Tarihin herhangi bir ânında, şu sıralarda Musul’daki IŞİD (DAEŞ de deniyor) varlığını sona erdirmek amacıyla girişilen harekâtın bir benzeri yaşanmış mıdır?
Yaklaşık 100 bin kişilik bir askeri güç… Bunlar arasında Irak’ın yardımına koşan Arap ülkelerinden ve İran’dan askerler var… Irak’ın kuzeyinden Peşmergeler de merkezi hükümetin çağrısıyla cephedeler…
Bir de çeşitli Batı ülkelerinin askerleri ile uçakları, insansız hava araçları, tankları ve ağır silâhları…
Washington Post gazetesi, Musul’u IŞİD’ten kurtarma harekâtına katılan Müslüman ülkelerden askerlerin kökenlerini aktardıktan sonra, şu notu düşüyor: “Bir de havadan ve karadan ABD-liderliğindeki koalisyonun yakın desteği…”
Ne kadar mütevazı bir katkı…
Oysa…
İngiliz gazetesi Daily Mail Batı ülkeleri arasında Musul cephesinde en önde yerini alan İngiltere’nin katkısının hiç de mütevazı olmadığını hatırlatıyor bugünkü haberinde… Okuyalım:
“Britanya’nın Irak’ın Musul kentini kurtarma savaşını başlatan yerel güçlere destek çıkan savaş uçakları ve insansız hava araçları IŞİD savaşçılarının kanını döküyor. / 30 bin kadar asker ile özel kuvvetler alana yakın yerlere taşındı. (..) Savunma Bakanı Michael Fallon, ‘İngiltere’nin yardımıyla Irak güçleri galip gelecek’ derken, Irak Başbakanı Haider al-Abadi de ‘Zafer vakti geldi’ dedi.”
Siz ne diyorsunuz şimdi?
Tarihte pek çok savaş oldu-bitti, ancak Musul’u kurtarma amaçlı şu son savaşa kadar, Doğulu-Batılı güçlerin ortak bir düşmana (IŞİD) karşı birleşip yürüttüğü bir savaşla karşılaşılmadı.
Başlayan ve ne zaman biteceğine kimselerin iddiaya girmediği, bazılarının ‘İslâm Dünyası’nın 30 yıl savaşı’ adını şimdiden taktığı savaşın bu yönüne kimsenin dikkat çektiği yok…
Garip…
Tek garip yön bu olsa neyse… Bu noktaya nasıl gelindiğini de kimse sorgulamıyor…
Neden, neden, neden?
En başta şu soruya cevap aranmıyor: “IŞİD Musul’u 2014 yılında işgal etti; Irak’ın ikinci büyük kentinde o zamandan beri terör estiriyor. Peki şimdi kurulan bu koalisyon neden o zaman sıcağı sıcağına hayata geçirilmedi de, iki yıldan fazla bir süre IŞİD mezalimi dünyaya izlettirildi?”
Biliyorum, biliyorum, sorulmasa bile böyle bir sorunun zihinlere gelebileceği düşünüldüğü için, strateji uzmanlarının ağzından, “Irak askerleri hazır değildi, Musul’dan kaçacak IŞİD militanlarının sürüleceği Suriye’nin kuzeyinde de henüz onlara karşı direnecek bir yapı oluşmamıştı” mazeretinin paylaşıldığından haberdarım.
Musul’a sadece 800 kişilik bir militan grup halinde IŞİD’in saldırdığı ve orada bugün sahip hale geldiği askeri güce iki yıl içerisinde eriştiği gözlerden saklanıyor…
İlk günlerde, sıcağı sıcağına, Musul’u IŞİD’ten kurtarma girişiminde bulunulsaydı, bugünkü kadar kanlı bir savaş olması da gerekmezdi.
Şu noktada sorulması gereken ilk soru, “Neden savaşılıyor?” değil, “Mâdem savaşılacaktı, neden bu denli geç kalındı?” sorusudur…
Zihnimi kurcalayan kuşkumu geciktirmeden sizlerle paylaşayım: IŞİD ile İslâm arasında aslında var olmayan bağın Batılı ve Batıcı zihinlerde iyice yer etmesi için olabilir mi?
Bugün Batı’da yaşayanlar ile İslâm Dünyası’ndaki Batıcı kadrolar, IŞİD’in işgal ettiği topraklarda yaptıklarını ve değişik kentlerde (Paris, Ankara, Brüksel, İstanbul, Nice, Orlando, San Bernardino) IŞİD adına gerçekleştirilen terör eylemlerini ‘İslâm’ adına işlenmiş sayıyor…
Tabii buradan da…
Adamların kendilerine uygun gördükleri isimde, sonradan ‘DAEŞ’ diye bizlerin perdelemeye çalıştığımız, ‘İslâm’ sözcüğü de tesadüfen seçilmiş değildir herhalde?
İslâm Dünyası içinden bir ‘İslâm’ sorunu, o dünyanın kendi askeri ve polis güçleri eşliğinde, ‘İslâm’ denildiğinde tüyleri diken diken olan bir başka dünyanın ağır silâhları eşliğinde çözülmeye çalışılıyor…
Akıl alır gibi değil, ama şu anda görünen gerçek bu.
Suudi Arabistan’a dava açılıyor, açılsın, peki ya ABD?
Geçenlerde Amerikan Kongresi 11 Eylül (2001) uğursuz eylemlerini gerçekleştirdiği bilinen 19 gençten 15’inin vatandaşı olduğu Suudi Arabistan’a karşı, 11 Eylül eylemlerinin kurbanları ile mağdurlarının aileleri dava açabilsin diye bir yasa çıkarmıştı.
Barack Obama, ikili ilişkilerini zedeleyeceği ve başka ülkelerde de ABD aleyhine davalar açılmasına kapı aralayacağı gibi gerekçelerle yasayı veto etti.
Kongre ilk kararında ısrar etti ve kısıtlayıcı yeni bir düzenleme yapılana kadar, 3000 kadar terör kurbanının aileleri, Suudi Arabistan aleyhine dava açabilecek duruma geldi…
Benim bu konuda da bir müdahalem olacak:
“ABD gibi 11 Eylül öncesinde de istihbarat ağı çok gelişmiş ve her an bir yerlerden bir saldırı beklemeye alışkın bir ülkede nasıl oldu da farklı istikametlere giden 4 uçak birden yabancı gençler tarafından kaçırılıp o eylemler sahneye konulabildi?” sorusu eşliğinde, istihbarat zafiyeti yüzünden ABD yönetimine karşı neden dava açılmadı?
Açıldıysa, o dava/lar/ın sonucu ne oldu?
Cevabı sunuyorum: Yönetici elitler içerisinde yer alan, bir ara başkan adayı olmuş Senatör Bob Dole’ün en yakınında bulunmuş avukat Stanley G. Hilton, aralarında 11 Eylül eylemlerinde hayatlarını kaybedenlerden 14’ün ailesi de bulunan 400 kişinin vekâletini alıp George W. Bush ve yönetiminde yer alan ‘savaşçı grup’ aleyhine bir dava açmış…
Hem de eylemden bir yıl sonra (2002’de) ve 7 milyar dolar tazminat talebiyle…
Aleyhlerine dava açtığı Rumsfeld ve Wolfowitz ile arkadaşmış da Hilton…
Sonra ne olmuş?
Davayı gören hâkim, birkaç başka ayrıntıyı da zikredip, “Ama bunlara zaten gerek yok, çünkü bizim hukuk sistemimizde Başkan aleyhine dava açılamaz” diye iki yıl sonra red kararı vermiş…
Merak edip “Davayı açan ve o günlerde sıkça muhalif ekranlara çıkıp ‘Eylemlerde Bush yönetiminin parmağı, hiç değilse rızası var’ diye görüş açıklamış avukat Hilton’un başına herhangi bir şey gelmiş mi?” sorusuna da cevap aradım…
Ne kadar tuhaf bir soru mu dediniz? Cevabımı bekleyin o halde.
Başına bir şey gelmiş. On yıl sonra adamı Baro’dan ihraç etmişler, bugün avukatlık yapamıyormuş…
“Bu tür münasebetsiz sorular sormayı âdet edinmiş olanlara bizde de gazetecilik yaptırmıyorlar” diyecektim ki…
Eh, artık internet sitemin olduğu ve yazarlık hayatıma daha da hızlı bir biçimde devam ettiğim aklıma geldi de, içimden geçen sesi susturdum…
ΩΩΩΩ