İnsan hata yapar, kabahat işler.. Basın özgürlüğü gazetecilerin de özgürlüğü anlamına gelir…

37
Reklam

Bir kere şunu kabul edelim: Hatasız kul olmaz. İnsanoğlu ne kadar uğraşırsa uğraşsın, hangi etkili yöntemleri uygularsa uygulasın, gün gelir hata yapar. 

Dil de kalem de hataya yakındır.

Gerçek bu iken son zamanlarda bizde hatasızlık üzerine bir kabulün yerleşmeye başladığı fark ediliyor.

Örnek mi istiyorsunuz?

Kısa süre önce, 50 yıla yakındır elinde kalem tutan, sayısız kitapta imzası bulunan bir yazar, bir uluslararası sözleşmeye olan itirazını dile getirirken hoş olmayan bir sözcük (‘fahişe’) kullandığı için adeta çarmıha gerildi.

O sözcüğün muhatabı cümle içerisinde belli olmadığı halde…

Yazar kullandığı sözcükten rahatsızlık duyanlardan özür diledi, ama yararı olmadı. Sözcüğü üzerlerine alınan geniş bir kitle kendisini ceza alana kadar takip edeceğe benziyor. Hakkında suç duyurusunda bulunulduğunu, davalar açıldığını duyuyoruz.

Oysa “Keşke böyle bir hata yapılmasaydı, kendisinden hiç böyle bir şey beklemezdik, herhalde dalgınlığına gelmiştir” denilerek konu kapatılabilirdi.

Reklam

Dün de yine buna benzer bir olay bu defa televizyon ekranında yaşandı. Saatler süren bir tartışma programının bir yerinde, katılımcılardan biri, lafının nereye gittiğini düşünmeden, köklü bir eğitim kurumu ve camiasını en ağır ifadelerle suçladı.

Kullandığı cümleye kulak verilir veya dedikleri yazıya dökülüp okunursa, yaptığı büyük ayıbın ağızdan kaçan bir genelleme hatası olduğu fark edilecektir.

Hiç değilse ben okuduğumda öyle olduğunu fark ettim.

Yalnızca o eğitim kurumuyla ilintili olan bireyler değil, devlet kurumları bile o cümleyi sarf edeni topun ağzına koyma yarışındalar.

Çirkin cümlenin üzerinde ısrar edilirse affedilebilecek bir yanı yok; ancak o cümleyi sarf eden yaptığının hata olduğunun farkında, daha mürekkebi kurumadan özür dileyen açıklamalar yapıyor, ama nafile. 

Oysa eskiden böyle bir durumla karşılaşılınca “Kem söz sahibine aittir” denilir ve özür alınana kadar cümleyi sarf edeni kınamakla yetinilirdi.

Bugün öyle değil.

İnsanlarımızın hatasızlığı üzerine bir kabul var bugün; hata yapan hatalı olduğunu itiraf etse ve özür dilese bile en ağır cezaya çarptırılması sağlanmadan rahat yüzü görülemeyecek sanırsınız.

Reklam

Bir basın hatası

Kimseyi koruma ve kollama gibi bir niyetim yok. Ancak ekranlardan sürekli görüş açıklayan, düşüncelerini yazıyla başkalarıyla paylaşan herkes gibi, ben de, kimsenin hatadan münezzeh olmadığını bilirim. Her konuşan ve yazan hata yapabilir, çok konuşan ve çok yazan ise mutlaka hata yapar.

Bugün bir grup gazetecinin yazdıklarından dolayı açılmış bir davadan yargılanacakları gün. Gazeteciler devletin istihbarat kurumunun bir üyesinin vefatını duyurdukları için yargılanıyorlar. Kimi bunu sosyal medya hesabından duyurmuş, kimi de gazetesinde haber yapmış.

İstihbarat kurumu mensuplarının isimlerinin açıklanmasını cezalandıran bir yasa maddesi yüzünden yargılanıyorlar.

Vefat etmiş olması o kişinin, haberin daha önce başkaları tarafından Meclis çatısı altında dile getirilmesi önemsenmiyor, yasa maddesi keskin bir bıçak gibi kullanılıyor.

Gazeteciler aylardan beri cezaevindeler.

Yaptıkları hata mı? Bence büyütülmeyi hak eden çapta bir hata değil. Eski dönemlerde bir anlam taşısa bile günümüz ortamında fazla önemi bulunmayan bir konu istihbaratçıların kimliklerinin açıklanmaması. Geçmişte, yalnız bizde değil başka demokratik ülkelerde de, istihbarat birimlerinin başında bulunan kişilerin ismi asla açıklanmazdı. Bugün ise herkes o isimleri biliyor.

Gizliliğin bir yararı olmadığı gibi, isimlerin bilinmesinin bir zararı olacağını da düşünmüyorum.

Bilmemesi gerekenler biliyorlar çünkü.

Kaldı ki, dava konusu olan haber ve sosyal medya açıklamalarında ismi duyurulan istihbaratçı artık hayatta değil. Duyurulan onun vefat haberi. Vefat etmiş birinin isminin açıklanmasından nasıl bir kötülük sadır olabilir ki? 

Fazla uzak olmayan geçmişte benzer bir suçtan haklarında dava açılan gazeteciler tutuksuz yargılandılar ve devlet cezalandırılmaları konusunda ısrarlı olsa bile mahkemeler konuya daha geniş açıdan yaklaşabildiler.

Mahkeme bu kez de konuya ‘kabahat’ açısından yaklaşabilir, yapılanı ‘hata’ kapsamına sokup cezalandırma yönüne gitmeyebilir.

Öyle olmasını temenni ederim.

Basın özgürlüğü en temel ilke

Türkiye hayli zamandır yargı ve özellikle basın özgürlüğü kapsamına giren dava konuları yüzünden mercek altında. Hiç önemsemeyeceğimiz ülkeler bile ülkemizi basın özgürlüğünü çiğneme ithamına maruz bırakabiliyor. 

Çoğu kesinleşmemiş kararlardan yargılandıkları halde, gazetecilerin tutukluluk hali ‘dünyanın en fazla gazetecisi cezaevinde bulunan ülkesi’ haline sokuyor ülkemizi.

Ülkemizde basın özgürlüğünü kötüye kullananlar yok mu? Var elbette. Ancak basın özgürlüğünü kötüye kullananlarla mücadelenin en keskin yolu yine basın özgürlüğüdür; bu gerçeği çoğu kez unutuyoruz. 

Bu da bence şu sıralarda yapılan en vahim hata.

Devletin veya devlet adına davrananların hataları görmezden geliniyor -oysa devletin ve onun adına davrananların hata yapma hakları yoktur-, buna karşılık hata yapan insanların üzerine silindir gibi gidiliyor.

[Bu yazımdan küçük bir kızı cinsel tacize maruz bırakan bir tipi de mazur görme sonucunu çıkaracaklar olabilir; oysa hem o cürümün kendisi hem de cürümü işleyen kişinin kendisine biçtiği konum olayın vahametini azaltmıyor, artırıyor.]

Görüyorsunuz, yeni moda haline gelen hatasızlık kabulü yüzünden aşırı titizlik göstermek zorunda kalıyoruz.

Neme lazım…

ΩΩΩΩ

Reklam

37 YORUMLAR

  1. Yeni Akit Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Ali Karahasanoğlu, 12 yaşındaki çocuğa cinsel istismardan tutuklanan Uşşaki tarikatı lideri Fatih Nurullah’a ilişkin, “Şu an için çok kesin bir şey söylemek istemiyorum.. Ayrıntısını henüz net olarak öğrenemediğimiz, ağzı bozuk bir babanın iftiraları mı, yoksa ahiret inancını damarlarında akan kan kadar yakın hissedemeyen, ne oldum delisi şımarık bir şeyh mi, anlamak için biraz daha zaman ister…”

    Karahasanoğlu ayrıca “Ha, şunu da hemen söylemeliyim..Küçük kıza istismar olarak gösterilen eylemden çok daha öncesinden başlar, o tarikat evindeki kişilere benim eleştirilerim.. Erkeğin olduğu bir yerde, mutfak işleri için de olsa, evin dışından yabancı bir kadının orada ne işi var? Evin dışından kadının, 12 yaşındaki kızının orada ne işi var?” şeklinde çocuğu ve aileyi suçlayıcı ifadeler kullandı.

    Eskiden beri bu kişinin fotoğrafını görünce ruhumda bir tepki oluşur, Star Wars filmindeki karanlık güç aklıma gelirdi.

  2. Para kazanmak için yapılan hiç bir meslek kutsal değildir. Dolayısıyla hiç kimseye kutsiyet atfedilemez. Ne zamanki gazeteciler apaçık yalan haber yapan yazan meslektaşlarını aralarından dışlarlar o zaman biz de gazetecilerin suç işlemeyeceğine kani oluruz.

    “Bu ülkede “Sakallı bebek” manşeti yazan gazeteciler oldu mu ? evet oldu.
    “Gezide Tankların Ezdiği İnsanlar” haberi oldu mu? evet oldu (siyasetçi desteğiyle)
    “PKK ve DHKP-C örgütüne silah sağlayan gazeteci” oldu mu? Evet oldu.
    “Yine matbaasında örgüt elemanı aylarca saklayan” gazeteci oldu mu ? Evet oldu.
    “Devletin istihbarat görevlisini terörist diye haberle Ermenistana ihbar eden” gazeteci ? Oldu.
    “KCK içindeki istihbarat elemanları listesini örgüte verip infaz ettiren” gazeteci ? Oldu.
    “Kopya çekerken yakalayıp sınıfta bıraktığı için Turgut Özal’a ömrü boyunca küfürler saydıran hakkında 3 kitap yazıp içini yalanlarla dolduran” gazeteci oldu mu ? evet oldu.

    Basında her gün yüzlerce yalan haber yazılıyor. Türkiye de hemde. ister yandaş ister candaş. Hepsi de makbul olsun mu ?
    Hırsızlıktan yatan gazeteciler de tahliye olsun mu ?
    Sapancadaki arazisine imar verilmediğinden muhalif kesilen gazeteci de onurlu karakterlimidir ?
    Ülkenin ekonomi bakanına ana avrat düz giden gazeteci bunu gazetecilik sebebiyle mi yapmıştır alamadığı ihale sebebiyle mi ?

    Amerika da bir kuruluştan destek alıp her gün adamların eline verdiği metinler haber diye yazanlara ne yapacağız. Alman KONRAD ADENAUR vakfından paraları alıp köşe yazısı döşenenlere ne diyeceğiz. Belediye başkanlarından ödenek alıp bunlarla yat satın alanlar ödüllendirilmeli mi mesela. Ve daha binlerce şey.

    Hükümet kurdurup hükümet düşürenlere ne diyeceğiz. Askerlerin emiryle Erbakan HOCA aleyhinde döktürenlere yargıçlar aleyhinde haber yapıp istedikleri kararları çıkarttıranlara ne diyeceğiz. O haberler ülkenin milyar dolarlarıana mal oldu hesabını ben yada başkası mı verecek.

    Bu gün İktidar yalakalığı yapanlar da gazeteci dün iktidar yalakası olup bu gün arpalığı kesilip muhalif olanlar da gazeteci. Aynı tatlı su solcuları aynı tatlı su sağcıları gibi. Bütün onursuz meslek sahipleri gibi.

    “Haksız yere tutuklu gazeteciler” diyebilirsiniz ama “Tutuklu gazeteciler” demek yanlış bir tabirdir işte bu yüzden.
    Gazeteci de suç işlerse tutuklanır, yargılanır ve cezaevinde yatar. Hırsızlık, iftira, ihale yolsuzluğu, özel hayatın gizliliği, devlet sırrının ifşası suç olduğu gibi, gazete haberi yoluyla da olsa tehdit, şantaj da suçtur. Üstelik bunu güya kamu hizmeti adı altında yapmak katmerli suçtur. Nasıl ki doktorun para için adam öldürmesi, noterin dolandırıcılık yapması ağır suç ise gazetecinin elindeki imkanları kişisel çıkar edinmek maksadıyla kötü maksatlı kullanması da ağır suçtur. Haksız yerde içeride yatan bir kaç kişi yüzünden tüm meslektaşlarınızı kutsal sayamazsınız. Sanırım Adana da idi; Yerel bir basın mensubu lokal açmış kumar oynandığı için hakkında işlem yapılmış adam yargıtaya itiraz etmiş basın dokunulamaz diye. Şimdi siz tabi meslektaşlarınıza kötü demezsiniz meslektaş dayanışmasından ötürü ama benden daha iyi bilirsiniz mesleğinizi yüzkaralarını..

    Haksız yere tutuklananlar için söyleyin bireysel olarak söyleyin. Ama tutuklu gazeteciler demek sanki “açlıktan ekmek çalan çocuklar” gibi anlaşılıyor. Oysa bir çoğu banka soydu. Bir de bazı isimler vermiş bazı yorumcular.. sizin keyfiniz bazı şeylerin cezasız kalmasını çekebilir amma özellikle de devletin istihbarat örgünü ifşa edemezsiniz. Bu işleri dünyanın neresinde yaparsanız yapın ya ceza görür yada öldürülürsünüz. Çünkü yaptığınız haber bir kaç kişinin ölmesine sebep olabilir. Taksirle ölüme sebebiyet vermekten bile yargılanırsınız. Sizin kişisel histerileriniz yüzünden birileri ölürse cinayet işlemekten ne farkı var ki bunun ?

    Eğer mesleğinize kutsiyet atfediyorsanız bunları sadece siz değil bütün gazeteciler suçlamalı kapınızın önünü temizlemelisiniz.

  3. Kamu bankaları döviz satmaya devam ediyor. Döviz açıkları 10 milyar doları geçen kamu bankaları bu durumda mudilerin hesaplarındaki dövizleri mi satıyor?

  4. 1. Dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’ı Kozmik Oda’ya girilmemesi yönünde uyardı. Eğer girilirse bunun çok acı sonuçlar doğuracağını belirtti. Erdoğan laf dinlemedi ve Fetö’yü harim-i ismetimize soktu. Başbuğ’un belirttiği gibi bunun acı sonuçları oldu. Mesela ajanlarımız deşifre oldu ve pek çoğu şehit edildi. Resmi açıklama olmadığı için rezaletin boyutlarını bilmiyoruz. 800 ajanımızın şehit edildi diyen var. Hata budur! “Rabbim affetsin” lafının altında böyle büyük acılar var. Divan-ı Harb’te yargılanmayı gerektiren bir hata bu.
    2. Fetö’yü Harim-i İsmetimize sokanlar yargılanıyorlar mı? Hayır. Bin odalı saraylarında sefa sürmeye devam ediyorlar.
    3. Dilipak önemsiz ve değersiz bir kalem ve kafadır. Tabii bana göre. Diyorlar ki “AKP’li hanımlara fahişe dedi bu nasıl affedilir”. Yani AKP’li olmayan kadınlara derse hadi neyse, affedilebilir hatta üzerinde bile durulmaz ama AKP’li kadınlara… Olacak şey değil…
    4. Önemsiz ve değersiz kalemleri okumazsın, üzerinde durmazsın olur biter. Yoksa bu kafanın yabancısı değiliz. İki büyük ismin, Atatürk ve Çetin Altan’ın annelerine “O…pu” diyen bunlardır. İçlerinde bu var; ağızlarını açınca dışarı çıkan da bu oluyor. Kendilerini ancak bu şekilde ifade edebiliyorlar. Karakterlerinin gereğini yerine getiriyorlar.
    5. Her konuda olduğu gibi İmam Hatip’ler konusunda da konuşmak ciddiyet istiyor. İmam Hatip’lerin müfredatı nasıldır? Bu müfredat kimler tarafından hazırlanıyor? Bu müfredatta Cumhuriyet değerlerine aykırı şeyler mi var? Konuşacaksan bunları konuşacaksın.
    6. Bu konuda 12 Eylül döneminde tek bir İmam Hatip okulu bile açılmadığını söyleyebilirsin mesela. Ben de bu vesileyle bir kere daha belirtmiş olayım. [3 gün sonra 12 Eylül’ün 40’ıncı yıldönümü. O gün de mutlaka değinirim. Şimdiden bir atış yapalım: 12 Eylül döneminde başta Fetö olmak üzere hiçbir cemaat, tarikat ve dini yapı hiçbir şekilde desteklenmedi! Desteklendiğini iddia edenler kanıtlarıyla ve ayrıntılarıyla bunu ortaya koymak zorundalar. Şimdiden hazırlansınlar. 3 gün sonra konuya çok pis dalacağım.]
    7. Gazeteciler dokunulmaz değildir! Lafa bak… Dönemin başbakanı düşmanı (Fetö’yü) uyarıya rağmen harim-i ismetimize sokuyor, ajanlarımız ölüyor ama kendisine dokunulmuyor! Bu duruma trolün gıkı çıkmıyor; haber yapan yazı yazan gazeteciler hapse girince, gazeteler kapatılınca “oh iyi oldu cart curt”.
    8. Trol, internet teröristi demek. İnternetin trollerden sokakların da başıboş köpeklerden arındırılması gerekiyor.
    9. Haber yapan, yazı yazan gazeteci terörist değildir… Fetö bir açığını bulamayınca Hanefi Avcı’ya iftira attı ve onu 3 yıldan fazla hapis yatırdı. Buna rağmen Hanefi Avcı “Ahmet Altan’ın hapiste ne işi var” dedi. İşte olgunluk budur. Meslek haysiyeti ve fikir namusu olmayan yandaşların kuramayacağı bir cümledir bu. Hanefi Avcı, Fetö’nün baştacı olduğu, dokunanın yandığı bir dönemde Fetö’ye dokunmuştu. Kendisi dürüst, ahlâklı, cesur, vatansever biridir. Kahramandır. Madalya takılması gereken biridir. Yandaş ve yalaka değildir. Bu nedenle yandaş ve yalaka televizyonlara davet edilmez.
    10. “Gazeteciler en ağır şekilde cezalandırılmalı.” Trol böyle diyor. Evet, artık ben de böyle düşünüyorum. Bu iktidardan kurtulunca yeni iktidar “meslek haysiyeti ve fikir namusu olmayan” bütün yandaş kalemleri en ağır şekilde cezalandırmalıdır. Kabataş’ta başörtülü bacımı taciz edenlerin fotoğrafını yayınlamıştı Sabah. Harika bir manşetti. Hesap verdikleri günleri de görürüz inşallah…
    11. Bu iktidardan ve Erdoğan’dan kurtulduğumuz gün her şey gibi Basın da düzelecek, normalleşmeye başlayacak. Gazete diye çıkardıkları paçavraları alıp okuyan yok. Üste para verseler okumam o paçavraları. Okur, para verir gazetesini alır. Bunlar sahici okurlardır… Basılı gazete kalmadığı için internet sayesinde temiz hava alabiliyoruz. Güçleri yetse interneti de kapatır bunlar. İnternetteki tek sorun trol dediğimiz mahluklar. Fikri hür, irfanı hür yazarların sayfalarına dadanıyorlar. Taha Akyol’un yazısı yayına girdikten sonra twitter hesabına ve Karar’daki sayfasına hemen it kopuk doluyor. Engelleyin kardeşim. Engellemeye üşenmeyin. Terörle nasıl mücadele ediliyorsa bu internet teröristleri ile de aynı şekilde mücadele edilmeli.
    12. Yandaş basının ve trollerin mümeyyiz vasfı yalandır. Tehditle, şantajla, yalanla, dolanla bugünlere geldiler. Bu internet denen nimetin kıymetini bilmek hür sayfaları temiz tutmakla mümkün. Trollere asla söz hakkı verilmemelidir. Zaten sözleri yoktur bunların. İçlerinde fokurdayan pisliği kusacak temiz ve hür sayfa ararlar. “Gazetecilerin kalemleri kırılmalıdır” diyen birine izin verilmemelidir. Bu ve benzeri cümlelerini başka yerlerde kurabilir. Sayısız yandaş mecra var bu cümleyi rahat rahat kurabileceği. Bu ve benzeri sayfalarda bu kadar rahat olmamalı. Birkaç yorumu engellenirse defolur gider. “Sert tedbirler” lazım böyle utanmazlar için. Benden söylemesi.

    • ergon arkadaş fetö mensubu savcıları kurmay heyetine oylama yaptırarak(!) kozmik odaya sokan ve gizli evrakların fotokopi yoluyla verilmesine göz yuman dönemin gen.kur.bşk.nı i.başbuğdur; kendisi daha sonra oğlunun pkk nın 2numaralı yöneticisinin oğluyla kucakkucağa olduğu fotoğrafı nedeniyle terör örgütü üyeliğinden yargılanmış ve hapse girmiştir ama daha sonra hukukdışı yollarla tutuksuz yargılanmasına geçilmiştir, halen beraat da etmiş değildir ve chp nin cb müstakbel cb adayıdır…

    • Ergon Uluses arkadaşımızı bu köşede pek sık gördüğümü hatırlamıyorum ,yanılıyor olabilirim .Mamafih çok memnun oldum ,bundan sonra da inşallah görüş ve düşüncelerinden istifade ederiz .Ben sadece İ. Başbuğun tavrıyla ilgili görüşüne katılmıyorum ; kozmik oda konusunda bir Gn.Kur. Bşk. olarak maalesef gereken cesareti ve sorumluluğu gösterememiştir .Benim bildiğim kadarıyla başbakan o konuda kesin bir emir vermemiştir ,’açsak iyi olur, hep şaibe altında kalırız ‘ demiştir .Kaldı ki emir verseydi de her türlü sorumluluğu göze alır ve direnebilirdi . ‘Devletin Gn.Kur.Bşk . na inanmıyorsunuz da bir hakime mi inanıyorsunuz ‘ diyebilirdi hatta gerekirse istifa ederdi ! Ama Onda ne o yürek ne o cesaret ve ne onur yoktu ! Sonra da bütün bu korkaklığının 4 seneye yakın tutuklu kalmakla bedelini çok ağır bir şekilde ödemiştir .Tarihte hapis yatan -27 Mayısçıların hapsettiği Rüştü Erdelhun hariç – Gn.Kur. Bşk nı şerefi de ona aittir ! Selam ve saygılarımla

  5. Bizim cumhurbaskanı ve reis iktidarda yaklaşık 20 yıla yakındır.Biz onu ne heyecanlarla iktidara getirdik;ilk basta güzel işler de yaptı.Türkiye gerçekten kalkındı:itibar olarak da demokrasi olarak da ekonomik olarak da.Yalnız son birkaç yıldır başımız da gene reis var ama devletin biraz aşağı kademeleri ve bürokratları acayip bir hal aldılar.Biz sanıyoruz ki akp iktidarda ve hükümette.AKP nin adı kaldı kendi yok.Uygulama da şu an da 28 şubat ın bürokratları gibi bürokratlar memuru gibi memurlar o dönemin gazetecileri gibi gazeteciler devran sürüyor.Onlar başkaydı bunlar başkaydı ”diyen olabilir.Bunların zihniyeti hep aynı.Devletçi zihniyet.İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” diyen zihniyet yok artık.Maalasef kader utansın.Bu da bir çiledir inşallah bir gün biter.Herkese iyi akşamlar.

  6. Nurdan abla bu “fahişe” lafı niye sürekli kadınlar üzerinden değerlendiriliyor ki? Halbuki araplar kadının umimisine “fahişe” erkeğinkine de “fahiş” derler! Bu türden necis söylemleri hemen üstlenip ortalığı velveleye vermektense beyzbol sopası ne güne duruyor ki?

  7. Fahişelik konusunda
    İki soru!
    1-Türkiye erkekler’i için, namus yokmu?

    2-Fahişelik sadece kadınlarmı yapar?

    3- Fahişelik yapan kadınlar!
    Fahişeliği erkeklerle değilde uzaylılarlami yapiyorlar? Veya yapmişlar?

    Biz 3 anneden 4 erkek 5 kız kardeşız. Ben şahsen 4 bacım’dan ikisi benden büyük ikiside küçük, her hangi birmizde aile birliğini sarsacak ahlaksızlık görmedim. Fakat; 4 erkek kardeşten, ailenin büyük çocuğu olan ve benim büğüm olan iki abilerimde gördüm+ karşı çıkıp yengelerime ve diğer kardeşlere duyurduğum içinde ikisinden’de nerdeisr komaya girecek kadar dayak yedim.
    Fakat benim küçüğüm erkek kardeşım ve ailenin 4. Çocuğu olan abimden. Kızlara ve kadınlara karşı herhangi bir kötu niyetli baktıklarıni dahi görmedim ve en ufak bir kötü niyetli konuşmalarına’da duymadım.
    Biz 3 bekar kardeş 4 yıl beraber oturduk. kardeşim henuz lise öğrencisi idi. Hem onların arkadaşlarį hemde benim arkadaşlarım ve komşularımız her zaman evimize gelir giderdiler. Abim babamız gibi bende onların hem bacısı hemde anaları gibidim.

    Ben 2 oğlumu’de büyütürken hem kadınlara karşı saygılı hemde İslamda, kadın ahlaksızlık yaparsa namussuz olur erkek yaparsa namussuz olmaz diğe bir kural yok ve ikiside evli isede bekar isede cezalari aynı olduğunu onlara öğrettim.
    Ikiside 21 yaşına girmeden kendi istedikleri kızlarla evlendırdım.

    Şimdi! AKP li kadınlar bu kadar tecevüze uğrayıp öldürülen, intihar eden, baba ,kardeş koca dayağı yüzünden sakat kalan hayatları kararmış kadınlar için gıkları çıkmazken Dilipakı mahkemeye vermeleri, birilerinin emirini yerine getirmek için görevlendırılmiş olmalarından başka bir şey değil.
    Dilipaka benimde bir sorum olacak! Siz sözünü ettiğiniz kadınların Fahişe olduklarını nerden biliyorsunuz?
    Kadınlar fahşeliği yaparken;demekki oda berabermişki o yaziyi yazabilmiş…

    Bilmem ya, harhade! Dindar yazarlar oldukları için, iftira atmanının aff edilmez günahlardan olmasından dolayı heleki kadınlara asla iftira atmazlar…!!!!! Diye düşünüyorum..
    Yoksa yanlarındamiydi deye soracam ama AKP de miliyolarca kadın var. Oda mümkün gelir.
    İslamda İftirayı dillendirmeyın, yani yayilmasının dahi caiz olmadığ çok açık’ke bunlar dünyaya duyurdular.
    İşte Din Satmak buna denir.

    Haa!!! ben unutmuştum şimdi hatırladım! Fatih Altaylı Dİ, Başkani her konuda ehliyetli oldüğunu yazmıştı, belki ondan fetva almiş olmbililer.

    • Bu sitede benden başka hanįm olmadığı için, bu soruyu erkeklere soruyorum.
      Türkiyede görünüşte erkeke fahişemi fazla kadın fahişme?

  8. Gazeteciler dahil suç işleyen herkes yargılanır ve verilen cezayı çeker. Sanırım bu konuda herkes hemfikirdir. Fakat;
    – Bir gazeteci zaten yazdığı/söylediği ile suçlandığı için delilleri örtmesi mümkün değildir.
    – Kaçma ihtimaline gelince, cinayet işlememiş hırsızlık yapmamış kaçsa ne olur ki? Zayıf bir ihtimalle kaçarsa da bunun nedeni yargıya güvenmiyor oluşundandır.

    Peki o zaman gazeteciler neden bazen tutuklu yargılanıyor? Bence sebep şudur: O gazeteci İktidarı zora sokan yazılar yazıyor fakat hakkında dava açılsa bile beraat edecek. O zaman uygun bir durum oluştuğunda ağır bir suçlama yapıp aylarca tutuklu olarak yargılarsın. Sonra verilen ceza tutuklu kaldığı süreye sayılıp tahliye edilir. Böylece birkaç ay hatta bazen bir-iki yıl hapiste tutup gözdağı vermiş oluyorlar. Bu taktik, arızalı sözde derin devlet taktiğidir. Fakat RTE’nin de hoşuna gitmiş gözüküyor.

    Şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Gazetecilerin militan bir şekilde iktidar yanlısı veya muhalifi olması doğru değil. Militan gazetecilik yapanlardan sadece muhalif olanların üzerine gidilmesi ise vicdanlarımızı rahatsız ediyor. (AİHM’nin de)

  9. Besleme basın veya kemik yalayıcı basın mensupları, her dönem türk halkının düşmanı olmuşlardır ve maddi manevi tüm değerlerimize karşı sürekli alçakça saldırmışlardır.
    Öyle ki bir kene gibi milletimizin sırtına yapışmış bu asalaklar patronlarının ballı kredi ve kamu ihalelerini takip etmekten fırsat buldukları anlarda türk milletine sövüp saymayı, aşağılamayı en önemli görev bilmişlerdir.
    Sakallı ya da sakalsız, dinli ya da dinsiz her türlü gasteci taslağı son neferine kadar kalemi kırılıp eline verilmedikçe bu türden fitne fesat başımızdan eksik olmaz.
    Elde beyzbol sopasıyla tımaredilmesi gerekenler olduğu gibi çoğu yazar çizer takımının yasal düzenlemelerle terbiye edilmesi şarttır.
    Sehven veya çoğu zaman bilinçli ve kasden türk milletine sürekli hakaret etmeyi ve aşağılamayı görev bilmiş bu şerefsizlik timsali medya mensuplarına karşı en sert tedbirler yasal zeminde de mutlaka hayata geçirilmelidir.
    Yoksa bu çeşit tantanaları her dönem yine yaşamak durumunda kalırız, benden söylemesi!

  10. Korkutma, baskı ve saldırılar… Dünyanın birçok ülkesinde bağımsız habercilik yapmaya çalışan gazeteciler çeşitli zorluklarla karşı karşıya. Basın özgürlüğüne yönelik tehditler demokrasileri tehlikeye atıyor.Basın özgürlüğü demokrasinin olmazsa olmazıdır. Basın hükümetlerin icraatlarını denetler,gizli kalmış olayları halka duyuyur,aydınlatır.Basın mensupları saldırılara uğruyor,tehtiti ediliyor,vatan haini ilan ediliyor.İşleri zor.Ama Dilipak ın eylemi gibi kadın hakları savunucusu bayanlara fahişe diyemez.fuhşa alet edilmiş veya itilmiş,taciz/tecavüze uğramışlara da fahişe diyemez.Dilipak ın yaptığı ,basın özgürlüğü değildir.Dilipak ın yaptığı,düpedüz iktidara yamanmak için karşı tarafa saldırmak ve yüksek dozda yalakalık yapmaktır.

    MİT mensubunun cenazesini haber yaptıkları bahanesiyle yargılanan altısı tutuklu sekiz gazetecinin duruşması bugün Çağlayan Adliyesi’nden başlıyor. Duruşma öncesi basın açıklaması gerçekleştirildi. Hakim karşısına çıkan gazeteciler savunmalarını gerçekleştirdi. Mahkeme heyeti Barış Terkoğlu, Ferhat Çelik ve Aydın Keser’in tahliyesine karar verirken, Barış Pehlivan, Murat Ağırel ve Hülya Kılınç’ın tutukluluk halinin devamına karar verdi.
    112 gündür tutuklu bulunan Oda TV Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan, Oda TV Haber Müdürü Barış Terkoğlu, Muhabir Hülya Kılınç, Yeni Yaşam Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Çelik, Yazıişleri Müdürü Aydın Keser ve Yeniçağ yazarı Murat Ağırel’in duruşması saat 10.30’da Çağlayan Adliyesi’ndeki 34. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başlandı.
    Libya’da yaşamını yitiren MİT mensuplarına ilişkin haberleri nedeniyle Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Aydın Keser, Murat Ağırel, Hülya Kılınç ve Ferhat Çelik dört aydır tutuklu.

    Bir tarafta ktidarın yalakalığı il hayatını kaznan ve vatansever ilan edilen basın mensupları,diğer taraftan halktan gizlenmeye çalışılan hata ve falsoları doğru habercilik anlayışı ile halka duyurdukları için tutuklanan,mahkemeye verilen,hain ilan edilen basın mensupları.
    Basın açıklamasında “Gerçekler hapsedilemez”, “Adalet yalıdan yönetilemez”, “Korkmuyoruz susmuyoruz” .İşte ,özgür basının tokat gibi cevabı.Bu arada CHP nin 97.kuruluş yıldönümü dolaysiyle; CHP parti ve teşkilat yöneticilerini ve CHP ailesini kutluyorum.Saygılar.

  11. Gazetecileri konuşurken diğer önemli sorunları da unutmayalım!

    Kanal İstanbul yapılamayacaktır
    A.H.L. arazisi imara açılamayacaktır
    Taksim’e Topçu Kışlası AVM’si dikilemeyecektir
    Biz bize yeteriz
    Yallah Katar … ananı da al git

    • Daha önce de 3.köprü ve 3.havaalanını, marmarayı, hızlıtreni ve yeni akm yi yaptırtmayacaaz, seni başkan yaptırtmayacaaz diyorlardı; elhamdülillah hepsi yapıldı fazlasıyla, daha neler yapacaaz hep birlikte görürüz inşallah!

  12. Abdurrahman Dilipak bir makalesinde şu ifadeleri kullanmış :

    ANAP’ı o ‘Papatyalar’, o ‘Lale Devri çocukları’ bitirdi. AK Partiyi de, bu Erguvani AKP’nin ‘Papatyaları’ bitirecek bu gidişle. AK Parti içindeki AKP’liler konuşuyor, AK Partililer susuyor. AKP’liler terfi etti zenginleşti, itibar sahibi oldular. Kaymağı onlar yiyor, parayı onlar veriyor. Camiye, okula, yurda parayı veren de onlar. Eee, parayı veren düdüğü çalıyor. Kem alat ile kemalat olmuyor. Haram para ile hayır olmayacağı gibi.”

    “Bunlardan maddi yardım almayan cemaat ve vakıf kaldı mı?” diye soran Dilipak, “AB fonları ile semirenlerin sesleri nasıl inceldi, eskiden ter kokuyorlardı, şimdi parfüm kokuyorlar. Bodrum katlarında rutubet kokan derneklerden çıkıp plazalara taşındılar.”

    Bana göre Abdurrahman Dilipak eskiden beri ‘dinci’ kategorisindedir ve uzak dururum. Fakat onu hiçbir zaman dinbaz-dinci yani dini inançları kullanarak dünyevi menfaat temin edenler arasında görmedim. Bu yüzden samimiyetine de saygı duyarım. AKP içindeki büyük yozlaşmayı dile getiren bu samimi ifadelere de sahip çıkıyorum. İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkması ise ifade özgürlüğü kapsamına girer. Sözleşmeyi külliyen red etmeyip şu madde öyle değil de böyle yazılmalıydı şeklinde somut önerileri olursa tartışılabilir diyorum. Fakat ortalama her gün bir kadının öldürüldüğü ülkemizde böyle bir ana sözleşmeye ihtiyaç vardır.

    Fahişe sözcüğünün kendilerini kast etmediği açık olduğu halde AKP Kadın Kolları, Dilipak hakkında 81 ilde suç duyurusunda bulunmuş. Bence AKP içindeki yozlaşmayı açıkça dile getiren ifadeler olmasaydı bu davalar açılmazdı.

    • Son cümlenizin doğru olduğu şuradan belli. 81 ildeki AKP Kadın Kolları’nın hepsinin birden dava açması ancak tek bir yüksek merciden gelen talimatla mümkün olabilir. Bunların içinde birkaç tane dahi Dilipak’a hak veren veya dava açmaya gerek yok diyen çıkmamış mı?
      Mesele menfaatse gerisi teferruattır. 🙂

    • Gençlerin nüfusa oranı mı nedir bu? Askeri ambulans/kargo uçağıyla gene dünyanın dört bucağından bedavaya toplar getiririz noolmuş?
      Gençlik bu; istediği yere gider, turşu gibi memlekette yangelip yatsınlar diye değil, dünyanın her yanına insanlık götürsünler ve türkün efendiliğini göstersinler diye umudumuz gençlik bizim…

    • Gitsinler gitsinler.. Görürüm geri gelmek için ne taklalar atıyorlar. Yurtdışında çalışmadan çok para kazanırlar belki. En çok da gidip görmeden orda hayat nasıl bilmeden isteyenler gidip görsünler de bakarız ondan sonra o 14 ün kaçı ikinciye bir daha istiyor.

  13. “Eski dönemlerde bir anlam taşısa bile günümüz ortamında fazla önemi bulunmayan bir konu istihbaratçıların kimliklerinin açıklanmaması.” yazarin hafife aldigi bi konu ama tahminim amerika da dahil bir cok ulkede suc.

    gasteciler futursuzca her hatayi (?) yazan sonra ‘kusura bakmayin hata olmus’ turu bir duzeltme yapip ertesi gun piskin piskin kaldigi yerden devam eden meslek erbabi ,oyle mi olmali acaba? bir digeri mesela diyanet isleri baskanina soylemedigi bi laf uzerinden giydirirler ertesi gun hata olmus der gecer.. yazar daha iyi bilir bolca ornek verdigi amerikada sanirim o hatali yayinlardan dolayi arada istifa eden/ettirilen de oluyor bizde pek duymadim.. memlekette bugday az cikiyor ama gasteci yaban otu gibi heryerden fiskiriyor

  14. Bir müsibet bin nasihatten evladır sözü yine çıkmak zorunda kaldı meydane.
    Bir yazarı diğer bir yazar savunuyor, Savunmak zorunda kalıyor! Oysa ki bir işçi sendikalıysa sendika, ticaret esnaf, diğer meslek erbabıysa birlikleri savunamasa da mahkemede;
    Kanunlarda, tüzüklerde, toplumun yada siyaset dünyasının algılama sında görüyorlarsa bir yanlışlık,
    Çıkar meydana ve o halleder bu işleri. Birde örnek vereyim, 50- 60 kişi bir araya bile gelmeden, Birisi bir yazı icat ediyor, 59 kişi imza atıyor!
    Düzeni birileri tarumar eder, bozarsa eğer,
    Ekonomi, havuz, akdeniz, karadeniz, Esed mesed Güme gider,
    İste böyle. Yarın birisi bir tek kisi! çıkar koca hükümeti devirmeye kalkıyor diye koca ülke isi gücü bırakır herkes gerçek işleriyle değil, birbirinin isini çözmeye çalışır.
    Yine de bir örnekle zihinlerimizi açayım, gazeteciler cemiyeti, odası vb bir üst birlik vardır diye biliyorum.
    Burası böyle konuları kendi bünyesinde halledebilir diye tahmin ediyorum, o gazeteci kurallar işletilir, uyarmalar vardır, kınamalar vardır, serbest piyasa mazallah insanlar işinden olmamalıdır.
    Mahkemeye intikal edecek bir konu ise eğer, orada siyaset devreye girebilir belki! Çünkü olay başka bir iştir!
    Lakin, bizde herşeye birileri maydanoz, süreç mecrasında işlemiyor, herseyimiz olmuş siyaset.
    Hep konuşuruz liyakat, demokrasi, adalet?

  15. Hocamızın görüş ve düşüncelerine genel olarak ben de katılıyorum .Ancak şu da var ki insanın ağzından çıkan sözler onun iç dünyasının bir nevi dışa yansımasıdır ; o nedenle özür dilenmesi kişiyi bence tamamen temize çıkarmaz .Ancak hatasını anlayıp özür diledikten sonra linç etmeye uğraşmak da medeni ve insani bir davranış değildir . Bahse konu olan MİT görevlisi öldükten sonra yürütülen davanın mantıken ve otomatik olarak düşmesi gerekmez mi ! Ben hukuktan anlamam ama zannımca bu konuda yasal bir boşluk var, bunu da basiretli hakimler verecekleri doğru kararlarla ve pekala düzeltebilirler ancak ne yazık ki bizde mahkemeler bağımsız ve tarafsız olmadıkları için bu dilek da hayalden öte gitmez ! Selam ve saygılarımla.

  16. sayın yazar şimdi ben size herhangi konuyla alakalı görüşleriniz için ,sizin dediğiniz gibi dolaylı yoldan veya genelleme yaparak dilpak ın ve mütercimlerin kullandığı kelimelerle hakaret edebiliyormuyum? cevabınız evet edebilirsin kardeşimse ben bu sefer kendime soruyorum : istanbul sözleşmesi veya toplumda herkesimden inançdan çıkabilecek, her zaman olan ve hep olacak olan sapıklar ve istismarcıları konuşurken ben niye fehmi koruya hakaret ediyorum ki, klinik olarak gerizekalımıyım , fitnecimiyim, provokatörmüyüm yooo değilim , o zaman derdim ne benim ve hakaret ettiğim insanlar beni niye hoşgörecek? kararım şu:bunun bedelini ödemeliyim…

  17. Üzerinden fazla zaman geçmedi, izlemiş olanlar hatırlarlar: Havuz medyasındaki çakma tartışma programı. MHP’li katılımcı, Osman Kavala davasıyla ilgili olarak muhalif katılımcıya bindiriyor:

    “Siz Kavala iddianamesini okudunuz mu ki bunları söylüyorsunuz?”

    Muhalif, kapanı kuruyor:

    “İddianameyi okumadım, ama davaya hakimim. Siz neye dayanarak konuşuyorsunuz? Siz okudunuz mu iddianameyi?”

    MHP’li peyniri kapıyor:

    “Ben okudum. Ona göre konuşuyorum.”

    Yanıt kısa ve utandırıcı:

    “Bu davanın iddianamesi henüz yazılmadı beyefendi.”

    Buraya gelmiş bizlere cezaevinde tutuklu gazeteci olmadığını, gazeteci denilenlerin gazeteci kılığında teröristler olduklarını vs. anlatanlara laf anlatamazsınız.

    Arkalarını iktidara dayamışlar, kimin vatan haini, kimin satılmış, kimin terörist, kimin kendisini ülkeye hait hissetmeyen olduğuna karar veriyorlar. . .

    Kendi ana dillerinde üç cümleyi bir araya getiremiyorlar, ama, sorsanız, kim olduklarını bile bilmediklerine bahse girebileceğiniz Mümtazer Türköne, Ahmet Altan ve daha yüzlerce aydının terörist, dartbeci vs. olduğunu söylerler size. . .

    • Verdiğiniz örnek mükemmel. Bu vesile ile şunu sorayım. R.T.Erdoğan 2. cumhurbaşkanlığı döneminde. TBMM erken seçim kararı almadığı sürece de 3. kez aday olamaz. O zaman erken veya zamanında seçimde RTE’nin aday olamaması gerekiyor. Benim okumalarımdan çıkan sonuç bu. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?

      • Yeni Seçim Yasası’na göre T. Erdoğan yeniden aday olabilir mi, olmaz mı? Bu soruyla hiç ilgilenmemeliyiz, sayın Mim. Hatta, yeniden aday olmasının önünde bir engel varsa, bütün muhalefet işbirliğine gitmeli ve bu siyasetçinin yeniden aday olabilmesini sağlamalı.

        Siyaseten ülkenin idaresi konusunda hiçbir başarısı olmayan, aslında bilgisiz, gazeteci karşısına çıkamayacak kadar donanımsız ve özgüven yoksunu olan bu kasaba siyasetçisi, muazzam bir medya aygıtının kurgulayıp halka lider diye yutturduğu bir ürün.

        Türkiye’nin önünün açılabilmesi için, bu sıradan (ve kurnaz) kasaba siyasetçisinin foyasının meydana çıkması, balonun patlaması gerekiyor.

        Sınırsız sayıda aday olma hakkı verilsin kendisine.

        Tarihe, Türkiye’nin yazgısını değiştiren güçlü bir kitle partisi olarak siyasette çığır açan AK Parti’nin içini üç beş yıl gibi kısa bir sürede boşaltıp o partiden yasakların, yolsuzlukların, yoksulluğun, işbilmezliğin, akraba, eş dost kayırmacılığının bizatihi kendisi olan çürümüş bir parti yaratmayı becerebilmiş, küçük bir azınlık dışında tüm toplumu yoksullaştırıp kendi iktidarı uğruna toplumsal barışı dinamitlemiş, gerçek yüzü ve sıradanlığı açığa çıktığı dönemde gidilen seçimde sefil bir oy oranıyla iktidarını kaybetmiş, Türkiye’nin kendisini koruması gereken bir hamsetçi tip olarak geçmeli.

        Yakında, insanların bir lider sandıkları bu beceriksiz ve donanımsız siyasetçi ile onun aile-akraba partisinin yoksullaştırdığı toplum kesimleri “Yeter artık!” dediklerinde, greve, iş bırakma eylemlerine gittiklerinde, nasıl o insanların üzerine polis gücünü saldırttığını da göreceğiz.

        Türkiye’de yaşayan insanların kendi yanılgı ve yanılsamalarından öğrenmeleri, doğru dersler çıkarmaları bir hak. Onların bu hakkına sahip çıkmalıyız.

        Bırakın aday olsun.

        Bırakın, insanlar balonu kendileri patlatsınlar.

        Bu kasaba siyasetçisinin biletini halk kessin ve göndersin.

        Türkiye’nin yarınlara umutla bakabilmesi için bunun gerçekleşmesi gerekiyor.

        R. T. Erdoğan, istediği sayıda aday olma hakkına sahip olmalı.

  18. Ben ,sayın Koru’ nun gündeminden başka bir gündemde yazdım:Tarikat ve cemaatlerin siyasi hayattaki rolü.
    Türkiye’de din, diyanet, ibadet ve irşat totaliter rejimlerdeki gibi açıktan ve toptan yasaklanmamış, ancak nicel ve nitel olarak sınırlandırılmıştır. Keza, bugünün tarikat ve cemaat sorunu ile 1923-1950 arasındaki tarikat ve cemaat sorunu aynı değildir. Tarikat ve cemaatler geçmişte yasaklanmak, engellenmek, bastırılmak ve belki yok edilmek dolayımında gündeme gelmekteydi. Bugün isedevletle, siyasetle, ticaretle, kendi içlerindeki ve aralarındaki sorunlu ilişkiyle gündeme gelmektedir.
    Cemaat, tarihsel olarak köy, mahalle, aşiret, etnik ve mezhep gruplarını ima eder. Geleneksel cemaatte insanlar ekonomik, sosyal, siyasal, inanış, kültürel, estetik, eğitim ve meslek olarak birbirinin benzeridir. Benzerlik cemaatin tipik karakteridir. İnsanları birbirine bağlayan şey akrabalık, hısımlık, komşuluk, din ve mezhep aidiyeti gibi sempatik duygudaşlıktır. Ben yoktur, biz vardır. Cemaatte, Kohlbergci ahlak kuramına göre, ahlaki doğru ve yanlış bize nispet edilen tutumlar tarafından belirlenmektedir: Yani bize faydalı olan doğru, bizden ise haklı!
    Değerlendirme yapmak gerekirse; tarikat ve cemaatler vazgeçmedikleri kabile asabiyesi yüzünden hem iç tutarlılıklarını hem de diğer toplumsal kesimlerle, diğer dini gruplarla, ümmetle ve devletle ilişkilerini bozmaktadırlar.
    Tarikat ve dini cemaatlerle alakalı güncel sorun, yukarıdaki başlıklarda betimlediğimiz üzere, dini faaliyetlerin sınırlandırılması ve yasaklanmasından kaynaklanmıyor. Aksine ibadet özgürlüğü ve dini eğitim konusundaki sınırlama ve baskıların fiilen kalktığından hareketle, tarikat ve cemaatlerin giderek işlevlerini kaybetmesinden ve yozlaşmasından kaynaklanıyor.
    Dindar muhafazakârlar, yerleşik devlete ve onun yasaklarına karşı sağ partilere angaje olarak ve bürokraside kadrolaşarak kendilerini korumuşlardır. Bu nedenle popüler siyaset ve kamuda yer tutmak muhafazakârların hiç düşmeyen gündemi olmuştur. İktidar kavgaları ve bürokratik ayak oyunları hep hikmet, ahlak, estetik, bilim ve haklı ekonomik uğraşın önüne geçmiştir. Tarikat ve cemaatler bu atmosferde değişip şekillenmiştir.AKP iktidarının verdiği sınırsız özgürlük, tarikat ve cemaatleri devlet kademelerinde yer edinme ve devlet içinde devlet olma fırsatı vermiştir.Zaten öteden beri var olan bu hedeflerini Akp iktidarı ile birlikte hızlandırmışlar,devlet kadrolarında kadro kapma yarışına girmişleridr.Fetö diye bilinen cemaat ise Bizzat AKP iktidarı ile birlikte palazlanıp güçlenmiş,devletin en gizli ve en etkili kadrolarını ele geçirmiştir.Fetö ile mücadelede bir fetö var iken ,tarikat ve cemaatlere verilen koşıulsuz ve sınırsız özgürlük ile şimdi her tarikat ve cemaat bir fetö olmuştur.Osmanlı ve Selçukluyu yıkan tarikat ve cemaatler şimdi TC. ni yıkma peşinde ve hedefindedirler.Devlet kurumlarını ve basını da ele geçirmiş durumdalar.Saygılar.

    • Benim de elbette dünyaya dair görüşlerim var,zaman içerisinde bazı değerlendirmelerimde refüze yaptıklarım da olmuyor değil;neticede insanız,hata ile malülüz.

      Yine elbette karşı olduğum,hiç tasvip etmediğim fikir ve uygulama sahipleri de oluyor;ancak onlara ilişkin olaylara,durumlara yaklaşırken de yine belli bir ölçünün dışına taşmamaya özen göstermeye çalışıyor,bir denge tutturmak zorunda olduğumu hissediyorum ve aksi durumlar da beni rahatsız ediyor.

      Günümüzde tarikat yapılanmalarının ve uygulamalarının elbette birçok arızası var.
      Tarikatlerin Osmanlı döneminden beri kendilerini yenileyemedikleri,zamana ayak uyduramadıkları,hele ki Akparti döneminde birçoğunun hepten dünyevileşme hastalığına tutuldukları,asli misyonlarından uzaklaştıkları gibi durumlar görünür vakıa.Ancak “Osmanlı ve Selçukluyu yıkan tarikat ve cemaatler şimdi TC. ni yıkma peşinde ve hedefindedirler ve basını da ele geçirmişlerdir.”çıkarsamalarınızın doğru ve hakkaniyetli olmadığını söylemek durumundayım.

      Osmanlı’nın ve Selçuklu’nun yıkılmasına görünür şekilde birçok sebep sayılabilir,ancak bunlar arasında tarikat etkisi olsa olsa “kelebek etkisi” kuramındaki gibi bir etki değerine ancak sahip olabilir.

      Bir kere Selçuklu dönemi birçok tarikatın yeni yeni teşekkül ettiği bir dönemdir.Ayrıca Anadolu’da Müslümanlığın yayılmasında,yine uzun yıllara dayalı Anadolu harcının oluşmasında başlıca etki de o zaman için bu kurumlara aittir.Selçuklu’yu yıkanın Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin Mevlevi tarikatı veya Yunus Emre’nin,Taptuk Emre’nin,Hacı Bektaşi Veli’nin tarikatları olduğunu kim iddia edebilir?

      Aksine Osmanlı’nın da zeminini bu tarikatler sağlamlaştırmıştır.Şeyh Edebali,Somuncu Baba,Ali Semerkandi gibi saymakla bitmeyecek büyük şahsiyetleri bir hatırlayalım.Hacı Bektaş-ı Veli’yi,onun müridi Fatih’in hocası Akşemseddin’i bir hatırlayalım.Anadolu ve Balkan’lara Müslümanlığı taşıyan Horasan Erenleri birer tarikat unsuru değiller miydi?Gerçekte sizin önermenizin tam tersine bu tarikatlerin çoğu devlet destekçisi olmuş ve kendi işlerine bakmışlardır.Arada suistimal yapan fraksiyonlar da olmuştur ancak geneli itibariyle tarikatler Türk tarihinde olumlu manada fonksiyon icra etmişlerdir.Heyhat ki bu yapılar da Osmanlı Devleti gibi zamana ayak uyduramamış ve günümüzde de bir çoğu siyaset etkisine girmiştir.

      Elbette ki içinde yaşadığımız kompleks zamanlar tarikat zamanları değildir.Fakat bu her tarikatın hepten kötü olduğuna da yorumlanmamalıdır.

      Bir de şunu da görmek lazım;Şeyh, şahsi manada veli olabilir ancak belki çevresine/bağlılarına hiçbir tesiri yoktur,ona bağlı gibi görünenlerin gerçekte hiçbir bağlılığı da olmayabilir ve onların yanlışları da -hataen- umuma mal edilebilir.Herkes “Taptuk Emre’nin dergahına eğri odun sokmam!” diyen Yunus Emre değil elbette;hele ki bu devirde…Bir kez daha vurgulamalıyım ki hangi yapı olursa olsun,kendini o yapıya ait hissedenlerin bireysel tercih ve hatalarının,yanlış genellemelerle belki bu durumdan hiç haberi olmayan bütüne mal edilmesi de bir haksızlıktır.Yanlış genellemelerin de toplumumuzun çoğunluğunda bulunan bir bakış yanlışı olduğunu bu vesileyle bir kez daha belirtmiş olayım.

      Şunu da belirteyim ki,bu yazdıklarım güncel olayı olumladığım manasında da yorumlanmamalıdır.İtirazım şunadır;bana göre çoğumuz değerlendirmelerimizde olaylara tek taraflı yaklaşıyoruz,tüm delilleri birlikte değerlendirmiyoruz,meşrebimize ve kafamızdakine göre olayları şekillendiriyoruz,nalına da mıhına da vurma adaletini gösteremiyoruz,çizdiğimizin üstünü ölene ve öldüresiye çiziyoruz…örnek itibariyle bu yanlışlığı vurgulamama vesile olduğu için bu yazınıza bir cevap vermek istedim.Saygılar sunarım.

      • Dikkatli okurların gözünden kaçmadığını düşündüğüm -yazımda geçen- sonradan gördüğüm iki hatamı tashih edeyim:Birincisi “refüze etmek” yerine refüze yapmak yanlışlığını yapmışım.Diğeri de altıncı paragrafın üçüncü cümlesinde geçen Hacı Bektaş değil,Hacı Bayram olacak.Birincisi zuhül,ikincisi akıllı programın fazla akıllıca davranmasından kaynaklı.Aslında birçok yorumumda sonradan farkettiğim bu şekilde hatalarım oluyor.Bu durum,yazdıktan sonra bir bekleme süresi gözetmemekten kaynaklanıyor.Bir defasında İstiklal marşı “şairi” yazacağıma “yazarı” yazmıştım.Yazarımızın da vurguladığı gibi hatadan azade değiliz.Ben yine de özrümü dileyeyim.

        • Keşke tek hatanız bunlar olsa uğur, azade ne kelime, hatalarınız bu kadarsa kulu kölesi olsanız yeridir yani. Abuk sabuk ipe sapa gelmez bi yığın zevzeklikten ibaret yorumsularınızla insanı okumaktan da soğuttuğunuz için oluşan kul hakkını nasıl ödersiniz artık bilemiyorum, allah affetsin ne diyeyim…

  19. Gazetecilerin ve muhaliflerin niye hapiste tutulduklarını AKP’ye oy verenler bile biliyor ama iktidar sahipleri halkın bunu bildiğini bilmiyorlar. Bilseler akıllıca davranırlar

  20. Benden olan benden olmayan hastalığı tedavi edilmediği sürece ne özgür basın olur ne de adalet. Gündemi 83-84 yıllarından bu yana az çok takip ederim. Hiç değişen bir şey yok değişen sadece roller………………

  21. 1-Dilipak Akpartide görev yapan hanımlara fahişe dedi.Bu nasıl affedilir?
    2-Erol imam hatip mezunlarına sapık ve sahtekar dedi.Sapık şeyhten yola çıkarak dedi bunu.1örnekten yola çıkarak milyonlarca kişiye saldırdı.ki o sapıkta imam hatip mezunu değil.
    3-Siz bir ajanı deşifre ettiğinizde onun bütün ilişkilerini de deşifre ediyorsunuz.ajan ölmüş doğru ama ilişkide olduklarının hepsi libyada aktif görevde.bu deşifreyi yapanın gazeteci olması onun cezalandırılmasına engel olmamalı.Bilakis en ağır şekilde cezalandırılmalı.Kimse rating yapacağım diye kelle koltukta görev yapan vatan evlatlarını riske atamaz.
    4-Gazeteciler dokunulmaz değildir.Kim gazetecilikten hapis yatıyor?Terörist hangi meslekten olursa olsun cezasını çekecek.

  22. Havuz, Türkiyenım yarısına hakaret, ve küfur ediyor.havuzun önlerine gelene hakaret etmeleri mubah.
    Hatta her hakaret için ödülendiriliyorlar..
    Keser Döner sap döner birgün gelir hesam döner.

Yoruma kapalı.