“Allah kimseyi Donald Trump’ın durumuna düşürmesin” derken, o duruma düşen adam pek oralı olmuyor, sıra kendisine geldiğinde ABD için pek düşünülmeyecek bir iddiayı dillendirmekle yetiniyordu: “Seçimlerde hile yapılacak…”
Onun beklediği, ondan yana bir adım olarak geldi.
Seçimleri kadın seçmenlerin tavrı belirler
Her ülkede seçimlerin kaderini erkek seçmenler değil kadınlar belirler…
Erkek nasıl olsa sandık başına gidiyor; kadını ise o eylemi yapmak için ciddi biçimde ikna etmeniz gerekiyor…
Trump birbiri ardına yapılan yakışıksız açıklamalarla…
Açıklamalar yakışıksız değildi, yakışıksız olan Trump’ın yıllar boyu kadınlara yaptığıydı…
İşte o açıklamalarla Trump kadınların gözünden düşmüş, “Bir oyun ne önemi var” diye düşünüp sandık başına gitmeyebilecek kadınları bile hareketlendirmişti.
FBI devreye girdi. Daha doğrusu FBI direktörü James Comey… Seçime 10 gün kala Kongre’ye gönderdiği bir mektupla, seçimin kaderini —Trump seçilirse ABD’nin de kaderini– değiştirebilecek bir adım attı.
Demokratların adayı Hillary Clinton, dışişleri bakanlığı yaptığı dönemde, devletin ketumiyet için koyduğu kurallar dışına taşmış ve bu sebeple federal bir soruşturmaya konu olmuştu…
Olmuştu, ama kamuoyu bu durumdan fazla etkilenmemişti.
Yeni mektup sadece kural çiğnemeyi yeniden gündeme taşımakla kalmıyor, ona Trump’ın başını yakan cinsten bir ayrıntı da ekliyor: Hillary Hanım’ın en yakın mesai arkadaşı Hüma Abedin –evet, Clinton’un yıllardır hiç yanından ayırmadığı hanım çalışanı bir Müslüman– ile boşanma işlemleri devam eden politikacı eşi Anthony Weiner’in bilgisayarlarını mercek altına almış olan FBI, kadınla eşi arasındaki mesaj trafiğinde işiyle ilgili bilgi kırıntıları bulmuş…
Salçalı ayrıntı kadının kocasının kimliğinde: Aralarında yaşı küçük kızların da bulunduğu kadınlara kendisine ait müstehcen fotoğraflar gönderdiği için politik hayatı sona ermiş biri Weiner ve bu konuda açılmış davası hâlen sürüyor…
Neden bu konuyu uzun uzadıya anlatıyorum?
Şundan: Trump’ın “Seçimlere hile karıştırılacak” derken kastı bu olmasa da, seçime kısa bir süre kalmışken ve kimse böyle bir davranış beklemezken, Trump’ın partisinden bazı senatör ve Temsilciler Meclisi üyelerinin bile kınadığı bir girişimle, FBI direktörü Comey, tam da bu işi yaptı…
Hileyse, seçimin sağlığını bozmaya yarayacak en büyük hile FBI direktörü tarafından yapılmış oldu.
Yapılan her eylemin bir sonucu mutlaka olur; bunun sonucunu da 8 Kasım akşamı bütün dünya görecek…
Türkiye de bu denklemin bir yerinde
Doğruya doğru: ABD’yi ve dolaylı olarak dünyayı ilgilendiren bu konuyu ele alırken gözüm yine Türkiye’deydi.
Türkiye ile ABD arasında bir süredir devam edegelen ve sadece bir bölümü bizim kamuoyuna yansıyan, ABD yönetiminin ise kendisine yakın gazeteler ve kalemler eliyle duyurma çabasına girdiği ihtilâfta…
Türkiye, özellikle Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, ulusal çıkarlar açısından yanlış yöne doğru evrildiği görüşüyle olacak, ABD’nin IŞİD’e (DAEŞ de deniyor) karşı son aşamasına girmiş savaşta yanlışlıklar yaptığına inanıyor. Bunun için de Washington’u tavır değişikliğine zorluyor.
ABD ise, Türkiye’yi kollar ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediklerini önemser görünüp… Bildiğini yapmaya devam ediyor…
Neler oldu neler: Ankara’nın Moskova’yla yakınlaşır görüntüsü vermesi… Fethullah Gülen’in varlığı üzerinden Washington’u sıkıştırması… IŞİD’e karşı daha aktif bir harekât vaadinde bulunması ve bunu küçük jestlerle hayata geçirmesi… ABD’nin bölgesel müttefiki olarak seçtiği PYD/YPG güçlerini askeri açıdan zayıflatacak bir girişimle Afrin çevresinde zora düşürmesi…
Bunların hiçbiri şimdiye kadar ABD’yi tavır değişikliğine zorlamada işe yaramadı.
Musul’a gidilen yolda, ABD, Türkiye’nin “Bunlarla ittifak kurma” uyarısında bulunduğu PYD/YPG güçlerini darıltmak bir yana, daha fazla ön plana çıkarmaya başladı.
Soru şu: Acaba neden?
Neler oldu, neler
Türkiye ABD’nin NATO’da müttefiki her şeyden önce… İki ülke arasındaki ilişkiler NATO’dan öncesine kadar gittiği gibi, son 15 yıl içerisinde, hiç değilse 15 yılın önemli bir bölümünde, Washington’dan takdir mesajları alınacak kadar da yakındı.
İki lider —Barack Obama ile Tayyip Erdoğan— arasında aynı yıllarda karşılıklı bir anlayış oluştuğu da gözle görülür bir hal almıştı.
Evet, biliyorum, hayli zamandır bu görüntüde bozulmalar meydana geldi.
Obama önce konuğu Cumhurbaşkanı Erdoğan ve heyetini iki kez (Mayıs 2013 ve Nisan 2016) Beyaz Saray‘ın korkutucu ‘Kırmızı Odası’nda ağırladı.
Sonra, dost gazeteci Jeffrey Goldberg’e verdiği, Atlantic dergisinin nisan sayısında yayımlanan uzun mülâkatta, Cumhurbaşkanı Erdoğan için hoş olmayan cümleler (“Başlangıçta kendisini Doğu ile Batı arasında köprü olabilecek ılımlı bir Müslüman lider olarak görürken…” diye başlayan cümle özellikle) kurmaya başladı.
Aynı günlerde, Beyaz Saray’a fazla uzak olmayan kalemlerden Türkiye’de askeri darbe ihtimali gündeme taşındı.
Eş-zamanlı olmasa da, Türkiye’de de, ABD’ye ve Obama politikalarına eleştiriler duyulmaya başlandı.
Sonrasını biliyoruz: 15 Temmuz’daki hâin darbe girişimi…
Gerçi bizde o girişime derhal teşhis konuldu, ama konulan teşhis bütün fotoğrafı açığa vuruyor mu sizce?
Fotoğrafın henüz göze çarpmayan bölümünde ne/ler olabilir?
Orada FBI, burada CIA?
İki olayla, ABD’de FBI direktörünün seçimleri etkilemeyle sonuçlanması mukadder yeni adımı ile Türkiye-ABD arasındaki ilişkilerin soğuması ve darbe girişimi arasında ne gibi bir ilişki olabilir?
Meselâ şöyle: Hassas bir dönemde ülkesinin kim tarafından yönetilmesini istediğini Hillary Clinton’u zora düşürecek bir girişimle belli etti ABD iç istihbaratı (FBI), bunu yapabildi; Washington’da Türkiye’nin yönetiminde kimin bulunmamasına dair bir irade belirmişse, ABD dış istihbaratı (CIA) harekete geçmiş olabilir mi?
Başarılı olmayan girişim sonrası artık göze iyice batmaya başlayan Türkiye ile ABD arasındaki açı farklılaşmasını bu soruya verilecek cevap açıklayabilir.
Kendi soruma benim verdiğim cevap belli: Sorum üzerinde düşünülmeyi hak edecek ve kuşkuları uyandıracak kadar ciddi unsurları içinde barındırıyor…
Madem soru sormaya başladık, esas soruyu da ıskalamayalım: Acaba ilk sorudaki kuşku bir gerçeği ortaya koyuyorsa, 15 Temmuz sonrası yapılanlar doğru mudur?
Hiç kuşkum olmayan bir nokta şu: Türkiye’ye karşı olumsuz tavır değişmeyeceğe benziyor; bu da ülkemizi birçok alanda sarsıntılara açık hale getiriyor.
Belki şantajlara bile maruz bırakıyor.
Yapılması gereken, hile ve tuzaklara maruz kaldığımızda, bu davranışı bize reva görenlerin beklediği gibi davranmamak, tam tersine onların beklemediği türden davranışlar sergilemektir…
“Iskalamayalım” dediğim soruya bir daha bakalım: “Acaba 15 Temmuz’dan sonra yapılanlar bu açıdan doğru sayılabilir mi?”
En iyisi burada durayım.
ΩΩΩΩ