiminde 367 mucizesinin arkasına takılan akıldan ,hukuktan ve ahlaktan yoksun CHP. yüzünden CB.seçiminin, halk tarafından yapılması esası getirildi .
    Bu yetmedi , 15 Temmuz fırsatından istifadeyle devlet Ali Babanın çiftliğine döndürüldü, kurum/kuruluşların içi boşaltıldı , hiç bir anlam ve önemi kalmadı , tam bir ağalık sistemi kuruldu .
    Velhasıl bunca tahribat sittin senede düzeltilemez !
    “He de geç ” !

    • “Bundan bir ay kadar sonra, İslam Cemiyeti Sekreteri Sait S. Muhammedi, İçişleri Bakanı Fethi Bey’e 2 Eylül 1923 tarihli bir mektup göndererek “İslam âleminin dayanışmasını ve organik bağlarını korumak için halifenin ruhani imtiyazlarını kesin surette düzenli ve meşru bir esas üzerine tespit etmek gerek”tiğini söylemiş, İstanbul’un “Darülhilafe” olarak devletin ikinci bir başkenti yapılmasını istemişti.

      Ağa Han, İsmet Paşa’ya gönderdiği halifelik hakkındaki mektubu sert tepkilerle karşılaşınca Times gazetesine bir açıklama yaparak kendisine yöneltilen “İngiliz telkini” ile hareket ettiği ve “padişahçıları teşvik” ettiği suçlamalarını reddetti. Mektupla ilgili yöneltilen bir diğer eleştiri de Ağa Han ile Seyit Emir Ali’nin, kendileri Sünni olmadıkları halde Sünni Müslümanların lideri sayılan halifenin durumuyla ilgili bir konuya müdahale etmeleri oldu.

      Mektubu yayımlayan gazetelerin başyazarları ve sorumlu müdürleri, vatana ihanet suçu işledikleri gerekçesiyle İstiklal Mahkemesi’nde yargılandılar ve beraat ettiler. ”

      (Cumhuriyetin İlk Yılı, YKY)

  10. Metin Gürak’tan sonra genel kurmay başkanı olmak içim sıra bekleyen daha kaç darbeci general var?

    • Konuşamazlar efendim, konuşamazlar. Konu ekmeğini yedikleri Mustafa Kemal olsa bile konuşamazlar. İşin içinde soykırım iftirası da olsa susarlar. Galiz hakaretler, küfürler havada uçuşsa da sesleri çıkmaz, çıkamaz! Çünkü Disney gösteri dünyasının küresel bir markasıdır. Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi ülkemizde de doğrudan ve dolaylı sektörün hatırı sayılır bir kısmını kontrol eder. Mesela konuşurlarsa Disney’in reklam yüzü oldukları için doğrudan aldıkları paradan olurlar. İş onunla da bitmez. Ajanslar, menajerler, reklam şirketleri… Disney’e iş yapan kim varsa bir daha onlardan iş alamazlar. Şarkıları uluslararası platformlarda algoritma engellemesine maruz kalır. Paylaşımları artık sosyal medyada önerilenler arasında çıkmaz. Konser veremezler, Youtube kanallarının abone sayısı düşer.

      Şimdi gelelim ifade özgürlüğüne… Disney devlet değil. Tarkan’ı ve Şahan’ı dut yemiş bülbüle döndürmek için devlet gücünü kullanmıyor. Haklarında dava açmayacak. Hapse atmayacak. Pek muhalif sanatçılarımız kendi devletlerine bu iftiraları atıyorlar. Lafa gelince Türkiye’nin konuşanın hapsi boyladığı bir diktatörlük olduğunu söylüyorlar. Ama ne hikmetse o diktatörlükte yıllardır hapse düşmeden, başlarına bir iş gelmeden konuşmaya devam ediyorlar da Disney’in böyle bir gücü olmamasına rağmen dilleri boğazlarına kaçıyor! Muhalifliklerinden eser kalmıyor. Eleştirel düşünceleri birden buharlaşıyor. Fikri hür, vicdanı hür karakterleri ortadan kayboluyor. Bilimin ışığına düşkünlükleri yok oluyor.

      Demek ki neymiş, muhaliflik öyle konforlu köşende oturup herkesin zaten eleştirdiğini eleştirmek değilmiş. Sanatçının muhalif olması kendini hakim söyleme teslim edip, aynı ezberleri tekrarlaması değil söylemesi maliyetli olanı söylemesiymiş. Zor olan şeffaf ve adil seçimlerle, kısıtlı bir süre için iş başına gelen siyasi iktidarı değil seçimlere girmeyen ancak bütün eğlence sektörünü kontrol eden uluslararası şirketlerin iktidarını eleştirmekmiş.

  11. Bir ilçe varmış Marmara kıyısında, yolun ortasından yürürmüş herkes orda.
    Kaldırım nedir bilmez bazıları. (Başlarına saksı düşer korkusuyla da olan var!) Trafik kurallarını tam tekmil uygulanır sanan bazıları yaya çizgisi gördüğü yere adımını atar lakin…. (Karşıya geçtiğini göremez ne kendisi, ne hiçkimse☹️).
    Kaldırım ne kadar yüksek ise yoldan, düşükmüş orda medeniyet seviyesi🤗.
    Hep şöyle düşünmüşümdür bende:
    TBMM halkın seçmenin aynasıdır!!!!
    Yani sen ne isen, TBMM deki vekil senin senin aynadaki YANSIMAN😯😯😯🤔🤔
    Ama fakat lakin…
    Bakıyoruz halk konuyor cahil cükala fakir fukara annamaz onlar … (biz daha iyi bilenleriz bizi onlardan daha iyi iş kotaracak işi bilir çok kurnaz diye seçtiler sanır mesela)
    SEÇMEN HERŞEYİ BİLEREK! SİZE OY VERİYOR; KİMİSİ AGASI PAŞASI İŞARET PARMAĞIYLA GÖSTERİYOR BELKİ FAKAT,
    BİZLER, BİZDEN AKILLI OLDUKLARI İÇİN DEĞİL, BİLGİLİ EĞİTİMLİ TECRÜBELİ YETKİN OLDUKLARI İÇİN vekil tayin ediyoruz birçoğunu!
    Öbür kesim galip geliyor: baskın bir halde bizim vekilimizi sindirip baskı altına alıyor olabilir mi acaba?😡 (ne vekil bunun farkında, nede seçmen farkında belkide🤔).
    (Gerisini yazmayayım anlar anlayan nasıl olsa🙂).
    Son söz: vekil tayin ettik, güvendiğimiz inandığımız yapacaklarını bildiğimiz için.
    Beceremediler mi? (Valla bilmem GİDERLER Mİ🤔🤔🤔???).

    • şöyle yazmıştı:
      “Türkiye’de hiç kimse gardırop Atatürkçüsü kadar Atatürkçülüğe zarar vermedi (…) İngiliz kumaşında, Fransız kravatında, İskoçya viskisinde, İtalyan şapkasında, Batı medeniyetini başlatıp bitiren zavallı. Bir gardırobun eni boyu ve yüksekliğinde dünyası çizilen entelektüel.”
      İlhan Bey bugün yaşasa bir de “cüzdan Atatürkçüleri”ne laf eder miydi, bilmem. Bildiğim her doğrunuza yanlışınıza, kârınıza zararınıza malzeme ettiğiniz Atatürk’ü iş cüzdanınıza gelince savunmuyorsanız, esas değerinizin ne olduğunu da kendi ellerinizle kanıtladığınızdır.
      Disney, biraz da bizim popüler kültür camiasının kâğıttan kaplanlarını çözdüğü için bu kadar fütursuzca Türkiye düşmanlığı yapıyor desek yanlış olmaz.

  12. NE DEMİŞTİM ?
    “–En yanlışı yapmaya mecbur ve mahkûmlar.”
    “–Her konuda, her aşamada.”
    “–Düşünce,karar ve uygulama aşamasında.”
    “–İktidar ve bileşenleri birbirlerini en yanlışa sürüklüyorlar.”
    Bu dediklerime artık gönül rahatlığı ile muhalefeti de dahil edebilirim.
    İktidarın “bileşeni” olduğunu bîhakkın kanıtladılar.
    Küçük istisnalar dışında.
    Sayın KORU’nun bahsettiği adımlar da zaten “göstermelik.”
    Zerre bir samimiyet yok ve olamaz.
    Hukuk sebep, ekonomi sonuç.
    Sonuçlar da ortada:
    –Bu yılın ilk 7 aylık dış ticaret açığı 73 milyar dolar.
    –Rekor bir Temmuz ayı enflasyonu.

    • Dün açıklanan enflasyon verisi yeniden yükselen bir trende dönüşü ifade etmektedir. Bu beklenen bir durum zira kurlardaki artışın enflasyon olarak dönmesi alışılagelmiş bir süreçtir. Kur arttırmadan yola devam edilebilir miydi? Hayır edilemezdi. İthalatta yaşanan artışın döviz rezervlerine etkisi şu an önceliğimiz. Bu nedenle kaçınılmaz bir gelişmeyi yaşadık. Ancak bu denli ithalat artışına ihtiyaç olmayabilir miydi? Bence evet. Zira son 18 ayda TL tasarruflarının enflasyon karşısında cezalandırılması neticesinde ithal mal talebinde artış yaşadık buna ispatımız altın talebindeki artıştır.
      Yanlış fiyatlama halimiz son bulmadıkça, yani TL’yle tasarruf edenleri cezalandırmayı sonlandırmadıkça, ithalattaki artış ve enflasyon sarmalı devam edecektir. Bugün 26.90’da seyreden kur satın almayı duraksatsa da enflasyona yenilecek, kur 4-5 ay sonra ucuz kalmış olacaktır. Piyasa, hadi piyasa demeyelim, daha net olsun tüketici bunu görüyor ve hissediyor.

      • İthalat kalemleri içindeki nihai tüketim ürünlerinin payı %14.
        İthalatın büyük çoğunluğu ara mal.
        Bunun anlamı şu:
        Üretebilmek için bile ithalata mecburuz.
        Söylediklerimizin hiçbir ekonomik anlamı yok.
        Tamamının mitolojik değeri var.
        Yani masal.

        • Mehmet Şimşek’in yeni dönemde attığı bu adımlar iç piyasayı durdurmadan, ihracatı arttırarak yürüme gayretini ifade etmektedir. Genel bir faiz artışı yerine, öncelikle döviz stoğumuzu etkileyen alanlara çok ince dokunuşlarla düzelme sağlamaya çalışıyorlar. Bununla da ekonomide ani duruş riskini bertaraf ediyorlar.
          Son on iki aylık cari açığın 60 milyar dolar olduğu şu dönemde atılması gereken adımların bunlar ile iktifa edemeyeceğini düşünüyorum. Zira döviz rezerv durumun önümüzdeki on iki ay için aynı senaryoyu kaldırması pek zor.
          Ancak atılacak adımların bu denli ince elenip sık dokunarak gerçekleştirilmesi ekonomide genel sıkılaşmanın çok kuvvetli olmayacağının kanaatini bende uyandırmıştır.

    • Şimşekgillerin yaptığı yada yapacağı bişey yok!
      İŞİ EHLİNE VERMİŞLER!🤗 o kaa..😂😂
      Dışardan mangır gelecek diye bekliyen cingözler vardı nefesleri kursaklarında kaldı.
      Yılsonuna kadar enflasyon kur faiz eşit oranda vakti zamanında kontrollü artışlarla seçime kadar böyle idare edilecek!
      NE BİRŞEY GEREĞİNDEN FAZLA VE ÖNCE YÜKSELECEK! NE DE BİRKİMSE PİYASADA AT OYNATA BİLECEK!😂🤣😂🤣
      Tek tesellimiz ve beklentimiz şu olabilir:
      İthalat rakamının yılsonuna kadar ihracata dönüşerek, (inşallah o ithal mallar ihraç edilecek mallardır!) İthalat rakamı düşer, ihracat hep yükselir HERAY!!!
      Yoksa, ye kürküm ye ithal mallarıysa yedik ayvayı HEPBİRLİKTE😡.

Yoruma kapalı.